Soru:
“Peygamber efendimiz Mekke müşriklerinden İslâm Devleti istememiştir. Davasını anlatabileceği ve şartlar oluştuğunda kuracağı devletin alt yapısını oluşturabileceği hür bir ortam sağlanmasını istemiştir. Maalesef bugün İslâm dünyasındaki bazı cemaatlerin mevcut rejimlerden İslâm Devleti istemesi çok garip ve safçadır. Onların yapması gereken rejimlerden öncelikle hürriyet ve dışa bağımlılıktan kurtulmayı istemeleridir. Bu gerçekleşirse arkası çorap söküğü gibi gelir. Çünkü halklar zaten Müslümandır gerçek hür ve eğitici ortamı bulunca İslâm’a yöneleceklerdir…” Böyle bir düşünceye yanıtınız nedir?
Cevap:
Devlet bir fikirle neşet eder, meydana gelir. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem İslâm fikrine çağırınca bir devletin kurulmasına çağırmış oldu. Zira bu fikir halk tarafından kabullenilirse insanlar ona göre otomatik olarak düşünmeye ve davranmaya başlarlar. Onunla yönetilmek isterler.
Kureyş liderleri bunu idrak etti ve İslâm davetine karşı durdu, İslâm’ı kabul eden kimseleri ya ezdi ya öldürdü ya hapse attı ya da göçe zorladılar. Her tür sıkıştırmayı yaptılar ve her tür menfi propagandayı kullandılar. Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in deli, şair, kâhin ve yalancı olduğu yönünde iftiralar uydurup attılar. Bu fikrin yayılmasını engellemek için bütün güçlerini harcadılar. Kur’an onların yaptıklarını ve iftiralarını açığa çıkarttı ve cevap verdi. Bu hususla ilgili birçok ayet vardır:
Allah Celle Celâlehû şöyle buyurmuştur:
[اَمۡ يَقُوۡلُوۡنَ افۡتَـرٰٮهُ ؕ قُلۡ فَاۡتُوۡا بِسُوۡرَةٍ مِّثۡلِهٖ وَادۡعُوۡا مَنِ اسۡتَطَعۡتُمۡ مِّنۡ دُوۡنِ اللّٰهِ اِنۡ كُنۡتُمۡ صٰدِقِيۡنَ]“Yoksa bir yalan bir iftira olarak onu uydurdu mu derler? Deki! Eğer doğru söylüyorsanız Allah dışında herkesi çağırın onun gibi bir sure getirin.”[Yunus Suresi 38]
[وَيَقُولُونَ اَئِنَّا لَتَارِكُٓوا اٰلِهَتِنَا لِشَاعِرٍ مَجْنُونٍۜ بَلْ جَٓاءَ بِالْحَقِّ وَصَدَّقَ الْمُرْسَل۪ينَ]“Diyorlar ki tanrılarımızı terk edip bir deli şaire mi tâbi olacağız? Doğrusu (Muhammed) hakla geldi ve gönderilen rasulleri doğruladı.”[Saffat Suresi 36-37]
[اِنَّهُ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَر۪يمٍۚ وَمَا هُوَ بِقَوْلِ شَاعِرٍۜ قَل۪يلًا مَا تُؤْمِنُونَۙ وَلَا بِقَوْلِ كَاهِنٍۜ قَل۪يلًا مَا تَذَكَّرُونَۜ تَنْز۪يلٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ]“Muhakkak ki o değerli Rasulün sözüdür. Bir şairin sözü değildir, pek az inanıyorsunuz. Bir kâhinin sözü de değildir, pek az düşünüyorsunuz. Bu, âlemlerin Rabbi olan Allah tarafından indirildi.”[Hakka Suresi 40-43]
Buna rağmen engelleyemediler. Bu sefer kandırma işine geçtiler, onu yönetime katmayı istediler, hem de yönetimin başına getirerek kral yapmayı teklif ettiler. Bu şekilde hep beraber Mekke’yi yöneteceklerdi. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem bunu reddetti ve onların İslâm’a girmelerini talep etti.
