Soru:
Tevessül etmek ya da Tevessül yapmak caiz midir?
Cevap:
Bu konu hakkında âlimler arasında farklı görüşler vardır.
Tevessül kelimesi “vesile edinmek” manasındadır.
Vesile ulaştıran şeydir, araçtır. Arapçada [وَسَلَ]“vesele” fiilinden türemiştir. Bir işle birine yaklaşmak, ulaşmak, yakınlık göstermek demektir.
Nebi ile Allah’a Tevessül etmeyi savunanlar şu ayetlere dayandılar:
Allah CelleCelâlehû şöyle buyurmuştur:
[يٰۤاَيُّهَا الَّذِيۡنَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَابۡتَغُوۡۤا اِلَيۡهِ الۡوَسِيۡلَةَ وَجَاهِدُوۡا فِىۡ سَبِيۡلِهٖ لَعَلَّـكُمۡ تُفۡلِحُوۡنَ]
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve O’na vesileyi edinin ve O’nun uğrunda cihad edin. Umulur ki felaha kavuşursunuz.”[Maide Suresi 35]
[اُولٰۤٮِٕكَ الَّذِيۡنَ يَدۡعُوۡنَ يَبۡتَغُوۡنَ اِلٰى رَبِّهِمُ الۡوَسِيۡلَةَ اَيُّهُمۡ اَقۡرَبُ وَيَرۡجُوۡنَ رَحۡمَتَهٗ وَيَخَافُوۡنَ عَذَابَهٗؕ اِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ كَانَ مَحۡذُوۡرًا]
“O’na (Allah’a) davet edenler ve dua edenler Rablerine vesileyi edindiler. Allah’a ulaşmak için hangi amel daha yakındır (arayıp sorarlar)? Onlar O’nun rahmetini umuyorlar ve O’nun azabından korkuyorlar. Şüphesiz ki senin Rabbinin azabı sakınılmış olan azaptır.”[İsraSuresi 57]
Bu iki ayete dayanılarak Tevessül konusu meydana geldi.
Bu ayetlerde vesilenin manası apaçıktır. Allah-u Teâlâ’ya “bir amelle” yaklaşmaktır.
Müminler, kendilerini Allah-u Teâlâ’ya daha fazla yaklaştıracak olan ameli yapmak için soru soruyorlar.
Ayetlerde ise Allah’a yaklaşmak için Peygamber veya bir başka kimseyi “vesile edinmekle ilgili” hiçbir işaret yoktur.
İmandan sonra en önemli amel “Allah’tan korkmak” tır.
Allah’tan korkan kimse sürekli Allah’ın emirlerini yerine getirmeye ve nehiylerinden, yasaklarından vazgeçmeye çalışır.
Ona ulaşmak için Kur’an’da ve Sünnet’te en fazla sevap sağlayan ameli arar.
Bu konuyu araştırdığımız zaman Cihadın ve Allah’a daveti taşımanın en fazla sevap sağlayan ameller olduğunu buluruz.
Bu nedenle yukarıdaki ayette bunu vurgulamak için “Onun uğrunda da cihat edin” denmiştir.
İşte bu şekilde insan felaha kavuşur, Allah’ın rızasını kazanır.
“O’na davet etmek” ise en fazla sevap sağlayan ameldir. Nitekim Cihadın maksadı İslâm’ı yaymak ve hâkim kılmaktır.
