CAMP DAVİD GÖRÜŞMELERİNİN BAŞARISIZ GEÇTİĞİNİ GÖSTERMEK ÜZERİNE ANLAŞTILAR

25.7.2000’de Barak-Arafat Camp David görüşmelerini yürüten ABD başkanı şöyle bildirdi:

“Görüşmeler iki hafta sürdükten sonra iki tarafın şu an için bir anlaşmaya varamayacaklarına kanaat getirdim.”

Şu anda bir anlaşmaya varamamalarının sebebi Kudüs’tür. 1980’de Yahudilerin eski başbakanı ve Lekud partisinin eski lideri Menahem Begin, Kudüs’ü İsrail’in ebedi başkenti olarak ilan etmişti. Amerika, bu görüşü tanımadı ve şu anda hala tanımamakta. Çünkü Amerika’nın Kudüs üzerinde gelecekte gerçekleştirmek istediği başka planları vardır. 1960’larda Kudüs’ün uluslararası bir şehir olmasını benimsedi. Hatta 1964’te ABD 6. Paul’ı (Vatikan Katolik Lideri’ni) Kudüs’e bu planla göndermişti. O tarihte ve şu an halen hilafetin yeniden ikamesine çağıran, küfür rejimlerine karşı çıkan ve siyasi bir parti olan Hizb-ut Tahrir bu plana karşı çıkmaları için Müslümanları ayaklanmaya çağırdı. Kudüs’te toplanan Müslümanlar bu çağrıya uyarak büyük bir gösteri düzenlediler. Bu şekilde Müslümanlar, papanın ve ABD’nin bu planlarına karşı çıkarak gerçekleşmesini engellediler. Fakat daha sonra 1967’de Ürdün Kralı Hüseyin Kudüs’ü Yahudilere teslim etti. ABD askıya aldığı planını yeniden uygulamaya çalıştı. Fakat barış görüşmelerinde Kudüs meselesi gündeme getirilmeden daima erteletildi. İsrail’in talebi de buydu ve her mesele halledildikten sonra bu konuya gelinmesini talep ediyordu. Bu nedenle Kudüs meselesi üzerinde ilk etapta bir antlaşmanın çıkması beklenmiyor. Görüşmelerin bu şekilde yürümesinin değişik nedenleri vardır:

1-Yahudilerin başbakanı Barak’ın antlaşma metinlerini hemen kabul etmesi beklenemez. Çünkü Barak’ın yürüttüğü koalisyon hükümeti çok zayıftır. İlk görüşmede kabul etseydi hükümet düşerdi ve Kudüs’ü İsrail’in ebedi başkenti olarak benimseyen Lekud partisi iktidara gelirdi. Tabii ki; bu gelişmeler erken seçimi gündeme taşıyacaktı. Fakat şu aşamada, hiç taviz vermeden Camp David görüşmelerini terk eden Barak bir kahraman görünümündedir. Barak elde ettiği -veya ettirildiği- bu başarıyla kendi hükümetini ve koalisyonu güçlendirmeye çalışacaktır. Ancak bunu sağladıktan sonra Camp David’e dönecektir. Zira ABD başkanı Clinton kısa bir süre içerisinde (iki ay geçmeden) tarafları yeniden görüşmelere çağıracaktır. Daha sonraki bir açıklamada; Clinton eylül ayının ortasına doğru tarafları tekrar görüşmelere çağıracağını bildirdi. O döneme kadar, Barak konumunu daha da güçlendirecek ve kendisinden emin bir şekilde görüşmelere katılacaktır. Nitekim Barak, ABD’nin iyi dostlarından biri olduğu gibi Amerika’nın desteğiyle iktidara gelmiştir. Aynı anda Barak, Amerika’nın eski dostu olan ve İsrail’in eski başbakanı İshak Rabin’in siyasetini benimsemektedir.

