Kurulmak Üzere Olan İslam Devletinin Karşılaşacağı Tehlikeler Ve Bunları Yok Etmenin Yolları 

Birçok Müslümanın zihninden geçmekte olan ve ortaya attıkları soru şudur; İslâm Devleti Allah (cc)’nin izniyle kurulmak üzeredir fakat bunu tehdit eden tehlikeler ve bunları yok etmenin yolları nelerdir?

Böylesi soruları lüzumsuz diye görmek doğru değildir. Bu sorular yerinde ve vakıaya uygun sorulardır. Çünkü böyle şeylerin olması muhtemeldir. İslam Devleti’nin kurulmasıyla onu tehdit eden tehlikelerin olacağını da kabul etmek gerekir. Devlet kurulunca bazı zor şartlar ve tehlikelerle karşılaşacağı bir gerçektir. İslâm Devleti, ideolojik bir devlet olarak bütün dünyaya bir mesajı taşımak için hareket eder. Aynı zamanda büyük devletlerin elinden dünyanın idaresini ele geçirmek için mücadele eder ve dünyada rakipsiz birinci devlet olma yolunda çalışır.

Biz insanlar gaybı bilen değiliz. Gayb Allah (cc)’nin ilmi dâhilindedir. Fakat maziyi ve şu andaki durumu inceleyerek bir sonuca varabiliriz. Buradan hareketle gelecekte neler olabileceği noktasında bazı tespitler ve görüşler sunuyoruz. Devletlerin ve kişilerin davranışları içerik olarak birbirlerine benzer ancak üslup ve vesileleri farklı olur.

Düşman devletlerin İslâm Devletini yok etmek için bütün üslup ve vesilelere başvuracakları bir gerçektir. Nitekim insan düşmanını çekemez ve onun varlığını görmeye tahammül edemez. Çünkü bu insan nezdinde duygusal bir görünüştür. Bundan dolayı, İslâm’ı kendileri için bir din olarak kabul etmeyen, bu din ile savaşan ve onun bir ideoloji ve hayat nizamı olması itibarıyla ona karşı mücadele eden devletler İslâm Devletinin kurulmasını alkışlamayacaklar. Özellikle tarih onlara bu devletin ne olduğunu ve ne olmadığını çok güzel bir şekilde anlatıyor. Bu devlet ilk kez kurulmuyor, daha doğrusu 75 sene evveline kadar bu devlet varlığını 1300 küsür yıl devam ettirmiş idi. Bu yine ona dönmek için bir harekettir. İslam devleti, tek başına 600 yıl birinci devlet olarak devam etti. Malum olan haçlı seferleri ve Moğol saldırıları başlayıncaya kadar sürdü. Bundan sonra, Müslümanlar toparlanıp tekrar tek başına birinci ve büyük devlet haline geldi. Böylece üç yüz seneye kadar rakipsiz birinci ve büyük devlet olarak kaldı.

Bu devlet yıkılmasına rağmen onu tekrar kurmak için teşebbüs durmadı. Teşebbüs edenler de ümitsizliğe kapılmadılar. Tersine ölüme kadar sabrediyor ve sebatlık gösteriyorlardı. Zaten; bu husus düşmanları ve özellikle büyük devletler ve kendilerine göre İslâm’ın tehlikesini idrak eden devletleri rahatsız ediyor.

Bu nedenle, bu devletler İslâm Devleti doğmadan önce adeta sürekli kürtaj operasyonları yapıyorlar. Bunları şöyle sıralayabiliriz:

1-İslâm dünyasında kurulu olan düzen ve rejimler:

Bu devletler ellerindeki bütün güçle İslâm Devletini kurmak için çalışan teşkilatlarla savaşmaktadırlar. Sömürgeci devletler onları bu gaye ile görevlendirdi. Bu rejimler İslâm’ı uygulamadıkları gibi onu uygulatmak da istememektedirler. Hâlbuki isteseler onu uygulamaları mümkündür. Ancak bu arada Müslümanları aldatmak için bazı hükümleri uygulamaktadırlar. Bu hükümler de ibadetle, ahlâkla, evlilik ve boşanma gibi konularla ilgilidir. Sömürgeci devletler bu hükümlere fazla önem vermezler. Daha ziyade yönetim ve iktisat nizamlarına, dış siyaset ve harp siyasetlerine karışır. Yönetim açısından İslâm dünyasındaki bütün rejimler batı yönetim sistemleri gibi, ya krallık ya da Cumhuriyettir.

Onlardaki iktisadî nizam ve ondan bir parça olan malî siyaset batı sistemlerine göredir. Bankacılık sistemi, borçlanma, kredi sistemi, borsa, anonim şirketler, parasal sistem ve değerlerin tümü batı nizamına göredir ve bunların İslâm ile hiç bir alâkası yoktur.

