Daveti Yüklenenlerin İşi
-82-
Cahillerin akıl dışı mucizeleri istemeleri:

وَقَالَ الَّذِيۡنَ لَا يَعۡلَمُوۡنَ لَوۡلَا يُكَلِّمُنَا اللّٰهُ اَوۡ تَاۡتِيۡنَآ اٰيَةٌ ؕ كَذٰلِكَ قَالَ الَّذِيۡنَ مِنۡ قَبۡلِهِمۡ مِّثۡلَ قَوۡلِهِمۡؕ‌ تَشَابَهَتۡ قُلُوۡبُهُمۡ‌ؕ قَدۡ بَيَّنَّا الۡاٰيٰتِ لِقَوۡمٍ يُّوۡقِنُوۡنَ‏ اِنَّاۤ اَرۡسَلۡنٰكَ بِالۡحَـقِّ بَشِيۡرًا وَّنَذِيۡرًاۙ‌ وَّلَا تُسۡـَٔـلُ عَنۡ اَصۡحٰبِ الۡجَحِيۡمِ‏
“Bilmeyenler dediler ki; Allah bizimle konuşsun veya bize bir ayet (mucize) gelsin! Onlardan öncekilerde aynı şeyi söylediler, kalpleri ne kadar birbirine benzedi! Oysa yakinen ve kesin olarak inananlar için ayetlerimizi gösterdik. Doğrusu biz seni Hak (Kur’an) ile müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Sen cehennemliklerden sorumlu değilsin.” (Bakara 118-119)
Bilmeyen kimselerin manası; düşünmeyenlerdir. Çünkü çok kimse ilim ve bilgi sahibi olduğu halde Allah’u Teala’nın birliğini, Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in O’nun elçisi olduğunu inkar ediyorlar. Bunlara cahilliye sıfatı verilir. Allah’u Teala’nın ve Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in hakikatini kabul etmeyenler cahili kimseler sayılırlar.
Cahilî kimseler kâinat, hayat ve insanın yaratılışını düşünmek istemeyenlerdir. Bunlar aklen inanmak istemiyorlar. Kendileriyle Allah’ın konuşmasını istiyorlar. Oysa insan dünyada her hissettiği şeyi düşünürse Allah’ın varlığını idrak eder. Zira her şey bir yaratıcıya muhtaç, sınırlı, eksik ve aciz olduğunu ve de hiçbir şeyi yaratmaya gücünün yetmeyeceğini idrak eder.
Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in peygamberliği Kur’an’ın mucizeliğinden anlaşılır. Hiçbir kimse Kur’an’ın nüzulünden bu yana Kur’an gibi bir benzerini getiremedi. Öyle ise, Kur’an Allah Celle Celaluhu’nun kelamıdır. Onu getiren Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem O’nun elçisidir. Aklen insan bu gerçeği idrak eder. Ama inat edenler inat etmelerinden dolayı cahil ve bilmeyen olarak bu gerçeği kabul etmek istemezler. Bunlar hiç akıllarını kullanmak istemiyorlar. Israrla; “Allah’ı bize göster, Allah bizimle konuşsun” veya “bize bir mucize indir” şeklinde kaçamak yollara başvururlar. Bunu cahili Araplar ve onlardan önce Yahudi ve Hıristiyanlar söylediler. Bu nedenle ayette Allah’u Teala; “kalplerinin birbirine benzediğini” söylüyor. Kalpten maksat; akıllar kastedilmektedir. Çünkü insan düşünerek söylemektedir. Sözlerin çıkış sebebi akıldır. İnat; bir şartlanmadır, ayrıca sebebi duygusallıktır. Eğer insan bir şeyden nefret ederse onu kabullenmemek için inat eder. Bu nedenle kalp kelimesi kullanılmış olur. Zira insan kalbini kapatırsa aklını çalıştıramaz.
İnadın sebepleri çoktur: Bunlardan bazıları; kibirlenme, çıkar, liderlik sevgisi, kendi cemaatine taassup, diğerlerini çekememe, haset, izzeti nefis, şehveti ve zevki tercih etme gibi hususlardır. Bu nedenle insanın kalbi kör olur, gerçeği gördüğü halde inanmak istemez. Bu nedenle insan düşünmek istemez, kulaklarını hakikati duymaktan veya gözlerini bunu görmekten kapatır. Her asırda insanlar aynıdır, ancak araç ve gereçler değişir. İnsanın mahiyeti asla değişmez. Bu asırdaki insanlar o eski insanlar gibi söylüyor ve davranıyorlar. İtalya Başbakanı Berlusconi, Batının homoseksüelliğini ve değerlerini İslam’ın iffet ve değerlerinden üstün göstermeye çalıştı. Sergilediği tavır, tamamen Lut Kavminin içerikleriyle benzeşir özelliklere sahiptir. ABD Başkanı George Bush; homoseksüelliği, zinayı, oburluluğu, kibirlenmeyi, diğer insanları hiç saymayı İslam’ın yüksek değerlerinden daha üstün kılıyor. Bütün bu insanlar eskiden olduğu gibi bu asırda da aynı şeyleri söylüyor ve tutumu sergiliyorlar.
