Soru:

Siz siyasi konularla iştigal eden bir şahsiyetsiniz, fıkıhla niye iştigal ediyorsunuz? Yoksa fıkıh ve siyaset birbirinden ayrılmaz mı?

Cevap:

Evet, fıkıh siyasetten kesinlikle ayrılmaz. Nitekim fıkıh şeri delilerden pratik meseleler için istinbat edilmiş, çıkarılmış şeri hükümlerin ilmidir. İçtihadın ürünüdür. Bu hükümler birer fikirlerdir. Siyaset insanların işlerini fikirle gütmektir, yürütmektir. Siyasetçi Müslüman siyaseti, İslam fikir ve fıkhıyla yürütür.
Resulullah (sav) şöyle buyurdu:
«كَانَتْ بَنُو إِسْرَائِيلَ تَسُوسُهُمْ الْأَنْبِيَاءُ كُلَّمَا هَلَكَ نَبِيٌّ خَلَفَهُ نَبِيٌّ وَإِنَّهُ لَا نَبِيَّ بَعْدِي وَسَتَكُونُ خُلَفَاءُ تَكْثُرُ» قَالُوا: فَمَا تَأْمُرُنَا؟ قَالَ: فُوا بِبَيْعَةِ الْأَوَّلِ فَالْأَوَّلِ وَأَعْطُوهُمْ حَقَّهُمْ فَإِنَّ اللَّهَ سَائِلُهُمْ عَمَّا اسْتَرْعَاهُمْ».
“ İsrail oğulları Nebiler, peygamber tarafından siyaset ediliyordu. Bir Nebi vefat edince onun yerine başka bir Nebi geçerdi. Benden sonra hiç bir Nebi gelmeyecektir, Halifeler olacak ve çoğalacaklar”. Dedilerki: bize ne emredersin? Dediki: “ilk biat edilene vefakârlık gösterin ve haklarını verin. Muhakak ki Allah onları güttüklerinden soracaktır”. (Müslim)
Resulullah (sav) devlet başkanı olarak insanların işlerini Kuran’da ve Sünnette kendisine ne vahyedildiyse onlarla yürütüyordu. Bu gün fıkıh denilen şey siyasi meseleler idi. Ya direk Kuran’da geçti ya da Resulullah (sav) onları uyguladı veya söyledi. Ondan sonra gelen Raşidi Halifeler bunları uyguladılar, ayrıca icmaları, icma-i sahabe vardı, bu da sünnetten bir parçadır. Ayrıca içtihatları vardı, şeri delillerden pratik meseleler için şeri hükümler çıkarıyorlardı, bu da fıkıhtır. Bütün fıkıh siyaset idi. Hilale göre oruç tutmak fıkhı bir meseledir, Resulullah (sav) yanına bir Müslüman gelip hilali gördüm deyince bütün Müslümanlara oruç tutun emri verdi, bu fıkıh siyaset oldu. Bir kişi sadaka istedi, güçlü olduğu için vermedi, ona bir balta ve ip verdi ve git odun topla ve sat dedi. Güçlü olana sadaka verilmez, iş verilir; bu fıkıhtır aynı anda siyasettir. İşte fıkıh uygulanınca siyaset olur.
Halife Ebu Bekir aynı anda üç defa boşadım demeyi bir talak, bir boşama olarak saydı, bu bir fıkıhtır, aynı anda bunu uyguladı, siyaset oldu. Miras meseleleri vardı, içtihat yaptı, bu fıkıhtır, aynı anda uyguladı, siyaset oldu. Ganimetleri eşitçe dağıttı, bu bir fıkıhtır, onu uygulayınca siyaset oldu. Ömer halife olunca içtihatları farklı idi; üç boşamayı üç boşama olarak saydı, ganimetleri eşitçe dağıtmadı, İslam’a daha fazla hizmet eden ve Resulullaha daha yakın olana daha fazla veriyordu, fıkhi meselelerşn hepsi siyaset oldu. Abbasi Halife Harun-ur Reşid İmam Ebu Yusuf’un ekonomiyle ilgili Elharaç fıkıh kitabını uyguladı, siyaset oldu. Osmanlı Devleti Hanefi fıkhını uyguladı, bu şekilde bu fıkıh siyaset oldu. 1300 senedir çoğalan Halifeler İslam fıkhını uyguladılar, bu fıkıh uygulanınca siyasete dönüştü.
