BATI HADARATI VE DEĞERLERİ İSLAM HADARATI VE DEĞERLERİNDEN ÜSTÜN OLUR MU?
Bugün, batılılar kendi hadarat ve yaşam tarzını, İslam değerlerinden daha üstün görüyorlar. Bu gösteriyor ki, kâfirler her asırda kendi hadarat, yaşam tarzı ve değerlerinin yüksek olduğuna inanıyorlar. Cahili Araplar da ecdatlarından miras olarak kalan adet ve geleneklerinin İslam’dan daha üstün olduğunu iddia etmişlerdi. Bu nedenle, hak-batıl ve iman-küfür çatışması, hakkın hâkimiyeti yeryüzüne hâkim oluncaya kadar devam edecektir. Batı, kendi fikir ve düşüncelerine en kuvvetli bir şekilde meydan okuyanın İslam’ın fikir ve düşüncesinin olduğunu düşünüyor. İslam hadaratı, yaşam tarzı ve değerlerinden korkuyorlar. O halde, Müslümanların İslam’ın fikir ve düşüncesini batıya taşımaları gerekir. Burada, hadarat, yaşam tarzı ve değerler üzerinde durmak istiyoruz. Hadarat; hayat hakkındaki mefhumların toplamı olarak tarif edilir. İnsan hayat hakkında bir takım fikirler edinip kavrar ve kabul ederse, bu kişide o fikirler mefhumlaşır. Bu mefhumların toplamı hadaratı oluşturur. İnsanın davranışları mefhumlarına göre yön alır. Bu nedenle, insanların anlayışı, tutum ve davranışları bu hadaratın neticesini oluşturur. Batılıların davranışları, tutumları ve anlayışları batı hadaratından kaynaklanmaktadır. Şahsi hürriyeti esas aldılar, bu nedenle her batılı yaşantısında serbestçe, yani dilediği gibi davranıyor ve hareket ediyor. Şöyle ki; baba ve anneyi dinlememek ve onlardan ayrılmak, akrabalarla ilgilenmemek, komşularla alâka kurmamak, yalnız yaşamak, çocukların babasının-annesinin ve kardeşlerinin gözleri önünde zina yapması, homoseksüelliğe başlaması, istediği şekilde açılması ve buna benzer şahsi davranışların tümü şahsi hürriyetin acı neticesidir. Ayrıca dinle ilgilenmemek, dini değiştirmek dini terk edip hiçbir dine sahip olmamak, yeni bir din çıkartmak, dinde reform yapmak, din ve vicdan hürriyetinden kaynaklanmaktadır. Bu da batı hadaratından bir parçadır. Dilediği fikir ve görüşü beyan etmek fikir hürriyetindendir. İstediği şekilde mülk edinmek; faiz, kumar, her türlü şirket kurmak, borsa, kadın ticareti, kadının kendisini satması gibi bu tür kazançlar serbesttir. Yeter ki vergilendirilmiş olsun. Mülk edinme hürriyeti de diğer hürriyetler gibi batı hadaratındandır. Bu hadarat batının kabul ettiği, dini hayattan ayırma esasına dayanır. Batı, batıl hadaratın bu acı meyvelerini güzel görüyor ve bunu bütün dünyaya taşımaya çalışıyorlar. Ayette buyrulduğu gibi onlar; “Allah’ın haram kıldığını helal kılıyorlar, onların kötü amelleri kendilerine süslü ve güzel gösteriliyor.” (Tevbe 37) Bundan dolayı batılılar, İslam hadaratının güzel meyvelerine saldırıyorlar ve bununla alay ediyorlar. Allah (cc) bu saldırıları hakkında şöyle buyuruyor: “Kafir olanlar için dünya hayatı câzip kılındı. (Bu yüzden) onlar, iman edenler ile alay ederler. Oysa ki, (iman edip) inkârdan sakınanlar kıyamet gününde onların üstündedir. Allah dilediğine hesapsız lütufta bulunur.” (Bakara 212) Kâfirler, örtülü Müslüman bacılarımızla alay ederler, Müslümanların davranışlarına gülerler, erkek-kadın ayrımına şaşırırlar, faiz yemeyen Müslümanı aptal yerine koyarlar. İslam mefhumlarına göre Müslümanların davranış ve hareketlerini hiç beğenmezler ve hatta onları hor görürler. İslam hadaratı, İslam akidesine dayalıdır. Bu nedenle, bu hadarat hayatı, devleti, siyaseti, şahsiyeti ve ilişkiyi meczeder. Bu hadaratın kaynağı vahiydir. Allah-u Tealadan gelen emir ve nehiylere dayalıdır. Bunlarla ilgili fikirleri insan kavrayınca ve onlara inanınca, bu fikirler birer mefhum haline dönüşür. Bunların yani, mefhumların toplamı hadaratı