2-Diğer taraftan, Arafat’ın da hemen bunu kabul etmesi beklenemezdi. Çünkü Amerika Arafat’ın kahraman olduğunu göstermek isteyecektir. Halk bu sahte kahramana aldanacak, Arafat’ta bir kahraman edasıyla Camp David’e dönecek ve her şeyi kabul edecektir. Daha doğrusu Arafat, ABD’nin önüne sunduğu antlaşma metinlerini tereddütsüz imzalayacaktır. Bilindiği gibi görüşmelerin başlamasıyla beraber Filistin’de herkes Arafat’ı eleştirmeye başlamış ve Arafat’ın görüşmelerden çekilmesini istemişlerdi. Bu nedenle Clinton, Arafat’ı böylesi bir oyunla kurtaracak ve onun halkın nazarında kahraman kabul edilmesini sağlayacaktır. Zira Clinton Camp David görüşmelerinin şu an için sona erdiğini bildirirken şöyle bir açıklamada bulundu: “Bu görüşmeler gerçek neticeler tahakkuk ettirdi.” Clinton bu sözüyle neyi kastetmiştir? Bunun izahı; ABD’nin isteğini taraflar gizlice kabul etmiştir. Fakat şu anda bunu imzalamayacaklar ve dışarıya da sızdırmayacaklardır. Daha sonraki görüşmelerde hazır olan bu taslaklar onaylanmış olacaktır. Şu anki verilen görev ise kamuoyuna görüşmelerin başarısız geçtiğini göstermeye çalışmaktır. Bunun sebebi; yukarıda belirttiğimiz gibi Barak ve Arafat’ın durumlarını güçlendirmeleri içindir. Arafat’ın heyetinde bulunan Dr. Saib Uraykat bu konuyu teyit eden şöyle bir açıklamada bulundu:

“Anlaşmak için fırsat şu an önceki görüşmelerden daha kuvvetlidir ve geçmiş günlere nazaran şimdi daha da ümitliyim.”

Bunun izahı; görünen o ki perde arkasında gizli şeyler vardır.

İki taraf içeriği beş ortak noktadan oluşan bildiri yayınladılar:

1. Hiç bir taraf tek başına bir tutum edinmeyecek,

2. BM’lerin 242. ve 338 nolu kararları yapılacak her görüşmenin temeli kabul edilecek,

3. Amerika, bu görüşmelerin tek yürütücüsü ve tarafların görüşmelerde tek ortağıdır,

4. Görüşmeleri kesmemek ve ileri ki tarihlerde sürdürmek,

5. Şiddete başvurmamak ve kışkırtmalara yönelmemektir.

Yayınlanan ortak bildirinin içeriği görüşmelerin devam edeceğini gösteriyor. 242 nolu karar İsrail’in 1967’de işgal ettiği toprakları iade etmesi ve buna Kudüs de dâhildir. Wy Rever antlaşmasında Arafat, İsrail’e bu kararın içerdiğinden daha fazlasını verdi. Bunlar; Yahudiler batı Şeria’da tesis ettikleri yerleşim alanlarında kalacaklar, Kudüs’ten çıkarılmayacaklar ve Kudüs’te Arafat’a kısmi bir özerklik verilecektir. 338 nolu karar ise 1972’te benimsenmiş, 242 nolu bendi pekiştiren bir karardır. Buna göre Barak, Kudüs’le ilgili 242 nolu kararı kabul etmektedir. Şu anda ise görüşmelerin durdurulması yukarıda gösterdiğimiz nedenlerden başka bir hususu içermemektedir.

