İNSANLAR SARHOŞ HALDE İKEN DARBE YAPILDI. ONUN İÇİN ASKERİ DARBEYE LÜZUM KALMADI
  Bir müddet önce eski başbakan ve şu anda başbakan yardımcısı sıfatını taşıyan dışişleri bakanı Tansu Çiller, devletin çöktüğünü bildirmiştir. Devleti yöneten bir kişi tarafından bu sözler sadır olunca, durum gerçekten de vahimdir. Bundan sonra bu devleti ayakta durdurmak için operasyon yapılması gerekli oldu. Fikirde askerlerin bu operasyonu yapmak için bir müdahale yapmaları gerekliydi. Hatta geçenlerde askerlerin bir şey yapacaklarına dair sinyaller de yakılıyordu. Askerler hep devletin ilkelerini korumak için müdahale ederler. 1960’-da ve 1971 ve 1980’de bunun şekilleri görülmüştür. Askerler özellikle laiklik, Atatürkçülük ve cumhuriyet sistemi, halkın çeşitli grupları tarafından tehdit edilince müdahale ederler veya bahaneleri bunları korurlar. Böylelikle bunları teminat altına almaya çalışırlar. Çünkü esasta Türkiye’de askerlerin asıl görevi budur. Fakat gözüken şey, askerler bu sefer siyasî darbe gerçekleştirmişlerdir. Askerî darbe yapmaya gerek duymadılar. Erbakan’ı iktidara getirdiler. Laikliği ve Atatürkçülüğü tehdit eden bir taban üzerine bu adamı tam bir şekilde oturttular. Böylelikle bu tabanı kolaylıkla kandırabildiler. Belki son damla 13-10-96’da RP 5. Kongre toplantısında içirilmiştir. Bu toplantıda küfrün teminatçılığını ilân ettikçe Atatürk ve laikliğin dünkü düşmanları spor salonunun duvarlarını çatlatacak alkışları patlatılıyordu. Ve bu adam, kongre salonuna Atatürk’ün büyük posterini astırıyor ve kendilerinin en iyi Atatürkçü olduğunu ilân ediyor. Gerçi daha önce “Atatürk yaşasaydı Refahçı olurdu” demişti. Şimdi ise bunu pekiştiriyor ve Atatürk’ün ilkelerine diğerlerinden daha fazla bağlı olduğunu ilân ediyor. Hâlbuki Müslümanlar, Atatürk’ten nefret ediyorlar. Çünkü Hilâfet’i yıktı, İslâm’ı devletten ve hayattan uzaklaştırdı. Batıdan küfrün ilkelerini, anayasa ve kanunlarını ithal etti. Dillerini tahrif edip yazılarını kaldırdı, ecdatlarının eserlerini, tarihini ve İslâm’ın kaynaklarını okumasınlar diye dil devrimini yaptı. Böylelikle herkesi cahil yapıp Avrupa’dan ithal ettiği harfleri ve kelimeleri halka öğretmeye başladı. Kur’an’ı okumayı yasakladı ve Arapça’yı öğreten medreseleri kapattı. Hatta ahali, Kur’an’ı, hayvanların ahırlarında Atatürk’ün jandarmalarından korkarak saklıyorlardı. Arapça’yı ve fıkıh bilenleri astı. On binlerce Müslüman öldürüldü. Hatta Müslümanlar son zamanlarda cesaret gösterip Atatürk’ü yargılayalım demeye başladılar. Atatürk’ün cinayetlerini görmek için biraz bakalım: Kadının iffetine saldırarak şeriatın emrettiği kıyafeti üzerinden zorla kaldırdı. Çarşaf inkılabı adı altında iffetli kadınların avret mahallini zorla teşhir ettirdi. Kâfir Bulgarların ve Rusların yaptıkları fakat kâfir Yunanlıların yapmadıkları isim devrimi yaptı. Böylece insanlar soyadlarını değiştirdi. Erkeklerin kıyafetlerine dokunup onlara kâfirlerin şapkasını giydirmeye başladı. İskilipli Atıf Efendi hoca gibi direnen Müslümanları