HİLAFET’İN YIKILIŞININ 73.NCÜ YILDÖNÜMÜNÜ ANARKEN SORUN, HALEN II. ABDÜLHAMİD’İN DEDİĞİ GİBİ “KAHT-I RİCAL”DIR (ADAM KITLIĞIDIR)
  Halife II. Abdülhamid’in kızı, babasının hatıratını içerdiği kitabında babasının bir sözünü naklediyor. Bu anlatımı ise, milletin uğradığı Kaht-ı Rical sorunudur. Ki o, bir sadrazamı tayin etmek istiyor, fakat kaliteli adam veya daha doğrusu devlet adamı sıfatını taşıyan bir kimseyi bulamıyor ve millete Kahtı Rical’ın var olduğunu söylüyor. Bunun manası ise; adam kıtlığının var oluşudur. Bu sorun ise II Abdülhamid’den evvel başlamıştı. Osmanlıların son iki asrında hep bu sorun vardı. Fakat II. Abdülhamid’in döneminde bu sorun en yüksek noktasına ulaştı. Kendisinden sonra, devlet adamı sıfatını taşıyanlar ve kaliteli insanlar hemen hemen yok oldu. Çünkü kocaman Halife Muhammed Reşad’ın sırf, aptal ittihatçıların kararları altına imza atmaktan başka işi yoktu. Bu nedenle Osmanlı Devleti’ni harabeye dönüştürdüler. Kargaşa içerisine soktular, her yönden onu batırdılar ve onun işgal olmasına sebep oldular. Milletten, devleti ve ümmeti kurtarmak için sağlam, tek bir adam dahi çıkmadı. İngilizler, Hilâfet başkenti olan İstanbul’u işgal edince, Halife Muhammed Vahdettin onların kuklası oldu. Ne yapacağını şaşıran bir adam idi. Ondan sonra onların vapuruyla Avrupa’ya kaçıyor veya kaçmaya zorlanıyor. Mücadele etmek için Anadolu’nun dağlarına çıkmıyor. Ümmetten kaliteli bir kişi de çıkmadı ki, durumu değerlendirip Hilâfet’i ve milleti kurtarma meşalesini yüklensin. Ondan sonra II. Abdülmecid’i getiriyorlar ve bu Mustafa Kemal’in kuklası oluyor ve Avrupa’ya kovuluncaya kadar böyle devam etti. Mustafa Kemal’e gelince; 1915 Nisan ayında İngilizler, Gelibolu’ya saldırdılar ve Osmanlı ordusunu dağıtıp oraları işgal ettiler. Alman generali Liman Van Sandoroz, Mustafa Kemal’i savaşı yönetmesi için tayin etmeye mecbur kaldı. Savaş günlerce sürdü. Bunlardan birisi Anafartalar savaşıdır. Fakat hiç kimse galip gelmiyor, fakat İngilizler yerlerini korudular. Ve bu durum aylarca sürdü. Bu senenin Aralık ayının 15’inde İngilizler gizlice ve birden Gelibolu kıyılarını terk edip bütün gemileri oralardan göç etti. Bunun nedenini kimse anlamadı. Bundan dolayı Mustafa Kemal çok ünlü oldu. Oysa bunun nedeni; İngilizlerin ileriye yönelik Hilâfet’i yıkmak, İslâm’ı hayattan ve devletten ayırmak ve sadece Osmanlı topraklarından Türkiye diye adlandırılan topraklarla yetinip diğer toprakları İngilizlere ve müttefiklerine bırakmak üzere Mustafa Kemal’le gizli anlaşma yapmalarıdır. İşte İngilizler onu böylece meşhur etmeye başladılar. Bundan sonra Mustafa Kemal’in Osmanlı Devleti aleyhine değişik şekilde çalışmaya başladığına tarih şahit oldu. Bu nedenle Osmanlı Devleti’nin genelkurmayı ona sürgün cezası verip Kafkaslara gönderdi. Orada Mustafa Kemal bir sene ceza çekti. Oradayken Yakup Cemil Bey’le anlaşarak hükümeti devirmek için entrika çevirmişti. Fakat devlet, Yakup Cemil Bey’i ve arkadaşlarını tutuklayıp idam etti. Bunların idamı, Mustafa Kemal’in başına yıldırım gibi düştü. Dr. Hilmi Bey, İstanbul’dan kaçıp Mustafa Kemal’in yanına geldi. Ona olup bitenleri anlattı. Devlet, Hilmi’yi tutuklamak istedi, Mustafa Kemal ise onu himaye etti. İngilizler 1917’de Bağdat’ı işgal etmeye çalışırken Mustafa Kemal, Irak’ı İngilizlere terk edip Osmanlıların oradan çekilmeleri için çalıştı. 