Türkiye Başbakanının İran’a Yaptığı Ziyaret:

Bunun boyutları nelerdir? Özellikle Suriye halkına karşı iki ülkenin gerçekleştirmiş olduğu antlaşmanın tehlike boyutu nedir?

Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı A. Davutoğlu İran’a gerçekleştirmiş olduğu ziyaretinin ilk günü, yani 5 Mart 2016 tarihinde İran Cumhurbaşkanı H. Ruhani ile görüştü ve şu ifadeleri kullandı; “bölgemizde şuanda söz konusu olan istikrarsızlıkları, terör tehdidini ve kardeş kavgasını da engellemek üzere ortak bir zeminde buluşmamız kolaylaşacaktır’’. Ardından şunu vurguladı; ”Bölgemizdeki kardeş kavgasının sona ermesi, etnik ve mezhep çatışmalarının durması için Türkiye ve İran’ın ortak bazı perspektifler geliştirmesi büyük önem taşır”. Böylece ziyaretinin maksadı açıklanmış oldu. İran Cumhurbaşkanı Ruhani ise şöyle dedi: “İran ve Türkiye’nin ortak çıkarları vardır, terörle savaşmak için iki ülkenin birbirleri ile koordine etmesi ve yardımlaşması üzerine çalışmaları yoğunlaştırmalıdır. Zira terör her ikisinin de ortak düşmanıdır”. Böylece her iki taraf ortak bakış geliştirmek, birbirleri ile koordine etmek ve yardımlaşmayı hedef edindiklerini alenen ilan etmiş oldular. Bunun anlamı şu şekilde yorumlanabilir. Her iki ülke arasında var olan husumet ve yoğun siyasi sataşmalara rağmen dış siyasette hemfikir olarak beraber yürüyebilmektedirler. Dolayısıyla siyasi sataşmalarının, aralarındaki ilişkiye zarar vermediği ortaya çıkmış oldu.

Bakışları başka tarafa çevirmek için bu sataşmaları yaparlar, medya bununla meşgul olsun istenilir ve bu şekilde gerçek gizlenmiş olur. Örneğin; dikkatler çıkar meselesine yoğunlaştırılır. Bu nedenle Davutoğlu şöyle bir açıklama yaptı; ”İran’a uygulanan ambargonun, yaptırımların kaldırılması sonrasında Türkiye ile İran arasında 35 milyar dolarlık bir ticaret hacmine ulaşılması hedefleniyor”. Ziyaretle ilgili zamanlama konusu ve İranlı sorumlularla görüşmelerinin içeriğini yine şu şekilde vurguladı; “İran’a uygulanan ambargonun, yaptırımların kaldırılmasından sonra iki ülke arasındaki ilişkide yeni dönem başlamıştır”. Türkiye’yi Avrupa’ya açılan bir İran kapısı olarak, İran’ın ise Asya’ya açılan bir Türkiye kapısı olarak gösterildi. Tüm bunlar Türkiye ve İran açısından, transit geçit ve lojistik destek bağlamında fayda sağlayacağı umut edildi.  

