Soru:
Kıymetli üstat cevabi yazınızda şöyle demişsiniz:“Bu mesele Müslümanlara Batı dünyasından geçti. Eğer Batılıların dinlerine veya hadarat ve kültürlerine dayalı ise ve onları beğenerek yapmakta ise caiz değildir.” demişsiniz. Akabinde ise “Batılıların bunu bir dine dayalı olarak veya hadarat ve kültürlerine göre yapmadıkları gözüküyor.” demişsiniz. O hâlde Batılılar bu ameli başka hangi saikle yaparlar? Hadarat, kültür veya dinî olmayan fiil hangi başka gerekçeye hamledilebilir?
Üstelik cevabınızda da ifade ettiğiniz gibi bu mesele Müslümanlara Batı dünyasından geçtiği hâlde nasıl oluyor da “mum yakmak gibi” bu amele ait bir ritüeli bu amelden kopararak helal bir amel sınıfından değerlendirebilirsiniz? Bir diğer yön ise bu kutlamaların miladi takvime göre yani İslâmi amellerin icra edildiği hicri takvime göre kutlanmadığı gerçeğidir. Bu husus başlı başına bu ameli gayri İslâmi ve Batı hadaratından saymaya yetmez mi?

Cevap:

Hadarat, kültür veya dinî olmayan fiiller medeniyettir, mefhumlara dayalı olmayan hususlardır. İlim, sanayi, teknoloji, trafik kuralları, yolları döşemek ve düzenlemek, İkinci Raşid Halife Hz. Ömer’in Rumlar ve Perslerden divanlar, daire sistemini aldığı gibi idari sistem ve daireleri düzenlemek, sırf medenîyet, üslup, vesile ve araç gibi hususları Müslüman olmayanlardan almak caizdir.
RasullahSallAllahu Aleyhi ve Sellem kâfirlerden ödünç olarak silah aldı, Mısır kralı kendisine bir palto ve iki cariye hediye etti, bunları kabul etti. Cariye ve köle meselesi kâfirlerde var olduğu gibi Müslümanlarda da vardı. Bu nedenle bu iki cariyeyi kabul etti. Ancak İslâm köle ve cariye ile ilgili ahkâm ile onların azat edilmesi için hükümleri de gösterdi. Persler hendek kazıyorlardı, bununla ilgili Selman Farisi’nin fikrini alıp Ahzap veya Hendek savaşlarında hendek kazıldı. Rumların parası ve perslerin dirhemleri kullanıldı. Fikre dayalı olmayan bir üslup olarak insanların âdetlerini kabul etti, Arapların giydiklerini giydi vs.
İnsanlar sevinç göstermek için evlenenlere düğün yapıyorlardı. Rasullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem bunu ikrar etti, fakat düzenledi; erkeklerin ayrı yerde kadınların ayrı yerde sevinçlerini göstererek düğün yapabileceklerini gösterdi.
Batı’dan doğum günü kutlama âdeti yayıldı. Bu sevinci göstermek için bir kutlama yapılmaktadır. Bunun din ve fikirle alakası bulunmadığı gözüküyor. Fakat ona, mum yakmak gibi dinlerinden bir şey eklendi. Yine kutlamayı kadın erkek karışık yapmaktalar. Bunlara benzer İslâm’a aykırı başka şeyleride kutlamaya kattılar. Kattıkları şeyler hadarat, kültür ve dinle ilgilidir, bu nedenle yapılmaz.
Eğer bir Müslüman çocuğu olunca sevincini göstermek istiyorsa hem de her sene aynı şeyi yaparsa bunda bir sakınca yoktur. İslâm bunu yasaklamamıştır. Tersine Müslümanlar çocukları olunca sevinç gösteriyorlardı. Fakat her sene bu sevinci doğum günü olarak tekrarlamıyorlardı ama bu sevinci her sene tazelerlerse bunu yasaklayan bir delil yoktur.
Sevinç göstermek fıtridir, yaratılıştan gelen bir davranıştır. Bununla ilgili şer’î delillerden çıkartılmış şer’î kaide şöyledir:
[عُمُومَاتُ الْأَدِلَّةِ عَلَى الْإبَاحَةِ] “Delillerin umumu mubahlık üzeredir.”
İnsan normal olarak yürür ve durur, oturup kalkar, bakar ve gözlerini kapatır, sevinir, üzülür, güler, ağlar vs. bu gibi hususlar için haram kılan bir delil geçmedikçe mubah kalırlar.
Herhangi bir yere bakmak mubahken, buna dair bir istisna geldi; kadınlara ve erkek avretlerine bakmak haramdır. Bu, yaratılıştan gelen davranışla ilgili umumi delilden bir istisnadır.
İnsanın doğum için sevinç göstermesi fıtridir, üslup veya âdet olarak her sene tekrarlarsa bir sakınca yoktur. Nitekim onu yasaklayan bir delil geçmemiştir. O zaman mubah kalır, çünkü aslı mubahtır.