O’na şöyle dediler: “Eğer meliklik (yönetim, krallık) istiyorsan seni başımıza kral yaparız, eğer mal para istiyorsan sana para toplarız en zenginimiz olursun…” O’nun koruyucusu olan amcası Ebu Talip O’nun bu teklifleri kabul etmesini isteyince Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in cevabı şöyle oldu:
“Ey amcam! Bu emri (İslâm’a davet) terk etmek üzere sağ elime güneşi sol elime ayı koysalar da kabul etmem! Ya, Allah bunu (İslâm’ı) egemen, hakim kılar ya da onun uğrunda helak olurum.” [İbni İshak, İbni Hişam]
Bu şekilde Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem İslâm’ın egemenliği ve hâkimiyetini bir ölüm kalım meselesi olarak gösterdi. Bu şekilde Müslümanların da Hilâfet Devleti’ni kurmayı bir ölüm kalım meselesi olarak görmeleri gerekir ve buna göre mücadele etmeleri farzdır.
Kureyş liderleri RasulullahSallAllahu Aleyhi ve Sellem’den böyle tavizler koparmaya çalıştılar, yumuşatmaya çalıştılar. Bu hususa değinen birçok ayet mevcuttur. Allah Celle Celâlehû şöyle buyurmuştur:
[وَاِنْ كَادُوا لَيَفْتِنُونَكَ عَنِ الَّـذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ لِتَفْتَرِيَ عَلَيْنَا غَيْرَهُۗ وَاِذاً لَاتَّخَذُوكَ خَل۪يلاً وَلَوْلَٓا اَنْ ثَبَّتْنَاكَ لَقَدْ كِدْتَ تَرْكَنُ اِلَيْهِمْ شَيْـٔاً قَل۪يلاًۗ اِذاً لَاَذَقْنَاكَ ضِعْفَ الْحَيٰوةِ وَضِعْفَ الْمَمَاتِ ثُمَّ لَا تَجِدُ لَكَ عَلَيْنَا نَص۪يراً]“Az kaldı sana vahyettiğimizden seni saptıracaklardı, böylece bize iftira atacaktın, (Allah hakkında yalan söyleyecektin: Allah bana onlara taviz verme izni verdi diye iftira atacaktın) o zaman seni dost edineceklerdi. Sana sebatlık vermeseydik onlara az miktarda dayanacaktın, meyledecektin. O zaman sana dünyanın ve ahiretin iki kat azabını verecektik ve bize karşı bir yardımcı bulamayacaktın”[İsra Suresi 73-75]
Az miktarda taviz verseydi Allah O’na hem dünyada hem ahirette iki kat azap verecekti. Müşrikler tıpkı bugünkü gibi olmasını arzu ediyorlardı. Bugün küfür yönetimine katılıp da Müslüman olduklarını iddia edenler veya İslâmcı olarak kendilerini takdim edenler hayli tavizler verip kâfirlerin istediklerini ve kanunlarını uyguluyorlar hatta onları kızdırmamak ve memnun etmek için İslâm’la ve Hilâfet isteyenlerle kâfirler safında savaşıyorlar! Onlarla iş birliği yapıyorlar, ittifak kuruyorlar, düşmanları dost sayıyorlar vs.
Kureyş liderleri iman etmeyi kabul etmediler, küfür sistemleri üzerinde ısrar ettiler. “Bizim sistemimiz dâhilinde Muhammed’i ve Müslümanları kabul ederiz, bize uyarlarsa istedikleri kadar ibadet yapsınlar.” anlayışı hâkimdi. Kureyş sistemi tamamen bugünkü demokratik sistemin benzeridir. Millet Meclisi gibi meclisleri vardı, bütün kararlarını Daru’n-Nedve adlı meclislerinde alıyorlardı.