Allah CelleCelâlehû şöyle buyurmuştur:
[لَا يَسۡتَوِى الۡقَاعِدُوۡنَ مِنَ الۡمُؤۡمِنِيۡنَ غَيۡرُ اُولِى الضَّرَرِ وَالۡمُجَاهِدُوۡنَ فِىۡ سَبِيۡلِ اللّٰهِ بِاَمۡوَالِهِمۡ وَاَنۡفُسِهِمۡ ؕ فَضَّلَ اللّٰهُ الۡمُجٰهِدِيۡنَ بِاَمۡوَالِهِمۡ وَاَنۡفُسِهِمۡ عَلَى الۡقٰعِدِيۡنَ دَرَجَةً وَكُلًّا وَّعَدَ اللّٰهُ الۡحُسۡنٰىؕ وَفَضَّلَ اللّٰهُ الۡمُجٰهِدِيۡنَ عَلَى الۡقٰعِدِيۡنَ اَجۡرًا عَظِيۡمًا ۙ دَرَجٰتٍ مِّنۡهُ وَمَغۡفِرَةً وَّرَحۡمَةً ؕ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوۡرًا رَّحِيۡمًا]
“Müminlerden özür sahibi olmaksızın (cihadtan) oturanlar (geri kalanlar)la Allah uğrunda mallarıyla ve canlarıyla Cihad edenler bir olmazlar. Allah kendi uğrunda mallarıyla ve canlarıyla Cihad edenleri oturanlara üstün bir derece kıldı. Allah hepsine Cenneti vaat etti. Fakat Allah kendi uğrunda Cihad edenleri oturanlara büyük sevapla üstün kıldı. Mücahitler için Allah’ın katından dereceler, mağfiret ve rahmet vardır. Allah rahmet ve mağfiret sahibidir.” [Nisa Suresi 95]
Yine şöyle buyurmuştur:
[اَجَعَلۡتُمۡ سِقَايَةَ الۡحَـآجِّ وَعِمَارَةَ الۡمَسۡجِدِ الۡحَـرَامِ كَمَنۡ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالۡيَوۡمِ الۡاٰخِرِ وَجَاهَدَ فِىۡ سَبِيۡلِ اللّٰهِ ؕ لَا يَسۡتَوٗنَ عِنۡدَ اللّٰهِ ؕ وَاللّٰهُ لَا يَهۡدِى الۡقَوۡمَ الظّٰلِمِيۡنَۘ اَلَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا وَ هَاجَرُوۡا وَجَاهَدُوۡا فِىۡ سَبِيۡلِ اللّٰهِ بِاَمۡوَالِهِمۡ وَاَنۡفُسِهِمۡۙ اَعۡظَمُ دَرَجَةً عِنۡدَ اللّٰهِؕ وَاُولٰٓٮِٕكَ هُمُ الۡفَآٮِٕزُوۡنَ يُبَشِّرُهُمۡ رَبُّهُمۡ بِرَحۡمَةٍ مِّنۡهُ وَرِضۡوَانٍ وَّجَنّٰتٍ لَّهُمۡ فِيۡهَا نَعِيۡمٌ مُّقِيۡمٌ ۙ خٰلِدِيۡنَ فِيۡهَاۤ اَبَدًا ؕ اِنَّ اللّٰهَ عِنۡدَهٗۤ اَجۡرٌ عَظِيۡمٌ]
“Hacca gelenlere su vermeyi ve Mescid-i Haram’ı onarmayı Allah’a ve ahirete inanıp Cihad edenlerle bir mi tutuyorsunuz?! Allah katında bir değillerdir. Allah zalim olanları hidayete erdirmez. İman edip hicret edenler ve Allah uğrunda mallarıyla ve canlarıyla Cihad edenler Allah katında daha üstün dereceye sahiptirler. Kazananlar bunlardır. Onlara Rabbin’den bir rahmet olarak, rıza, içinde tükenmez nimetler bulunan, içlerinde sürekli ve ebedi kalacakları Cennet vardır. Şüphesiz ki Allah katında büyük sevap vardır.”[TevbeSuresi 19-22]
Şöyle de buyurmuştur:
[وَلۡتَكُنۡ مِّنۡكُمۡ اُمَّةٌ يَّدۡعُوۡنَ اِلَى الۡخَيۡرِ وَيَاۡمُرُوۡنَ بِالۡمَعۡرُوۡفِ وَيَنۡهَوۡنَ عَنِ الۡمُنۡكَرِؕ وَاُولٰٓٮِٕكَ هُمُ الۡمُفۡلِحُوۡنَ]
“Sizden hayra (İslâm’a davet eden), marufu emreden ve münkeri nehyeden bir grup olsun. Onlar felaha kavuşanların ta kendileridir.”[Âl-i İmran Suresi 104]
Yine şöyle de buyurmuştur:
[وَمَنۡ اَحۡسَنُ قَوۡلًا مِّمَّنۡ دَعَاۤ اِلَى اللّٰهِ وَعَمِلَ صَالِحًا وَّقَالَ اِنَّنِىۡ مِنَ الۡمُسۡلِمِيۡنَ]
“Allah’a davet eden, salih amel yapan ve ben Müslümanlardanım diyenden daha güzel söze sahip olan kimse var mıdır?”[FussiletSuresi 33]
Böylece Allah’a imandan sonra en yakın vesile, O’na yaklaştıran amel, Cihad ve davettir.
Bunlar büyük farzlardır ve bunlar büyük sevap sağlayan amellerdir. Bu amelleri yaparken öldürülen mümin kimseler cennetliklerdir.