Başka önemli bir mesele üzerine görüşmelerine rağmen bunu dünyaya duyurmak istemedikleri gayet açıktır. Gizli kalan bu meselenin göçmenlerle ilgili olduğu kanaatindeyiz. Aslında bu görüşmelerle ilgili mesele Arafat ve adamları tarafından çoktan halledilmiş, İsrail’in ve ABD’nin bu konudaki görüşlerini benimsemişlerdir. Bunun örneği; 1994’te yapılan Ürdün-İsrail barış antlaşmasında şöyle geçiyor: “Ürdün’de bulunan Filistinlilerin Ürdün vatandaşı olarak kabul edilmesi ve Ürdün’de kalması.” Arafat bu şartları o tarihte onayladı. Ayrıca, Filistinliler nerede bulunuyorsa oraya yerleştirilmesini Arafat ve örgütü kabul etmiştir. Bunlara tazminat verilmesi de antlaşmada yer aldı. Bu antlaşmaya göre; “dışarıda yaşayan dört milyon Filistinli oldukları yerlerde kalacaklar veya bir kısmı başka yerlere yerleştirilecektir. Misal olarak; Kanada, on binlerce Filistinliyi kendi topraklarına kabul edeceğini bildirdi, Avrupa devletleri on binlerce Filistinliyi ilticacı olarak kabul etmişti ve onlara daimi ikamet verdi. Lübnan’da yarım milyon Filistinli bulunmaktadır. Lübnan bunlara Ürdün gibi vatandaşlık hakkı vermiyor. Bunun nedeni; Lübnan devletinin temel esaslarını etkilemesinden çekinildiğinden dolayıdır. 1932’de Fransa, Lübnan’da nüfusun çoğunluğunu Hıristiyanlar oluşturuyor diyerek bir seçim yaptı ve bu gelişmeler doğrultusunda Lübnan için bir anayasa çizdi. Bu anayasaya göre;

l- Lübnan’da cumhurbaşkanı çoğunluğu teşkil eden taifeden oluşur.

2- Ordu komutanlığı çoğunluğu oluşturan taifeye verilir.

Bu cihetten; Filistinliler Lübnan vatandaşı olurlarsa Müslümanlar resmen çoğunluğu oluşturacaklardır. Hâlbuki Filistinlilerin katılımı olmaksızın Lübnan’daki Müslümanlar nüfusun çoğunluğunu oluşturmaktadırlar. 1932’den beri bunu tescil edecek hiç bir yeni sayım yapılmıyor. 1932’deki sayım o zaman Lübnan’ı işgal eden sömürgeci Fransa tarafından yapılmıştı, Bu seçim sırf Lübnan’ın dağlık bölgesinde yapılıp, Güney ve kuzey Lübnan gibi bölgeleri kapsam dışı bırakıldı. Çünkü bu bölgeleri daha sonra Lübnan’a kattılar. Bu iki bölgenin nüfusunun hemen hemen hepsi Müslüman’dır.

2- ABD’nin Lübnan’daki Filistinlileri Irak’a gönderme planları vardır. Amerika bu planı gerçekleştirmeye çalışıyor. Irak bunu kabul ederse ambargonun kalkması gündeme gelebilir. Bu şartlı anlaşmayı ABD Irak’a yakın bir zamanda sunabilir. Bunu Suriye’nin yeni cumhurbaşkanı yoluyla yapmak isteyecektir. Nitekim Irak son dönemlerde Suriye’ye yaklaşmaya çalışıyor. Nitekim geçtiğimiz günlerde Irak dışişleri bakanı Suriye’yi ziyaret etti. Bu girişimler neticesi Başar el-Esad yoluyla Irak’a karşı uygulanan ambargo kaldırılabilir. Bu plan tatbike konulup başarı elde edildiği takdirde Suriye’nin yeni cumhurbaşkanı Arapların milli kahramanı olarak gösterilecektir. ABD bu yolla kendi ajanı olan Başar el-Esad’ı parlatmaya ve kahramanlaştırmaya çalışacaktır. Çünkü Suriye’nin İsrail’le olan Golan tepeleri meselesini çözebilmesi ve bu konuda bir anlaşma yapabilmesi için yeni başkan el-Esad’ın popüler olması gerekmektedir.

