TÜRKLERİN, KÜRTLERİN, ARAPLARIN V.S. MESELESİNİN ÇÖZÜMÜ; “NE MUTLU TÜRKÜM” DİYEREK VE “NE MUTLU TÜRK VATANDAŞIYIM” DİYEREK ÇÖZÜLMEZ. BU MESELENİN ÇÖZÜMÜ SADECE; “BEN MÜSLÜMANLARDANIM” DİYEREK ÜMMETÇİLİKLE ÇÖZÜLÜR.
  Türkiye başbakanı “Ne mutlu Türküm diyene” yerine “Ne mutlu Türk vatandaşıyım diyene” sözcüğüyle Kürt meselesini çözmek istiyor. Aynı anda Anayasada vatandaşlıkla ve demokrasiyle ilgili maddelerde tadilat yapılarak bunun kendi çözümüne yardımcı olacağını zannediyor. Cumhurbaşkanı S. Demirel de, vatandaşlığa dayalı Anayasanın çizilmesinin gerekli olduğunu daha önce vurgulamıştı. Eski cumhurbaşkanı Turgut Özal da, federe eyaletler sisteminden söz etmişti. Bütün bunlar; Kürt meselesini çözmek ve PKK isyanına son vermek için ortaya atılıyor. Peki, gerçekten bunlar bu mesele için çözüm müdür?! İnsan derin bir şekilde ve aydın bir şekilde bunu düşünürse, yani meselenin içeriğini ve inceliklerini düşünürse; bunların gerçek çözüm olmadığını, sadece sakinleştirici bir hap olduğunu idrak eder. Şöyle ki: Türkiye adı yapay bir addır ki, sömürgeci devletler onu ortaya atmış ve kurmuşlardı. Geçen yüzyılın sonlarına doğru Batı devletleri, Türklerin memleketine bu adı vermeye başladılar. Lübnan’da vatancılığa dayalı Hıristiyan Arap cemiyetleri bu manayı kast ederek bu adı kullanmaya başladılar ve Osmanlı devleti yerine kullanmışlardı. Arapça ’da Türkiye, Türklerin memleketi demektir. Misal olarak; Irak Cumhuriyeti’ne El-Cumhuriye El-Irakıya, Suudi Arabistan’a Saudiya, Mısır Cumhuriyeti’ne Cumhuriye Mısrıya, Suriye ve Ürdün’e Mağribiye, Yemeniye vs… İşte Türkiye de Arapça gramerine göre kurulmuş devlettir. Bunun manası; Devlet-i Osmaniye (Osmanlı Devleti) kaldırılıp Türklerin yaşadıkları memlekete Devlet-i Türkiye (Türkiye Devleti) kurmaktı. O zaman Devlet-i Arabiye (Arap Devleti) olacak, Devlet-i İraniye (İran Devleti) vs. gibi olacaktır. Bu devletlerin hepsi millî ve milliyetçi isimler taşıdıkları gibi bu manayı ve mefhumunu da taşımaktadırlar. Kâfirler; Osmanlı Devleti’ni yıkınca Türkiye Devleti’ni kurdular. O zaman bu memleketlerin isimleri, bu isimlerin mana ve mefhumları; millî ve milliyetçi olmaktadır. Böylelikle birisi “Türkiye vatandaşıyım” veya “Türkiyeliyim” şeklinde derse o zaman mesele hallolunmaz. Onun için bu ismi kaldırmak gerekir. Yoksa Türklerin memleketlerine mensup olmak istemeyen Kürtler, yine mücadeleyi devam ettirecekler. Çünkü Kürdiye’yi (Kürt Devleti’ni) isteyecekler. O zaman bu “Türkiye vatandaşıyım” diye kullanılan bu sözcük meseleyi halletmeyecektir. Ve sorun devam edecektir. Tıpkı Irak’ta olduğu gibi. İsim değişikliği yaptılar fakat neticede bu sorunu çözmedi. Çünkü bu devlet milliyetçi esasa dayalı kaldı. 