Soru:

Ben yurtdışında yaşıyorum. Yurtdışında Müslümanlara ve yabancılara karşı çok ayrım yapılıyor. Şimdi Avrupa’da yaşayan Müslümanları ve yabancı insanları destekler gibi görünen partiler var! Bunlara oy vermek caiz olur mu?

Bunun delili nedir?

İslam düşmanı hükümetlerin başa gelmesi daha kötü değil mi?

Mademki devlet burada kurulmayacak. O zaman neden desteklemiyoruz partileri?

Mademki Batı topraklarında İslâm Devleti kurulmayacak, o zaman neden sandığa gidilmez?

Cevap:

Kastettiğiniz partiler İslâmî esaslara dayalı değil, laikliğe dayalıdır, demokrasiyi benimsemekteler. İslâm’ı temelden reddedip, onu diğer dinler gibi sıradan bir din olarak görmekte, onun bir devlet ve hayat sistemi olmasına, bir hadarat, bir kültür ve yaşam tarzı olarak bulunmasına karşıdırlar. Bu nedenle kendi memleketlerinde Müslümanların İslâmsız yaşamalarını kabul etmekteler. Onları kendi toplumlarına entegre etmek veya asimile etmeyi hedef edinmektedirler. Bu nedenle Müslümanların bu partilerde bulunmasını savunmaktadırlar.

Hatta Almanya’daki en aşırı milliyetçi parti Müslümanları İslâmsız kabul ederiz, laikliği ve bizim kültürümüzü benimserlerse onlarla sorunumuz yoktur, derler. Ilımlı orta sağ veya orta sol diğer partiler de bunu değişik ifadelerle söylemekteler.  Bu partiler sinsi üsluplar kullanmaktalar.

Nitekim Allah onların bize karşı tutumlarını şöyle ifşa etmekte ve bizi uyarmaktadır:

[وَلَنۡ تَرۡضٰى عَنۡكَ الۡيَهُوۡدُ وَلَا النَّصٰرٰى حَتّٰى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمۡ‌ؕ قُلۡ اِنَّ هُدَى اللّٰهِ هُوَ الۡهُدٰى‌ؕ وَلَٮِٕنِ اتَّبَعۡتَ اَهۡوَآءَهُمۡ بَعۡدَ الَّذِىۡ جَآءَكَ مِنَ الۡعِلۡمِ‌ۙ مَا لَـكَ مِنَ اللّٰهِ مِنۡ وَّلِىٍّ وَّلَا نَصِيۡرٍؔ‏]

“Yahudiler ve Hristiyanlar asla kendi milletlerine, dinlerine tabi olmadıkça senden razı olmazlar. De ki: Hidayet ancak Allah’ın hidayetidir (İslâm’dır). Sana gelen bu ilimden sonra onların heva ve heveslerine tabi olursan Allah dışında bir dost ve yardımcı bulamayacaksın.” [Bakara Suresi 120]

Kâfirleri ne kadar memnun etmeye çalışırsan çalış, hiçbir zaman senden memnun kalmazlar, razı olmazlar ta ki dinlerine, inançlarına, fikirlerine ve kültürlerine tabi oluncaya kadar. Nitekim dinleri veya fikirleri heva ve heveslerine göredir. Onlara katılıp Allah’ın hidayetini terk edenlerin Allah ile alakası kalmaz, O’nun yardımını da göremezler, kâfirlerin tasallutu altında kalırlar. 

Vakıa ve gerçek bu ise bir Müslüman bu partilere katılırsa onların fikirlerini ve hedeflerini benimseyecektir. Partide bir görevli olursa bunu yürütecek ve devlette bir makamda olursa bunu uygulayacaktır. Böylesi bir kişinin İslâm ile alakası kalır mı?