“Mubah olduğuna dair bir delil geçmedi, amellerde asıl olan şer’î hükümlere bağlanmaktır.” denilebilir. Doğrudur. Fakat bakarız; onunla ilgili hiçbir şer’î hüküm geçmemişse fıtrattan, yaratılıştan geldiği için ve aslı mubah olduğu için bu davranış mubah kalır, deriz.
Allah CelleCelâlehû şöyle buyurmuştur:
[يٰۤـاَيُّهَا الَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا لَا تَسۡـــَٔلُوۡا عَنۡ اَشۡيَآءَ اِنۡ تُبۡدَ لَـكُمۡ تَسُؤۡكُمۡ‌ۚ وَاِنۡ تَسۡــَٔـلُوۡا عَنۡهَا حِيۡنَ يُنَزَّلُ الۡقُرۡاٰنُ تُبۡدَ لَـكُمۡ ؕ عَفَا اللّٰهُ عَنۡهَا‌ ؕ وَاللّٰهُ غَفُوۡرٌ حَلِيۡمٌ]“Ey iman edenler! Öyle şeyler var ki onlar hakkında sormayın, sorarsanız sizin için sıkıntı olur (yasaklık gelir). Ama Kur’an’da onun hakkında hüküm indirilirse size belli olur. (Hükmü göstermediği hususlar) ise Allah onları af etti (mubah kıldı). Allah mağfiret ve hilm sahibidir.”[Maide Suresi 101]Burada [اَشۡيَآءَ]kelimesinden sadece eşyalar kastedilmemiştir, ona fiiller de dahildir. Nitekim Arapça ’da “şey” hem eşya hem fiiller için kullanılır.
Fakat usulde bu farklıdır. Bu nedenle şu şer’î kaideler çıkarıldı:
“Tahrim delili geçmedikçe eşyalarda asıl olan mubahlıktır.”
“Fiillerde asıl olan şer’î hükümlere bağlanmaktır.”
Fıtri ameller için ise [عُمُومَاتُ الْأَدِلَّةِ عَلَى الْإبَاحَةِ] “Delillerin umumu mubahlık üzeredir.” Kaidesi geçerlidir. Fıtrattan gelen bir şeyin veya fiilin hükmü gösterilmezse asıl olan mubahlığı üzere kalır, onu sormak doğru değildir. Zira bununla ilgili ayette İsrailoğulları’nın sürekli soru sordukları için sıkıntıya maruz kaldıklarını, yasaklar geldiğini ve sorumluluğun arttığını beyan etmektedir.
[قَدۡ سَاَلَهَا قَوۡمٌ مِّنۡ قَبۡلِكُمۡ ثُمَّ اَصۡبَحُوۡا بِهَا كٰفِرِيۡنَ‏]“Sizden önce bir kavim böyle şeyler hakkında sordular, sonra bunları inkâr ettiler.”[Maide Suresi 102]
Bu nedenle Ali RadiyAllahuAnh’dan gelen rivayete göre:
[لَمَّا نَزَلَتْ ‏قَالُوا يَا رَسُولَ اللَّهِ أَفِي كُلِّ عَامٍ فَسَكَتَ ‏فَقَالُوا يَا رَسُولَ اللَّهِ أَفِي كُلِّ عَامٍ قَالَ ‏لاَ وَلَوْ قُلْتُ نَعَمْ لَوَجَبَتْ فَأَنْزَلَ اللَّهُ ‏‏(‏يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لاَ تَسْأَلُوا عَنْ أَشْيَاءَ إِنْ تُبْدَ لَكُمْ تَسُؤْكُمْ‏)] “(Hacla ilgili) ayet inince (Müslümanlar) dediler ki: Ey Allah’ın Rasulü hac yapmak her sene midir? O (SallAllahu Aleyhi ve Sellem) sustu. (Tekrar)Ey Allah’ın Rasulü hac yapmak her sene midir? Dedi ki: Evet deseydim, vacip olurdu. Allah bunun üzerinde şu ayeti indirdi: Ey iman edenler! Öyle şeyler var ki onlar hakkında sormayın, sorarsanız sizin için sıkıntı olur (yasaklık gelir).” [Tirmizi ve Dârekutnî]
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
[الْحَلاَلُ مَا أَحَلَّ اللَّهُ فِي كِتَابِهِ وَالْحَرَامُ مَا حَرَّمَ اللَّهُ فِي كِتَابِهِ وَمَا سَكَتَ عَنْهُ فَهُوَ مِمَّا عَفَا عَنْهُ] “Helal, Allah’ın kitabında helal kıldığıdır. Haram da Allah’ın kitabında haram kıldığıdır. Hakkında bir şey söylemediği ise af olunandır.” [Tirmizi]
[إِنْ اللَّهَ فَرَضَ فَرَائِضَ فَلاَ تُضَيِّعُوهَا وَحَدَّ حُدُودًا فَلاَ تَعْتَدُوهَا وَنَهَى عَنْ أَشْيَاءَ فَلاَ تَنْتَهِكُوهَا وَسَكَتَ عَنْ أَشْيَاءَ رُخْصَةً لَكُمْ لَيْسَ بِنِسْيَانٍ فَلاَ تَبْحَثُوا عَنْهَا]“Şüphesiz ki Allah birtakım farzlar kıldı, bunları kaybettirmeyin. Sınırları çizdi, bunları aşmayın, birtakım şeyleri nehyetti bunları yapmayın, unutmaksızın birtakım şeylere, hususlara karşı sustu, onları araştırmayın, sizin için bir ruhsattır.”[Beyhaki]
Dolayısıyla hakkında hiçbir hükmü gösterilmeyen mubahtır, Allahtan bir ruhsattır, yükü hafifletmedir, sıkıntıdan kurtulmak veya sıkıntıya gidermek veyahut kolaylık getirmek için bir hükümdür.
