Soru:

AK Parti’nin ısrarla uygulamaya koymak istediği “Kanal İstanbul” projesi hakkında bilgi verir misiniz? “Kanal İstanbul” projesi ile “Montrö Boğazlar Sözleşmesi” tartışmalarının siyasi arka planı nedir?

Cevap:

20 Temmuz 1936’da İsviçre’de Boğazlarla ilgili “Montrö Boğazlar Sözleşmesi” Türkiye, Britanya, Fransa, Sovyetler Birliği, Japonya, Yugoslavya, Romanya, Yunanistan ve Bulgaristan tarafından imzalandı; 9 Kasım 1936 tarihinde de yürürlüğe girdi.
Bu antlaşma Türkiye’ye İstanbul ve Çanakkale boğazları üzerinde sağlık ve emniyet açısından kontrol ve savaş gemilerinin geçişini düzenleme hakkı verirken bu gemilerin geçişini engelleme hakkı vermemiştir. Türkiye, onların gece gündüz serbestçe geçişini, gidiş gelişlerini garantilemektedir.
Karadeniz’e kıyısı olmayan ülkelere ait savaş gemilerinin geçişi ise sınırlıdır. Bu gemiler Boğaziçi’nden geçtikten sonra Karadeniz’de 21 günden fazla kalamazlar.
Ancak barış zamanlarında sivil gemilerin serbestçe geçişini garanti altındadır ve bu gemilerden ücret alınmaz.
Bu nedenlerle aslında Türkiye’nin boğazlar üzerinde egemenliği yoktur. O sadece emniyet ve sağlık kontrolü yapar, savaş ve sivil gemilerin geçmesini engelleyemez, gece ve gündüz gidiş gelişleri sağlar. Bu ise kendi iç kanalları üzerinde otoritesi olmaması demektir. Bu da büyük bir zillet ve Batı’ya boyun eğen ve bağlanan Mustafa Kemal rejiminin ihanetlerinden biridir.
Böylece Hilâfet döneminde bu kanallardan geçemeyen, sıcak sulara ulaşma imkânı arayan Ruslar Akdeniz’e ulaşmak üzere boğazlardan savaş gemilerinin geçmesini sağlayabildiler. Misal olarak 2015’ten beri Rusya, ABD’nin siyasetine hizmet etmek üzere Suriye halkıyla savaşıp oradaki laik rejimi düşmekten korumak, onun yerine İslâmi sistemin kurulmasını engellemek, devletlerarası itibarını yeniden kazanabilmek ve diğer çıkarlarını temin etmek umuduyla savaş gemilerini bu boğazlardan rahatça geçirebilmektedir. Erdoğan liderliğindeki Türkiye devleti de bunu onaylamaktadır.
Türkiye’nin Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni ilga etme veya değiştirme hakkı ve imkânı vardır. Hatta İngiliz Dışişleri Bakanlığının 23 Temmuz 1936 tarihli bir notasında şöyle geçmektedir: “Türkiye’nin Boğazlar Sözleşmesi’nin değiştirilmesi ile ilgili isteği haklı kabul edilmektedir.”
Lozan ile ilgili 08 Ocak 2020’de yayınladığımız bir soru cevapta devletlerarası kanunlara binaen Türkiye’nin herhangi bir anlaşmayı ilga etme veya değiştirme imkânının var olduğunu göstermiştik.
Türkiye, yeni bir kanalın açılması doğrultusunda çıkış aramakta mevcut anlaşmayı ilga etmeye veya değiştirmeye yanaşmamaktadır.
Erdoğan, ilk olarak 27 Nisan 2011’de yeni kanalla ilgili bir açıklamada bulunarak kamuoyuna duyurmuştu. Proje ile İstanbul Boğazı’ndaki trafiğin azalacağını ve boğazdaki riskin en aza indirileceğini açıklamıştı. Son zamanlarda bunu tekrar dillendirmeye, konuyu daha fazla gündeme getirmeye başladı ve bu proje tartışılmaya başlandı. Ancak projeye başlamak için henüz karar alınmadı.
Ulaştırma ve Altyapı BakanıMehmet Cahit Turhan şöyle dedi: “Kanal İstanbul’a 2020’de kazmayı vurursak projeyi 2025 sonu 2026 gibi tamamlamış olacağız.”[CNN Türk 13.01.2020]
ABD ise bu projeyi desteklemektedir. ABD’li fon şirketi Money Maker Management Kanal İstanbul’un tüm finansmanını sağlayabileceğini açıkladı ve sadece kanal kısmı değil, proje ile bağlantılı köprü ve tünel gibi tüm alt yapı projelerini de fonlayabileceğini duyurdu. Bu şirket Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşüp görüşmediğine dair soruya karşı gizlilik gereği açıklamak istemediğini ifade etti. Fakat Erdoğan bu kanalın finansman sorunu olmadığını açıkladı. [Emlakkulisi 20.01.2020] Bu, Amerikanlarla anlaşıldığı manasına gelmektedir.