Bu partilere Müslümanların evlatlarından katılan kişileri görüyoruz. Hatta partilerine ve Avrupa halklarına biz tamamen sizin gibiyiz diye kendilerini ispatlamaya ve kanıtlamaya çalışırken İslâm’a ve İslâmi değerlere karşı daha katı veya daha azgın olmaktalar. Misal olarak Almanya’da Müslüman kızların başörtülerini yasaklama hamlesini yürüten ve entegre hamlesini benimseyenler bu tip kişilerdir. Annelerinin örtülü veya babalarının İslâm hükümlerine bağlı olmasına rağmen bu hamleleri yürütüyorlar.

İşte Müslümanın bu partilere katılması hiçbir şekilde caiz değildir, onların fikirlerini ve hedeflerini benimserse dinini terk etmiş olur. İslâm ile alakası kalmaz, sadece ismi kalır. Ayetler apaçık bunu haram kılmaktadır. Allah Celle Celâlehû şöyle buyurmuştur:

[يٰۤـاَيُّهَا الَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا لَا تَتَّخِذُوا الۡيَهُوۡدَ وَالنَّصٰرٰۤى اَوۡلِيَآءَ ‌ؔ بَعۡضُهُمۡ اَوۡلِيَآءُ بَعۡضٍ‌ؕ وَمَنۡ يَّتَوَلَّهُمۡ مِّنۡكُمۡ فَاِنَّهٗ مِنۡهُمۡ‌ؕ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهۡدِى الۡقَوۡمَ الظّٰلِمِيۡنَ‏]

“Ey iman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları veli, dost edinmeyin. Onlar ancak birbirlerinin velisi, dostudurlar. Kim sizden onları veli, dost edinirse onlardan olur. Muhakkak Allah zalim insanları hidayete erdirmez.” [Maide Suresi 51]

Kâfirleri veli veya dost edinmenin manası onlarla işbirliği yapmak, fikir ve siyasette bir olmak, beraber savaşmak ve mücadele etmektir. Bu nedenle ancak Müslüman görünüp kalbi hasta olan ve münafık olanlar onları dost edinirler. Nitekim bir sonraki ayet bunu açıklamaktadır. Allah Celle Celâlehû şöyle buyurmuştur:

[فَتَـرَى الَّذِيۡنَ فِىۡ قُلُوۡبِهِمۡ مَّرَضٌ يُّسَارِعُوۡنَ فِيۡهِمۡ يَقُوۡلُوۡنَ نَخۡشٰٓى اَنۡ تُصِيۡبَـنَا دَآٮِٕرَةٌ‌ ؕ فَعَسَى اللّٰهُ اَنۡ يَّاۡتِىَ بِالۡفَتۡحِ اَوۡ اَمۡرٍ مِّنۡ عِنۡدِهٖ فَيُصۡبِحُوۡا عَلٰى مَاۤ اَسَرُّوۡا فِىۡۤ اَنۡفُسِهِمۡ نٰدِمِيۡنَ ؕ‏]

“Kalbi hasta olanların o kâfirleri dost edinmeye koştuklarını görürsün. Bunlar (bahane göstererek) şöyle derler: Biz onlardan (kâfirlerden) zarar görmekten çekiniyoruz (onlardan bize zarar gelmesin, fayda gelsin diye) bunun için yapıyoruz. Belki Allah’ın fethi ve zaferi gelir veya onun tarafından bir şey (bunlara azap ve musibet) başlarına gelir, o zaman yaptıklarına (kâfirleri dost edinmelerinden ötürü) çok pişmanlık duyacaklar.” [Maide Suresi 52]

[فَاسۡتَقِمۡ كَمَاۤ اُمِرۡتَ وَمَنۡ تَابَ مَعَكَ وَلَا تَطۡغَوۡا‌ ؕ اِنَّهٗ بِمَا تَعۡمَلُوۡنَ بَصِيۡرٌ‏ وَلَا تَرۡكَنُوۡۤا اِلَى الَّذِيۡنَ ظَلَمُوۡا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُۙ وَمَا لَـكُمۡ مِّنۡ دُوۡنِ اللّٰهِ مِنۡ اَوۡلِيَآءَ ثُمَّ لَا تُنۡصَرُوۡنَ]‏