Dış siyasetleri de Batı nizamlarına göredir. Her devlet diğer devletlerin sınırlarına saygı gösteriyor ve bu sınırları tanıyor. Onlarla bir takım devletlerarası veya bölgesel anlaşmalar ve örgütlenmeler yapıyor. Bu devletlerin varlıklarını ve bunların sınırlarını korumaya çalışan Arap Birliğine veya İslâm Ülkeleri Konferansına veya Körfez Devleri örgütüne giriyorlar. Aynı zamanda hepsi birlikte Birleşmiş Milletler (BM)’de birer üyedirler. Bu kuruluşları,  bu devletlerin varlıklarını,  sınırlarını tanıyorlar ve koruyorlar. Bunlar dünyaya asla İslâm davetini taşıyamazlar daha doğrusu taşımazlar. Hâlbuki İslâm Devletinin dış siyasetinin temeli ve asıl görevi İslâm davetini tüm dünyaya taşımaktır. Kukla rejimlerin dış siyasetlerinde “cihad” bulunmaz. Ancak, ithal edilen veya yabancı dillerden kendi dillerine tercüme edilen anayasalarıyla vatanlarını, sınırlarını, toprağını, hal-kını, düzenini ve rejimini savunurlar. Bu sebeple, her devlet kendisi için milli misak çizmiş ve bunun sınırlarını savunmayı kendisine hedef edinmiştir.

Misal olarak; İran anayasasının 152. maddesinde şöyle geçmektedir: “İran İslâm Cumhuriyetinin dış siyaseti şu esas üzerine kuruludur; tasallutun her çeşidinden veya ona boyun eğmekten uzak kalmak, tam istiklâli ve vatan topraklarını korumak, bütün Müslümanların haklarını savunmak, tasallut eden güçlere bağlanmamak ve savaşmayan devletler ile barış ilişkileri kurmaktır.“ Harp siyaseti ile ilgili anayasanın üçüncü bahsi ordu ve devrim bekçi güçleri adı altında 143. maddede şöyle geçiyor: “İran İslâm Cumhuriyetinin istiklâli, ülkenin topraklarının birliğini ve İslâm Cumhuriyetinin düzenini savunmaktan sorumludur.”

Bunların yanı sıra bu devletlerin iç siyasetleri de Batı nizamlarından alınmıştır diyebiliriz. Bu devletler, bağlılıkta vatancı veya milliyetçi veya bunun iksinide bünyesinde bulunduruyor veyahut da İran gibi bunların yanına mezhepçiliği de ilave eder. Halkına bu bağlılık esasına göre muamele yaparlar. Milliyetçilik açısından devleti Pers, vatancılık açısından İrancılık ve mezhepçilik acısından Şiiliği bağlanmada esas kılar. Onun anayasası birçok maddesinde bunu açıkça göstermektedir. Dili Farsça ve Devleti İran’dır. Hakları elde etmenin şartı İran vatandaşı olmaktan geçmektedir. Cumhurbaşkanı, diğer yetkililer ve yüksek makam sahipleri ancak İran asıllı ve vatandaşı olmalıdır.

Misal, anayasanın 115. Maddesinde Cumhurbaşkanın İran asıllı ve İran vatandaşı olmasını şart koşmaktadır. Bir kişinin başka bir memleketten İran’a göç etmiş olması veya atalarının göç etmiş olması İran asıllı sayılmamalarına yeterli sebep teşkil etmiyor ve onlar bu yüksek makamlara gelememektedirler. Afganistan’dan İran’a göç etmiş olan ve İran vatandaşı ve Şii olan ancak üçüncü şarta uymayan bir kişinin Cumhurbaşkanlığı adaylığı reddedilmiştir.

Suudi Arabistan ve Sudan’ın İran’dan farkı yoktur. Ayrıca, cumhuriyet ve krallık sistemine karşı gelen veya onu değiştirmeye çalışan kimseler cezalandırılmaktadır. Onların anayasalarını kaldırıp yerine Allah’ın (cc) kitabı ve Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem’in sünnetinden çıkartılmış anayasayı getirmek için çalışanları cani ve suçlu sayarlar. Hilâfet nizamını getirmek ve İslâm anayasasını uygulamaya davet eden hizipler bu gün bu devletlerce yasaklanıyorsa, faaliyetleri de önleniyor ve gençleri cezalandırılıyorsa yarın İslâm Devleti kurulursa, o zaman bunların tavırları nasıl olacaktır?

Evet, İslâm Devletine karşı görünüşteki davranışları farklı olacaktır. Kendi adlandırdıkları vatan, istiklal, anayasa ve düzeni savunmak üzere ordularını harekete geçireceklerdir.

2-İslâm Devleti karşısında durabilmek için sömürgeci devletler ve özellikle Amerika İslâm dünyasındaki kurulu devletleri örgütlemeye ve onları bir pakt içinde toplamaya çalışacaktır.