1975’den önce Irak’ın resmi adı şöyle idi : “El-Cumhuriye El-Arabiye El-Irakıya” Bu “Irak Arap Cumhuriyeti” demektir. O tarihten sonra El-Cumhuriye El-Irakıya (Irak Cumhuriyeti) diye adlandırıldı. Çünkü Irak coğrafî bir addır. Böylelikle milliyetçiliğe işaret eden El-Arabiye (Arap memleketi) lafzı kaldırıldı. Fakat bu sakinleştirici bir hap olarak belli bir zamana kadar devam etti ve bu tekrar alevlendi. Özerklik veya federatiflik sıfatını taşıdı. Bu şekilde Kürt Federe bölgesi veya Özerk bölgesi diye adlandırılmaya başlandı. Birinci Körfez (İran-Irak) Savaşı başlayınca, Kürtler tekrar hareketlendiler. Saddam onları bombaladı ve Halepçe’yi yaktı. Türkiye’nin oraya müdahale etmesine müsaade edildi. İkinci Körfez (Irak-Amerika ve müttefikleri) Savaşı başlayınca, bazı Kürt grupları bağımsızlıklarını ilân edip Federe Kürt Devletini ilân ettiler. Amerika ve müttefikleri onları himaye etmeye başladılar. Ve İngilizler 1958’de Irak’tan kovulan General Abdülkerim Kasım yönetimine karşı Molla Mustafa Barazani’yi harekete geçirdiler. Türkiye’ye karşı da, Türkiye müttefiki ve dostu sayılan Amerika PKK’yı 1984’de harekete geçirdi. Çünkü Amerika, Lozan anlaşmasından memnun değildi. Çünkü daha ufacık devletlerin haritasını istiyor. O zamanlarda Amerika Lozan anlaşmasında etkili değildi. Ve Güney Doğuda Ermeni devletinin kurulması teklifini sundu. Fakat o zamanki dünyanın en etkili ve en güçlü devleti olan İngiltere bunu reddetti. 1970’lerden sonra Amerika, çok yerden İngiltere’yi tasfiye ettikten sonra Kürt devleti fikrini benimsedi. Hatta bu fikri ortaya çıkartan Amerika dışişleri bakanı Yahudi olan Henri Kissinger, Mustafa Molla Barzani ile iyi ilişkiler kurdu. Onun için Amerika Türkiye’yi bölmek için PKK’yı ortaya çıkarttı. Çünkü Amerika, hiç biri zaman dostluk tanımaz. O; sadece çıkarlarını tanır, Müslümanları bölmeyi bilir, memleketlerini birer devletçikler haline getirmeye çalışır. Bu şekilde Müslümanların birleşmesini engeller ve İslâm Devleti’nin tekrar kurulmasına mani olur. Yine İran’da da, devrimden sonra Kürt hareketlerini başlattılar Çünkü orada İrancılık (Perslik) ve Şiîlik tahrik edildi. İran Anayasasının 12.ci maddesinde, devletin resmî mezhebinin Şii olduğu ve bu maddenin ebediyyen değiştirilmeyeceği belirtildi. Yine 115.ci maddedeki Cumhurbaşkanın şartlarında, İran asıllı ve vatandaşı olduğu gibi Şii mezhebine inanmış ve itikat etmiş olması gerektiği belirtilmektedir. İşte bu milliyetçilik ve mezhepçilik yüzünden diğer milliyet ve mezhep sahipleri tahrik edilmekte. İşte bunlardan birisi de Kürtlerdi. Binaenaleyh, milliyetçilik esasına dayalı devlet; içerisinde yaşayan diğer halkların meselesini çözmez. Ayrıca İslâm’a göre böyle bir devletin kurulması da caiz değildir. Yine vatandaşlık veya vatancılık yani önemli olan bir toprak üzerine daima ikâmet etmek de meseleyi çözmez. Bu esas da milliyetçilik gibi hissîdir. Aynı anda geçicidir ve insanları daima birleştirmez. Taassupçuluk olacağı gibi iç kavgaların sebebi de olur. Federeler kurmak veya federal veya federasyonu tesis etmek de meseleyi daimî olarak çözmez. Bunun için Irak bir misaldir. Orada da vatandaşlık esas itibar edildi ve Kürtlere özerklik verildi. Fakat bu meseleyi çözmedi. Bu Türkiye’de de aynı şekilde uygulanırsa hiç bir zaman meseleyi çözmeyecektir. Tersine tam bağımsız olmak için çalışılacaktır. Irakta olduğu gibi. Osmanlı Devleti Birinci Cihan Savaşında yenildikten sonra Sevr Anlaşmasını İngilizler Osmanlı Devletine zorla imzalatmışlardı. O anlaşmada Kürdistan’a özerklik verileceği ve ahalisi olgunlaşınca da BM’ler vasıtasıyla bağımsızlık elde etmek için