1918’de Suriye cephesi komutanı olarak Mustafa Kemal tayin edildi. Suriye’ye bağlı Filistin’de Nablus kentinde komutanlık karargâhındayken oralara 19-9-1918’de İngiliz saldırısı başlayınca, Mustafa Kemal hemen oradaki yürüttüğü Osmanlı ordusunu çekip Filistin dışına çıkıp, Ürdün nehrini geçerek Çöle doğru gitti. Şam’a giden demiryoluna kadar orduyu çekti. Trene binip Şam’a gitti. Bu şekilde Filistin’i İngilizlere teslim etmiş oldu. Şam’dayken Almanlar Osmanlılarla Rıyak adlı yerde bir savunma hattı çizmeye çalışırken, Mustafa Kemal bunun faydasının olmadığını, Suriye’yi terk edip Türkiye’ye doğru gitmeyi istedi. Oraları terk edip sadece Türkiye’yi savunmaya hazır olduğunu Alman komutanına bildiriyor. Mustafa Kemal Halep’teyken İngiliz ve Fransız savaş gemileri Suriye’yi işgal etmek için hazırlanmaya başladılar. İskenderun limanına doğru yöneldiler. Halep’ten 10 mil uzak kalarak savunma hattı çizdi. Yani Türkiye adlı toprak içine çekilip Suriye’yi düşmanlara bıraktı. Bu nedenle Mustafa Kemal, kaliteli adam olmadığı gibi devlet adamı sıfatını da taşımıyordu. Böylelikle büyük ihanetler yaptı. İzmir’deki İngilizlerle yapılan savaş yapay idi. İngilizler, Mustafa Kemal’ın merkezini kuvvetlendirmek için Yunanlılara İzmir’i işgal ettirdiler. Sonra Yunanlıları onun önünde mağlup ettirdiler. Samsun’dan da İngilizler Mustafa Kemal için çekildiler ve diğer yerler de aynı şekilde oldu. Bu sebeple Mustafa Kemal sunî bir devlet adamıdır, hakiki ve aslî değildir. Hakiki ve aslî olsaydı, bu ihanetleri yapmayıp Osmanlı Devleti’nin bütün topraklarını kurtarmaya ve devleti güçlendirmeye çalışırdı. Ve ümmetin yönetimi olan Hilâfet’i kaldırmaya, milletin dini ve Şerîatını devletten ve hayattan ayırmaya çalışmazdı. Batıdan küfür olan laiklik, demokrasi, cumhuriyet getirmeye, bunlara dayalı küfür anayasası ve kanunlarını ithal etmeye çalışmazdı. Kadınların iffetinin sembolü olan İslâm kıyafetini yasaklamazdı. Kadın ticareti yapan genel evlerini açmazdı. Milletin dilini Avrupa dilleriyle değiştirmezdi. Ve buna benzer çok kötülükler yapmazdı. Onun özel hayatının ise; resmî ve resmî olmayan kaynaklar çok kötü olduğunu anlatır. İçki, zina, kumar ve hatta bundan daha kötü şeylerin var olduğunu göstermektedirler. Bu, kurtarıcı olur mu?! Bu, devlet adamı mıdır?! Bu, kaliteli adam mıdır?!.. Hayır, bin kere hayır. Bunu akıllı olan her adam der. Bozuk eğitim sistemini getirdi. Enformasyon araçları ve basın hep aynı istikamette gitmektedir. Bu nedenle, nasıl olur da kaliteli adam bulunacak?!. Çünkü hep yeni nesilleri bozmak için çalışıyorlar. Onlara nasıl açılacaklarını, nasıl zina yapacaklarını, nasıl kumar oynayacaklarını, nasıl içki içeceklerini, nasıl para toplayacaklarını, nasıl lüks ve refah hayatı yaşayacaklarını, nasıl eğeleneceklerini, nasıl dans edeceklerini, nasıl bencil olacaklarını ve benzerlerini öğretip eğitiyorlar. İşte insan bunları sayacak olursa, sayfalar dolar. Çünkü her kötülüğü kanunlaştırdılar. Bu ortamda kesinlikle kaliteli adam veya sağlam insan veya devlet adamı yetişmez. İşte halen Türkiye’de Kaht-ı Rical sorunu hissedilmektedir. Bu nedenle kaliteli adamı arıyorlar. Batıdan getirdikleri fikir sistemi, laik rejim, temel hürriyetler ve demokrasinin herkesi bozduğunun farkında değiller. Bazıları bunu fark etti, bu nedenle İslâm’a dönmeye başladı. Fakat insanların nasıl yetişeceklerinin yolunu bilmiyorlar. Bazıları İmam Hatip okulları ve İlahiyat Fakülteleri kurarak gerçekleştireceğini veya din dersini okullarda mecburi ders yapmakla olacağını zannettiler. Hâlbuki bu okullar laik sisteme dayalı programa göre yürümektedir. Bu nedenle İslâm’ın gerçeğini öğretmez. İslâm’ı hayattan, siyasetten ve devletten uzaklaştırarak