Soru:

Müslümanlar bir beldeyi fethettiğinde “Dinde zorlama yoktur!” ayetine binaen Hristiyanlar kendi inançlarıyla baş başa bıraktığı gibi onların mabetlerine de dokunulmaması gerektiğini biliyordum. Bu açıdan bakıldığında Ayasofya’nın camiye çevrilmesi doğru bir durum mudur acaba?

Kimileri Ayasofya’nın temeli Takva üzerine değil şirk üzerine inşa edildiği için cami olmaya elverişli olmadığını aslı olarak kalması gerektiğini söylüyor. Bunu da şu ayetlere dayanıyorlar ne dersiniz?

“Allah’ın mescitlerini, ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar ederler. İşte hidayet üzere oldukları umulanlar bunlardır.”[Tevbe Suresi 18]

“O mescit içinde sen kesinlikle namaza durma. Ta ilk gününde temeli takva üzerine kurulan mescit elbette içinde namaz kılmana daha layıktır. Onun içinde günahlarından arınmayı seven kişiler vardır. Allah da arınmış, ak pak olmuş olanları sever.”[Tevbe Suresi 108]

Cevap:

Fetih ile sulh toprakları arasında fark vardır. Eğer bir memleket savaşla fethedilirse ahkâm farklıdır. Sulhla elde edilirse de ahkâm farklıdır.

Fethedilen memleket ve içinde ne varsa Müslümanlara bir ganimet olur. Halife istediği şeyi yapabilir. Hayber, Beni Kurayza ve Beni Nadir gibi Yahudi memleketleri fethedilince onların her şeyi alındı ve hatta oradan kovuldular. Zira Müslümanlar bunlarla savaşarak orayı fethettiler. Bununla ilgili gelen ayet ve Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in uygulaması farklıdır.

Allah Celle Celâlehû şöyle buyurmuştur:

وَاَنۡزَلَ الَّذِيۡنَ ظَاهَرُوۡهُمۡ مِّنۡ اَهۡلِ الۡكِتٰبِ مِنۡ صَيَاصِيۡهِمۡ وَقَذَفَ فِىۡ قُلُوۡبِهِمُ الرُّعۡبَ فَرِيۡقًا تَقۡتُلُوۡنَ وَتَاۡسِرُوۡنَ فَرِيۡقًا ۚ‏ وَاَوۡرَثَكُمۡ اَرۡضَهُمۡ وَدِيَارَهُمۡ وَاَمۡوَالَهُمۡ وَاَرۡضًا لَّمۡ تَطَـــُٔوۡهَا‌ ؕ وَكَانَ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَىۡءٍ قَدِيۡرًا

“Ehl-i kitaptan onlara destek verenleri kalelerinden çıkarıp indirdi, kalplerine korku saldı, artık onların bir kısmını öldürüyorsunuz bir kısmını da esir alıyorsunuz. Onların topraklarını, evlerini, mallarını o zamana kadar ayak basmadığınız bir toprağı size miras bıraktı. Allah her şeye kadirdir.”[AhzabSuresi 26-27]

Bu ayetlerin Hayber veya Beni Kurayza hakkında nazil olduğuna dair değişik rivayetler vardır. İkisine de uyar. Ama daha fazla Hayber hakkında nazil olduğu tercih edilir. Çünkü savaşta bir kısmı öldürüldü, bir kısmı esir alındı. Ayrıca mallarına ve diyarlarına, sahip olduklarına her şeye el konuldu. Beni Kurayza ise ihanet ettiği için savaşa gidebilen bütün erkekleri öldürüldü, esir yoktu. Mallarına ve diyarlarına da el konuldu.

Buradan anlaşılan husus ve çıkarılan hüküm savaşla fethedilen memlekette ne varsa toprak, arazi, evler ve mallar ganimet olur. Orada havra ve mabet varsa Müslümanların halifesi veya emîri onu mescide çevirebilir.

Bu mabetler Allah’ın diniyle savaşmak üzere kurulmadı, sahipleri Allah’a kulluk ettiklerini zannediyorlardı, oysa şirk koşuyorlardı.