Irak İslâm Devleti olmadığı halde ABD ona karşı bir saldırı başlatmak istediğinde hemen bütün dünya devletlerini ve bunların başında Mısır, Türkiye, Suudi Arabistan, Körfez Ülkeleri, Suriye, Fas gibi İslâm dünyasındaki mevcut devletleri kendisiyle birlikte örgütleyebildi ve onlardan oluşan bir pakt meydana getirdi.  Bu devletler fiilen Irak’a saldırmadılar, ama bu devletler ya ABD’yi destekledi ya da İran’ın yaptığı gibi sadece seyretti. Aynı şekilde Amerika Somali’ye müdahale ettiğinde özellikle Mısır, Pakistan ve Türkiye’yi kendi yanına aldı. Somali için oluşturulan askeri güce bir Türk generali sembolik komutan olarak tayin etti.

Bu örneklerden de anlaşılacağı gibi; değişik sloganlar altında İslâm Devletine karşı bu tür müdahalelerin olması muhtemeldir. Özellikle, İslâm Devleti İslâm memleketlerini birleştirmekle ilgili İslâm siyasetini uygulamaya koyunca durum  daha da ciddi boyutlar kazanacaktır. Zira bu siyaset İslâm dünyasında kurulu olan devletleri korkutacak ve onlar Amerika ile müttefik olmaya yöneleceklerdir.  Irak’ın Kuveyt’i kendisine ilhak etmesinden sonra, o bölgenin devletleri bundan rahatsız olup Amerika’ya müttefik olmak için cesaretlendiler. Hâlbuki bu devletler Arapçılığı, Arap milliyetçiliğini ve Arap birliğini benimsemekteydiler. Irak ve Suriye’nin hatta diğerlerinin birbirlerinden yöneticilerinin ismi hariç ne fark var? Hepsi Baas’çıdır.

Amerika İslâm Devleti kurulduğunda onunla çatıştırmak için kuvvetli bir bölgesel devleti saldırtabilir. Buna 1960’larda Amerikan çıkarlarını sağlamak için Nasır yönetimindeki Mısır’ı Yemen’e müdahale ettirmesini örnek gösterebiliriz. Son zamanlarda Türkiye’nin Suriye’yi tehdit etmesini örnek gösterebiliriz. Yine 1980’lerde İngilizler kendi nüfuzlarını İran’a tekrar getirmek için Irak’ı kullandı ve İran’a saldırttı.  Eritre küçük bir devlet olmasına rağmen iç amaçlarıyla beraber Amerika’nın isteklerine binaen Yemen’e ait adalara saldırdı. Afrika’da ise bunlara benzer çok misaller vardır.

3-Milliyetçi, vatancı ve mezhepçi düşünceler kışkırtılmaktadır.

 Bu, milliyetçi veya mezhepçi bir çıkışla istiklal ve kendi kaderlerini tayin etme hakkını almaktır. Bu durum Osmanlı İslâm Devleti’nin son dönemlerinde hasıl oldu. Şu anda da Irak’ta, Türkiye’de, Sudan’da Fas’ta ve İslâm dünyasının diğer bölgelerinde kurulu olan devletlerde de açıkça görünmektedir. BM’in, halkların kendi kaderlerini tayin etme (bağımsızlık) hakkını savunduğu ve toplumları buna çağırdığını hepimiz görmekteyiz. BM ve onun başındaki ABD bunu alevlendirecek ve uygulatacaktır. Bilinen odur ki; Amerika bu naraların sahipleri ile temas halindedir. Onları beslemekte ve onları bu sahada faaliyet göstermek için kışkırtmaktadır. Yanlarında bulunacağına ve lehlerine müdahale edeceğine dair söz vermektedir. Kürt hareketini kucakladığı gibi. Fas’ın sahrasında (çölde) Polisaryo’yu kurdurdu. Güney Sudan’da Grank hareketini tesis etti. Ve buna benzer birçok hareketleri oluşturdu.

4-İnsan haklarına ve bundan bir parça olan fikir ve inanç hürriyetine çağıran gurupların kurulmasıdır.

 Özellikle İslâm Devleti mürtetlere ve şeriata aykırı hareket edenler üzerinde şeriat hükümlerini uygulamaya başlayıp da o mürtetleri,  zındıkları ve ajanları tasfiye etmeye başlayınca bu tür guruplar aktif olacaktır. Günümüzde de gördüğümüz gibi bu tür guruplar Mısır’daki, Bangladeş’teki ve İran’daki mürtetleri savunmaktadırlar. Bunlardan bir kısmına bu sahada yaptıkları çalışmaya değişik ödüller de verildi. Endonezya’dan Doğu Timor’u ayırmak üzere insan hakları hizmeti nedeniyle bir papaza Nobel ödülü verildi.

