119

Iztırar ve zaruret durumu:

Iztırar ve zaruret nedir?

Müslüman ne zaman ruhsatı kullanabilir?

إِنَّمَا حَرَّمَ عَلَيْكُمْ الْمَيْتَةَ وَالدَّمَ وَلَحْمَ الْخِنزِيرِ وَمَا أُهِلَّ بِهِ لِغَيْرِ اللَّهِ فَمَنْ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ فَلَا إِثْمَ عَلَيْهِ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ

“Allah size ancak ölüyü (leşi), kanı, domuz etini ve Al­lah’tan baş­kası adına kesileni haram kıldı. Her kim bunlardan yemeye iztırar halinde olursa, başka­sının hakkına saldır­madan ve haddi aşmadan bir mik­tar yeme­sinde günah yoktur. Şüphe yok ki Allah çokça bağışla­yan çokça esirgeyendir.” (Bakara 173)

Allah-u Teala, hoş olmayanı ve haram kıldığını bu ayette göstermiştir. Ölü eti, kan, domuz eti ve Allah için kesilmeyen hayvanlardır. Bu ayet mücmeldir, başka ayetlerde başka şeyler de haram kılınmıştır. Hadis-i şe­rifte daha fazla detaylar vardır. Ayrıca, müçtehitler bunların detayları hakkında ihtilafa düştüler.

İnsan helal yemek bulamazsa ve açlıktan ölmek gibi bir hale gelirse ha­yatını korumak için az miktar yiyebilir.  Ayette; “hakkına saldırmadan (tecavüz etmeden) ve haddi aşmadan yiyebilir” denilmektedir.

Bu ayette olduğu gibi Enam suresi 145. ayette ve Maide suresinde 3. ayette ” فمن أضطر”, “kim ıztırar ederse” ifadesi geçmiştir. Bunun manası; kim çaresiz olup zor durumda kalırsa, hayatını sürdürmek için haram olandan başka bir şey bulamazsa bundan az bir şey yer veya içer. Bu durumda fazla yemek veya içmek haramdır. Bu üç ayet bunu belirtti. Bu zor duruma düşüp haramdan az bir şey yiyen veya içen kimseleri Allah affeder. Fazla, haddi, hayatı kurtaracak miktarı aşıp yerlerse affetmez.

Muzter; pek zaruri duruma düşen, başka yiyecek bulamayıp ölme tehlikesine uğrayan kimsedir. Tecavüz etmek; haksızca saldır­maktır. Haddi aşmamak; insanı hayatta bırakacak miktardır. Muzterin şartları bunlardır, bunun dışında muzter yok­tur. Muzter sözcüğü; zaruret kelime­sinden türemiş olup ismi faildir. Bu hü­küm bu konuyla ilgili ve buna mah­sustur. Her konuya genelleştirilemez. Ama maalesef Osmanlıların son dö­neminde şu kaide çıkartılıp Mecelleye yerleştirildi: “Zaruret mahzuratı mubah kılar.” Mahzuratın manası; sakıncalı ve haram olanlardır. Bu kaide yanlıştır, zaruret yalnız muzter için geçerlidir. Muzter; ölmek üzerinde olup helal yiyecek veya içecek bulamayan kimsedir. Bu konuyla ilgili cüzi, özel hükümdür, her ko­nuya genelleştirilemez.

Bu asırda, Osmanlıların son dö­nemi gibi her konuda zaruret vardır di­yerek bir kısım Müslümanlar ha­ram iş­lemeye başladılar. Ev sahibi olmak zarurettir dediler ve banka­dan faizli kredi aldılar, zalim yöne­time katılmak zarurettir dediler, buna katıldılar ve küfür kanunlarını zalim yöneticilerle beraber uyguladılar ve bunun gibi örnekler çoktur. Oysa dediğimiz gibi zaru­ret yalnız ölüm tehlikesinde kalıp helal yemek ve içmek olanlar için ge­çerlidir. Os­manlı devleti bu yanlış kaideyi uy­gulayınca zaruret bahane­siyle birçok şer-i muhalefetler çıktı. O dev­leti İs­lam’dan yavaş, yavaş uzak­laştıran kai­delerden biridir. Bu gün ise, birçok Müslüman bu kaide baha­nesiyle birçok şer-i muhalefet­ler yap­maktadır. Bu kaide Müslümanları İslam ahkâmını yaşamak­tan uzaklaştı­rır. Ev sahibi ol­mazsa insan ölmez, bu nedenle ev sa­hibi olmak zaruret de­ğildir.

Zaten ayette “haddi, sınırı aşmadan” şartıyla yiyecektir. Hayatını kurtaracak miktarda haramdan az bir şey yer ve içer. Faizle ev sahibi olmak veya bir araba sahibi olmak nasıl bu kaideye uydurulur?!