Hatta kâfirler kendi fikirlerini uyguluyorlar, küfür akidesi olan laiklik; dini hayattan ayırma esasına dayanarak kendi çıkarlarını düşünerek, hürriyetler ilkesini kullanarak yasama organı olan mecliste kanun çıkarıyorlar ve onu uygulamak üzere yöneticilere sunuyorlar ve bu şekilde siyaset oluyor, buna demokratik siyaset diyorlar, çünkü halk namına bir grup insanlar dini hayattan ayırarak bir teşri çıkarıyorlar ve yürütme organı olan başkan ve hükümet uyguluyor.
Bu nedenle İslam’daki fakihler ve müçtehitler hepsi birer siyasetçi idiler, ya kendileri yönetici oldular, ya da yöneticileri hesaba çekiyorlardı veya onlara fikir gösteriyorlardı. Halifeler ve valiler birer müçtehit ve en az birer fakih idiler. İslam ruhani siyasi bir akideye dayalıdır, bundan hayat nizamı fışkırır. İslam laiklikle hiç bir şekilde bağdaşmaz, birbirine zıttır. İslam imandır. Laiklik ise küfürdür, çünkü dini hayattan, devletten ve siyasetten uzaklaştırır.
Bir fakih veya fıkıhla iştigal eden Müslüman siyasetle iştigal etmezse, siyasetçi olmazsa günahkâr olur. Bir siyasetçi İslam’a inandığı halde İslam fıkhına dayanmazsa günahkâr olur, bunu inkar ederse kafir olur.
Bazılar bize sırf siyasetle uğraşıyorsunuz, fıkhı bilmiyorsunuz dediler! Bu konuyu anlamadıklarından dolayı böyle söylediler. Ayrıca çok fıkhi meseleleri anlatıyoruz, ama uygulamak için anlatıyoruz. Ne kadar siyaseti anlıyoruz o kadar fıkhı anlıyoruz. İslam’daki bütün nizamlar, yönetim, ekonomi, içtimai, öğrenim, ukubat (cezalar) vs. hepsi fıkıhtır, aynı anda siyasi fikirlerdir.
Üstelik her Müslüman hayatını İslam’a göre yürütmelidir, şeri hükümle kayıtlıdır, zira kendisi hür değil, başkasının kulu değil, Allah’ın kuludur. Bu nedenle en az kendi hayatıyla, işiyle, şahsi ve ailevi meselelerle ilgili şeri hükümleri, fıkhı öğrenmelidir. Dava adamı olunca her konuda şeri hükmü gösterebilen bir kimse olmalıdır. Zira kendisi siyasetçidir, insanları bu fıkıhla yürütecektir.
İslami Şahsiyet kitabında, 1. Ciltte İslami Şahsiyet konusundan şu yazıyı aktarmakta fayda görüyorum:
“ Müslüman İslami akliyet (zihniyet) ve İslami nefsiyete sahip olduğu zaman kendisinde merhameti ve sertliği, zühdü ve nimetlerden istifade etmeyi bir arada toplayabilen, hayatı doğru bir şekilde anlayan, hakkıyla dünya hayatına egemen olan, ahireti kazanmak için bütün gücüyle çalışan olur.
Bu nedenle ona ne dünyaya tapanların sıfatları, ne Hint çilekeşliği, ne de dünyadan elini eteğini çeken kimsenin sıfatları ona galip gelir. O cihatta kahraman iken aynı zamanda mihrabın dostudur.
Güçlü olduğunda da mütevazıdir. Liderlik ile fakihliği, ticaret ile siyaseti bir arada barındırır. Onun özelliklerinin en üstünü onu yoktan yaratan Allah’ın kulu olmasıdır..”.
Esad mansur