Son zamanlarda ABD başkanı Clinton Kongre’nin benimsediği bir kanunu onayladı. Bu kanun şöyledir: “bir yerde dini yüzünden insanlar eziyet görürlerse Amerika o devlete müdahale etme hakkını kazanır. Ancak bu müdahale ABD’nin çıkarlarına zarar getirecekse yapılmaz.” Bu kanunun zahiri ve mefhumu, ABD’nin kendi çıkarlarını sağlamak üzere dini yüzünden eziyet görenleri korumak bahanesi ile müdahale etme hakkını bir bahane ile kullanacağını göstermektedir.

BM’in “insan haklarının ilânı” denilen bir beyannamesi var. ABD kendi başkanı Truman döneminden beri Sovyetler Birliğini parçalamak, komünizmle ve onun yayılmasıyla mücadele edebilmek için insan hakları ve temel hürriyetlerinin sancağını taşıdı. 1991’de Irak’a saldırınca insan haklarını koruyacağını iddia ederek ortaya çıktı. Saddam’ın cinayetleriyle ilgili insan hakları örgütlerinin raporlarını yayınladı. Fakat dünya Amerika’nın cinayetlerini, Irak’ı tahrip etmek için halkı katlettiğini çabuk unuttu.

Nitekim kâfirler insan hakları konusunu devletlerarası bir kanun haline getirmek istiyorlar. Böylece, ezildiği iddia edilen azınlıkları, cemaatleri veya grupları veya fertleri korumak bahanesiyle insan haklarını çiğneyen devletlere müdahale etmek için bu konuyu veya bu kanunu kullanacaklar. İslâm Devleti, zina edeni taşlarsa veya tövbe etmeyen bir mürtedi öldürürse veyahut bir milliyetçi, milli, vatancı veya mezhepçi bir partiyi yasaklarsa bu durumda dünyayı ayağa kaldırtacaklar ve hiç oturmayacaklardır. Bunun yanı sıra, kadınlara şerî elbise giymeleri zorlanırsa insan hakları ve kadın hakları çiğnendi, kadın hürriyetine ve haysiyetine saldırıldı diyebilecekler (bazı şerî hükümleri uygulayan İran’a yaptıkları gibi). İslâm devletine karşı hamleleri ise daha büyük olacaktır. Çünkü, bu devlet eksiksiz olarak İslam’ın tümünü uygulayacak ve aleme cihad yoluyla taşıyacaktır. Bunlarda insan haklarını bahane ederek, bu konuyu devletlerarası bir kanun şekline getirerek, BM’e bağlı Güvenlik Konseyi ve başındaki Amerika, askerî müdahale yapabilecek ve ekonomik ambargo koyabilecektir. 19/12/1998’de Paris’te Fransa’nın katılımlarıyla dünyadaki bütün insan hakları örgütlerinin davetiyle insan hakları beyannamesinin ilanının 50. yıldönümünü anmak için konferans düzenlendi. Katılanlar ve özellikle bunlardan Fransa Cumhurbaşkanı Chirac üzerine basa basa yukarıda bahsettiğimiz konulara çağrıda bulundu.

5-İslâm Devleti’ni lekelemek ve İslâm’ı uygulama ile ilgili şüpheler uyandırmak için İslâmî cemaat adı altında sahte cemaatler kurdurmaktır.

Şu anda kurulu olan bazı cemaatleri bu gaye için kullanmaktadırlar. Bilhassa mezhepçi, milliyetçi ve millî boyaya sahip olan veya bununla karışık olan cemaatleri bu hedef için çalıştırmaktadırlar. Misal olarak, bazı hareketler şöyle diyorlar; halife Kureyş’li olmalı, diğeri Haşimi olmalı, diğeri Ehli Beyt’ten olmalı. Öteki Mehdi’yi bekleyelim diyor. İslâm Devleti kendi mezheplerinin içtihatlarına ters içtihatlar uygulayınca bu devleti İslâm’ı uygulamıyor veya İslâm’ a muhalefet ediyor ve başka iddialar öne sürerek yaygara çıkartabileceklerdir. Kendisine tabii olanları ve destekleyenleri İslâm devletine karşı kışkırtacaklardır. Bu veya başka şekilde şu anda İslâm dünyasında kurulu olan bölgesel devletlere yardımcı olacaklardır. Geçmişlerde, Ehli Beyt’in halifeliğine çağıran guruplar çıkmıştır. Bu nedenle, Mısır’da Fatımi halifeliği tesis edildi. Bu halifelik Abbasilere karşı durmuştur. Bir de Osmanlılara karşı duran Şii Safavi devleti kurulmuştur. Osmanlı Devletinin sonlarına doğru bu devleti yıkmak ve İngilizlere hizmet etmek için bazı Arap gurupları ortaya çıkartılmıştır. Cihadı iptal etmek ve Ulül Emir’in (yöneticilerin) ne olduklarına bakmaksızın onlara teslim olmak ve itaat etmek için İngilizler Kadiyani, Bahai ve Ahmedi hareketleri tesis ettirmişlerdir. Aynı anda İngilizler, bütün eski ve yeni mürtet hareketleri istismar etmişlerdir. Bunlar ister Dürziler olsun ister Masonlar. Bununla beraber, C. Afgani ve M. Abduh gibileri ıslahatçılar adı altında ortaya çıkmışlardır. Bunlar İslâm’ı batı fikirleriyle bağdaştırmaya çalıştılar. Fikrî ve siyasi olarak batı hesabına çalıştılar. İngiltere ve Fransa onlara gereken yardımı esirgemediler.