Genelde, devletlerarasında ticari ve ekonomik ilişkileri geliştirme konusunun arka planında, siyasi maksat yatıyor. Bu da Türkiye ve İran ilişkilerinde görülür. Siyasi konularda anlaşmalar, koordinasyon, yardımlaşmak, ortakça hareket etmek ve ticari ve ekonomik ilişkileri geliştirmek adı altında örtülmeye çalışılır. Böylece iki ülkenin tarafları menfaat ve milli çıkarları gerçekleştirmek adına, iki düşman veya iki rekabetçi arasındaki ortakça siyasi çalışma zaruri olarak, görülmesi gerektiği ima edilmiş olunur. Sanki bu ana hedef doğrultusunda gerçekleşebilecek her şey yasaldır ve bunun arkasında ne olup biten mevzular önem arz etmemektedir. Buna verilebilecek başka bir örnek ise Türkiye’nin menfaatleri uğruna, Erdoğan’ın Yahudi varlığı ile gerçekleştirmiş olduğu ilişkidir. Bu menfi ilişki menfaat ve çıkar bahanesi ile örtülmek istenir. Oysa bu düşman varlığı, 2010 da Mavi Marmara gemisi üzerinde 10 Müslüman Türkü katletmesine rağmen, intikam söz konusu olmamakla beraber yalnız düşmanın özür dilemesi beklendi. Yine Erdoğan döneminde bu düşman, 2008 ile 2014 yılları arasında Gazze’ye üç kez savaş açtı ve Gazze’yi yıktı ve binlerce kişiyi öldürdü. Erdoğan ise Gazze’ye, fiilen değil konuşmakla ve çok bağırmakla yardım ettiğini zannetti. Bütün bu olaylara rağmen Yahudilerle ilişkileri devam ettirdi, hatta daha da pekiştirdi. Erdoğan bununla alakalı olarak 14. Aralık 2015 tarihinde şöyle konuştu;” Türkiye ile İsrail yakınlaşması, bölge için hayati önem taşımaktadır”.  

Yine Türk ve İran ilişkileri, iki taraf arasında ne kadar husumet ve gerginlik söz konusu olursa olsun asılda yani fiilde farklı olduğu görülmektedir. Sözleri ile fiilleri birbirleri ile çelişse de, neticede menfaatleri uğrunda anlaştıkları gözlemlenmektedir. İran 2013 yılından beri Suriye’nin laik ve kafir rejimini korumak adına Müslümanlara saldırmasına rağmen, Türkiye ilişkilerini İran’la pekiştiriyor. Oysa İran’ın Lübnan’daki Partisi, Irak’tan ve Afganistan’dan topladığı Şiileri, Müslümanlara saldırttı. Bunlar ise cahil, şaşkın, kalpleri kinle doldurulmuş ve zihinleri yalan iddiaları ile kandırılmış kişilerdi. Hepsi büyük şeytan olan Amerika uğrunda savaşarak Müslümanları katletmeye başlamışlardı. O esnada Ahmet Davutoğlu Türkiye Dışişleri bakanı sıfatıyla İran’ı ziyaret ederek İran rejimiyle ilişkileri pekiştirdi. Hatta o esnada Dışişleri Bakanlığının sözcüsü Levent Gümrükçü 28.11.2013 tarihinde “Suriye krizini çözmek için yardımlaşmak üzere Türkiye ile İran arasında tam mutabakat vardır…” diyerek amaçlarını vurgulamış oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise 7. Nisan 2015 tarihinde İran Cumhurbaşkanı Ruhaninin daveti üzerine, iki devlet arasındaki stratejik yardımlaşma konseyi toplantısına katılmak üzere İran’ı ziyaret etti. İşte Türkiye ile İran arasındaki ilişkiler o kadar ilerledi ki, hatta bu her ikisi arasında stratejik yardımlaşma konseyi kurulmasına sebep oldu!

Bunun manası aslında, her iki devletin tam müttefik olduğunu göstermesidir. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu o tarihte şöyle dedi; ”İran, Türkiye için önemli ve kardeş bir ülkedir.  Bu ülkeyle bağlarımızın ne kadar güçlü olduğu sorgulanamaz. İki ülke arasındaki ilişkilerin kapsamı büyüktür”. İşte iki ülke arasında bazen meydana gelen sataşmalar veya tenkitler ciddiye alınmamalıdır. Çünkü gerçeği yansıtmamaktadır ve aralarındaki ilişkileri kesinlikle etkilememektedir. Dışişleri Bakanı’nın dediği gibi ilişkiler güçlü ve hiç bir kimse buna itiraz edemez ve sorgulayamaz. Bazı meselelerde ihtilaf söz konusu olduğunda o iç siyasetle ilgilidir, dış siyaseti etkilemez.

