Soru:
Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan’ın yeni parti kurma çabalarını ve bunun arkasında yatan siyasi düşüncenin ne olduğunu, bunu nasıl okumamız gerektiğini açıklar mısınız?

Cevap:

Bu iki kişi yıllarca AK Parti’de siyaset yaptıkları gibi AK Parti ve devlet kurumlarında en yüksek makamlara geldiler. Bu nedenle onların vakıalarını anlamak zor bir şey değildir. Bazı farklar var olmakla beraber fikirleri ve siyasetleri bellidir.
Ali Babacan Ankara’daki bir Amerikan üniversitesi olan ODTÜ’den mezun olduktan sonra Fulbright bursuyla yüksek tahsilini Amerika’da Northwestern Üniversitesi’nde tamamladı. Amerika’da bir finans şirketinde çalıştı.
Böylesi bir kişi demokrat ve laik zihniyetli olup bir bursla Amerika’ya gidip okullarında tahsil yapmışsa ve onların şirketlerinde çalışmışsa onların güvenini almış ve siyasette onlara tabi olmuş olmalıdır. Ancak yine de bunu tekit edecek başka delillerin var olması gerekir.
Bunu tekit eden açık olan şu hususlar gösterilebilir:
Kendisinin açıkladığı gibi “Ağustos 2001’de kurucu üyesi olduğu AK Parti’de 14 yıl MKYK üyeliği yaptı. 3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra 13 yıl Bakanlar Kurulu üyesi oldu.” Bu partinin üç döneminde milletvekili seçildi. AK Parti’nin kurduğu 58. ve 59. hükümetlerde Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanlığı yaptı. AK Parti’nin kurduğu 60. hükümette Dışişleri Bakanı ve Avrupa Birliği ile görüşmelerde Baş müzakereci oldu. AK Parti’nin kurduğu 61. ve 62. hükümetlerde Başbakan Yardımcılığı yaptı. Bu açıdan AK Parti’nin zihniyetine ve siyasetine mensup bir kişi olarak kabul edilir.
Amerikan siyasetini izleyen bir partide böyle görevlerde bulunan bir kişinin Amerika’ya bağlanmış olması gerekir.
08 Temmuz 2019’da AK Parti’den istifa edip, yeni bir parti kurma hazırlığı başlatacağını ilan edince şöyle dedi: “Türkiye’nin bugünü ve geleceği için yeni bir çalışma başlatmak kaçınılmaz hâle gelmiştir… Görevde olduğum dönemlerde partinin kuruluş ilke ve değerlerini hem ülkemizde hem de dünyada inanarak savundum… Son yıllarda ise pek çok alanda yapılan uygulamalar ile inandığım ilke, değer ve fikirler arasında derin farklılıklar oluştu. Aklen ve kalben bir ayrışma yaşadım… İnanıyorum ki karşı karşıya olduğumuz sorunların çözümü, ancak temsil gücü yüksek ve geniş bir kadro çalışmasıyla mümkün olacaktır.” [Haber Türk 16.07.2019]
Fakat fikirleri ve siyasi yönelişi hiç değişmedi. Öyleyse bir parti kuracaksa Amerika’nın çizgisinden çıkmayacak ve mevcut sistemden başka bir sistem seçmeyecektir.
Gösterdiği fikirler aynıdır, yeni bir şey yoktur. Laiklik, Kemalizm ve demokrasiden başka bir şey yoktur.
Bu durumunu şöyle okumak gerekir: “Erdoğan yıprandığı için yedek olarak ortaya çıkmış olmalıdır.” Zira Amerika’nın çizgisinden çıktığını göstermedi. Dolayısıyla savunduğu AK Parti’nin laik ilkelerinden ve Amerika’ya bağlılığından çıkmayacaktır.
Babacan, Mustafa Kemal ile ilgili sorulunca şöyle dedi: “Bu ülkenin uzun vadeli istikrarının, sağlam duruşunun en önemli kaynaklarından bir tanesi Mustafa Kemal Atatürk’ün zamanında kurduğu devlettir. Bunu tartışma konusu bile yapmamak lazımdır.”
Bu sözlerden; daha önce AK Parti’de bulunduğu zamanki gibi Mustafa Kemal’in kurduğu sistemi uygulayıp, savunacağı, koruyacağı ve bu minvalde çalışacağı anlaşılmaktadır.
Yine, ekonomik programlara inanıp inanmadığı sorusuna şöyle cevap verdi: “Doğrusu karşılığı yok, bunun arkasındaki teknik, perspektif ve güven maalesef yok. Türkiye’ye öngörülebilirlikten uzak.” Bu ifadelerden aynı ekonomi sistemini uygulayacağı anlaşılmaktadır. Zira başkasını bulamıyor. İslam’dan da haberi yok, dolayısıyla İslam’daki ekonomi sistemini asla düşünmez.