3- Öte yandan 13 Eylülde Arafat Filistin devletini ilan edecektir. Bu devlet Filistin’in sadece beşte biri üzerinde olacaktır, Filistin’in beşte dördü Yahudilerde kalacak ve böylece Yahudiler büyük bir zafer gerçekleştirmiş olacaklardır. Çünkü gasp ettikleri Filistin’in topraklarının büyük bir bölümü kendilerine kalacak ve de bölge ahalisinin temsilcileri bunu tanımış olacaklardır. Bu şekilde ABD’nin, Avrupa’nın ve Yahudilerin bir rüyası daha gerçekleşmiş olacak. Bölge ahalisine bölgede Yahudilerin varlığı kabul ettirildiği gibi, Yahudilerde gasp ettikleri topraklara resmen sahip olacaklar. Böylece, kâfirler Müslümanların topraklarını elde etmiş olmakla kalmayıp, Müslümanların o topraklar üzerinde hak iddia etmelerinin de önüne geçmiş olacaklardır. Böylesi bir durumda o beldelere talip olamayacakları gibi İsrail’e karşı girişecekleri her saldırıda bağımsız bir devlete saldırmış muamelesi görerek diğer devletler nezdinde suçlu konumuna düşeceklerdir. Hatta böylesi bir girişime Filistin devleti başta olmak üzere bütün bölgenin devletleri ona karşı çıkacaktır.

Camp David görüşmelerinin sonucunda çıkan ortak bildiride hiç bir taraf tek başına bir tutum sergileyemeyeceklerine göre, İsrail onaylamadan önce Filistin devleti ilan edilmeyecektir. 13 Eylülden önce Clinton’un açıkladığı gibi tekrar Camp David görüşmeleri başlatılacak ve o tarihte İsrail’in onayladığı ilan edilecektir. İlan edilecek olan Filistin devleti silahsız olacak, İsrail’e karşı çıkan kimselerle savaşacaktır. Daha önce imzalanan Wy Rever antlaşması da bunu içerdiği için şu anda Filistin özerk yönetimi bunu eksiksiz uyguluyor. Bu gelişmeler doğrultusunda Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak kalması, Doğu Kudüs’te Filistinlilere kısmi bir özerklik verilmesi, fakat bu özerkliğin İsrail’in egemenliği altında kalması şartıyla beraber BM’lere ait polisin Kudüs’te konuşlandırılması da plan dâhilindedir. Bu şekilde Kudüs uluslararası bir şehir statüsü sıfatını kazanmış olur. Filistinlilere de Kudüs’ün bir köyü başkent olarak verilebilir. Abu Diis köyü bu iş için uygun görülen yerlerdendir. Böylesi bir anlaşmadan Vatikan da çok memnun olacaktır. Çünkü Doğu Kudüs devletlerarası bir şehir sıfatını kazanmış olursa böylece Hıristiyanlar haçlı seferlerinden sonra kovuldukları Kudüs’te yeniden konuşlanmış olacaklar ve de Müslümanlar tarafından tanınmış pozisyonuna gireceklerdir. Oysa haçlı savaşları yolu ile Kudüs Hıristiyanlarca 90 sene işgal edilmiş, buna nazaran Müslümanlar onların Kudüs’ü işgalini hiç bir zaman tanımamışlardır. Mısırın yarısını işgal eden haçlılar Mısır valisine dediler ki; “Mısır’dan geri çekiliriz, fakat Kudüs’ün bize ait olduğunu tanıyacaksınız.” Mısır valisinin cevabı ise; “Bütün Mısır’ı işgal etseniz dahi Kudüs işgalini asla tanımayacağım.” Tarihte Araplar, Türkler, Kürtler, Persler veya bunların valileri hiç bir zaman haçlıların işgalini tanımadılar. 90 sene süren savaşlar sonucu haçlıları İslam beldelerinden kovdular. Onlarla İslam’a ve Müslümanlara zarar getirecek hiç bir onur kırıcı antlaşma yapmadılar. Fakat şu anda İslam dünyasındaki hain yöneticilerin bir kısmı İsrail’i tanıdı ve bir kısmı da ilerde tanıyacağını ilan ettiler.

Bundan dolayı, bu ihanetler karşısında Müslümanlara büyük görevler düşmektedir. Başta bu hain yöneticileri ve yönetimlerini izale etmeleridir. Filistin’i ve bütün Müslüman memleketlerini kurtaracak ve dünyaya hidayet ve hayrı taşıyacak olan İslam devletini kurmak için çalışmaktır.

Esad Mansur