çalışılacak. Demek ki bu çözüm çok önceleri sömürgeci İngilizler tarafından ortaya atıldı ve özerklikten sonra bağımsızlık elde edilmeye çalışılacağı belirtildi. Aynen 1800’lerde Balkan memleketlerinde yaptıkları gibi. Önce özerklik veriliyor, sonra bağımsız oluyorlar. Bu şekilde Sırbistan, Bosna, Arnavutluk, Yunanistan ve Bulgaristan gibi memleketler tamamen Osmanlı Devleti’nden koparılmıştı. Çünkü sömürgeciler bu şekilde hareket ediyorlar. Önce özerklik ve ileride durumlar müsait olunca bağımsız olunur. 1861’de Lübnan’da Hıristiyanlara da aynı şekilde uygulandı. Birinci Cihan Savaşından sonra Fransızlar orayı işgal edip bağımsız (!) Lübnan’ı kurtarmaya çalıştılar. Aynı anda özerklik veya federe olunca milliyetçi hissini alevlendirmek için çalışılıyor ve ileride de tam milliyetçi bir savaş için daha iyi bir şekilde hazırlık yapılır. Hâlbuki ümmetçilik fikrini ve hissini pekiştirip bütün milliyetleri İslâm potasında ve İslâm ümmetinin vahdetinin muhtevasında eritilmelidir. Hem de federe veya özerklik sistemi yani içişlerinde bağımsız, dış işlerinde de bağımlı olmanın sistemi, İslâm’a aykırı bir sistemdir. Çünkü Resulüllah (S.A.S) böyle bir sistem kurmadı. O (S.A.S) vahdet sistemini kurdu. Valileri tayin ediyordu ve azlediyordu. İç işlerine karışıyordu ve ağır hesap soruyordu. Halktan şikâyet gelince valiyi azlediyordu. Şikâyet gelmese de yine ondan hesap istiyordu. Raşidi Halifeler de sahabenin icmaıyla bu vahdet sistemini devam ettirdiler. Ömer (r.a) döneminde Şam (Suriye, Lübnan, Ürdün ve Filistin) memleketleri, Hatay, Diyarbakır, Urfa (Türkiye’nin güneyi), Irak-ul Arap (Irak), Irak-ul Acem (İran), Azerbaycan, Ermenistan ve Mısır fethedildi. Öyle ki o devlet kocaman oldu. Yüz ölçüsü 6-7 milyon km2 oldu. Buna rağmen Ömer (r.a) şöyle dedi : “Fırat nehri etrafında bir koyun düşse, Kıyamet gününde Allah bana onun niye düştüğünü soracağından korkuyorum.” Bu nedenle valileri tayin edip azlediyordu. Onları çağırıp hesaba çekiyordu ya da müfettişler gönderiyordu ya da bazen kendisi gidiyordu. Ali (r.a) da Şam memleketlerinin vilayetinde Muaviye’ye özerklik veya federallik vermedi. Muaviye’nin kendisine tam şekilde bağımlı olmasını istedi. Onun için onunla savaştı. Bu nedenle İslâm’a göre hiç bir zaman federallik ve özerklik çözüm değildir. Hem de bu haram ve caiz değildir. Resulüllah (S.A.S) böyle bir uygulama yapmadı. O vahiydir ve vahye göre hareket ediyordu. “Şüphesiz bu ümmetiniz tek ümmettir ve Rabbiniz Benim. Bana kulluk edin” (Enbiya : 92) “Şüphesiz sizin ümmetiniz tek ümmettir ve Rabbiniz Benim. Bana takvalılık gösterin (Benim emrime uyun).” (Mü’minun : 92) “Allah’ın ipine hepiniz (tek varlık olarak) bağlanın, hiç bölünmeyin. Sizin üzerinizdeki Allah’ın şu nimetinden söz edin; birbirinize düşman idiniz, kalplerinizi birleştirdi. Böylece Allah’ın nimetiyle birbirinize kardeş oldunuz.” (Ali İmran : 103) Ve buna benzer çok ayet vardır. Hepsi, İslâm ümmetinin vahdetini pekiştirip vurguluyor. Buna dayalı olarak devletin vahdeti gerçek oluyor. Resulüllah (S.A.S) “İki halifeye biat edilirse, ikincisini öldürün” (Müslim) buyurmaktadır. Bunun mefhumu; tek bir halifeye biat edilmesinin gerekli