Birçok ayette sünnetin vahiy olduğu geçmiştir. Bundan dolayı bu hadis de vahiydir. Allah’ın vahyi kitap ve sünneti kapsamaktadır. Buna göre özellikle yaratılıştan gelen umumla ilgili davranışın kitapta veya sünnette hükmü gösterilmemişse o husus mubah sayılır. Allah bununla ilgili vahyetmemişse haşa unuttuğundan dolayı değildir, mubah kıldığından dolayıdır. Bu bir usûldür, bir kuraldır.
Meseleleri yanlış şekilde anlayan bir kısım zihniyete göre Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem veya Sahabe RadiyAllahyuAnhum bir şey yapmadıysa o şeyi yapmak bidattir. Böyle düşünmek yanlıştır.
Eğer Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem bir şer’î hükmün metodunu gösterirse onun tersini yapmak caiz değildir ve buna bidat denilir. Ancak bir meselenin hükmünü veya metodunu herhangi bir şekilde göstermemişse onun mubah olduğu anlaşılır; Müslümanlara kolaylık olarak bırakıldı, istedikleri şekilde yapsınlar, demektir.
Takvim meselesine gelince, İslâm Devleti iki takvimi de kullanabilir sakıncalı değildir, birinde şemsî (güneşe göre) sene 365 gün olur. Mesih miladına göre değil, hicretten itibaren hesaplayabilir. Hicretten itibaren seneler hesaplanır. Buna “Şemsî Hicri Takvim” denir.
Diğerinde kamerî (aya göre) sene 354 gün olur. Buna “Kamerî Hicri” denir.
[هُوَ الَّذِىۡ جَعَلَ الشَّمۡسَ ضِيَآءً وَّالۡقَمَرَ نُوۡرًا وَّقَدَّرَهٗ مَنَازِلَ لِتَعۡلَمُوۡا عَدَدَ السِّنِيۡنَ وَالۡحِسَابَ‌ؕ مَا خَلَقَ اللّٰهُ ذٰلِكَ اِلَّا بِالۡحَـقِّ‌ۚ يُفَصِّلُ الۡاٰيٰتِ لِقَوۡمٍ يَّعۡلَمُوۡنَ]“Güneşi ışık ve ayı aydınlık kılan O’dur (Allah’tır). Yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ayı menziller olarak takdir etti (her gün bir çizgi, bir derece eklenir). Allah bunu boşuna yaratmadı, ancak hakla onu yarattı. Bilen insanlar için ayetleri açıklıyor.”[Yunus Suresi 5]
[اَلشَّمۡسُوَالۡقَمَرُبِحُسۡبَانٍ]“Güneş ve ay hesaplara göre yürüyorlar.”[Rahman Suresi 5]
İslâm Devleti Hicri Kamerî Takvimi benimser. Bizde bu takvimi benimsedik. Buna Sahabe icmasını delil olarak gösteririz.
Osmanlı Devleti Hicri Kamerî takvim kullanıyordu. Fakat Rumi takvimi de kullandı, bunda seneler güneşe göre hesaplanıyordu. Ancak miladi değildi. Selçuklular Hicri Kamerî Takvim yanında Hicri Şemsî Takvimi kullanıyorlardı. Bu bizim için örnek değildir, fakat bu hususta bir sakınca bulunmadığını göstermek istedim. Hiçbir âlim bunların haram işlediklerini söylemedi ve biz de böyle demeyiz.
Ancak benimsemek ayrı bir meseledir. Misal olarak İslâm Devleti ibadet ve akaitte benimseme yapmaz, dedik. Fakat bu hususta devlet benimsemede bulunursa günah işlemiş sayılmaz da dedik. Takvim meselesi de aynı şekildedir, Hicri Kamerî Takvimi benimsedik, Şemsî Hicri Takvimi benimsemedik.
Bugün Türkiye’de ise yaşlar şemsî takvime göre hesaplanmakta başka bir takvime göre hesaplanmamaktadır. Eğer biri yaş gününü şemsî takvime göre hesaplarsa yaş günü için bir kutlama yaparsa sakınca yoktur. İsterse kamerî hesaba göre de yapabilir.

Esad Mansur