Soru:

“Mantıku’l İhsas-Mantıkî İhsas” ve “İhsasu’l Fikrî-Fikrî İhsas” kavramlarını ve bugünkü hayatımızda bunlara nasıl ulaşabileceğimizi açıklayabilir misiniz? .

Cevap:

Mantıkî ihsasın manası hissi idrakten meydana gelen anlayış, kavrayıştır. Hissi idrak ise vakıayı hissederek algılamaktır. İnsan bir vakıayı yaşıyorsa onda ihsas olur, bu ihsas onu düşündürür, harekete geçirir. İhsas bunu gerektirir.
Vakıayı hissetmeden kavrayış olursa fikrî ihsas veya mantıkî ihsas gerçekleşmiş sayılmaz. Bu teorik anlayış olur.
Bir ihsas fikre binaen olursa fikrî ihsas olur.

İnsan bir vakıayı sırf teorik olarak telakki ederse veya kendisine anlatılırsa mantıkî ihsas gerçekleşmez ve fikrî ihsasa götürmez. Zira mantıkî ihsas fikrî ihsasa götürür. Bu şekilde insan fikri alırken vakıayı hissetmiş olur.
İnsan bir şeyi hissetmezse onu hayali, faraziye, varsayım olarak sayar; vakıayı tam olarak kavrayamaz ve olayları bağlayamaz.
İnsana başkaları tarafından teorik olarak bir vakıa anlatılır ya da ezberletilirse de mantıkî ihsas gerçekleşmez. Onu yaşamak veya dokunmakla mantıkî ihsas gerçekleşir. Ancak böyle derin fikre sahip olunur, mesele derin bir şekilde kavranır ve samimi olarak hareket edilir.

İslâm dünyasına hiç gitmeyen orada yaşayıp problemleri direk görmeyip Avrupa’da doğup yaşayan Müslüman gençlere bakıyoruz, meseleyi zor anlıyorlar. Hatta çoğu o problemle pek ilgilenmiyorlar. Orada yaşayanların veya oraya gidip görenlerin ihsasları ise daha yüksek olmaktadır. Onlar Avrupa’da ve özellikle yaşadığı Avrupalı memlekette Müslümanların problemlerini daha fazla hissetmekte ve düşünmektedir.

Hilâfet’in var olduğu dönemi yaşayamayanlara Hilâfet’i anlatmak zor olur ama o dönemi yaşayanlar onu daha çabuk kavrarlar. Misal olarak 1970’lerde Hilâfet’in var olduğu dönemi yaşayanlarla konuştuğumuzda, hemen kavramışlar, İngilizler ve onların ajanı Mustafa Kemal’in Hilâfet’i nasıl yıktıklarını anlattığımızda bunu hemen anlamışlardı. Mustafa kemal ve İsmet İnönü’nün zulümlerini yaşadıklarını anlatırlardı. Onların ihsasları güçlü idi fakat fikirleri eksikti. Bu sebeple onlara fikri verdiğimizde ona bağlandılar.

Mesela Hilâfet’in yıkılışına şahit olan yaşlı bir Müslüman’a, 1960’larda Hilâfet’in kaldırılmasının üzerinden 50 sene geçtikten sonra Hilâfet fikrini ilk defa söylediğimizde o fikirle hemen kaynaştı, çok duygulandı ve bizi destekleyerek “Siz nereden çıktınız dedi.” Hilâfet’in göğsüne ilk hançer saplayan İngiliz ajanı olan Suudilerden beslenen, onların Rabıtasının (Rabıtatu’lÂlem el-İslami) şubesini Türkiye’de açan bir kişi Hilâfet’e davet ettiğimiz için bize İngiliz ajanı olarak iftira atınca o yaşlı amca kalkıp ona şöyle dedi: “Oğlum Hilâfet’i yıkan İngilizlerdir, bunu tekrar canlandırmaya çalışmazlar. Bu gençler İngiliz ajanı olamazlar.” İşte bu yaşlı Müslüman vakıayı hissettiği için hemen meseleyi kavradı, vefat edinceye kadar bize destek verdi. Zira İngilizlerin adamı Mustafa Kemal Hilâfet’ten söz etmeyi bile yasaklamıştı. İşte, mantıkî ihsas o Müslüman amcaya doğruyu söyletti ve onu doğru fikri kabul etmeye sevk etti.

Birçok Müslüman’a Hilâfet’i zor anlatıyorsun, kavrayamıyorlar. Bunu hissedemedikleri için onu zihinlerinde tasavvur edemiyorlar, bunun ehemmiyetini ve üstünlüğünü de fark edemiyorlar. Bu hususa bir misal de benim rahmetli dedemdir. O Hilâfet Devleti’nin son dönemini yaşamıştı. “Osmanlıların en kötü dönemi bile bu dönemden daha hayırlıdır, son halifeler zaaflarına rağmen bu yöneticilerden daha hayırlıdır.” derdi. Nitekim değişik dönemleri yaşadı, değişik vakıaları hissetti, bunların arasında mukayese yapabildi, hangisinin daha üstün olduğunu hissetti. Fakat onda fikir eksikti. Ona fikir verdiğim zaman o fikre bağlandı onunla kaynaştı ve destekledi. Zira mantıkî ihsas insanı ihlaslı kılar. Onun ihsası doğruyu kabul etmeye veya bulmaya sevk eder.
Müslümanlara Hilâfet’in ehemmiyetini hissettirmeye çalışılırken Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ve Râşid Halifelerden örnekler göstermek elzemdir. Gerektiğinde sonraki halifelerin parlak tarihini anlatmak da gerekir ki insanlar bunu hissedebilsinler. Bu örneklerle onlara vakıayı zihinlerinde canlandırmaya çalışırız. Sanki onu yaşamış gibi olurlar.