Fakat münafıklar Allah’a kulluk etmek üzere mescit kurmadılar, münafıklar kendilerine merkez olarak, Allah ile Rasulullah ile İslâm ile ve İslâm Devleti ile savaşmak ve Müslümanları bölmek üzere mescit görünümlü bir karargâh kurdular. Allah Celle Celâlehû şöyle buyurmuştur:

[وَالَّذِيۡنَ اتَّخَذُوۡا مَسۡجِدًا ضِرَارًا وَّكُفۡرًا وَّتَفۡرِيۡقًۢا بَيۡنَ الۡمُؤۡمِنِيۡنَ وَاِرۡصَادًا لِّمَنۡ حَارَبَ اللّٰهَ وَرَسُوۡلَهٗ مِنۡ قَبۡلُ‌ؕ وَلَيَحۡلِفُنَّ اِنۡ اَرَدۡنَاۤ اِلَّا الۡحُسۡنٰى‌ؕ وَاللّٰهُ يَشۡهَدُ اِنَّهُمۡ لَـكٰذِبُوۡنَ‏ لَا تَقُمۡ فِيۡهِ اَبَدًا ‌ؕ لَمَسۡجِدٌ اُسِّسَ عَلَى التَّقۡوٰى مِنۡ اَوَّلِ يَوۡمٍ اَحَقُّ اَنۡ تَقُوۡمَ فِيۡهِ‌ؕ فِيۡهِ رِجَالٌ يُّحِبُّوۡنَ اَنۡ يَّتَطَهَّرُوۡا ‌ؕ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الۡمُطَّهِّرِيۡنَ‏ اَفَمَنۡ اَسَّسَ بُنۡيَانَهٗ عَلٰى تَقۡوٰى مِنَ اللّٰهِ وَرِضۡوَانٍ خَيۡرٌ اَمۡ مَّنۡ اَسَّسَ بُنۡيَانَهٗ عَلٰى شَفَا جُرُفٍ هَارٍ فَانۡهَارَ بِهٖ فِىۡ نَارِ جَهَـنَّمَ‌ؕ وَاللّٰهُ لَا يَهۡدِى الۡقَوۡمَ الظّٰلِمِيۡنَ لَا يَزَالُ بُنۡيَانُهُمُ الَّذِىۡ بَنَوۡا رِيۡبَةً فِىۡ قُلُوۡبِهِمۡ اِلَّاۤ اَنۡ تَقَطَّعَ قُلُوۡبُهُمۡ‌ؕ وَاللّٰهُ عَلِيۡمٌ حَكِيۡمٌ]

“Zararlı faaliyet yapmak, küfür fikirleri yaymak, müminleri tefrik etmek, Allah ve Rasulü ile savaşan kimseler lehine fırsat kollamak üzere mescit şeklinde karargâh kuranlar var ya! ‘Amacımız sadece iyi ve güzel şey yapmaktır.’ diyerek kesin şekilde yemin edecekler. Allah şahitki onlar kesinkes yalancıdırlar. Orada asla namaza durma! Daha ilk günden takva temeline dayalı kurulan mescitte namaz kılman, elbette hak olan budur (daha doğrudur). Burada arınmak ve tahareti seven adamalar vardır. Allah arınmayı ve tahareti isteyenleri sever. Allah’tan korktuğu ve O’nun rızasını kazanmaya çalıştığı için binasını tesis eden kimseler mi daha hayırlıdır yoksa binasını kaymak üzere olan bir uçurumun kenarına tesis ederek onunla birlikte cehennem ateşine yuvarlanan kimseler mi? Allah zalimleri hidayete erdirmez. Onların tesis ettikleri bina, yürekleri paramparça olmadığı sürece bir huzursuzluk kaynağı olmaya devam edecektir. Allah her şeyi bilen ve hikmetle yönetendir.”[TevbeSuresi 107-110]

İşte bu münafıklar ibadet yapmak üzere bir yer veya mescit kurmadılar, zararlı faaliyet göstermek, küfür fikirleri yaymak, müminleri tefrik etmek, Allah ve Rasulü ile savaşan kimseler lehine fırsat kollamak üzere mescit şeklinde bir merkez, bir karargâh kurdular.

Böylesi bir merkezle ilgili hüküm, onu yıkmaktır. Fakat Hristiyanların veya Yahudilerin kurdukları kilise ve havra gibi mabetler bunun için kurulmadılar. Maksatları kendi inançlarına göre ibadet yapmaktır. Bu nedenle Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, Yemen, kendiliğinden İslâm hâkimiyeti altına girdiğinde oradaki Hristiyanların kiliselerine gitmelerine müsaade etti. Onlar Müslüman olunca kiliselerini mescide çevirdiler. Keza Irak fethedilince Musul tamamen Hristiyan idi. İslâm’a girince kiliselerini birer mescide çevirdiler. 

Kudüs sulhla teslim olunca ikinci Râşid Halife Ömer RadiyAllahu Anh kiliselerini camiye çevirmedi, olduğu gibi bıraktı, orada ibadet yapmalarını serbest bıraktı. Mekke teslim olduğunda affedildiler ve mallarına dokunulmadı.

Bundan dolayı bir kilise, havra veya herhangi bir ibadethane mescide çevrilebilir. Günümüzde bazı Müslümanlar Avrupa’daki bazı kiliseleri satın alıp mescide çevirdiler. Bu da caizdir.