6-Devletlerarası kanunları ve BM’ lere bağlı Güvenlik Konseyi kararları adı altında müdahale etmektir.

İslam devleti tekrar kurulduktan sonra BM’ler reddedecektir ve onu yıkma girişiminde bulunacaktır. Sanayi ve teknoloji alanında da devrimi gerçekleştirerek düşmanlarını korkutmak için stratejik ve nükleer silahları üretecektir. Bunun akabinde de düşman devletlere karşı müdahale yapma ihtimali artacaktır. Bu sefer, bu müdahaleye karşı BM bu devleti komşularından korumak bahanesiyle veya kapsamlı şekilde yok edici silahları imha etmek veya daha önce söylediğimiz gibi insan haklarını korumak, yasallığı iade etmek; yani İslâm devletinin yıktığı eski rejimleri geri getirmek bahanesiyle müdahale etme ihtimalleri vardır.

7-İslâm Devleti’ni vurmak için İsrail’i harekete geçirmektir.

Zira İsrail İngilizler tarafından kurulunca onun tek bir gayesi vardı ve onu yerine getirmek için uğraştı ve uğraşıyor. O gaye; İslâm Devleti ile savaşmak, Müslümanların birleşmesini engellemek ve batının hedeflerini gerçekleştirmek. İkinci Cihan Harbi sırasında İngiliz Başbakanı Churchill şöyle demişti: “İsrail’i kurmaktan maksat, İslâm dünyasının kalbinde Batı için ilerlemiş bir üs olmasıdır.”

Amerika da bu durumu benimsedi. Nitekim İslâm dünyasında onun vasıtasıyla hedeflerini gerçekleştirmektedirler. Yarın yine onu İslâm Devletine karşı kullanacaklardır. Özellikle, İslâm Devleti, Filistin’i kurtarmak için İsrail’e karşı cihad ilân edince, İsrail bize saldıracaktır. Bütün dünya devletleri onu korumak için onun yanında yer alacaklardır. Büyük haçlı seferleri eskisinden daha şiddetli bir şekilde yeniden olacaktır. İsrail liderlerinin tümü İsrail için tek tehlikenin İslâm olduğunu gayet iyi bir şekilde idrak ediyorlar. Bunu değişik zamanlarda dile getirdiler. Nitekim İsrail’in kurucusu Ben Gurion bunu o zaman açıklamıştı. 

8-Osmanlı Devletinin son zamanlarında olduğu gibi İslâm’ı yıkıp yerine küfür sistemini getirmek. 

Hilâfeti yıkmak için kâfirler nasıl değişik alanlarda (siyasi, iktisadî, dini, askerî ve fikri) ajanlar yetiştirdilerse ve bunlar vasıtası ile bir başarıya ulaştılarsa; yine aynı şekilde kâfir Amerika ve İngiltere yeni kurulacak Hilâfeti devirmek için münafıklar, kalpleri hasta olanlar, imanları zayıf olanlar, makam ve otoriteyi sevenlerden bir ordu kadar ajanlar yetiştirmeye çalışacaktır. Bu ajanlar halifeye ve devletteki diğer yöneticilere karşı değişik şekilde propaganda yayıp insanları kışkırtacaklar. (Hz. Osman döneminde yaptıkları gibi) Orduda bazı subayları satın almaya çalışacaklar. Siyasî ortama ve değişik işlere adamlarını sokmaya çalışacaklardır.

9-Hilâfet istikrar bulduktan sonra başka devletlerde ayrı ayrı halifeler ilan edebilirler.