“Sen ve seninle beraber tövbe edenler, emrolunduğun gibi müstakim, dosdoğru olun, bunu (Allah’ın emirlerini) aşmayın. Muhakkak O yaptıklarınızı görür. Zalimlere dayanmayın, onlarla işbirliği yapmayın, yoksa cehennem ateşi size dokunur. Allah dışında bir dost, bir yardımcı bulamayacaksınız, ondan sonra yardım ve zaferi göremeyeceksiniz.” [Hud Suresi 112-113]

[وَقُلْ لِّـلَّذِيۡنَ لَا يُؤۡمِنُوۡنَ اعۡمَلُوۡا عَلٰى مَكَانَتِكُمۡؕ اِنَّا عٰمِلُوۡنَۙ‏ وَانْـتَظِرُوۡا‌ ۚ اِنَّا مُنۡتَظِرُوۡنَ‏]

 “İman etmeyenlere söyle: Siz bulunduğunuz hâl üzerinde (fikirleriniz ve metotlarınıza göre) çalışın biz de bulunduğumuz hâl üzere (fikirlerimize ve metotlarımıza göre) çalışacağız. Neticeyi (size şeytanın vaadini) bekleyin, biz de (size karşı Allah’ın bize zaferle verdiği vaadi) bekleyeceğiz.” [Hud Suresi 121-122]

Bu ayetler kesinlikle kâfirlerin partilerine, yönetimlerine, siyasi, fikrî ve askerî kuruluş ve paktlarına Müslümanların katılmasını yasaklar.

Güzel örneğimiz ve önderimiz Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ve Müslümanlar Mekke’de birçok eziyet çektiler ama kâfirlerin partilerine ve yönetimlerine katılmayı hiçbir zaman kabul etmediler, onu kesin olarak reddettiler. Hatta Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e krallığı sundular ve şöyle dediler: “Seni başımıza kral tayin ederiz ve para toplayıp seni en zenginimiz yaparız ve güzel kızlarımızla seni evlendiririz.” [İbni İshak ve İbni Hişam]

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, Sahabe RadiyAllahu Anhum ile birlikte kıl payı kadar bir taviz göstermeden apaçık fikrî ve siyasi mücadelesini sürdürdü. İnsanları ikna etmek için güzel üsluplar kullanmaya çalıştı, mücadelesini, Kureyş’in küfür sistemi ve Daru’n-Nedve adlı millet meclisi dışında sürdürdü.   

Bu partilere katılmadan oy vermek de caiz değildir. Çünkü oy vermek bir vekâlet vermek mesabesindedir. Parti veya milletvekili oy verenin vekili olur. Bu vekil ise laikliği benimsemekte ve uygulamaktadır. Dolayısıyla bu açıdan konuşur ve hareket eder. İslâm’ın hayata karışmasını ve onun sisteminin kurulmasını reddeder. Bu minvalde oy veren kimse milletvekili veya partiye bu işleri yapmaya vekâlet vermiş olur. Müslüman, kendi dini aleyhine çalışmış, İslâm ile bilmeden veya endirekt savaşmış olur. Böyle bir Müslüman’ın Allah katında vebali ve azabı pek büyüktür.

Oysa Müslüman’a farz olan, dinini kendi üzerine uygulamak, diğerlerine taşımak, savunmak ve hâkim kılmak için mücadele etmek, İslami yaşam tarzına uymak, kültürünü ve hadaratını öğrenip yaşatmaktır. Yukarıdaki ayetler ve Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in tutumu buna da intibak eder, delil olarak kullanılır.