Amerika bu projeden hem ekonomik hem siyasi hem de askerî kazançlar hedeflemektedir. Kendi şirketleri bu projede başrol oynayıp aslan payını almayı istemekte, bu şekilde kendisine bir hayli gelir sağlamış olacak, belki 50 sene kadar orayı işletebilecek, Türk halkını sömürecektir. Nitekim geçen sene Japonya’nın Osaka şehrinde yapılan G20 zirvesinde ABD Başkanı Trump Erdoğan’la görüştükten sonra ABD ile Türkiye ticaret hacmini 100 milyar dolara çıkarabileceğini söyledi. Oysa şu anda iki taraf arasındaki ticaret hacmi 19 milyar dolar seviyesindedir. Bunu nasıl 100 milyar dolara çıkaracak?! İşte böyle bir projede ABD şirketleri aslan payını aldığında ancak ticaret hacmi katlanır. Muhtemeldir ki Erdoğan Trump’la bu projeyi konuşmuş ve onun onayını almıştır.
ABD Türkiye’de bu projeyle siyasi nüfuzunu da artıracaktır. Erdoğan ve ondan sonraki gelecek yöneticilerin kendisine bağlılıklarını devam ettirecektir. ABD ekonomik egemenliğini artırarak nüfuzunu artırmaya çalışıyor. Bu da sömürgecilik planından bir parçadır. Zira II. Dünya Savaşı’ndan sonra ABD eski dünyaya egemen olmak için ekonomiyi kullandı. Marshall projesiyle Avrupa’ya ve Truman doktriniyle Türkiye ve Yunanistan üzerinde egemenlik kurmaya çalıştı. Asya ve Afrika’da Britanya, Fransa ve diğer Avrupalı sömürgecilerin yerine geçmek için ekonomiyi çok defa kullandı. Şirketleri oraya gönderip her alandaki projeleri finans edip işletti, petrol ve sair ham madde ve madenleri çalıp götürmek maksadıyla bunları üretecek, çıkaracak ve dünya piyasalarına pazarlayacak kendi şirketlerini gönderdi, İMF ve Dünya Bankası’nı kullanarak devletlere kredi ve yardım verip onları kendisine borçlu hâle getirdi. Nihayet kendi parası olan doları devletlerarası para hâline getirebildi. Böylece bütün ham maddeler ancak dolarla satın alınır oldu. Bu minvalde birçok devletin para rezervi dolar oldu. Bununla da birçok ülkede hem siyasi hem de askerî egemenliği sağlamada başarılı oldu.
Kanal İstanbul projesi hayata geçtiğinde ise askerî olarak Karadeniz’e geçip orada daha uzun kalabilme imkânına ulaştığında, orada bazı ülkelerle anlaşıp üs kurma imkânı bulabilecektir. Bu şekilde Rusya karasularına yakın bir yere girip onun karşısında durmuş ve onu kendi tehdidi altına almış olacaktır.
CHP ve İYİ Parti Avrupa ve özellikle İngiliz taraftarı olduklarından bu projeye karşı çıkıyorlar. Yukarıda gösterdiğimiz üzere bu projeden Avrupa’dan ziyade Amerika kazanır ve nüfuzunu artırır. İşte Avrupa’nın projeden kaynaklanan endişesi de bundandır.
Amerika ve Avrupa menfaatçidirler. Nüfuz ve menfaat için çekişen kapitalist devletlerdir. Dolayısıyla bu proje yürürlüğe girecek olursa Britanya ve Avrupa bundan istifade etmek, bir pay elde etmek ve bir yer kapmak için koşacaklardır. Nitekim Britanya ve Avrupa’nın genel siyaseti böyledir. Amerika’ya karşı yenildikleri zaman onunla paylaşmaya veya bir pay elde etmeye çalışırlar. Bununla birlikte alttan alttan ona karşı çalışmaya, sıkıntı ve gürültü çıkarmaya devam ederler.
Hilâfet Devleti yıkıldıktan sonra Türkiye Devleti İslâm siyasetinden vazgeçip Batı’nın fikrini ve çizgisini benimsedi. Bu nedenle fikrî, siyasi, askerî ve ekonomik olarak Batı’ya bağlı oldu. Menfaatçi Batı’nın iki şıkkı olan Avrupa ile Amerika’nın çekişmesinin sahası oldu.
Allah’ın izniyle İslâmî devlet olduğunda bu duruma düşmeyecek, İstanbul ve Çanakkale boğazlarıyla ilgili Montrö Boğazlar Sözleşmesini ilga edecek, boğazlar üzerinde otoritesini sağlayacak, Rusya’nın ve diğer devletlerin savaş gemilerinin geçmesine müsaade etmeyecektir. Yabancı devletlere ait sivil gemilerden geçiş ücretini alacak, yeni kanal açmak istediği zaman yabancı şirketleri çağırmayacak, sadece kendi gücü ve yerel imkânlarıyla projelerini hayata geçirecektir. Yine ister yol ister tünel ister köprü isterse kanal olsun devletin tebaasından geçiş ücreti almayacaktır. Zira bu geçitler ümmete ait kamu mülkiyetindendir. Sadece yabancı devletlerin araçlarından geçiş ücretini alabilir.

Esad Mansur