olduğu gibi, Müslümanların tek yetkilisinin o halife olduğunu gösteriyor Devletin bölünmeyeceği gibi, halifenin devletin bütün işlerinden sorumlu olduğunu gösterir. Ve o ancak bütün vilayetler için tek anayasa ve tek siyaseti çizer. Ayrıca bütün Müslümanlar tek ümmet ve tek devlet olunca, pratik olarak birleşirler, İslâm potasında erirler. Milliyetçi ve millî (vatancı) his kalkar. O devlet herkese fırsat verir, fırsat eşitliği sağlar, herkese imkân verir, herkes aynı hakka sahip olur, herkes aynı vecibeleri yüklenir. O zaman tam adalet sağlanır. Irk, milliyet, renk ve mezhep farkı hiç tanınmaz. Kim ehilse ırkı, rengi, kavmi ve mezhebi ne olursa olsun Halife olabilir. Resulüllah (S.A.S) “Başınızda kuru üzüm gibi başı olan Habeşistanlı (siyah) kul tayin edilirse bile onu dinleyin ve ona itaat edin.” (Buharı, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nisaî, İbni Maceh ve İbni Hanbel) diye buyurmaktadır. İşte gerçek çözüm budur. Bu çözüm İslâm’a göre akaîdî ve ideolojik bir çözümdür. Ne milliyetçiliğe dayalı ne de vatancılığa dayalı bir devlet olur. Onun için bunların hepsi (milliyetçilik ve vatancılık) boş ve hepsi “Cehennem üzerinde yıkılacak duvarlardır.” 1917’de Komünistler, Sovyetler Birliği’ndeki halklara ayrı ayrı özerklik veya federallik verdiler ve halkları hiç birleştirmediler. Ve 70 sene sonra tamamen yıkıldı. Ve şimdi de Rusya federasyonu tamamen parçalanmak üzeredir. Bu nedenle komünistler ideolojileri açısından doğru bir çözüm gösteremediler. Sovyetler Birliği’nde ekonomik ve siyasî bunalımlar olunca o halkların hepsi başkaldırdılar. Bu ise Amerika’daki gibi aynı şekilde olmadı. 1860-1865 arasında orada iç savaş çıkmıştı. Güney eyaletler bağımsızlığını ilân etmişlerdi. Fakat bu bastırıldı. Ama halen güney eyaletler bundan memnun değiller. Eğer merkez biraz zayıf olsun veya siyasî veya ekonomik bunalımlar olsun veya dışarıdan tahrik gelsin hemen parçalanır. Amerika, kendi federe sistemini korumak için tek resmî dili kullanıyor. O da İngilizcedir. Onun için başka dilleri okullarda okutmuyor. Böylelikle kültür ve fikir birliği sağlamaya çalışıyor. Ayrıca yöneticileri siyasî uyanıklığa sahiptirler. Onun için ayrılmaya müsaade etmezler. İngiltere federasyonu da tehlikededir. Buna rağmen kapitalist ideolojisi, insanları bir potada eritemiyor. Sınıf ayırımı içeriyor. Ancak zenginler yaşıyor ve diğerleri eziliyor. Bu nedenle komünist fikrî liderliği ve kapitalist fikrî liderliği başarısızdır. Sadece İslâmî fikrî liderliği başarılıdır. Bundan dolayı Türkiye’de yöneticiler veya siyasetçiler gerçek çözüm istiyorlarsa, Türkiye adını ilga etsinler. Yerine İslâm Hilâfet Devletini ilân etsinler. “Ne mutlu Türküm veya Türk vatandaşıyım diyene” yerine “Ne mutlu Müslümanım diyene” sloganını atsınlar. Nitekim Allah’u Teâlâ şöyle buyurdu: “Allah’a davet edip salih amel işleyip de “Ben Müslümanlardanım’ diyenden daha güzel insan yoktur.” Fussilet : 33) Bu şekilde Türk, Kürt, Arap, Çeçen, Çerkez, Laz, Pers vs. hepsi Müslümandırlar ve kardeştirler. Bu isimlere bakmaksızın hepsi tek İslâm ümmetidirler. Hepsi laikliğe kâfir oldular ve İslâm’a mümin oldular. Hepsi demokrasiye kâfir oldular