-104-

Resulullah’a vahyedilen Kur’an ve sünnet:

(151)  كَمَا أَرْسَلْنَا فِيكُمْ رَسُولاً مِّنكُمْ يَتْلُو عَلَيْكُمْ آيَاتِنَا وَيُزَكِّيكُمْ وَيُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُعَلِّمُكُم مَّا لَمْ تَكُونُواْ تَعْلَمُونَ

فَاذْكُرُونِي أَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُواْ لِي وَلاَ تَكْفُرُونِ

 “Nitekim kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size Kitab’ı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi size öğreten bir Resûl gönderdik.

Öyle ise siz beni (ibadetle) anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin; sakın bana nankörlük etmeyin!”(Bakara 151-152)

Nasıl sizden ve sizin aranızdan bir re­sul gönderdik! Bu resul size ayetlerimizi okuyor, sizi temize çıkartıyor, Kitap’ı ve hikmeti size öğretiyor ve daha önce bilme­diğiniz şeyleri öğretiyor (Bakara 151). Bu nedenle Allah’ı anın ki, Allah ta sizi ansın, ona teşekkür edin ve kâfir olma­yın (Bakar 152).

Allah-u Teâla kendi mümin kullarına bu büyük nimeti hatırlatıyor, kendilerinden bir elçi gönderdi. Bu elçi kendilerine Allah’ın ayetlerini okur, bu ayetleri onlara okudukça doğruyu, hakkı gösterir, yolu ay­dınlatır ve müminleri ne güzel duruma ge­tirir. Böylece onları temize çıkartır, kitabı ve hikmeti öğretir, kitap ise Kur’an-ı Ke­rimdir. Kur’an dışındaki Resulün öğrettiği nedir? Sünnetten başka bir şey var mıdır? Bu nedenle sünnetin başka adı hikmettir. Lügatte hikmetin manası; isabetli görüş veya doğru fikir­dir. Sünnet; Resulullah’ın amelleri, sözleri ve takriridir. Bunlar hepsi birer isa­betli şeylerdir. Eğer bir hadis sahih olarak ispatlanırsa; o sünnetten bir parça olup doğru fikir sayılır ve onunla amel edilir. Ayrıca daha önce bilmediklerini kendilerine öğreti­yor onlara nasıl derin ve aydın düşünecek­lerini, nasıl samimi bir insan olup, suni hareket yapmadan güzel şekilde davrana­caklarını da öğretiyor. Böylece, Müslüman­lar en hayırlı ve yüksek insanlar oldular. Düşünceleri ve davranışlarıyla birer parla­yan yıldız oldular. Yaşam tarzları değişti, büyük bir hadarata ve medeniyete sahip oldu­lar, ilim sahipleri oldular, cahiliye hali neydi ve İslam’la müşerref olduktan sonra ne hale geldiler?!

Tin süresinde Allah-u Teâla insanları en yüksek ve en güzel şekilde yarattığını hatırlatırken iman edenler ve imandan fışkıran fikirlere göre salih amel yapmayanların dışında kalanların en alçak duruma düştüklerini bize söylüyor.

Şimdiki cahi­liyeye bakın; zina, fuhuş, homoseksüellik, açılma saçılma, aşırı zenginlik ve aşırı fa­kirlik, insanların haklarını yeme, insanları ezmek ve sömürmek, zulmetmek ve hor­lamak, parayla, malla, elbiseyle ve başka şeylerle övünmek ve kibirlenmek, hakkı ta­nımamak, yalan söylemek, aldatmak, kandırmak ve bütün kötü hareketler yaygın ol­du. Hatta batılılar bu kötü ve çirkin sı­fatları ve davranışlarıyla övünüyor, onu çağdaş medeniyet olarak adlandırıyorlar. Tamamen Lut kavmi gibidir. Onlar homoseksüellikle ve kötü davranışlarıyla övünüyorlardı, Peygamber Lut ile alay ediyorlardı ve alay ederken şöyle diyorlardı; “Güya bunlar temizlik ve iffet istiyor?” (Araf 80-84)

İşte Allah’ın nimeti sayesinde Müslümanlar en temiz ve en yüksek insan­lar haline geldiler. Amerika ve batı devlet­leri Müslümanlarla alay ediyorlar ve onları kendileri gibi kötü ve alçak insan haline getirmeye çalışıyorlar.

Allah-u Teâla müminlere o nimetleri hatırlatırken onlardan şunu istiyor; kendi­sini anmak ve kendisine teşekkür etmek ve kâfir olmamaktır. Hem de Allah’ı anarlarsa Allah da onları anacaktır. Allah’ı anmak hem sözle olur hem amelle olur.