bir felsefe gibi veya kehanetçi bir din gibi öğretiyorlar. Bazıları tarikat ve tasavvuf yoluyla yetiştirme olacağını sanırlar. Hâlbuki bunlar ibadet ve zikri hayattan koparmaktan başka bir şey yapmazlar. Ayrıca ahlâk üzerine dururlar. Fakat İslâm’a göre siyasî uyanıklığa sahip olan, küfür ve zulüm güçleriyle mücadele edecek, cesur bir adamı yetiştirmezler. İslâm nizamlarını öğretmezler. İslâm’a göre nasıl devleti yöneteceklerini bilmezler. İslâm siyasetini hiç tedris etmezler. Kişilere siyasî tecrübenin nasıl kazandırılacağını izah etmezler. Kişi, pısırık veya basit bir kişi olarak yetişir. Buna benzer birçok cemaat aynı yolu izliyor. Bunlarda egemen olan da, bazı kurucularına, şeyhlerine veya kitlelerine aşırı şekilde bağlanmaktır. Bu nedenle düşünür bir kişi yetiştiremezler. Sırf bir kişiye bağlı kalırlar. Demokrasiye bağlı partiler ise, kişileri bozmaktan başka bir iş yapmaz. İnsanı sadece makam veya menfaat ve çıkar elde etmek için sürüklerler. İnsana yalanı, nifakı, iki yüzlülüğü ve entrika çevirmeyi öğretirler. Çünkü siyaseti böyle anlarlar. Nitekim onlara göre gaye vasıtayı meşru kılmaktadır. Bazıları ise; mücerred kitap okumak, Kur’an tefsiri, hadisi, fıkhı ve buna benzer kitapları okumak, okutmak veya öğretmekle devlet adamı yetişeceğini zannederler. Bu şekilde insan bilgili biri olarak yetişir ancak bu şekilde hiç siyasî ve devlet adamı olamaz. Peki, bunun yolu nedir? Şöyledir: 1- Çalışmak, faaliyet yapmak, mücadele vermek ve olaylara indirmek üzere fikirleri vermektir. Bir kişi fikri alacaksa, bu fikirleri çürütmek, fikrî çarpışma yapmak, toplumda fikirleri hâkim kılmak ve bu fikirleri toplumda uygulamak maksadıyla devleti kurmak için mücadele edecektir. 2- Bu kişiler örgütlenecekler ve bir hizb olacaktır. 3- Her konuyla ilgili fikirlerini tespit edecekler. 4- Toplumun sorunlarını tespit edip çözüp gösterecektir. 5- Fikirleri ve çözümleri yalnız Kur’an ve Sünnet’ten ve bunlara dayalı kaynaklardan alacaklar. Bu şekilde ayetleri ve hadisleri olaylara indirmiş olacaklar. Çünkü ayetler, olaylara ve sorunlara göre nazil oldu ve hadisler söylendi. Bu nedenle Kur’an ve hadisler siyasî şekilde alınır. Bilimsel çalışma yapılmaz. Olayları ve sorunları inceleyerek onlara Kur’an ve Sünnet’ten fikir veya çözüm çıkartılır. Bu şekilde İslâm’daki yönetim nizamı, iktisat nizamı, içtimaî nizam, dış siyaset, öğretim siyaseti, harbî siyaset vs. tespit edilir. Olaylara bakarak herkesin zihninde yerleştirilir. 6- Herkese İslâm şahsiyeti kazandırılacaktır. Bu nedenle İslâm akidesi siyasî, ruhanî şekilde belirgin şekilde zihinlerde ve nefislerde yerleştirilecektir. Çünkü İslâm akidesinin hem insan kâinat ve hayata bakışı vardır. İnsan ve hayat sorunlarına fikir verir, bu tarafı ise siyasîdir. Hem de insan, kâinat ve hayat öncesi olan Allah’a inancı vardır. Bunlar ise Allah’a, nizamla, emir ve nehiylere bağlıdır. Bu ise ruhanî tarafıdır. Ayrıca insan, kâinat ve hayat ötesinde olan ahiretle ilgili fikir vardır, yine bu da ruhanî tarafıdır. Bu sebeple her kişinin şahsiyetini bu temele dayandırmak lazımdır. Bunun için kültür hazırlayıp kişilere bunu vermek gerekir. Nitekim şahsiyet, zihniyet ve nefsiyetten oluşur. Buna göre kişi yalnız İslâm akidesinin fikirleri açısından düşünecek ve içgüdüler ve uzvî ihtiyaçları bu açıdan doyuracaktır. Çünkü nefsiyet; içgüdüler ve uzvî ihtiyaçları doyurma yoludur. 