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Kureyş’in tekliflerini reddedince ona ve Müslümanlara eziyet etmeye devam ettiler. Aynen günümüzdeki gibi küfür sistemini uygulayan zalimler; bu sisteme katılmayı reddeden Müslümanlara eziyet ve işkence çektirmekteler. Böylesi bir durumda AllahCelle Celâlehû Rasul’ün ve Müslümanların sebat etmelerini farz kıldı. Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:
[فَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَ وَمَنْ تَابَ مَعَكَ وَلَا تَطْغَوْاۜ اِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ وَلَا تَرْكَـنُٓوا اِلَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُۙ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ]“Emrolunduğun gibi sen ve seninle beraber olan (müminler) dosdoğru olun, bundan (Allah’ın emrinden) sapmayın. Muhakkak o yaptıklarınızı görmektedir. Zalimlere dayanmayın, yoksa ateş size de dokunur. Allah dışında bir dost ve yardımcınız yoktur. O’ndan sonra hiç yardım edilmeyeceksiniz, zafer görmeyeceksiniz.”[Hud Suresi 112-113]
Nitekim Allahu, Teâlâ Rasulü’ne nusret aramak ve otorite kılmak üzere şöyle duada bulunmasını istedi:
[وَقُلْ رَّبِّ اَدۡخِلۡنِىۡ مُدۡخَلَ صِدۡقٍ وَّ اَخۡرِجۡنِىۡ مُخۡرَجَ صِدۡقٍ وَّاجۡعَلْ لِّىۡ مِنۡ لَّدُنۡكَ سُلۡطٰنًا نَّصِيۡرًا]“Deki, Rabbim! Beni sadık, sağlam bir yere gönder, sadık bir çıkışla beni çıkart ve senin tarafından bana nusret verecek bir sultan, otorite kıl!”[İsra Suresi 80]
Bunun üzerine Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem diğer bölgelere gitmeye başladı. Rasulullah Taif’e gitti, taşlanıp kovuldu. Diğer kabilelerle temas etmeye başladı; Benu Amir bin Sa’sa kabilesiyle temas etti, onlardan Müslüman olmaları ve kendisine nusret vermelerini isteyince bu kabilenin lideri şöyle dedi: “Senin bu emrin üzerine sana biat etsek, ondan sonra Allah seni muhalif olanlara galip getirirse senden sonra (emir) yönetim bize ait olur mu? Rasulullah bunlara şöyle cevap verdi: Emir (yönetim) Allah’a aittir, istediği yerde koyar, istediği kimseye verir.”[İbni İshak, İbni Hişam] Yemen’den Kinde kabilesi aynı şeyi istedi, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem de aynı cevabı verdi. Şiban kabilesi Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e nusret vermeyi başka bir şartla kabul ettiler. Perslerle yaptıkları anlaşmaları bozmayıp savaşmayacaklar. Fakat diğer kavimlere karşı savaşmaya hazır olduklarını söylediler. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem “İslâm kapsamlıdır, bir kısmını alıp bir kısmını almamak olmaz, İslâm’ı bütün taraflarıyla kuşatan kimse kabul edilir.”[İbni Kesir, El-Bidaye ve Nihaye]diye cevap verdi. Bu şekilde Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem birçok kabileye gidip nusret istedi. Eğer Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem eziyete ve sıkıntıya rağmen bir amel, bir iş üzerinde ısrarla kalırsa bu, metot ve farz sayılır. O değişmeyen bir keyfiyettir. Bu da şuna delalet eder: Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem sadece daveti taşımak değil, taşıdığı fikri hâkim kılmak istedi. Bu Allah’ın emridir.