astı. Direnenler ise, şapkanın küfür sembolü olduğunu ve meselenin şapka takmak değil Müslümanları küfre sokmak için önce kâfirlere benzetme meselesi olduğu için direndiler ve bunu takmaya ölümü tercih ettiler. Atatürk, her haramı mübah kıldı, fuhuş yerleri ve meyhaneler açtı. Devlet ve toplumu yönetirken kendisi hep sarhoş idi, hep fahişelerin kucaklarında idi, kumar masalarından kalkmıyordu. Ara sıra basında bunlardan bazı kesitler yayınlandı. Onun hakkında ne kadar anlatırlarsa yetmiyor, çünkü bunlar açık olan ve devletin ve basının duyurduğu şeyler. Gizli olan şeyler ise daha çoktur. Zaten bu açık olanlar bu ayyaş adamın hakikatini belirtmek için yeterlidir. Bu adam mı Refahçı?! Bu adam mı Erbakan’ın önderi?! Bu adamın küfür ilkelerine mi diğerlerinden daha fazla bağlı Erbakan?! Erbakan öyle ise; İslâmî taban olarak nitelenenler bu adamın Atatürk ve ilkelerine bağlılığını ilânını niye alkışlıyorlar?! Aslında yüzüne tükürmeliydiler ve salonu terk etmeliydiler. Ama maalesef öyle bir şey olmamıştır. Çünkü onlara böyle bir şeyi kabullendirmişler ve bunu normal bir hale getirmek için değişik yollar denenerek uzun yıllar çalışılmıştı. Acaba bunlar o kadar mı sarhoş oldular?! Küfre ve küfrün önderine bağlılık gösterilirken alkışlıyorlar?! İşte bundan dolayı Erbakan bu şekilde askerler yerine ve onların lehine siyasî darbe gerçekleştirdi diyebiliriz. Müslümanlar tarafından nefret edilen ve düşman edinilen kâfir Atatürk ve kokuşmuş ilkelerini diriltip Müslümanlara kabul ettirmeye ve sevdirmeye çalışıyor. 1980’de Askerler, Atatürk’ü insanlara sevdirmek için her tarafa onun heykelini diktiler ve posterini astılar. Fakat o darbe başarılı değildi. Müslümanlara Atatürk’ü sevdiremedi, kabul ettiremediler. Zira 80 darbesi şeklî de olsa Müslüman sayılanlar tarafından gerçekleşmedi. Ama Erbakan, sarhoş olan insanlara şu an için Atatürk’ü kabul ettirdi. İkinci husus: Erbakan; laikliğin teminatçısı olduğunu ilân etmiştir. Hâlbuki laiklik Müslümanlar tarafından lâdinî yani dinsizlik olarak biliniyor ve bunun için reddediliyor. Halk laikliği böyle biliyor ve küfür olduğunu idrak ediyor. Bu doğrudur. Çünkü laiklik dinsizliktir. Fransızcası da öyledir. Fransızca bilenlere sorun veya Fransızca sözlüklerine bakın, görürsünüz. Pratikte de böyledir. Nitekim Fransa’da laiklik vardır, Türkiye’deki gibi devlet dine dayalı değildir ve dini siyasetten ve hayattan uzaklaştırdı. Laik olanlar, dini yalnız ferdî bir olay olarak gösterdiler. Bu nedenle din hürriyetine müsaade verdiler. Yani fertler, istedikleri dine inanabilirler, istedikleri dini terk edebilirler. Ama bunu devletin işine karıştırmazlar. Erbakan ise, insanları cahil yapıp kendisinden başka hiç bir kimsenin laikliği bilmediğini açıklıyor. Daha doğrusu saptırıyor. Hâlbuki Anadolu’nun en uzak mecrasında olanlar dahi laikliğin dinsizlik olduğunu biliyorlar. Erbakan ise laikliği din hürriyeti olarak tanıtmaya çalışıyor. Oysa din hürriyeti bu dinsizlikten doğmuştur. Üstelik İslâm’da din hürriyeti