Bazı darbeler ve sunî devrimler çıkartabilirler ve yeni bir Hilâfet ilan edebilirler. Belki de İran imamlığı (imameti) ilan ederek bunun Hilâfet ile eşit olduğunu bildirebilirler. Suudi Arabistan kralı Hadem-ül Harameynliğin den (iki Haram mescidin hizmetçiliği) sonra halifeliğini ilan edebilir. Zira Hadem-ül Harameyn lakabını ilk kez Osmanlı halifesi Yavuz Selim kullandı. Fas kralı II. Hasan Emirel Müminun lakabını kullandı. Bunun manası aslında Halife’dir. Libya lideri Kaddafi ise bir kaç yıl evvel Hilâfeti ilan edebilirim demişti. Özellikle bu adam bir tiyatro oyuncusu gibi rolünü iyi oynamaktadır. Bir kaç ay önce Nijerya’ya yaptığı ziyarette insanlara namazda imamlık yaptı. Çok sayıda insan, kabile reisleri ve şeyhler oraya gelip biat ettiler. Bazıları Kaddafi’ye Allah (cc)’nin kitabı ve Resülullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in sünneti üzerine sana biat ediyoruz dediler. Ayrıca, Hilafet’i bugün ilan edenler bile vardır. Almanya’nın Köln şeh-rinde bir Türk ve Pakistan’da bir Arap ve Afganistan’da bir Afgan Hilâfeti ilan etmiştir.

Amerika 1949’da Çin’de komünist devletin kurulmasını teşvik edip kolaylık sağlamıştı. Bunu yaparken amacı Sovyetler Birliği’ne rakip olacak bir devlet oluşturmaktı. Böylece Çin, Sovyetler Birliği ile rekabet yapmaya başladı. Hatta Sovyetler Birliği’nin düşmanı olarak 1968’de onunla savaştı. Amerika’nın bu taktiği sonucu Sosyalist Blok bölünmüştür. Buna benzer senaryolar çevrilerek Hilafete rakip olacak, hatta onunla çatışmaya girecek sahte Hilafetleri ilan etmeye çalışacaklardır.

10-Sömürgeci devletler İslâmî fikirler ile savaşacak, bu fikirleri kötüleyecekler.

 Aynı zamanda kendilerine ait olan kapitalist fikirleri ve nizamları yaymaya çalışacak,  bu türden propaganda yapacaklardır. Bunun için tüm enformasyon ve yayın araçlarını kullanacaklar. Fikrî ve siyasî saptırma işlerini yürütecekler. İslam’ın sorunlara çözüm getirme gücüne karşı güveni sarsmak için uğraşacaklardır. (geçen yüzyılda olduğu gibi) İslâm Devleti var iken bu tür işleri yapıyorlardı ve hâlâ bunu devam ettirmektedirler. Bu işleri gerçekleştirebilmek için ajanlar yetiştirip meşhur edeceklerdir.

Geçmişin ve günümüzün vakıasını sonra İslâm Devletini yok etmek veya dar bir dairede mahsur bırakmak ve yayılmasını önlemek diğer memleketleri kendisine ilhak etmesini, dünyaya cihad yoluyla risaleti taşımasını engellemenin kâfirlerin yapabileceği işlerden olduklarını düşünebiliriz.

Bütün bu sıkıntılara çözüm getirmek ve bu tehlikelere karşı savunma hazırlamak için kafalarımızı yormalıyız ve derin düşünmeliyiz.  İşte bütün bu saydıklarımız için şunları öneriyoruz.

1- İslâm Devleti, İslâm dünyasındaki yöneticiler ile veya bir kısmıyla ve özellikle değişme kabiliyetine sahip olanlarla temas etmelidir. Onların İslâm Devleti’ne bağlanmaları veya ilhak olmaları için onları ikna etmeye çalışılır. Diğerlerini Amerika’ya veya Avrupa devletlerine yardımcı olmamaları konusunda ikna etmeye çalışılır. Resululllah Sallallahu Aleyhi Vesellem İslâm’a davet etmek için krallara ve kabile reislerine birer elçi gönderdi. Yemen ve Bahreyn kralları İslâm’a girdiler. Onlarla iyi ilişkiler kurabildiler.

2- İslâm Devleti ilk olarak bütün dünya devletleriyle temas etmelidir. Onların İslâm devletine düşmanlık yapmamaları veya düşmanlara yardımcı olmamaları konusunda ikna etmeye de çalışılır. Onlar ile iyi ticari, iyi komşuluk ve diğer caiz anlaşmalar yaparlar.

3- İslâm Devleti tek bir düşman üzerine faaliyetlerini yoğunlaştırmalıdır. Aynı zamanda diğerlerine sadece bu düşmanı hedef edindiğini göstermelidir. Diğer devletleri hedef edinmediğini göstermek için onlar ile iyi komşuluk, diplomatik ve ticari anlaşmaları yapmalıdır. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Hayber, Nadir oğulları ve Kureyza oğulları ile değişik anlaşmalar yapıp Mekke üzerine faaliyetlerini yoğunlaştırdı. Mekke’yi fethedip Arap yarım adasının tümünü kendisine ilhak edince Rumlar üzerine faaliyetlerini yoğunlaştırıp sınırlarına bitişik olan kabile ve memleketlerin liderleri ve kralları ile anlaşmalar yaptı.