İbni İshak ve İbni Hişam siyerinde geçen sahih rivayetlere göre, Kureyş ile askerî bir pakt kurmak için Medine’den gelip 6 kişiden oluşan bir heyeti görünce hemen yanlarına geldi ve onlarla görüştü, onlara İslâm’ı sununca kabul ettiler. Himayelerini isteyerek onlarla beraber Medine’ye gidip daveti yüklenmek Rabbinden gelen vahyi tebliğ etmek için onlara teklif sundu. “Seni himaye edemeyiz! Fakat biz tebliğ edeceğiz!” dediler. Ertesi sene bu 6 kişiyle beraber Müslüman olmuş 6 kişi daha geldi. I. Akabe Biatı’nı gerçekleştirdiler. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e ve İslâm’a sadakat göstermek üzere biat verdiler. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem onlarla beraber gitmeyi tekrar istedi, yine onu himaye edemeyecekleri sözlerini tekrarladılar. Güç sahibi değillerdi, O’nu koruyamazlardı. Öldürülmesinden korktular. Çünkü Medine liderleri Mekke liderleri gibi fikrin yayılmasının akıbetini ve neticesini idrak ediyorlardı. Bu fikir yayılırsa insanlar onun hâkimiyetini isteyecekler, bu hâlde o liderlerin otoritesi düşecek, İslâm davetini taşıyan grubun emîri onların yerlerine geçecek, beldenin reisi olacaktı.
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem kendi yerine yetiştirdiği iyi sahabe olan Musab bin Umeyr’i onlara gönderdi. Ona dedi ki: “Onlara İslâm’ı öğret, Kur’an’ı okut ve onları dinde fakih kıl (onlara dini kavrat).” Fıkıh ise kavramak, anlamak demektir. Şer’î ıstılah olarak onun manası ise pratik meseleler için şer’î delillerden istinbat edilen (çıkartılan) şer’î hükümlerin ilmidir.
Musab bin Umeyr’in sıfatları şöyle sıralanabilir:
– İlk Müslümanlardan idi. Daveti duyar duymaz hemen Müslüman oldu. Çok akıllı 24 yaşında bir gençti.
– Çok dayanıklı ve sabırlıdır. Çok eziyet çekti, tahammül edebildi, taviz göstermedi, caymadı.
– İman ve davet uğrunda fakirliği zenginliğe ve ahireti dünyaya tercih etti. Annesi çok zengindi. Kendisi sabah bir elbise akşam başka elbise giyerdi. İslâm’ı ve daveti terk etmesi için annesi başta olmak üzere onun ailesi onu her şeyden mahrum etmekle tehdit ettiler. Sonra da gerçekten mahrum ettiler ve ona işkence çektirdiler. Fakat Musab RadiyAllahu Anh onları ve mallarını terk etti, fakir olarak yaşadı.
– Bu nedenle Habeşistan’a hicret etti.
– Davette güzel üslup kullanıyordu, şu ayet-i kerimeyi iyice kavramıştı:
[اُدۡعُ اِلٰى سَبِيۡلِ رَبِّكَ بِالۡحِكۡمَةِ وَالۡمَوۡعِظَةِ الۡحَسَنَةِ وَجَادِلۡهُمۡ بِالَّتِىۡ هِىَ اَحۡسَنُؕ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعۡلَمُ بِمَنۡ ضَلَّ عَنۡ سَبِيۡلِهٖ وَهُوَ اَعۡلَمُ بِالۡمُهۡتَدِيۡنَ]“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et. En güzel şekilde onlarla tartış. Şüphesiz ki Rabbin kendi yolundan kim saptı ve kim hidayete erdi daha iyi bilir.”[Nahl Suresi 125]
Musab RadiyAllahu Anh güzel konuşuyor ve cevap veriyordu. Karşı tarafı kızdırmadan düşündürüyordu. Derin fikirle tartışıp cevap veriyordu ve karşı fikri çürütüyordu. Allah’ın herkese hidayet ve dalalet (sapma) kabiliyeti verdiğini idrak ediyordu. Her insanın hidayete erebileceğini anlıyordu. Bu nedenle kişilere karşı sabırlı oluyor, sinirlenmiyordu. Sinirlenen kişileri de güzel üslupla yatıştırıyordu. Bu şekilde Allah’ın yardımıyla ve hidayetiyle Evs ve Hazreç liderlerini kazanabildi.