İstanbul zorla ve savaşla fethedildiği için hepsi, içinde ne varsa ganimet oldu. Müslümanlar istediklerini yapabilelerdi. Bu nedenle Fatih Ayasofya başta olmak üzere birkaç kiliseyi mescide, camiye çevirdi. Bazı tarihî kaynaklara göre 8 kilise, bazı kaynaklara göre de 17 kiliseyi camiye çevirdi. Bu caizdir. Aynı zamanda bazı kiliseleri de bıraktı ve kalan Hristiyanların oraya gidip ibadet yapmalarına müsaade etti, hâlen o kiliseler İstanbul’da mevcuttur.

Gösterdiğiniz şu ayete gelince:

[اِنَّمَا يَعۡمُرُ مَسٰجِدَ اللّٰهِ مَنۡ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالۡيَوۡمِ الۡاٰخِرِ وَاَقَامَ الصَّلٰوةَ وَاٰتَى الزَّكٰوةَ وَلَمۡ يَخۡشَ اِلَّا اللّٰهَ‌ فَعَسٰٓى اُولٰۤٮِٕكَ اَنۡ يَّكُوۡنُوۡا مِنَ الۡمُهۡتَدِيۡنَ‏]

“Allah’ın mescitlerini, ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar ederler. İşte hidayet üzere oldukları umulanlar bunlardır.”[Tevbe Suresi 18]

Ayette [اِنَّمَا]şeklinde geçen lafız, “yalnız/sadece” manasına gelebileceği gibi “tekit etmek, pekiştirmek” manasına da gelebilir. Burada tekit manasında geçmiştir. Zira bu ayet Mekke’deki Mescid-i Haram’ı imar etmekle ilgilidir. Kâfirler onu imar ettiler, imarına çok ehemmiyet veriyorlardı, kendileri için bir mabet kabul ediyorlardı, İslâm’dan önce mescit ve Kâbe yıkılınca onu tekrar inşa ettiler. İslâm gelince ve Mekke fethi gerçekleşince yine imarına ve ibadete devam ettiler.

Zira imar etmek tesis etmek ve onarmak manasında geldiği gibi onu ibadetle canlandırmak ve doldurmak manasına da gelir. Zira Arapçada bu mana vardı. Bir yeri imar etmek onu faaliyetle canlı tutmaktır. Yukarıdaki ayet şu ayetten sonra gelmiştir:

[مَا كَانَ لِلۡمُشۡرِكِيۡنَ اَنۡ يَّعۡمُرُوۡا مَسٰجِدَ اللّٰهِ شٰهِدِيۡنَ عَلٰٓى اَنۡفُسِهِمۡ بِالـكُفۡرِ‌ؕ اُولٰۤٮِٕكَ حَبِطَتۡ اَعۡمَالُهُمۡ ۚ وَفِى النَّارِ هُمۡ خٰلِدُوۡنَ‏]

“Müşrikler, inkârlarına bizzat kendileri tanıklık edip dururken, Allah’ın mescitlerini onarıp şenlendiremezler. Onlar, yapıp ettikleri boşa giden kimselerdir ve onlar ebedî olarak ateşte kalacaklardır.”[TevbeSuresi 17]

Onların orada hem ibadet yapmaları hem de mescidi imar etmeleri yasaklandı. Tevbe Suresi’nin ilk ayetlerinde onlara uyarı geldi. “Size dört ay mühlet vardır: Ya Müslüman olursunuz ya buradan göç edersiniz ya da öldürülürsünüz. Bu seneden sonra ibadet yapmak üzere bu mescide gelemezsiniz.” Bundan sonra 17 ve 18. ayetler geldi, bunu tekit etti. 19. ayette mescidin imarı ve hacılara su vermenin iman ve Allah uğrunda cihad değerinde olmadığı gösterildi.

Bu şekilde kâfirlerin Mescid-i Haram-ı imar etmeleri ve ibadet faaliyetiyle canlandırmaları yasaklandı. Bu ayetlerden bazı müçtehitler kâfirlerin camiye girmelerinin haram olduğunu söylediler.

Buna göre kâfirler bir ibadethane yaparlarsa camiye çevrilebilir. Münafıkların kurdukları cami şeklindeki karargâhlar ise onlara ibret olsun diye tepelerine yıkılır.