Allah’u Teala kesin bir şekilde; “yakinen ve kesin olarak inanan kimseler için ayetleri belirttik” diyerek akıl sahiplerinin akıllanmaları, akıllarını kullanmaları ve bu ayetleri görmelerini istemiştir. Kur’an’ın ayetlerini herkes idrak edip, kesin bir şekilde tasdik edebilir. Fakat inat edenler ayetleri görse de buna inanmak istemezler. Bu tip insanlar İsrailoğulları gibidirler. Zira onlar Hz. Musa’dan Allah’ı görmeyi de istemişlerdi.
Aklını kullanan kimse kesin bir şekilde inanır ve tasdik eder. Aklını kullanmayanlar ise kesin bir şekilde inkâra yönelir, inatlaşır ve şüpheye düşer. Oysa akide için kesin tasdik şarttır. Bundan dolayı akidenin delilleri kesin olmalı ki; iman gerçekleşmiş olsun. Aksi takdirde iman gerçekleşmiş olmaz.
“Ayetleri gösterdik veya belirttik” sözünden kast; delillerin kesinliğidir. Kesin delile bağlılık şüphesiz bir imanı doğurur.
Allah’u Teala bu inatçılara karşı Resulünü rahatlatıyor ve ona; bu cehennemliklerden seni sormayacağız; neden inandıramadın, neden inanmadılar denmeyecek?! Bu konuda hiçbir suçunun olmadığı, görevinin yalnız insanları uyarmak, müjdelemek, Allah’ın azabından sakındırmak, korkutmak ve cennetle müjdelemek olduğu, bunun dışında başka bir şeye gücünün yetmeyeceği bildirmektedir. Eğer inanırsanız sizin için cennet vardır deyip müjdelersin ve onlar için başka bir şey yapamazsın. Onlar hesaba çekilecekler ve inanmadıkları takdirde cehennemlikler olurlar. Hâlbuki seni hakla gönderdik, sen gerçek Resulsün ve seninle beraber olan Kur’an da haktır.
Bugün daveti yüklenenler için de bu ayet geçerlidir. Çünkü Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in yüklendiği daveti ve bu daveti onun metoduyla yüklenmek farzdır. Ahzap suresi 21. Ayette Resul Sallallahu Aleyhi Ve Sellem bize güzel bir örnek olarak sunulmaktadır. Birçok surede daveti yüklenmekle ilgili ayet mevcuttur.
وَمَنۡ اَحۡسَنُ قَوۡلًا مِّمَّنۡ دَعَاۤ اِلَى اللّٰهِ وَعَمِلَ صَالِحًا وَّقَالَ اِنَّنِىۡ مِنَ الۡمُسۡلِمِيۡنَ‏
“(İnsanları) Allah’a çağıran, salih ameli yapan ve “Ben Müslümanlardanım” diyenden kimin sözü daha güzeldir? (Fussilet 33)
Öyleyse bugün daveti yüklenenlerin işi aynıdır: İnsanları cehennem yolundan alıkoymak ve cennetle müjdelemek. İnsanları küfür, fısk, fücur ve günahtan vazgeçirmeye çalışırken veya daveti taşımaya gayret sarf ederken sadece cennetle müjdeleriz. Çıkar, makam veya başka bir şey vaat etmeyiz. Kuran ve Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem yalnız cenneti vaat etmiştir. Bu şekilde insanlar dünyevi bir hususa bağlanmazlar, ahiret ile ilgili bir hususa bağlanır. Ölüme kadar buna bağlı olurlar. Ama çıkar, makam veya başka şey için inandığı takdirde çıkar temin edemezse veya zarar görürse vazgeçer. Ayette Allah Celle Celaluhu bunu şöyle belirtmektedir:
وَمِنَ النَّاسِ مَنۡ يَّعۡبُدُ اللّٰهَ عَلٰى حَرۡفٍ‌ ‌ۚ فَاِنۡ اَصَابَهٗ خَيۡرٌ اۨطۡمَاَنَّ بِهٖ‌ ۚ وَاِنۡ اَصَابَتۡهُ فِتۡنَةُ اۨنقَلَبَ عَلٰى وَجۡهِهٖ‌ۚ خَسِرَ الدُّنۡيَا وَالۡاٰخِرَةَ ‌ ؕ ذٰ لِكَ هُوَ الۡخُسۡرَانُ الۡمُبِيۡنُ‏
“İnsanlardan kimi Allah’a yalnız bir yönden kulluk eder. Şöyle ki: Kendisine bir iyilik dokunursa buna pek memnun olur, bir de musibete uğrarsa çehresi değişir (dinden yüz çevirir). O, dünyasını da, ahiretini de kaybetmiştir. İşte bu, apaçık ziyanın ta kendisidir.” (Hac 11)
Menfaat, makam ve başka dünyevi husus için İslam’a gelen veya davaya gelen fedakârlık gösteremez. Çıkarı, makamı tehlike görürse hemen vazgeçer veya taviz gösterir. O sebeple vazgeçenler, taviz gösterenler, dünyaya bağlananlardan, çıkarlarına veya makamları için var olanlardan olur. Ümmetini, İslam beldelerini, dinini satar. Bu asırda bunların çok örnekleri vardır. Öyleyse sadece cennet ve cehennem ölçü kalmalı ve kullanılmalıdır.
“Cehennemden korkut ve cennetle müjdele! İnanırsa veya şeriata uyarsa ne ala. Hiç kabul etmezse onu bırak, kıyamet gününde ondan sorulmayacaksın çünkü görevini ifa ettin” anlamındadır.