İşte daveti taşıyan kimse böyle olmalıdır. Herkesin hidayete ermesi için Allah’a dua etmeli ve O’ndan yardım istemelidir.
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in devleti kurma imkânına yardımcı olan bir faktörde Yesrib’in (Medine) bağımsız olması idi. Kendilerini bir yere bağlamamışlardı. O zamanki en büyük güçler olan Rumlar veya Perslere bağlı değillerdi. Otorite ve emniyetleri kendi ellerinde idi. Medine’nin yönetimini paylaşan Evs ve Hazreç kabileleri bir yere bağlı değil, karar kendi ellerindeydi. Onların liderleri İslâm’ı kabul edince kabileleri kendilerine uydu. Medine’de yaşayan Yahudi ve Hristiyanlar ise orada söz sahibi değillerdi. Musab bin Umeyr İslâm’ı yayınca ve kamuoyu icat edince nusret verecek kimseleri Mekke’ye Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in yanına getirdi.
Devleti kurmak için nusret, güç ve söz sahiplerinin kazanılması gerekir. İşte bunlar II.Akabe Biatı ile yönetimi Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e teslim etmek, O’nu kendilerinin ve Medine’nin başkanı yapmak üzere biat verdiler. Ailelerini ve çocuklarını himaye ettikleri gibi O’nu himaye edeceklerine, O’na yardım edeceklerine ve itaat edeceklerine dair söz vererek biat ettiler.
Bu biata katılan Ubade bin Es-Samit şöyle demiştir:
[بَايَعْنَا رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَلَى السَّمْعِ وَالطَّاعَةِ فِي الْمَنْشَطِ وَالْمَكْرَهِ وَأَنْ لاَ نُنَازِعَ الأَمْرَ أَهْلَهُ وَأَنْ نَقُولَ أَوْ نَقُومَ بِالْحَقِّ حَيْثُمَا كُنَّا لاَ نَخَافُ فِي اللَّهِ لَوْمَةَ لاَئِمٍ]“Sevinç ve üzüntü hâlinde, rahatlık ve sıkıntılı hâlde işitmek ve itaat etmek, emir sahibiyle çekişmemek, ona (emir sahibine) Allah uğrunda hiçbir kimsenin kınamasından çekinmeden hakkı söylemek ve hakla hareket etmek üzere Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e biat ettik.”[Buhari] Başka rivayette Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellemşöyle demiştir: “Allah’tan burhanla (kesin delille) açık küfür görürseniz müstesnadır.”[Buhari]
Emir sahibi olan yöneticiler açık küfür gösterirlerse ve bununla ilgili Allah’tan burhanla (kesin delille) bunun açık küfür olduğu zaman onlara itaat yoktur. Daha doğrusu onlara isyan etmek ve onları değiştirmek gerekir. Bu konuyla ilgili birçok şer’î delil vardır.
Şimdiki yöneticiler açık küfür göstermekte ve küfrü uygulamaktalar. Hatta İslâm’la savaşmaktadırlar. Bu yüzden onlara itaat yoktur. Peki, Müslümanlar ne yapmalıdır? Bu durumda İslâm’a göre nasıl kendi kendilerini yönetecekler, işlerini yürütecekler, sorunlarını çözecekler ve ihtilafları kaldıracaklar? Kendileri için bir devletin olması gerekmez mi? Öyle olmazsa küfür devletine mahkûm kalacaklar. Çünkü insanlar devletsiz yaşayamazlar.