7- Bütün dünya sorunlarını ve siyasî olayları izleyecekler. İç sorun ve olaylarla yetinmeyecekler. Aynı anda İslâm akidesinin fikirleri açısından bunları değerlendirip çözecekler. Bu şekilde siyasî uyanıklık hâsıl olur. Ayrıca diğer siyasî görüşlerle İslâm’a dayalı siyasî görüşle çatışacaklar. Siyasî ortamlara girmek için mücadele edip bu ortamlarda kendi siyasî görüşünü egemen kılacaklar. Bu şekilde siyasî tecrübe kazanılır ve siyasî cesaret kazanılır. 8- İslâmî fikirlerini ve siyasî görüşlerini açıkça ortaya atıp herkese duyuracaklar. Başka ifadeyle topluluklara ve kalabalıklara hitap edecekler. Kendi fikirlerini ve görüşlerini kamuoyunda hâkim kılacaklar. Çünkü insanlar, kamuoyundan etkilenip ona boyun eğerler. Sadece fertler arasında kalırsa hiç bir zaman etkili olmazlar ve toplumu değiştiremezler. 9- Devletin fikirleriyle, siyasî tutum ve fikirleriyle siyasî çatışma yapacaklar ve bunları çürütecekler. Sahte siyasîleri ve siyasetlerini teşhir edip vuracaklar. Halkın devlete, yönetime, yöneticilerine ve siyasetlerine güvenlerini sarsıtacaklar. Bunun yerine İslâm Devleti’nin modeline, nizamlarına, siyasetlerine ve kendileri gibi bu devletin olacak siyasî kimselerine güveni halkın kalbine sokmaya çalışırlar. Bu şekilde ümmetin liderleri olurlar ve ümmetin kuvvet ehlini kazanırlar ve İslâm Devleti’ni kurabilirler. Bunlar bir hizib olacakları için her tarafa yayılıp varlıklarını hissettirirler ve aynı fikir ve görüşü yayarlar. İşte Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bu şekilde hareket edip kaliteli insan ve devlet adamı yetiştirdi. Her konu, her sorun ve her siyasî olay hakkında ya ayet okuyor ya hadis söylüyorlar. Sahabelere bunları izah ettiği gibi topluma da anlattı. Bunları kamuoyuna ve topluma sahabelerle birlikte göstermeye çalışıyordu. Kureyş’in liderleriyle, siyasetleriyle ve fikirleriyle çatışıyordu. Nitekim sahabeleri örgütleyip onları bir hizb yaptı. Onların şahsiyetlerini yetiştirdi, onları birer siyasî uyanıklık ve tecrübeli kimseler haline getirdi. Nitekim onlara bir fikir verirken uygulamak, çalışmak, faaliyet göstermek ve mücadele vermek için bunları veriyordu. Bilgilerini artırmak veya bilimsel araştırma yapmak için çalışmadı. Kur’an 23 sene içerisinde nazil oldu. Olaylara ve sorunlara göre ayetler indirildi. Hadisler de bunların detaylarını göstererek söylendi ve Rasulullah’ın tatbikatı oldu. Böylece sahabeler hem kaliteli insan ve hem de devlet adamı oldular. Rasulullah (SAV)’in devletini yürüttüler ve toplumu İslâm’a göre yaşattılar. Tabeit Tabiin, Tabin ve bunların talebelerinin dönemlerinde devlet adamlığı kaliteli ve sağlam olan insanlar çok bulunuyordu. Devlet adamı sadece devleti yürütecek kimse değil, hem o devleti hesaba çeken, rayları üzerinde sürdüren fikir ve görüş beyan eden kimsedir. Çünkü o kimse ki, hem fikren üretken hem de mesuliyet ihsası büyük olandır. İnzivaya çekilip ilgisiz olmaz. Toplumda ve devlette kendi İslâm fikri dışında bir fikrin bulunmasına tahammül edemez. Bayılıncaya kadar başını sallamaz veya dönüp durmaz. Kendi çıkarını düşünmez. Ümmetin maslahatını ve dinin hâkimiyetini ön planda tutar. Pasif veya basit bir insan olmaz. Çok kuvvetli bir şahsiyet sahibi olur. Küfrün en güçlü adamlarıyla çarpışır. Canı, malı, çocukları, ailesi ve buna benzer şeyler için korkmaz. Aynı anda pek derin düşünür olur. En geniş bilgiye sahip olur ve en güzel ahlâkla vasıflanır. İşte bu durum gerçekleşince ve bu yol izlenince, adam kıtlığından kurtulunur, topraklarımız pek verimli olur, binlerce devlet adamı yetişir ve Tekrar Hilâfet Devleti’ni kurabiliriz. Ve bunu en güzel şekilde yürütürüz ve davayı bütün dünyaya götürebiliriz.
Esad Mansur.