Allah’ı sözle anmak, zikretmek, tesbih, istiğfar, tekbir, hamd etmek, dua etmek, Kuran okumak, insanlara Allah’ın ayetlerini hatırlat­mak, insanları Allah’a davet etmek, marufu emretmek, münkeri nehyetmek, insanları hidayete girmek için çağırmak, zalimlere hak sözü, Allah’ın emir ve yasaklarını hatırlatmaktır. Bunların hepsi Allah’ı zikretmekten birer parçadır.

Amelle Allah’ı anmak ise; namaz kıl­mak, oruç tutmak, hac yapmak, zekat vermek, cihad etmek, Allah’ın indir­dikleriyle hükmetmek ve sair Allah’ın emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından vazgeçmektir. Biz sözle ve amelle Allah’ı ansak, Allah bizi anar, bize bakar ve yardım eder. Eğer Allah’ı unutursak Allah’ta bizi unutur. Haşr suresinde buyurduğu gibi:

وَلَا تَكُونُوا كَالَّذِينَ نَسُوا اللَّهَ فَأَنسَاهُمْ أَنفُسَهُمْ أُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ

“Allah’ı, unutanlar gibi olmayın Allah onları unuttu, onlar fasık insan­lardır,”(Haşr 19)

Kalple Allah’ı anmakta olur; tes­bih, hamd ve tekbir etmek, istiğfar ve rahmet dilemek, dua etmek, Allah’ı düşünmek, nimetleri hatırlamak, haset etmemek, kin beslememek gibi.

Müminler buğuz etmez. Çünkü Allah böyle şeylerden nehyettiği için böyle güzel kalbe sahip ol­manın hepsi Allah’ı zikretmekten birer parçadır. Bu zikir ruhtur, çünkü Allah’la ilişkiyi idrak etmek manasındadır. Bunun neticesi ruhaniyettir. Böylece; mümin yük­sek ruhaniyete sahip olur. Kutsi Hadis’te şöyle geçmektedir:

“Allah-u Teala dedi ki; ‘Ey adem oğlu, kendi nefsinde beni zikredersen, seni nefsimde zikre­deceğim, bir grup insanlar arasında beni zikredersen, meleklerden daha hayırlı bir grup arasında seni zikrede­rim. Eğer bana bir karış kadar yakla­şırsan sana bir arşın kadar yaklaşırım. Eğer bana yürüyerek gelirsen sana ko­şarak gelirim.(Buhari ve Müslim)

Öyleyse Allah’a kalple, sözle ve amelle yaklaşmak zikir sayılır ve onun neticesi zikreden mümine Allah’ın yaklaşması ve yardım etmesidir. Bu hadis-i şerif açıkça insanlar arasında Allah’ı, ayetleri, emir ve nehyleri anmak ve hatırlatmanın daha sevap olduğu göstermektedir.  

Allah’a teşekkür etmek ise hem sözle hem amelle gerçekleşir. Sözle biliniyor, her nimete karşı Allah’a şükürler olsun demektir. Amelle ise, onun uğrunda harcamaktır. Başka ifadeyle; Cihada, İslam davetine, fakirlere, muhtaçlara ve bütün hayır işlerinde harca­maktır. Bu sebeple Allah-u Teâla bir ayette:

وَإِذْ تَأَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِن شَكَرْتُمْ لأَزِيدَنَّكُمْ وَلَئِن كَفَرْتُمْ إِنَّ عَذَابِي لَشَدِيدٌ

“Hatırlayın ki Rabbiniz size: Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artıracağım ve eğer nankörlük ederse­niz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir! Diye bildirmişti.” (İbrahim 7)

“Eğer teşekkür ederseniz size fazla fazla vereceğim, fakat nankörlük ederseniz sizin için şiddetli azap hazırladım demek­tir.” Kâfir olmayın ifadesi bu ayette nankör olmayın manasında geçer. Kâfir olmak Allah’ın nimetini reddetmek, nankör olmak ve gerçeği örtmektir. Nimeti reddeden, nankör insandır. Yine gerçeği ör­ten kimsede nankördür.

Allah bize İslam nimeti verdiği için ona teşekkür etmeliyiz. Bu nimeti reddetmek nankörlüktür. Sağlık, mal, mülk ve diğer maddi nimetlere karşı Allah’a teşek­kür etmeliyiz. Bize verdiği mal ve mülkten harcamalıyız. Malımız ve mülkümüz bere­ketli olur. Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem şöyle buyurmuş­tur:

“Sadaka yüzünden hiç mal eksilmez.” (İbn-i hanbel)

İnsan kendi malının eksilmediği ve ihtiyaçlarına yettiğini hisse­der ve kendi elinde kalan mal başka ihtiyaçlarını giderir. Sağlık nimetine amelle teşekkür etmek ise Allah uğrunda cihad etmek, İslam da­vetini yüklenmek, insanlarla, fakirlerle ve zayıflarla ilgilenmek, muhtaçlara yardım etmek, zalimlere karşı çıkmak, mazlumlara sahip çıkmak ve bunun uğrunda eziyeti tahammül etmektir.