1934’te Mustafa Kemal küfür güçlerini memnun etmek üzere Ayasofya camisini müzeye çevirdi. Aslında kiliseye çevirecekti ama cesaret edemedi. Müslümanlara her türlü ihaneti yaptı. Fatih’in emanetine ihanet edip Ayasofya’da ibadeti yasaklayıp Hristiyanların sembollerini üzerine nakşettirdi. Nitekim bu adam İslâm’ın her bir izini yıkmaya çalışıyordu. Hilâfet Devleti’ni yıktı, şeriatı uzaklaştırdı, küfür olan laikliği getirdi, her türlü haramı mubah kıldı. İçki, kumar, zina, riba ve fuhuş yerleri kurdu. Müslüman kadınların iffetlerine dokundu. Cilbab, çarşaf, başörtü gibi İslâmî kıyafetleri yasakladı. Açılmayı ve saçılmayı teşvik etti. Devlet dairelerinde ve okullarda bunu zorunlu kıldı.

Bu nedenle, Ayasofaya’nın cami olması şer’î bir hükme göre gerçekleşmişti. Fakat tekrar ibadete açılması siyasi bir istismar olarak yapılıyor. Çünkü Fatih İstanbul’u fethedince Bizans’ın kâfir devletini ve küfür sistemlerini kaldırırken ve yerine İslâm hâkimiyetini kurarken Ayasofya’yı camiye çevirdi. Şimdi ise laik demokratik küfür sistemleri uygulanmaya devam edilirken Ayasofya ibadete açılıyor, İslâm hâkimiyeti tesis edilmiyor, tersine laik anayasa, Avrupa kanunları ve İstanbul Sözleşmesi gibi İslâm’a ters anayasa, kanun ve sözleşmeler uygulanıyor. Bu nedenle İslâm hâkimiyeti tesis edilip, devletin temeline iman yerleşmeden ve siyaset de cihada dayandırılmadan hangi iş yapılırsa yapılsın siyasetçilerin istismar dairesine girer. Misal olarak Suud kraliyeti İslam’ın kalıntılarından her gün uzaklaşırken ve Müslümanlara her tür zulmü uygularken miliyonlarca dolar harcıyarak mescid-i haramı onarmaya çalışıyor. Onlardan kabul edilir mi? Bu çelişki varken bunu yaptıklarından dolayı övünürler mi?!

İslam hakimiyetini bir kenara atıp küfür ve zulüm sistemi olan laiklik ve demokrasi uygulanırken, her kötülük serbest bırakılırken, Amerika ve Rusya gibi küfür güçlerle İşbirliği yapılırken, mescidi açmak veya tamir etmek veyahut namaz kılanlara yemek, su vermek gibi iyi işler yapmak kabul edilir mi? Bunlarla yetinmek doğru değildir,  bu çelişki içinde bulunan yöneticilerden yetinip onları övmek hiç doğru değildir. Onlardan küfür sistemini ve onunla ilgili her kanun ve her anlaşmayı kaldırıp yerine Kur’an’dan ve Sünnetten çıkarılan İslam anayasasının uygulanması ısrarla istenmelidir, yoksa onlardan razı olunmaz, Allah onlardan razı olmaz, onlar kurtulmazlar. Bu nedenle Allah Celle Celâlehû değerlerin ölçüsünü Müslümanlara öğretmiştir, buna dikkat çekmiştir ve bu karşılaşmayı yapıp şöyle buyurmuştur:

اَجَعَلۡتُمۡ سِقَايَةَ الۡحَـآجِّ وَعِمَارَةَ الۡمَسۡجِدِ الۡحَـرَامِ كَمَنۡ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالۡيَوۡمِ الۡاٰخِرِ وَجَاهَدَ فِىۡ سَبِيۡلِ اللّٰهِ‌ ؕ لَا يَسۡتَوٗنَ عِنۡدَ اللّٰهِ ‌ؕ وَ اللّٰهُ لَا يَهۡدِى الۡقَوۡمَ الظّٰلِمِيۡنَ‌ۘ‏ اَلَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا وَ هَاجَرُوۡا وَجَاهَدُوۡا فِىۡ سَبِيۡلِ اللّٰهِ بِاَمۡوَالِهِمۡ وَاَنۡفُسِهِمۡۙ اَعۡظَمُ دَرَجَةً عِنۡدَ اللّٰهِ‌ؕ وَاُولٰٓٮِٕكَ هُمُ الۡفَآٮِٕزُوۡنَ

“Hacılara su verme ve Mescid-i haramı imar ve bakım işini (üstelenen kimse) Allaha ve ahiret gününe iman edip ve onun yolunda cihad eden kimseyle bir mi tutuyorsunuz?! Hayır, bunlar Allah katında bir değiller. Allah zalim insanları hidayete erdirmez. İman edip, hicret eden, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerin Allah katındaki derece ve mertebeleri pek büyüktür. (Allah’ın rızasını) kazananlar bunlardır” (Tevbe 19-20)

Esad Mansur