AK Parti’nin kurucularından olan eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile ilgili olumlu şeyler konuştu, böylece ondan destek aldığını göstermiş oldu. Abdullah Gül’ün parti başkanı olmayacağını söylediğini bildirdi. Soru soran gazeteci “Siz demokrasi, insan hakları ve özgürlükler gibi Batı’dan ortaya çıkmış değerlerden bahsediyorsunuz, fakat Avrupa’da ve Amerika’da milliyetçilik yükseliyor.” Onun cevabı: Türkiye’nin 2008-2009 krizinden çıktığı ve bu krizin bizi etkilemediği şeklinde oldu. Bu ifadelerinden Batı, kendi değerlerini ayaklar altına alırken Babacan’ın Batı değerlerine bağlılığı anlaşılıyor. “Başşar Esat ile görüşür müsünüz?” sorusuna “Bunların hepsinin üzerinde çalışılıyor.” cevabını veriyor. [26.11.2019 Odatv.com] Bunun manası Başşar Esat ile görüşülebilir. Bu cevap da Amerika’ya olan bağlılığı gösteriyor. Çünkü Başşar Esat Amerikan ajanıdır. Amerika onu Rusya, Türkiye, İran ve gruplarıyla korudu. Bu da Suriye’deki rejimin düşmesini engellemede Erdoğan’ın siyasetini devam ettireceği manasına gelmektedir.
Babacan’ın Erdoğan’dan hiç farkı yoktur hatta hâlâ Erdoğan’la anlaşabilecek durumdadır ve ondan tam olarak ayrılmamıştır. Görülen o ki sadece yedek bir lider olarak hazırlanmaktadır. Zira Amerika’nın siyasetini takip edecek olması onun yedek olduğunu göstermektedir.
23 Haziran 2019’da Erdoğan, Ali Babacan ile görüşüp partide ve hükümette tekrar kendisine görev verebileceğini söylediği açıklandı. Babacan’ın hâlen bir parti kurmamasının nedeni bu olabilir. AK Parti’ye dönüş ihtimali vardır ve ileride Erdoğan’ın yerini doldurmaya hazırlanıyor olabilir. Bunlar olmasa ve başka bir parti kursa dahi Amerika’nın çizgisinden çıkması mümkün görünmüyor.
Parti kurma meselesi iki defa ertelendi. En son 2019 yılının son günlerinde kurulacağı söylenmişti. Bir gazeteci 20 Ocak gibi ayın sonuna doğru da ilan edilebileceğini söyledi. Şimdi ise önümüzdeki şubat ayının ilk haftasında parti kuruluşunu ilan edilebilecekleri haberler arasında geçmektedir.
Yine parti kurulmasının gecikmesi, zaten henüz kurmaya niyetin olmadığını ortaya koymakla birlikte, yeni bir partinin kurulmasının konuşulması sağlanarak Ahmet Davutoğlu’nun zamansız harekete geçirilmesi de hedeflenmiş olabilir.
Ahmet Davutoğlu ise tamamen Erdoğan’dan ve partisinden kopmuştur. Zira Başbakanlık yaparken aralarında siyasi ihtilaf çıktı.
Davutoğlu 2003 ile 2009 yılları arasında Erdoğan yanında danışmanlık yaparken tam uyum içerisindeydiler. Yine 2009 ile 2014 yılları arasında Dışişleri Bakanı iken de uyum içerisindeydiler. Bu nedenle Davutoğlu bu süreçlerde Erdoğan’ın tam olarak güvenini kazandı. Böylece Erdoğan 29 Ağustos 2014’te ona, AK Parti Başkanlığını teslim etti ve onu Başbakan yaptı.
Erdoğan Başkanlık sistemine çağırmaya başladığında Davutoğlu bu sisteme pek destek vermedi, zira bu sistem uygulanınca başbakanlık yetkileri kendi elinden alınacak ve Fransa’da olduğu gibi yetkileri azalacaktır. Bu husus Erdoğan’ı rahatsız etti. 7 Haziran 2015 seçimlerinde AK Parti’nin oyları %40,87’ye düşünce Davutoğlu bu neticeye binaen halkın Başkanlık sistemine geçmeyi istemediğini açıkladı. Aralarındaki ayrılık buradan başladı.
Davutoğlu Erdoğan’ın kuklası olmayı reddediyor, güçlü bir parti başkanı ve tam yetkili Başbakan olmak istiyorken Erdoğan bunu kabul etmiyor, Binali Yıldırım gibi kukla olmayı kabul eden bir kişiyi tercih ediyordu.