Bunlarla birlikte, muhkem, tek mana taşıyan ayetlerde geçtiği gibi İslâm’a davet etmek, marufu emretmek ve münkeri nehyetmek Müslümanlara farzdır. Kâfirlerle beraber aynı partide bulunmak veya onlara oy vererek desteklemek ise bu ayetlerle çelişir. Onlarla beraber olmak veya onlara oy vermek küfre rıza göstermek ve münkeri kabul etmektir. Bu konuyla ilgili Âl-i İmran Suresi 104, 110 ve 114. Ayet, Araf Suresi 165. ayet, Tevbe Suresi 71. ve 112. ayet, Nahl Suresi 90. ve 125. ayet, Hac Suresi 67. ayet, Furkan Suresi 52. ayet, Lokman Suresi 17. ayet, Fussilet Suresi 33. ayet, Asr Suresi 3. ayetlere bakabilirsiniz.

Ayrıca o partilere katılmak veya oy vermek onların kalabalıklarını arttırır, onları destekler ve yaşatır. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

“Kim bir kavmin kalabalıklarını arttırırsa onlardan olur. Kim bir kavmin ameline (işlerine ve çalışmalarına) rıza gösterirse onların ameline katılmış olur.” [Ebu Yala, Deylemi]

“İslâm düşmanı hükümetlerin başa gelmesi daha kötü değil mi?” sözü yerinde değildir. Zira yukarıda gösterdiğimiz gibi hepsi değişik şekillerle İslâm’a düşmanlık yaparlar; İslami hayat nizamını ve devlet sistemini reddederler, dinine bağlı Müslümanları terörist, gerici, radikal ve aşırıcı olarak nitelerler, sıkıştırmaya çalışırlar ve bunların faaliyetlerini sınırlandırmak ve kuşatmakla ilgili kanunları çıkartırlar veya tamamen yasaklarlar. Almanya’da olduğu gibi… Bu, İslâm’a bir şekilde düşmanlık değil midir? Laikliği ve demokrasiyi benimseyen, Batı hadarat ve kültürünü kabul eden ve Batı yaşam tarzını benimseyen kişileri kabul edip, ondan sonra bu kişiler kendilerine Müslüman adı versinler! Bu da İslâm’a bir şekilde düşmanlık değil midir?

Yukarıda gösterdiğimiz gibi bir partiye ve bir milletvekiline oy vermek vekâlet vermek demektir. Bu parti ve milletvekili oy verenin vekili olur. Bu nedenle ona milletvekili adı verilmiştir. Vekâlet verenin adıyla konuşur, siyaset yapar ve kanun çıkartır. Görüşte ve fikirde oy vereni temsil eder. Oysa bu yaptıklarının hepsi İslâm’a aykırıdır! Oy veren kişi Allah’ın karşısında çıkınca ne diyecektir?

Batı devletlerinde yaşayan Müslümanları Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in döneminde Mekke’de veya Habeşistan’da yaşayan Müslümanlar gibi sayabiliriz. Onlar küfür sistemlerine katılmadan normal yaşamaya çalışmışlardı.

Bu minvalde Müslümanlarla savaşmayan, onları yurtlarından çıkarmaya veya kovmaya çalışmayan kâfirlerle normal geçinmeyi emreden ayetler şunlardır:

[لَا يَتَّخِذِ الۡمُؤۡمِنُوۡنَ الۡكٰفِرِيۡنَ اَوۡلِيَآءَ مِنۡ دُوۡنِ الۡمُؤۡمِنِيۡنَ‌ۚ وَمَنۡ يَّفۡعَلۡ ذٰ لِكَ فَلَيۡسَ مِنَ اللّٰهِ فِىۡ شَىۡءٍ اِلَّاۤ اَنۡ تَتَّقُوۡا مِنۡهُمۡ تُقٰٮةً ؕ وَيُحَذِّرُكُمُ اللّٰهُ نَفۡسَهٗ‌ ؕوَاِلَى اللّٰهِ الۡمَصِيۡرُ‏]