oluşturur. Böylece kişinin davranışları buna göre olur. Yaşam tarzları da hadarattan bir parçadır. Bu sebeple, firavun kendi halkını Musa’ya tâbi olmalarından sakındırdı. İnsanların adet ve gelenekleri hadarattan bir parçadır. Müslümanlar İslam mefhumlarına göre adet edinirler ve bir takım geleneklere sahip olurlar. Misal; İslam cömertliği ve misafire ikramı emrediyor. Bu sebeple Müslümanlar, Allah (cc) uğrunda harcarlar, birbirlerine ve başkalarına yardım ederler, misafirlere kim olursa olsun ikram da bulunurlar. Bu ikram zaman, mekân ve çevreye göre değişik şekiller alır. Böylece örfler ve gelenekler oluşur. Kadının başını ve vücudunu kapatması İslam hadaratındandır. Asla bağlı kalarak şekil ve renkler değişebilir. Buna gelenek denilir. Bu nedenle, İslam mefhumlarına dayalı adet ve gelenekler kabul edilir. Değişik çevrelere girilince bunlara uyulursa sakınca yoktur. Ancak İslam mefhumlarına aykırı adet ve geleneklere uyulmaz. Misal; bazı çevrelerde düğünleri erkek-kadın karışık yaparlar. Buna uyulmaz. Değerlerine gelelim; İnsanlar mefhumlarına göre bir takım hususlara değer verirler ve onlarda bu nokta yerleştikçe itibar kazanır ve onlara dokunan kimse hem toplumca ayıplanır, kınanır hem de onların otoritesi tarafından ağır cezaya çarptırılır. İslam’da kadın korunması gereken namus ve ırzdır. Buna dokunan kimse toplum tarafından kınanır ve İslam devletinde ağır cezaya çarptırılır. Böylece namus ve ırz, yüksek kıymet veya değer olur. Fakat batıda ırz ve namus diye bir şey tanınmamaktadır. Kadın açılır, çıplak olur, istediği kimseyle flört eder veya birlikte olur vs. buna kimse karışamaz. Ancak, biri zorla kadına bir şey yapmak istiyorsa onun şahsi hürriyetine saldırılmış olur ki, bu yasaklanır. O zaman toplumdan dışlanır ve devletten ceza görür. Çünkü şahsi hürriyet onlarca yüksek değerdir. Her şey fertlerin rızasıyla olabilir. Şu var ki, İslam’daki yüksek değerler sabit olur, hiç değişmez. Irz, din, akıl, insan haysiyeti, mülk, devlet, ümmetin bir olması, ebeveyne iyilik yapmak v.s. hiç değişmez, itibarları korunur ve bunlara riayet etmeyen kınanır ve cezalandırılır. Batıda ki değerler sabit değildir, değişkendir. Önceden namusa değer veriyorlardı, bugün buna hiç kıymet vermiyorlar. Eskiden dine değer veriliyordu, bugün ise, herkes dinle alay etmektedir. Devlet bir araçtır, kalkabilir. Milletin birliği şart değil, eğer halklar bölünmek istiyorlarsa kabul edilir. Buna halkların kendi yarınlarını tayin etmeleri hakkı adı verilir. Şu anda aynı cinsten evliliği (lezbiyenliği) hoş görüyorlar ve ona itibar ediyorlar. Bunlar böyle yapmakla Lut kavmini aşıyorlar ve de yavaş yavaş batıda böylesi iğrenç davranışlar, yüksek değer oluyor. Erkek ve kadının dost olarak hayat boyunca yaşaması, onlar için artık değerli bir şeydir, kınanmaz tersine övülür. Gayri meşru çocuk yapmakta normal davranışlardandır. Hatta flört hayatını evliliğe tercih ederler. Batı değerlerini İslam değerlerinden daha üstün sayan İtalya Başbakanının, memleketinde birkaç sene önce eşlerin değişimi derneğini kurmasının ardından, ertesi gün yirmi bin çift bu derneğe üye oldu. Aşırı zenginlerin bulunması onlarca güzel bir şeydir, övülür ve ona değer verilir. Magazin dergileri, televizyonlar ve bütün enformasyon araçları bunlardan ve yaşamlarından övgüyle sık sık söz ederler ve hayatlarının süslü ve güzel olduğunu gösterirler. Yalnız kendi memleketlerinde milyonlarca insanın aç olmalarına hiç bakmazlar. Tamamen Firavunun hadaratına benzer. Firavun kendini ilah edindi ve kendi halkından bir sınıf oluşturdu. Onların istatistik rakamlarına göre şu anda, yalnız Amerika’da 36 milyondan fazla insan çöpten ekmek ve elbise topluyor, köprü altında veya caddelerde banklar üzerinde yatıyorlar. Orada, yalnız 600 kişi milyarder. Servetlerin çoğu bunların elindedir. Bundan dolayı yakın bir zamanda hadaratlar çatışması meydana gelecektir. Özellikle İslam hadaratı ile batı hadaratı arasında çatışma meydana gelecektir. Hadaratların çatışmasından söz ederler, fakat ideolojilerin çatışmasından söz etmezler. Çünkü ideolojiyi devlet taşır ve diğer ideolojik devletle çatışır. 