Peygamber ile Allah-u Teâlâ’ya Tevessül etmeyi savunanlar şu ayete de dayandılar:
Allah CelleCelâlehû şöyle buyurmuştur:
[وَمَاۤ اَرۡسَلۡنَا مِنۡ رَّسُوۡلٍ اِلَّا لِـيُـطَاعَ بِاِذۡنِ اللّٰهِ ؕ وَلَوۡ اَنَّهُمۡ اِذْ ظَّلَمُوۡۤا اَنۡفُسَهُمۡ جَآءُوۡكَ فَاسۡتَغۡفَرُوا اللّٰهَ وَاسۡتَغۡفَرَ لَـهُمُ الرَّسُوۡلُ لَوَجَدُوا اللّٰهَ تَوَّابًا رَّحِيۡمًا]
“Biz, her Rasulü ancak Allah’ın izniyle kendisine itaat olunması için gönderdik. Onlar kendi kendilerine zulmettiklerinde sana gelip Allah’tan mağfiret dileseydiler ve Rasul de onlar için mağfiret dileseydi, elbette Allah’ı tevbeleri kabul eden ve merhametli olarak bulurlardı.”[Nisa Suresi 64]
Bu ayette kendi kendilerine zulmedip günah işleyenler Rasul’ün yanına gelip Allah’tan mağfiret dileselerdi ve Rasulde onlar için Allah’tan mağfiret dileseydi onları affederdi ve azaptan kurtarırdı.
Rasul’e gelip “Bizim için Allah’tan mağfiret dile” derler.
Rasul, duası kabul edilen kimse olup onlar için Allah’tan mağfiret dileyince kabul edilir.
Hayatta iken Müminler ona gelip “Bizim için Allah’tan mağfiret dile”diyorlardı.
Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem vefat ettikten sonra tabii ki bu mümkün değildir.
Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellemsadece Allah-u Teâlâ’ya onlar için dua ediyordu.
Yine yaşayan Salih kimse ile Tevessüle gelince,
Ona “Bizim için Allah’tan mağfiret dile”denilirse doğrudur. Zira Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
[عِنْدَ رَأْسِهِ مَلَكٌ مُوَكَّلٌ كُلَّمَا دَعَا لأَخِيهِ بِخَيْرٍ قَالَ الْمَلَكُ الْمُوَكَّلُ بِهِ: آمِينَ وَلَكَ بِمِثْلٍ]
“Her ne zaman kardeşine hayırla dua ederse vekil kılınan Melek de onun için ‘Âmin aynı sana da (olsun)!’ der.”[Müslim]
Bu şekilde Müslüman’ın diğer bir Müslüman için Allah-u Teâlâ’ya dua etmesi, O’ndan mağfiret dilemesi sevaptır.
Hz. Aişe RadiyAllahuAnhâ, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e şöyle demiştir:
[يَا رَسُولَ اللَّهِ ادْعُ اللَّهَ لِي فَقَالَ اللَّهُمَّ اغْفِرْ لِعَائِشَةَ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنَبِهَا وَمَا تَأَخَّرَ مَا أَسَرَّتْ وَمَا أَعْلَنَتْ فَضَحِكَتْ عَائِشَةُ حَتَّى سَقَطَ رَأْسُهَا فِي حِجْرِهَا مِنَ الضَّحِكِ قَالَ لَهَا رَسُولُ اللَّهِ صلَّى اللهُ عليه وسلَّم أَيَسُرُّكِ دُعَائِي فَقَالَتْ وَمَا لِي لا يَسُرُّنِي دُعَاؤُكَ فَقَالَ وَاللَّهِ إِنَّهَا لَدُعَائِي لأُمَّتِي فِي كُلِّ صَلاةٍ]
“Ey Allah’ın Rasulü, Benim için Allah’a dua et. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem dedi ki: Allah’ım Aişe’nin geçmiş ve gelecek günahlarını ne gizlediyse ve ne açıkladıysa da affet. Aişe başı kucağına kadar eğilerek güldü. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ona dedi ki: Dualarım seni sevindirdi mi? Aişe dedi ki niçin beni sevindirmesin? Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem dedi ki: Allah’a yemin olsun her namazda ümmetim için benim dualarım bunlardır.”[İbniHibban]
Ramada senesinde açlık olunca Hz. Ömer RadiyAllahuAnh yağmur duası yapmak isteyince şöyle demiştir:
“Allahım Peygamberimizle sana tevessül ediyorduk, böylece bize su veriyordun. Biz Peygamberimizin amcasıyla sana tevessül ediyoruz. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in amcası olan Abbas’a şöyle dedi: Ey Abbas kalk ve Allah’a dua et. Abbas kalktı ve dua etti. Allah onlara su verdi.”[Buhari]
Tevessül; Allah’a yaklaşmak için bir kişinin Allah’a dua etmesini istemektir.
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem hayatta iken kendileri için Onun dua etmesini istiyorlardı.
Vefat ettikten sonra bu mümkün olmadığından dolayı ondan istenmez.
Ebediyete intikal etmişken nasıl bizim için dua edecektir?