“Müminler diğer müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmesinler. Kim bunu yaparsa Allah ile alakası kalmamış olur. Ancak kâfirlerden sakınmak müstesnadır. Allah sizi kendisinden sakındırır. Dönüşünüz Allah’adır.” [Âl-i İmran Suresi 28]

“Kâfirlerden sakınmak müstesnadır.” sözü ise kâfirlerden sakınırsanız onlarla normal şekilde geçinin demektir. Zira Medine’de Müslümanlar Mekke’ye hâkim olan kâfir Kureyş’le savaşıyorlardı, oysa Mekke’de Müslümanlar vardı. Onların nasıl davranacakları hususunda bu ayet nazil oldu. Mekke’deki Müslümanlar Kureyş’e karşı bir savaşa girmeyecekler, kâfirlerden sakınarak onlarla normal geçinecekler fakat kâfirleri dost edinmeden, onlarla fikrî, siyasi veya askerî işbirliği yapmadan. Yönetimlerine, partilerine, fikrî ve siyasi kuruluşlarına hiçbir şekilde katılmadan.

[لَا يَنۡهٰٮكُمُ اللّٰهُ عَنِ الَّذِيۡنَ لَمۡ يُقَاتِلُوۡكُمۡ فِى الدِّيۡنِ وَلَمۡ يُخۡرِجُوۡكُمۡ مِّنۡ دِيَارِكُمۡ اَنۡ تَبَرُّوۡهُمۡ وَ تُقۡسِطُوۡۤا اِلَيۡهِمۡ‌ؕ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الۡمُقۡسِطِيۡنَ‏]

“Dinde sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik yapmayı ve onlara adaletli davranmanızı yasaklamaz. Şüphesiz ki Allah adil olanları sever.” [Mümtehine Suresi 8]

İyi komşuluk ve alışveriş yaparlar, yanlarında veya fabrikalarında çalışırlar ve buna benzer normal bir şekilde geçinirler. Güzel muamele yaparak, onları İslâm’a çekmeye çalışırlar.

İşte Batı devletlerinde yaşayan Müslümanlar böyle davranmalıdırlar.

Aynı anda bunlara İslâm’ı götürmek gerekir, farzdır. Bu nedenle Müslüman İslâm davetini taşıyan kitle ve hiziplere katılmalıdır. Batı devletlerinde bulunan hiziplerin mesuliyeti büyüktür. En az şu işleri yapmalılar, yapmaları gerekir, farzdır:

a- Kâfirlere İslâm davetini yüklenirler. Onlara İslâm’ı güzel şekilde anlatmaya çalışıp onları güzellikle İslâm’a çağırırlar.

b- Müslümanları bilinçlendirmeye çalışırlar, kimliklerini korurlar, haklarını savunurlar. Onlara liderlik etmeye çalışırlar. Onları entegre edilmek veya asimile edilmekten korumaya çalışırlar. Kendilerinin İslâm ümmetine mensup olduklarını hatırlatırlar.

c- Onlardan dava adamı yetiştirirler, yetişenler ileride İslâm memleketlerine giderler, orada daveti devlet kurmak için yüklenip çalışırlar.

d- Batı devletleri Müslümanlara ve ileride kurulacak İslâm Devleti aleyhine çalışma yaparlarsa onları durdurmaya çalışırlar. İslâm lehine evrensel kamuoyu oluşturmaya çalışırlar.

e- Batı dünyasındaki kardeşlerinin dinlerine bağlı olmalarını, mücadele ettiklerini ve daveti yüklendiklerini görünce bölgedeki Müslümanlara moral olur, maneviyat ve güvenlerini arttırır.

İşte onlar en az bu işleri yaparlar. Bu işler işler küçümsenmeyecek türden büyük işlerdir. Devletin kurulmasında katkısı vardır, ileride faydası daha da artacaktır. Müslüman’ın katkısı işte bu hiziplere ve kitlelere olur ve onlarla çalışır. Enerjisini laik partilerde harcamaz.

Esad Mansur