-66-
İnanmak istemeyen kimsenin hali

Yahudilerin Allah’ın ahdini bozmaları:

ولقد أنزلنا إليك آيات بينات وما يكفر بها إلا الفاسقون.(99) أو كلما عاهدوا عهدا نبذه فريق منهم بل أكثرهم لا يؤمنون.(100) ولما جاءهم رسول مصدق لما معهم نبذ فريق من الذين أوتوا الكتاب كتاب الله وراء ظهورهم كأنهم لا يعلمون.(101)
“Andolsun ki sana apaçık âyetler indirdik.
(Ey Muhammed!) bu ayetleri ancak fâsıklar inkar eder. Ne zaman onlar bir antlaşma yaptılarsa, yine kendilerinden bir kısım veya grup onu bozmadı mı? Zaten onların çoğu iman etmez.
Allah tarafından kendilerine, yanlarında bulunanı tasdik edici bir elçi gelince Ehl-i kitaptan bir grup, sanki Allah’ın kitabını bilmiyormuş gibi onu arkalarına atıp terk ettiler.” (Bakara 99, 100, 101)
Fâsık’ın manası; dinden çıkandır. Arapça lügatte “feseke” ayrıldı ve bir yerden çıktı anlamına gelir. Kısmen fâsık olan; dinin bir kısmını uygulamayan kimselerdir. Mutlak şekilde fâsık olan kimse dinden veya haktan ayrılandır. Burada, Allah Celle Celaluhu’nun ayetlerini inkar ederek kafir olan veya bu ayetleri reddeden kimse fâsık olur. İşte, Yahudiler ve diğer ehli kitaplar, Allah Celle Celaluhu’nun ayetlerini reddettikleri için kafir oldular. Kafir olmak; inkar etmek veya reddetmek veya gerçeği örtmek manasında geçmektedir. Bir kısım Yahudiler Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’e dediler ki; eğer bu hususta bize bir ayet getirirsen sana inanırız. Allah’u Teala onlara şöyle cevap veriyor: Ayrıca, şimdi ve daha önce hep böyle söz verdiniz, sonra sözünüzü bozuyorsunuz. Çoğunuz Allah’ın ayetlerine inanmıyorsunuz. Musa, İsa ve diğer peygamberlere verdiğiniz sözleri hep bozdunuz. Resul (Hz. Muhammed Aleyhisselam’a gelince onu inkar ettiniz. Oysa Tevrat’ı onaylayan kitabı (Kur’an’ı) size getirdi. Siz bunu bildiğiniz halde arkanıza attınız. Bilmezlikten geldiniz.
Allah’u Teala, bize ehl-i kitap, Yahudiler ve Hristiyanların Kur’an’ı arkalarına attıklarını bildiriyor. Bunun manası; görmezlikten ve bilmezlikten gelmektir. Kinleri ve hasetlerini bir kenara atıp şartlı olmaksızın Kur’an’ı önlerine koyarak düşünseler ona inanırlar idi. Fakat şartlı olup, inanmak istemedikleri için yüzüne bile bakmak istemezler. Bir şeye inanmak istemeyen kimsenin hali böyledir. Bugün Kur’an ayetlerinin vakıalara mutabıklığını; İslam’ın meseleleri nasıl tedavi ettiğini gösterirsen, yönetimle, ekonomiyle ve dış siyasetle ilgili vs. inanmak istemeyen kimse, seni hiç dinlemek istemez ve gösterdiğin delile de itibar etmez. Bununla ilgili bir neşriyat versen dahi, hiç okumaya bile lüzum duymaz. Oysa hak ve hakikati kabul edebilmek için en önemli husus şartlı olmayıp insaflı olmaktır.