Küfür yö­ne­timlerine katılmamakla insan ölmez. Tersine bundan açık men vardır. Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem en zor duruma düştü, bir kısım Müslümanlar işkence al­tında öldürüldü, buna rağmen küfür veya zulüm yönetimlere katılmaya müsa­ade verilmeyip, sabretmeye ve müca­delede devam etmeye davet et­miştir. Medine’de İslam Devleti kuru­luncaya kadar bu hal üzerinde o ve sahabeleri devam etmiştir. Yeniden İslam Hilafet devleti kurmak isteyenler bu yanlış kaideyi kullanamazlar ve yalnız Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in yolunu iz­lemeli ve onun tutu­munu kendilerine yol edi­nmeliler.

Hem de Allah kesin ayetlerle bunu yasakladı, şöyle buyurdu:

فَاسۡتَقِمۡ كَمَاۤ اُمِرۡتَ وَمَنۡ تَابَ مَعَكَ وَلَا تَطۡغَوۡا‌ ؕ اِنَّهٗ بِمَا تَعۡمَلُوۡنَ بَصِيۡرٌ‏ وَلَا تَرۡكَنُوۡۤا اِلَى الَّذِيۡنَ ظَلَمُوۡا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُۙ وَمَا لَـكُمۡ مِّنۡ دُوۡنِ اللّٰهِ مِنۡ اَوۡلِيَآءَ ثُمَّ لَا تُنۡصَرُوۡنَ

“ Sen ve seninle beraber olanlar emrolunduğun gibi dosdoğru olun, şüpheniz olmasın ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır. Zalimlere hiç dayanmayın, onlarla beraber olmayın, işbirliği yapmayın, yoksa size cehennem ateşi dokunur, oysa Allah dışında sizin için bir dost ve yardımcı yoktur. Ondan sonra hiç yardım edilmesiniz, zaferi elde edemesiniz” (Hud 112-113)

Bu ayet muhkem, delaleti kesindir. Küfür sisteme katılmayı yasaklıyor. Bu durumda hiç zaruret söz konusu değildir. Ya doğru dürüst daveti taşıyın ve Allah için çalışma yapın, ya da evlerinizde yatın, eğer canlarınız, çocuklarınız ve mallarınız için korkuyorsanız!

Zaruret bahanesiyle küfür sistemlerine katılanlar haddi aşıyorlar ve Allah’ı kızdırıyorlar ve İslam’ın izzetiyle izzetlenmezler.

Ayrıca daveti yüklenenlerin eziyet ve zarar görmeleri kaçınılmaz, Allah’ın sünnetidir, yoksa zaferi elde edemezler, kolay kolay cennete giremezler. Allah şöyle buyurdu:

أَمْ حَسِبْتُمْ أَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُمْ مَثَلُ الَّذِينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْ مَسَّتْهُمْ الْبَأْسَاءُ وَالضَّرَّاءُ وَزُلْزِلُوا حَتَّى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ مَتَى نَصْرُ اللَّهِ أَلَا إِنَّ نَصْرَ اللَّهِ قَرِيبٌ

“Yoksa sizden önce gelip geçmiş olan (Müminlerin) başlarına gelen (Musibetler) misali sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Onlara türlü türlü şiddet, zarar ve musibetler dokundu ve şiddetlice sarsıldılar. Hatta Resul ve onunla beraber bulunan Müminler bile; Allah’ın yardımı ve zaferi ne zaman gelecektir? Diyecek kadar darlığa ve zorluğa düştüler ve sarsıldılar! Evet; şüphesiz ki; Allah’ın zaferi yakındadır.” (Bakara 214)

Buradaki hüküm ise zarar görmek normaldir, kaçınılmaz. Yoksa zafer gelmez! Buna rağmen ölüm tehlikesi varsa bir ruhsat vardır, ama sebatlık daha iyidir.

Yalancı Müseyleme’nin adamları iki Müslümanı yakalayıp onun yanına getirdiler. Müseyleme birine Muhammed’in Allah’ın resulü olduğuna dair şahitlik yapar mısın? Evet, dedi. Benim Allah’ın resulü olduğuma dair şahitlik yapar mısın? Evet dedi. Onu serbest bıraktı. Diğerine aynısını sorunca Muhammed’in Allah’ın resulü olduğuna dair şahitlik yaparım. Ya benim? İşitmiyorum deyince Müseyleme onu öldürdü. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dedi; birincisi ruhsatı kullandı, ikincisi ise hakkı duyurdu, ona ne mutlu”. 

İşte zaruret sadece ölüm tehlikesi halinde kullanılabilir, dışında kullanılmaz. Ölüm tehlikesi varken zalimlere karşı sebatlık göstermek ve hakkı söylemek, ruhsatı kullanmamak daha üstündür.

Nitekim Resulullah sallallahu aleyhş ve sellem  şöyle buyurdu:

” سيد الشهداء حمزة بن عبد المطلب ورجل قام إلى إمام جائر فامره ونهاه فقتله”

“ Şehitlerin efendisi Hamza bin Abdul muttalib ve zalim yöneticiye karşı ona (Allahın) emri ve nehyni gösterdiği için bu yönetici tarafından öldürülen kimsedir” (Elhakim)