Bunun nedeni ise İran ve Türkiye’nin Amerika’nın yörüngesinde yürümesidir. Her birisi Amerika’nın uydusudur. Her biri Amerika hesabına bir rol oynamaktadır. Dış siyasette Amerika’nın çizgisi doğrultusunda yürüdükleri için koordineli olarak beraber çalışırlar. Ara sıra meydana gelen sataşmalar ve tenkitler ise aslında siyaseti kavramayan basit, duyguları kendi akıllarına galip gelen ve bu nedenle gerçekleri çeviren saf insanları kandırmak içindir. Zira o tenkitler vakaya ve o iki ülkenin beraberce yaptıkları işlere uymaz.  

İran’a, Türkiye Başbakanın ziyareti, Suriye’de 27-28 Şubat 2016 gecesinde savaşı durdurmakla ilgili Amerika’nın ve Rusya’nın ateşkes ilanının akabinde gerçekleşmesi manidardır. Ayrıca Suriye için Cenevre’de görüşmeleri başlatacakları ilan edildikten sonra yapıldı. Zira Amerika bu ateşkes ilanı ve görüşmeleri başarıya götürmek ve bilhassa kendi planını uygulamak için, bölgedeki Türkiye ve İran gibi kendi yörüngesinde yürüyen devletleri bir araya getirip bütün ağırlığını koymak istedi. Nitekim 14. Kasım 2015 tarihinde Viyana konferansında Amerika’nın yanında Türkiye ve İran bulunuyordu ve Amerika’nın Suriye için ortaya attığı planı onayladılar, konferansın ortak bildirisini de imzaladılar. Bu plan ve bildirinin ilk bendinde; Suriye devletinin laik kimliğinin korunması geçmektedir. Oysa laiklik küfürdür ve bu kuruluşlar cani ve zalimdir. İran’a, Davutoğlu’nun gerçekleştirdiği ziyarette vermiş olduğu demeçler ile Ruhaninin verdiği demeçlerden maksat bu olduğu ortaya çıkmış oldu. Bu ise; Amerika ve Batı nüfuzundan ve egemenliğinden bölgeyi temizlemeye, Suriye rejimi ve Batıya bağlı veya uyan diğer rejimleri düşürmeye ve yerine Raşidi Hilafet Devlet’ini kurmaya çalışan ve mücadele eden samimi İslami hizip ve hareketle savaşmaktır. Amerika, Türkiye, İran, Suudi Arabistan ve diğerleri bu hedefte birleşiyorlar ve beraberce yürüyorlar.

Böylece İran’a, Türkiye Başbakan’ın ziyareti, Suriye’de Amerikan planını uygulamak için beraberce hareket etmeleri üzere Amerika’nın direktifiyle gerçekleşti. Yani her ikisi çatışmadan rolünü yapsın ve ilan ettikleri tam mutabakat doğrultusunda olsun diye.  

Amerika Müslümanlara hazırladığı zehirli yemeği pişirinceye kadar, İran direk olarak Suriye rejimini destekleyerek savaşta devam etmesi, Türkiye ise oradaki devrimci grupların ateşkesi kabul etmeleri ve bozmamalarını ve Amerikan planını kabul etmelerini bu gruplara baskı yaparak, Müslümanların devrimine karşı savaşta beraberce hareket etmesi istenilmektedir. Nitekim Amerika beş seneden beri en büyük başarı olarak bunu saydı.