de yoktur. Bir kimse İslâm’a girince, dinini terk edemez. Dini terk ederse mürted olur ve öldürülür. Fakat kâfirler dine girmek için zorlanmazlar. Ancak İslâm Dini kendileri üzerine uygulanır. İslâm’daki ekonomik hükümler, alışverişler, borçlanma, maliye, şirketler, sözleşmeler, mülk edinme keyfiyeti, mülk idare etme keyfiyeti ve benzerleri onların üzerine de uygulanır. Yönetim, öğretim, ceza kanunları, iç ve dış siyasetle ilgili bütün İslâm hükümleri onlar üzerine uygulanır. Ancak kâfirler, inançları, ibadetleri, yiyecekleri, evlilikleri ve boşanmalarında kendilerine bırakılırlar. Bunun dışında İslâm’daki hayatın bütün nizamları ve cezaları kendileri üzerine uygulanır. Askerlerin üçüncü talebini Erbakan ilân edip “Biz Cumhuriyeti kurduk ve onu koruyacağız” diyerek Müslümanların kulaklarını çınlattı. Hâlbuki Müslümanlar cumhuriyete karşı çıkıp Hilâfet’i tekrar kurmak için on binlerce kelle verdiler. Erbakan bu kelleleri vuranlardan mıydı acaba?! Babası cumhuriyete karşı çıkanları yargılıyordu. Çünkü ağır ceza mahkemesi hâkimi idi. Babası kaç Müslümana idam cezası verdi, onu bilmiyoruz. Bunu araştıranlara bırakıyoruz. Erbakan, “Biz cumhuriyeti kurduk” deyince bunu mu kast ediyor acaba?! Yoksa Atatürk Refahçı olduğu için mi söylüyor?! Fakat cumhuriyetin küfür sistemi olduğunu idrak etmek lazım. Çünkü demokraside cumhurun hâkimiyeti vardır. Bu nedenle cumhurun hâkimiyetini temsil eden sisteme cumhuriyet denilmiştir. Avrupalılrın dillerinde Republik’in tercümesidir. Arapça’da cumhurun manası, topluluk ve çoğunluktur. Cumhurun veya çoğunluğun hâkimiyeti ise küfürdür. İslâm’da şeriatın hâkimiyeti vardır. Rasulullah (SAV) bu hâkimiyeti toplum üzerine tesis edip uyguladı. Vefat edince onun yerine geçenler halife olarak adlandırıldı. İslâm’ı uygulamada Rasulullah’ın yerine geçen yönetici demektir. Şöyle buyurdu: “İsrail oğulları peygamberler tarafından siyaset ediliyordu. Bir peygamber helâk olunca yerine başka peygamber geçerdi. Benden sonra peygamber gelmeyecek, sizi halifeler siyaset edecektir.” (Müslim) Bütün Müslümanlar için tek halifenin bulunması gereklidir. Şöyle buyurdu: “İki halifeye biat edilince ikincisini öldürün.” (Müslim) Buna benzer çok hadisler vardır. Müslümanların bildikleri sistem budur. Hilâfet’i yıkıp cumhuriyeti kuranlar ise Müslümanlara karşı övünüyorlar. Çünkü şeriatın hâkimiyetine dayalı sistemi kaldırdılar. Yerine halkın hâkimiyetine dayalı sistemi kuracaklarına dair söz veriyorlardı. Erbakan işte böyle askerler yerine ve onlar lehine kokuşmuş fikirleri ve çökmüş devletin çürük ilkelerini kurtarmak için siyasî darbe yaptı. Bu darbe yüksek askerî şura toplantısında hazırlandı. Atatürk spor salonunda ilân edildi. Gerçi o iktidara getirilince bu darbe gerçekleşti denilebilir. Fakat direk Müslümanların yüzüne bu salonda vuruldu. Şimdi bu Müslümanlar sarhoşturlar. Onlarla konuşursun hezeyanlarıyla karşılaşırsın. Umulur ki bir müddet sonra ayılırlar ve hangi vadinin dibine düşürüldüklerini görürler.
Esad Mansur