1991’e kadar batı devletleri ile Sovyetler birliği arasında ideolojik çatışma vardı. Zira ideoloji hem akide hem de bundan fışkıran nizamdır. Bu nizamı uygulayan ve taşıyan devlettir. Hadarat ise, toplumun ilişkilerinde ve fertlerin davranışlarında görülür. Devlet olmasa bile, hadarat toplumda devam edebilir. İşte, batılılar 1924’te İslam devletini yıkınca ideolojik çatışmayı sona erdirdi. Ondan sonra hadarat çatışması başlattılar. Zannettiler ki, İslam ideolojisini hayattan uzaklaştırınca onun hadaratını da uzaklaştırmış olacaklardı. Fakat son senelerde bunu yok edemeyeceklerini fark ettiler. İki aya yakın Almanya’nın bir bölgesinde eğitimciler ve bununla uğraşan kimseler “İslam terbiyesi, batı terbiyesine meydan okuyor” başlığı adı altında bir seminer düzenlediler. Artık yeter ey Müslümanlar! Batı saldırıyor ve siz ona karşı sessiz kalıyorsunuz. Oysa silahınız olan İslam çok güçlüdür. Hadaratınız daha yüksektir. Değerli sayılan kıymetler, ancak sizin İslami değerlerinizdir. O sebeple açıkça ve hiç çekinmeden onlara karşı mücadele vermeniz gerekir. Eziyet görebilirsiniz, ama nihai zafer sizindir. Batı bize saldırırken, başımızdaki sahte devlet adamları, hain yöneticiler batıyı memnun etmeye çalışmaktadırlar. “İslam dini barış dinidir sevgi dinidir, kimseye saldırmaz” “diğer dinlere karşı değildir” “insan hak ve hürriyetleri tanır” ve buna benzer İslam’a zıt sözler sarf ediyorlar. Amerika başbakanı ve İngiltere başbakanı da aynı sözleri söylüyorlar. Çünkü istedikleri budur: İslam bu şekilde dejenere edilsin ve ideolojik vasfı yok edilsin. Hadaratı kalksın ve yüksek değerleri düşsün. Oysa selam yani barış hidayete tâbi olanlara aittir. İnsanlar Müslüman olurlarsa veya İslam hâkimiyeti ve otoritesi altında zımmi olarak bulunurlarsa onlar için selam ve barış vardır. Yoksa onlarla savaş devam eder, ta ki Allah’ın dini hâkim oluncaya dek. “Yeryüzünde fitne (küfür) kalmayıncaya ve kulluk etmenin tümü yalnız Allah’a ait oluncaya kadar savaşın.” (Bakara 193) “Kendilerine Kitap verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.” (Tevbe 29) Allah’ın gazabına uğrayan ve nefret ettiği kafirleri bir mümin sevebilir mi?! “Ey iman edenler! Eğer benim yolumda savaşmak ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanlara sevgi göstererek, gizli muhabbet besleyerek onları dost edinmeyin. Oysa onlar, size gelen gerçeği inkâr etmişlerdir. Rabbiniz Allah’a inandığınızdan dolayı Peygamber’i de sizi de yurdunuzdan çıkarıyorlar. Ben, sizin saklı tuttuğunuzu da, açığa vurduğunuzu da en iyi bilenim. Sizden kim bunu yaparsa (onları dost edinirse) doğru yoldan sapmış olur. Şayet onlar sizi ele geçirirlerse, size düşman kesilecekler, size ellerini ve dillerini kötülükle uzatacaklardır. Zaten inkâr edivermenizi istemektedirler.” (Mümtehine 1-2) Batı memleketlerinde yaşayan Müslümanlar ise Batılılarla savaşmazlar, fakat onlara net şekilde ve olduğu gibi İslam davetini yüklenirler. Çünkü bu onlara farzdır. Hiç çekinmeden ve korkmadan İslam ideolojisinin, hadaratının, yaşam tarzının ve yüksek değerlerinin eşsiz olduğunu sözde ve amelde göstermelidirler. Bu mücadelede yalnız Allah’a dayansınlar ve tevekkül etsinler.
Esad Mansur