4- İslâm Devleti Amerika ve diğer sömürgeci devletlerin siyasetlerini keşfedip teşhir etmelidir.  Diğer milletlere bunu göstermek için onlarla temas eder, bu devletlere karşı onları kışkırtarak kendi yanına çeker ve onların desteğini kazanmaya çalışır. Bu üsluplarla o devletleri büyük (sömürgeci) devlet olma makamından kaydırmaya ve düşürmeye  çalışarak onların yerine geçerek büyük devlet olmaya çalışmalıdır. Daha doğrusu, rakipsiz dünyada tek büyük ve birinci devlet olmak için mücadele etmelidir.

5-İslâm Devleti kendisinin ve taşıdığı İslâm’ın kurtarıcı olduğunu, bütün devletler, halklar ve onların problemlerine tek doğru çözüm sahibi olduğunu herkese göstermelidir. Bunun yolu, İslâm’ı güzel bir şekilde uygulamak, onun büyüklüğünü, fikirlerinin güzelliğini göstermek ve bütün insanlara risaleti ve çözümlerini anlatmaktır. İnsanların bunu görebilmeleri için İslâm Devleti’nin memleketlerini ziyaret etmeye onları davet eder. Aynı zamanda bunu anlatabilmek için birçok insanı bu memleketlere gönderir, bütün enformasyon ve yayın araçlarını kullanır. Bütün bu araçlar vasıtası ile daveti taşıyacak İslâm Devleti için propaganda yapılır. Bu şekilde diğer halklar etkilenmeye ve kazanılmaya çalışılır. Onları Müslüman yapmaya çalışırken onların İslâm’a ve devletine sempatizan ve yardımcı veya destekleyici olmaları sağlanır ki; devletleri İslâm Devleti’ne karşı durursa kendi devletlerine karşı isyan etsinler. Ayrıca onların etkileyici adamları kazanılmaya çalışılır. Onların örgütleri, partileri ve bunların adamlarını etkilemeye çalışır.

6- İslâm memleketlerinde ve bütün dünyadaki İslâmî hareket, örgüt, hizip ve cemaatlerle temas edilmelidir. İslâm Devleti’nin yanına çekilmeleri ve devletle beraber çalışmaları sağlanmalıdır. Bunların arasına sızmış olan ajanlar tespit edilerek etkisiz hale getirilmelidir. Samimi olanlar ile alâkalar pekiştirilir, onların hareketlerinde ajanlar yerine onları etkili yapmaya çalışılır. Diğer İslâm memleketlerinin de devlete bağlanmalarını temin için onları çalıştırmalıdır.

7- İslâm Devleti’ne karşı entrika çeviren ve sömürgecilerin planlarını uygulayan hain yöneticilere karşı Müslüman halkları kışkırtılmalıdır. Bunların ajanlıkları ve uyguladıkları planları ortaya çıkartılmalıdır. Ancak şeriatça mubah olan vasıtalar kullanılır.

8- Arapların yaşadığı İslâm toprakları üzerinde kurulu olan düzenlerin ve fikirlerin sahteliği, bozukluğu ve çürüklüğü gösterilir ve onlarla savaşılır. Onların hesabına onlar için propaganda yapan, insan hakları adlı örgütler gibi sömürgeciler hesabına çalışanlar ve fikirleriyle mücadele edilir.

9- BM’leri, ona bağlı Güvenlik Konseyi gibi kuruluşları yıkmaya çalışılır. Bunların sahtekârlığı gösterilir. Halklara karşı ve sömürgecilerin hesabına çalıştıkları belirtilir. Bunun yerine bütün dünya devletleri ikna edilip İslâm’a göre çizilen kurallar ve örfler ortaya çıkartılır. Bunların doğru olduğu bu devletlere gösterilir ve kabul ettirilmeye çalışılır.

10- İslâm Devleti İsrail ile savaşmayı yoğunlaştırmalıdır ki; İsrail’i yenebilsin ve yok edebilsin. Nitekim bu durum İslâm Devleti için parlaklık getirir, kurtuluş ve birleşme konularıyla ilgili Müslümanlar nezdinde ümitleri çoğaltır. Müslümanların onun etrafında kenetlenmeleri İslâm dünyasındaki mevcut varlıkların düşürülmesini kolaylaştırmanın yanında Hilâfet devletine bağlanmalarını sağlar.

11- Sanayi ve teknoloji devrimi ve bütün ilmi alanlarda ilerleme gerçekleştirilmelidir. Ki tüm Müslümanlara ve insanlığa kalkınma ve ilerlemede İslâm’ın gücünü göstersin. Aynı zamanda, Müslümanların dinlerine ve Hilâfet devletine güvenlerini ve bağlılıklarını temin eder. Bütün insanların gözünde devletin heybeti ve ona olan hayranlığı artırır.