Afrika’da yaşayan bir kimse sömürgecilerin o memleketleri nasıl tahrip ettiklerini, ülkelerini nasıl geri bıraktıklarını ve bütün servetlerini çalıp götürdüklerini daha iyi hissederler. Bu kimseye fikir verildiğinde hemen düşünmeye başlar ve bir şey yapmak ister. Fikir ihsası güçlendirir. Daveti taşıyıp kavradıklarında gençlerin hisleri daha kuvvetli olur. Çünkü ilgileri daha fazla artar, sürekli vakıaları, olayları takip ederler, bu şekilde ihsasları artar. İhsasları fikirle beraber olduğu için onlarda fikrî ihsas oluşur. Onlarda oluşan bu durum fikirsiz sırf ihsas olmadığı gibi ihsassız sırf fikir de değildir.
İhsasın yokluğu veya eksikliğini tedavi etmek için fikir verilirken insanların ihsaslarını artırmaya çalışmak gerekir. Vakıayı onlara değişik örneklerle anlatarak hissettirmek gerekir. Hissetmez ise fikri kabul etse bile canlı olmaz ve fikre bağlanmaz onunla kaynaşmaz. Bilakis camit ve donuk olur.

Mesela resimli bir haber resimsiz bir haberden daha etkili olur. Resimli haber olunca sanki insan o olayı yaşıyor gibi olur, bu şekilde ihsası artar ve etkilenir. Fikir olmadan sırf ihsas olursa doğru amel ve hareket gerçekleşmez. Genellikle şaşkınlık olur, duygusal bir hareket neşet eder, yanlış çalışma yapılır ve olumsuz neticeler meydana gelebilir. Teorik olarak sadece diğer kişilerden telakki edilirse edinilen anlayış ihsastan doğmuş sayılmaz. Dolayısıyla mantıkî ihsas gerçekleşmez, fikrî ihsas da hâsıl olmaz.

İnsan vakıayı hissederse fikre muhtaç kalır, fikir ister, fikri arar. Doğru fikri bulursa doğru hareket eder. Yanlış fikir edinirse yanlış harekette bulunur. Misal olarak Müslümanlar kendi ümmet ve memleketlerinin parçalandığını, zayıf olduklarını, geri kaldıklarını ve Amerika başta olmak üzere Batı devletlerinin sömürü veya tasallutu altında kaldıklarını hissederler. Fakat doğru fikir edinmedikleri veya yanlış fikir edindikleri için kurtuluş yolunu bulmaz veya doğru metotla çalışmaz veyahut yanlış çalışma yaparlar.

Hâlbuki doğru ideoloji olan İslâm’dan doğan fikir doğru olur. Bu ideolojiyi kavrayan kimse mantıkî ihsasla doğru neticelere varır ve fikrî ihsasa sahip olur. Bu şekilde onda derinlik oluşur. Derin fikirden dolayı net, şeffaf ve sadık ihsas meydana gelir. Bu şekilde insan samimi ve ihlaslı olur. Vakıayı olduğu gibi hisseder, kendisini veya gayrısını saptırmaz, vakayı kendi heva ve hevesine göre renklendirmez, onu olduğu gibi algılar, doğru fikri bulmaya çalışır ve vakıaya uymayan fikri kabul etmez. Milliyetçilik fikrinin ümmeti parçaladığını görür ve ümmeti kurtarmak için milliyetçiliğe başvurmaz. Küfür yönetimine katılmaz, çünkü demokrasi İslâm’dan taviz göstermeyi gerektirir. Bu şekilde İslâm’ın iktidara gelemeyeceğini idrak eder. Bunun vakıasını hisseder, doğru fikir edinince hissi ve idraki artar. Mantıkî ihsas işte bunu gerektirir.

Daveti taşıyan kimse şu kaide veya kuralı benimser: Önce vakıayı hisseder, sonra onun hakkında doğru fikir edinir, ondan sonra hareket edip amel eder. Bu ameli bir gaye için yapar ve bu süreçte daima imani atmosfer içinde bulunur. Bunlar birbirinden ayırılmaz bir bütündür. Fikir edinmeden amel etmez, iş yapmaz. Olayları takip ederek hissetmeye çalışır. Gayesiz amel yapmaz. Aynı anda imani atmosferi oluşturmaya çalışır. Hissederken, düşünürken, çalışırken ve gayeyi gerçekleştirmeye gayret sarf ederken Allah’a bağlı olur, onun emir ve nehiylerini düşünür ve uygular. Baş gayesi Allah’ın rızasını kazanmaktır. Bu şekilde Allah’ın izniyle muvaffak olur. İnşaAllah tekrar Hilâfet’i kurar, bu yolla İslâmi hayatı yeniden başlatır ve İslâm davetini dünyaya götürür ve bu şekilde inşaAllah Allah’ın rızasını kazanır.