Yine İran’a, Türkiye Başbakanın ziyareti İran ile Suudi Arabistan arasında arabuluculuk yapmak için yapılmış da olabilir. Başbakan’ın yukarıdaki demeçlerinden bu anlaşılabilir. Nitekim Türkiye hem İran’la hem de Suudi Arabistan ile stratejik ortaklığı kurmuştur ve ikisinin arasında köprü vazifesini üstlenmiştir. Yanı sıra İran ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkiler kesilince Davutoğlu 5. Şubat 2016 da, Türkiye’nin iki ülke arasında arabuluculuk yapmaya hazır olduğunu bildirdi. Amerika Dışişleri Bakanı John Kerry 5. Şubat 2016 tarihinde Suudi Arabistan’ın ikinci veliaht Kralı Salman oğlu Muhammed ve Dışişleri Bakanı El- Cubeyr ile telefonla görüşme yaparken İran’la barışmasını ve tekrar ilişki kurmalarını istedi. Suriye konusunda beraber çalışmaları, gerginliği gidermek ve sükûneti sağlamak ve beraberce bölgenin bütün sorunlarını çözmek için çalışmayı sürdürmeye çağırdı. Akabinde Kerry 23. Şubat 2016 tarihinde, Suudi Arabistan’a ziyaret gerçekleştirdi ve İran’la ilişkisini tekrar kurmasını şu şekilde talep etti; ”ABD Suudi Arabistan’ın İran ile arasındaki diplomatik ilişkileri tekrar kurmayı umuyor”. Zira Amerika İran’ı ve onun rolünü bölgeye kabul ettirmek için çok çalıştı, bunun için Nükleer programıyla ilgili sorunu çözdü. Zira Avrupa ve Yahudi varlığı bu konuda çok baskı yapıyorlardı. Amerika bu baskılardan kurtulup kendisine bağlı İran’ı onların saldırılarından kurtardı. Amerika İran’ın bölgede tabii bir şekilde yürümesini ve kendi planlarını uygulamasını sıkıntı olmadan gerçekleştirebilmesini hedef edindi.   

İşte, İran’a Türkiye Başbakan’ın ziyareti başta Amerikan planı Suriye’deki İslami devrimi yok etmek üzere ortakça çalışmaları, yardımlaşmalarını pekiştirmek ve ateşkesin bozulmaması, laik rejimi ve bunun pis neticelerini korumak üzere devrimci gruplara baskı yapmak ve ileride Amerikan’ın Suriye için koyacağı anayasayı onlara kabul ettirmek için yapıldı. Nitekim bu anayasa, Irak’ta koyduğu anayasaya benzer olabilir. Etnik ve mezhepçi paylaşma yönetimi ortaya atacağı gözüküyor. Böylece Amerika 45 sene boyunca kâfir Nusayri Alevi etnik gurubunun söz sahipliği ve bekasını korumaya çalışacaktır. ABD Başkanı Obama buna açıkça değinerek şöyle dedi; ”Önemli olan azınlıkların haklarını ve özellikle Alevilerin haklarını korumaktır”. Böylece Suriye Müslüman halkı Amerika hesabına çalışan azınlıkta bulunan kâfir ve zalim bir etnik guruba mahkûm kalırlar.

Yine İran’a, Türkiye Başbakan’ının ziyareti İran ile Suudi Arabistan arasında arabuluculuk yapmak için gerçekleşti. Amerika, İran ve Suudi Arabistan ile anlaşarak ve yardımlaşarak gürültü olmadan Suriye ve Yemen’de kendi planlarını uygulamaya çalışmaktadır.

Bu nedenle, güya iki İslami memleket aralarında yardımlaşma ve çıkarları gerçekleştirme konusu kimseyi kandırmasın! Sanki bu Müslümanlar için hayırlıdır! Oysa hepsi aldatmadır. Şam’daki İslam ümmetinin mübarek devrimini yok etmek için Amerika entrikalarını çevirmesini sağlamak üzere siyasi kavrayışa sahip olmayan basit insanları kandırmaya yöneliktir. Hâlbuki Şam memleketlerinde öyle samimi, uyanık, dayanıklı ve sabit adamlar var ki Allah’ın izniyle ve yardımıyla bütün bu entrikaları suya düşürecekler ve Nübuvvet minhacı üzere Raşid-i Hilafeti Devleti’ni kuracak ve Allah’ın sözünü yükseltecek ve hükmünü uygulayacaklar.

Esad Mansur