Bir ölüden dua istemek batıldır ama hayatta yaşayan herhangi bir Salih kuldan dua etmesi istenebilir.
Umurlu ki Allah duayı kabul eder.
Dolayısıyla Tevessül; İnsanın Allah’a ulaşmak için vesile, aracı kullanması değildir.
Birini Allah’a senin için dua etmesi için bir vesile kılmaktır. Ondan Allah’a dua etmesini istemektir. Bu caizdir.
Ölü kimselerden ise asla istenmez, kabre gidip kabir sahibinden bir şey istemek kesinlikle caiz değildir, batıldır.
Sahabe RadiyAllahuAnhum sadece Hz. Ömer RadiyAllahuAnh’ın yukarıdaki örneğinde geçtiği gibi yaptılar, Rasul’ün kabrine gidip bir şey istemediler.
Rasulullah’a yakın bir kimsenin duasını istediler.
Nitekim ölü kimse kendisi bir güç sahibi olsaydı mezarda olmazdı, kendisi için hiç bir şeye malik değildir.
Tersine o ölü, bizim dualarımıza muhtaçtır.
Bu nedenle ölülerimiz için dua ediyoruz, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ölüler için dua ediyordu ve onlar için dua etmemizi talep etmiştir.
“Ben Allah’a ulaşamam, bir kişiye bağlanıyorum, onunla rabıta kuruyorum, onu vasıta kılıyorum..” demek ise tamamen yanlıştır, batıldır.
En üstün insan olan Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e bu tür şeyler yapılmadı, sadece Ondan dua etmesi isteniyordu.
Müslüman direk kendisi Allah’a dua eder.
Fakat insan ne kadar Allah’a iman etmişse ve icabet etmişse, ne kadar ihlaslı ve takva sahibi olursa duasının kabulünün ihtimali daha büyük olur.
Zira Allah CelleCelâlehû şöyle buyurmuştur:
[وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌ أُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِي إِذَا دَعَانِي فَلْيَسْتَجِيبُوا لِي وَلْيُؤْمِنُوا بِي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ]
“Kullarım sana beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O hâlde (kullarım da) benim davetime icabet etsinler, uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulsunlar.”[Bakara Suresi 186]
Bu ayetin nüzul sebebi şöyledir:
Bir Bedevi Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e gelip şöyle sordu: Rabbimiz yakın mı Ona yalvarayım, yoksa uzak mı O’nu çağırayım?
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem bu soruya karşı sustu. Allah-u Teâlâ bilahare bu ayeti indirdi.
Allah insanların sorularına cevap vermek isteyince çoğu zaman Rasullullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e [قل] “de ki” ifadesini kullanıyordu.
Ancak bu soruda kullanmadı, sanki Allah-u Teâlâ direk sorana cevap veriyordu.
Allah-u Teâlâ bu şekilde insana yakınlığını gösteriyor ve aynı zamanda sözle cevap veriyordu.
Şüphesiz O, kullarına uzak değil, pek yakındır.
Yeter ki kullar Allah’a icabet etsinler ve inansınlar. Hem de bu onların lehlerinedir.
Çünkü Allah’a icabet ederlerse doğru yolu bulurlar. Allah’a icabet etmek ise Onun emirlerine uymak ve nehiylerinden kaçınmaktır.
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem kutsi bir hadiste şöyle buyurmuştur:
[يَقُولُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ أَنَا عِنْدَ ظَنِّ عَبْدِي بِي وَأَنَا مَعَهُ إِذَا دَعَانِي]
“Allah Azze ve Celle dedi ki: Kulum benim hakkımda nasıl zannediyorsa Ona karşı öyle olurum; Bana dua ederse onunla beraber olurum.”[İbniHanbel]
Zira Allah-u Teâlâ Kur’an’da birçok ayette kendisine nasıl dua edileceği göstermekte ve öyle dua etmemiz gerektiğini söylemektedir.
Herkes direk Allah’a dua etmelidir.
Nitekim belki çok basit temiz bir insanın duası diğerlerinin duasından önce kabul edilebilir.
“Rabbim sana inandım, Rasulü’ne inandım, Kitabı’na inandım, beni af et, bana yardım et, rızk ver, hayır neyse takdir et, şerri bizden defet, bize zafer ver!Kâfirlere, münafıklara ve zalimlere bizi galip kıl! Hilâfet Devleti’ni kurmak için bize yardım et! İslâm ümmetini birleştir, güçlendir, aziz kıl!” gibi dua etmek doğrudur.
Bizler nezdindeki Salih bir kula Allah’a bunlarla dua et ve bizde âmin diyelim, desek buda doğrudur.
Hz. Ömer RadiyAllahuAnh böyle yapıyordu, Sahabe RadiyAllahuAnhum da âmin diyordu.