Davutoğlu’nun 10 Şubat 2016 tarihinde Avrupa Birliği ile Türklerin Schengen bölgesine vizesiz olarak girmeleri üzerinde anlaşıp bunun da en geç o senenin Ekim ayında uygulanacağını bildirmesi üzerine bu anlaşma Amerika’yı korkuttu, Avrupa’nın Davutoğlu’nu etkileyebileceğini ve böylece Avrupa’nın Türkiye siyasetine tesir edebileceğinden korktu. Bu şekilde Amerika’nın Türkiye’deki nüfuzunun zedelenebileceğinden çekindi. Bu nedenle de Davutoğlu’nu istemez oldu.
1 Nisan 2016’da Erdoğan Amerika Başkanı Obama ile görüşüp döndükten sonra Davutoğlu’nu partinin başkanlığı ve Başbakanlık’tan düşürme çalışmasını başlattı. 04 Mayıs 2016’da Erdoğan parti içerisinde değişik oyunlarıyla Davutoğlu’nu istifa etmeye zorladı. İngiliz gazeteleri Davutoğlu’na bir darbe yapıldığını yazdı. Zira İngilizler Davutoğlu’nun siyaseti nedeniyle tekrar Türkiye’de güçleneceklerini umuyorlardı.
Davutoğlu ise Amerika ile Avrupa arasında denge siyasetini uygulamayı tercih ediyor, iki tarafla eşit olarak çalışmak istiyordu. Amerika ise bunu beğenmedi, nitekim tek başına nüfuz sahibi olmak istiyordu. Bu nedenle Amerika onu uzaklaştırmak üzere Erdoğan’a talimat verdi. Erdoğan bunları uyguladı ve Davutoğlu’nu zelil bir şekilde konumundan düşürdü.
ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Mark Toner yaptığı açıklamada, “ABD, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun istifasını Türkiye’nin iç meselesi olarak görmektedir.” dedi. [05.05. 2016 Sputnik] Bu ifadeden Amerika’nın Davutoğlu’nun azlini olumlu gördüğü ve bundan memnun olduğu anlaşılmaktadır. Aksi olsaydı tepki gösterip ve tasvip etmemesi gerekirdi. Avrupa ise bunu bir darbe olarak nitelendirdi, olumlu görmedi ve hiç memnun olmadı.
Bu minvalde Davutoğlu ile Erdoğan arasındaki ayrılış kesin bir ayrılış oldu. Davutoğlu’nun mevcut siyasetini Amerika’ya beğendirmesi mümkün görünmemektedir. Ancak Avrupa ve Amerika ile beraber denge siyasetinden vazgeçerse ve sadece Amerika’ya bağlılığını gösterirse ve en önemlisi de başka alternatifi yoksa veya etkili olursa o zaman durum farklı olabilir. Amerika ondan başka, güçlü bir kişi bulamaz ise ona döner ve onu kendi siyasetine uydurmaya çalışır.
Davutoğlu 13 Aralık 2019’da devletin ilkelerine dayalı bir parti kurdu. Bu partinin diğerlerinden hiç farkı olmayacaktır. Türkiye’de köklü bir değişim asla yapmayacak, aynı sistemi devam ettirecek ve onu yaşatacaktır.
Babacan ise Erdoğan’la çekişmedi, fikirlerinde ve siyasetinde onunla ayrışmadı, sadece ihmal edildi. Erdoğan ona tekrar değer ve önemli görev verirse partiye dönme ihtimali mümkündür. Parti kurarsa Amerika’nın çizgisinden dışarı çıkmayacağı kesin görünüyor. Ayrıca şu ana kadar bir parti kurmuş değildir ve Davutoğlu’na da hiç yanaşmamıştır.
Tüm bunlara ilaveten AK Parti’den ayrılışları; Babacan ve ekibinin istifa etmesi şeklinde gerçekleşirken Davutoğlu ve ekibinin ihraç için disipline sevk edilmesi ile olmuştur.
Aynı şekilde Babacan, Millet İttifakı ile arasına mesafe koyarken, Davutoğlu’nun onlarla eylem ve söylem birliğine girmesi ve onlara yakınlaşması aralarındaki farkı açıkça ortaya koymaktadır. O fark ise Ahmet Davutoğlu’nun her geçen gün İngiliz siyasetine yaklaşması şeklinde gözlemlenirken Babacan’ın hâlen Amerika çizgisinde durması ve Erdoğan’ın siyaseten zayıflaması durumuna yedek olarak hazırlanmasıdır.
Türkiye’deki resmi siyasi partiler hem batıl olan laikliğe dayalı hem de kişilere bağlıdır. Kişisel liderlik ön plandadır ve genellikle bu partiler partinin kurucusuyla beraber var olur, yok olur veya zaafa uğrarlar. Fikrî liderliğe dayalı resmi siyasi bir parti yoktur. Türkiye’nin ihtiyacı İslami fikrî liderliğe dayalı siyasi bir partinin var olmasıdır. Ancak böyle bir parti köklü değişim yapabilir, ümmeti kalkındırabilir, onları Amerika ve Avrupa nüfuzundan kurtarabilir.

Esad Mansur