Küfür devletine itaat olmayınca, daha doğrusu ona isyan etmek ve karşı gelmek gerekli olunca İslâm Devleti’ni kurmak için çalışmak elzem olur. “Herkes devlete tâbidir, devlete çağırmak gerekmez, önemli olan ibadetlerimizi yapmaktır.” diyenler küfür sistemine razı olduklarını göstermektedirler. Mevcut olan devlete tâbi olmaktan memnundurlar. Bu zillete razı olduklarını göstermekte, ahirette kendilerini ne tür bir azabın beklediğini düşünmemektedirler. Nitekim Müslümanın küfür sistemine, inanmadığı sisteme boyun eğmesi en büyük zillettir.
Allah Celle Celâlehûşöyle buyurmuştur:
[قَدۡ كَانَتۡ لَـكُمۡ اُسۡوَةٌ حَسَنَةٌ فِىۡۤ اِبۡرٰهِيۡمَ وَالَّذِيۡنَ مَعَهٗۚ اِذۡ قَالُوۡا لِقَوۡمِهِمۡ اِنَّا بُرَءٰٓؤُا مِنۡكُمۡ وَمِمَّا تَعۡبُدُوۡنَ مِنۡ دُوۡنِ اللّٰهِ كَفَرۡنَا بِكُمۡ وَبَدَا بَيۡنَنَا وَبَيۡنَكُمُ الۡعَدَاوَةُ وَالۡبَغۡضَآءُ اَبَدًا حَتّٰى تُؤۡمِنُوۡا بِاللّٰهِ وَحۡدَهٗۤ اِلَّا قَوۡلَ اِبۡرٰهِيۡمَ لِاَبِيۡهِ لَاَسۡتَغۡفِرَنَّ لَـكَ وَمَاۤ اَمۡلِكُ لَـكَ مِنَ اللّٰهِ مِنۡ شَىۡءٍ ؕ رَبَّنَا عَلَيۡكَ تَوَكَّلۡنَا وَاِلَيۡكَ اَنَـبۡنَا وَاِلَيۡكَ الۡمَصِيۡرُ]“İbrahim ve onunla beraber olanlar sizin için güzel örnektir. Onlar kavimlerine şöyle dediler: Sizden ve Allah dışında taptıklarınızdan beriyiz, uzağız. Sizi reddettik, ebediyen sizinle aramızda düşmanlık ve buğz belli oldu. Bir olan Allah’a iman edinceye kadar bu durum devam edecektir. Ancak İbrahim’in babasına verdiği şu söz müstesnadır: Senin için Allah’tan mağfiret dileyeceğim ama senin için Allah’tan bir şeye sahip değilim. Rabbimiz! Sana tevekkül ettik, sana döndük ve geleceğimiz sendedir.”[Mumtehine Suresi 4]
Bu şekilde İbrahim Aleyhi’s Selam ve beraberindeki müminler küfür sistemine isyan ettiler. Onlarla Müslüman oluncaya ve yalnız Allah’a tapıp, kulluk ederek, O’nun emir ve nehiylerine uyuncaya kadar ebediyen barışmayacaklar. Bu mücadele bizim için bir örnektir. Bu mücadele Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellemve O’nunla beraber olanların mücadelesinin aynısıdır.
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Kureyş’in dinine, fikrine ve sistemine karşı geldi, mücadelesini sürdürdü, sistemlerine katılmayı reddetti hatta küfür sistemi gölgesinde onların kralı ve başkanı olmayı reddetti. Allah’a ve Rasulü’ne iman etmelerini talep etti. İman ederlerse onları imanın gereğince yönetecekti. Aynen iman edince Medine halkını İslâm’la yönettiği gibi.
Bu hakikati kim inkâr edebilir? Akıl sahibi olan, düşünen, hakkı ve hakikati araştıran, sağduyulu ve insaflı olan kimsenin inkâr etmesi mümkün değildir! Kur’an’ı ve Sünnet’i derin şekilde araştıran kimse bunu idrak eder ve bunun için çalışır.
Esad Mansur