ve Allah’ın şeriatının egemenliğine mümin oldular. Hepsi cumhuriyete kâfir oldular ve Hilâfete mümin oldular. Atatürk’e kâfir oldular ve Allah’a mümin oldular. Milliyetçiliğe, vatancılığa kâfir oldular ve ümmetçiliğe, evrenselliğe mümin oldular. İşte bu olmayınca Demirel, Çiller ve diğerlerin çözümleri boştur, tehlikeli ve geçicidir. Irak Baas rejimi 1975’de Kürtlere özerklik verdikten, dilleri serbest olduktan sonra ve hem de orada dilleri hiç yasaklanmamış olmamasına rağmen Baas Partisinin kurucusu Mişel Aflak, 1976’da Mosel’de bir konuşmasında şöyle dedi : “Biz Kürt meselesine değiniyoruz. Bu mesele, eğer sanki Raşidi Halifeler döneminde yaşanılan ideolojik bir şekilde çözülmese bu mesele tekrar patlayacaktır.” Bu adam 40 sene milliyetçiliği çözüm olarak gösterdikten sonra İslâm’ın çözüm olduğunu gösterdi. Fakat bunu uygulamadı. Çünkü Irak devleti İslâm’a dayandırılmadı. İslâm, sadece bir slogan olarak kaldı. Şimdiki Saddam gibi Körfez Savaşında İslâm’ı slogan olarak kullanması gibi. Bayrağı üzerine Allah’u ekber diye yazdırdı. Fakat devlet cumhuriyet kaldı ve Batı sistemine dayalı olarak kurulduğu gibi kaldı. Türkiye’de Anayasada tadilat yapmak istiyorlar ve sivil Anayasa istiyorlar. 70 senedir kullanılan bu Anayasa askerî bir anayasa mı idi?! Demokrasi paketi getiriliyor. Daha önce demokrasi yok mu idi?! Kimi kandırıyorlar!! Sanki bunları yaparak meseleyi çözüyorlar. Oysa bu kandırma ve aldatmadan başka bir şey değildir. Ey akıl sahipleri! Derince ve aydın bir şekilde düşünün. Size Amerika ve Batıdan sunulan paketler kesinlikle çözüm değildir. 70 senedir aynı eksen üzerinde dönüp duruyorsunuz. Yapacağınız tadilat hiç bir zaman esası değiştirmeyecektir, bunlar birer kabuklardır. Size gösterdiğimiz İslâm’ı düşünün, samimî ve ciddî olun ve o çözüme dönün. Bütün Müslüman memleketlerini birleştirip tek İslâm ümmetinin devleti olan Hilâfeti kurun ki, dünyada ve ahirette mutlu olasınız. Çünkü mutluluk sadece Allah’ın rızasını kazanmaktır. Allah’u Teâlâ şöyle buyurdu “Erkek olsun kadın olsun, kim mümin olduktan sonra salih amel işlerse (Allah’ın emrini uygularsa) muhakkak ona hoş hayat yaşatacağız. Sonra (Kıyamet günü) yaptıklarına karşı kendilerine en güzel ecirlerini vereceğiz.” (Nahl : 97) “Kalpler ancak Allah’ın zikriyle huzurlu (mutlu) olur.” (Ra’d : 28) Yani Allah’ı hatırlayarak ve her amelinde Onun emrini hatırlayarak ve o emre uyarak yaşanırsa mutluluk gerçekleşir. Türküm veya Türk vatandaşıyım ve Atatürkçüyüm diye günde milyon defa söylense de hiç bir zaman mutlu olunmaz. Tersine mutsuzluk ve huzursuzluk olunur. Türk veya Türkiye veya Atatürk emir veya kanunlarına uyulursa mutsuzluk ve bedbahtlık olunur. Allah’u Teâlâ şöyle buyurdu : “Kim Benim hidayetime (Allah’ın Hak dinine) uyarsa hiç şaşırmaz ve hiç bedbaht (mutsuz) olmaz. Kim Benim zikrimden (Kuran ve Allah’ın emrinden) yüz çevirirse, onun için sıkıntılı hayat vardır. Kıyamet gününde onu kör olarak haşredeceğiz. (O gün) diyecek ki; Rabbım (dünyada) gören kimse idim, niçin beni kör olarak haşrediyorsun? (Allah) dedi ki; Çünkü sana ayetlerim geldi, onları unuttun. Bu gün de seni unutuyoruz.” (Ta Ha:123-126) Esad Mansur