12- Bütün milliyetçi, vatancı, mezhepçi ve İslâm’dan sapmış olan bütün hareketlerle savaş-mak, İslâm kardeşliği, evrensel-liği ve insani mesajı üzerinde durulur.

13- Müslümanların kanlarını akıtmamak için bütün birleştirici araçlar ve siyasî üsluplarla İslâm memleketlerini birleştirmeye çalışmalıdır. Böylece bölgesel devletler veya büyük devletlerin o memleketin halkına karşı müdahaleleri için bir bahane kalmasın.

14- Devlete bir saldırı olursa ve devlet buna karşı duracak güçte değilse mecburen anlaşmalar yapar. Bunun gereği olarak bazı devletlere ticari alanlarda bazı kolaylıklar sağlayabilir.

15- Devlet ilk kurulduğu günden itibaren her alanda kendi kendine dayanma ve kendi imkânlarıyla ayakta durmayı sağlamaya çalışır. Böylece kendisine karşı uygulanabilecek bir ambargoya daha kolay karşı koyabilir ve daha az etkilenir.

16- Dünyada meydana gelen her türlü problem ve sorun için bir çözüm yolu gösterir ve bunu kabul ettirmeye çalışır. Bu problem ve sorunlar siyasî olsun, sosyal olsun, iktisadî olsun veyahut iki devlet arasındaki savaşlarla ilgili olsun. Her sorunla ve her devletle alâkadar olmalıdır, devletin varlığını koruyabilmesi ve onun yoluyla kalkınmak, İslâm memleketlerini kendisine bağlamak, Filistin’i ve diğer İslâm topraklarını kâfirlerin işgalinden kurtarmak, dünyaya İslâm risaletini taşıyabilmek, kendisine karşı çevrilecek entrikalara karşı durabilmek, büyük devletlere karşı dayanabilmek, büyük devlet haline gelebilmek ve daha doğrusu onu dünyanın en büyük Devleti durumuna ulaştırabilmek için şu anda tasavvur edilebilecek en önemli işler bunlardır.

Bunları gerçekleştirebilmek için en önemli ve garantili hususlardan biri; üretkenlik, icat edicilik ve üslup geliştirmeye güç sahibi olup devlet adamının sıfatlarını taşıyan düşünebilen siyasî kimselerden bir topluluk yetiştirmektir.

Bütün bunlarla beraber Allah (cc)’ya tam manasıyla tevekkül etmek, yalnız ondan yardım dilemek ve Allah (cc)’nin her şeye kâdir olduğunu tasavvur etmektir. Zira Allah (cc) güçleri yaratan ve yok edendir. Onları yarattığı gibi yok edebilir ve düşmanın gücünü bir anda tahrip ettirebilir. Gökyüzünün ve yeryüzünün askerleri onundur. Düşmana şiddetli bir rüzgâr veya kasırgayı göndererek bize yardım edebilir. Böylece, güçlerini parçalar, füzelerinin yönlerini saptırıp başlarına düşürür. Tamamen, Hendek gazvesinde müttefik kâfir güçlere gönderdiği şiddetli rüzgâr gibidir ki; onların çadırlarını söküp eşyalarını havada uçurttu. Ondan sonra o düşmanlar kaçmak zorunda kaldı. Allah (cc) nin gücü zelzele ve tayfun meydana getirmeye  ve onların ayakları altındaki yeri sarsmaya  ve onları yerin altına yutturmaya yeter. Onlara şiddetli yağmurlar indirir, onları ve silahlarını su içinde batırıp boğar. Onların ve silahlarının dayanamayacağı yakıcı bir sıcaklık verir ve onlar silahlarını kullanmaktan aciz kalırlar. Eski kavimlerin,   müminler ile savaştıkları zaman Allah’u Teâla’nın onlara bu tür azaplar indirdiği gibi. Veya kalplerine öyle bir korku salar ki; silahlarını, mallarını ve canlarını müminlere teslim etmek zorunda kalırlar. Yahudi Nadir oğulları, güçlü ve mağrur idiler. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in liderliğinde İslâm ordusu onları kuşatınca kalplerine korku ve panik girdi. Her şeylerini teslim ettiler. Yahudi olan Kureyza oğulları da aynı şeyi yaptılar. Hatta kesilmesi için boyunlarını uzattılar.

İşte, biz Allah (cc)’a yar-dım edersek ona tam bir şe-kilde tevekkül edersek, onun davetini yüklenirsek, onun uğrunda cihad eder-sek. Tedbirleri alırsak, Allah (cc)  izniyle bizi muzaffer kılacak-tır. Zira şu sözü veren O’dur:

 “Allah muhakkak kendi-sine (dinine) yardım edene yardım edecektir. Şüphe-siz ki, Allah kuvvetli ve izzetlidir.” (Hac-40)

Esad Mansur