Soru:

Lübnan problemleri ve olayları arkasında kim duruyor?

Orada Amerika ve Fransa’nın işi nedir?

Lübnan nasıl kurtulur?

Cevap:

4 Ağustos 2020 tarihinde daha önce Beyrut limanında depolanmış olan 2750 ton kimyasal maddenin patlama olayı yaşandı. Patlama neticesinde yüzlerce kişi öldü, binlerce kişi yaralandı, 300 bin kişi de evinden oldu. Zira bu patlama neticesinde Beyrut’un yarısı tahribat gördü, birçok ev ve işyeri yıkıldı, birçok evde çatlaklar oluştu ve bu evler oturulmaz hâle geldi.

Geçen sene, 17 Ekim 2019’da rejime, bütün siyasilere, yaptıkları yolsuzluğa ve fesada karşı halk intifada başlattı; Hariri hükümetini istifaya mecbur etti, İran Partisi (Hizbullah) desteğiyle Hasan Diyab ve İran tarafından desteklenen Cumhurbaşkanı Mishel Aoun’un başkanlığında yeni hükümet kuruldu. Fakat sorunlar çözülemedi, halkın galeyanı ve intifadası devam etti. Yürüyüşler ve toplanma yerlerine İran partisinin ve İran’dan beslenen ve ABD’ye direk tabi olan Nebih Berri başkanlığındaki Emel grubunun saldırıları başladı. Zira Lübnan yönetimi Hristiyan Aoun grubuyla beraber onların tahakkümü ve tasallutu altındadır.

Lübnan’da dikkati çeken ilk nokta, sorumsuzluktur. Sorumlular mesuliyet hissetmiyorlar. 20 Kasım 2013’te Gürcistan’dan Afrika’ya doğru giden Moldavya/Moldova bayrağını taşıyan gemide bu kimyasal maddelerin bulunması neticesinde bu maddeler Beyrut limanına getiriliyor, geçiş ücreti vermediğinden veya vermek istemediğinden dolayı taşıdığı kimyasal maddeye el konulup limanda bir depoya konuluyor. O tarihten itibaren 7 sene geçmesine rağmen öylece bırakılıp ihmal ediliyor, kullanılmıyor veya satılmıyor. Hatta depoda çatlakların var olduğu söylendiği hâlde bu çatlaklar tamir edilmediği gibi bu maddeler oradan kaldırılmıyor. Oysa bazı işlemlerden geçirildikten sonra bu maddeler arazilerde gübre olarak kullanılabilirdi. Nitekim hükümetin desteği olmadığından dolayı Lübnan’da ziraat ihmal edilmiş ve artık her şey ithal ediliyor. Bu liman mesken ve işyerlerinin bitişiğindedir. Orada her an patlayabilir türden maddeleri depolamak tehlikelidir. İşte sorumluların ne kadar sorumsuz olduğu ortaya çıkıyor. Bu patlama akabinde istifa eden Başbakan Hasan Diyab şöyle dedi: “Yolsuzluk ve fesat devletin her bölümünde kökleşmiştir. Yolsuzluk ve fesat devletten daha güçlüdür, devlet bununla kelepçelendi. Buna karşı gelemez, bundan da kurtulamaz. Fesadın bir numunesi Beyrut limanında patladı ve böylece Lübnan’ın başına bu musibet düştü. Fesat ve yolsuzluk memleketin bütün siyası ve idari coğrafyasında yaygındır. İnsanlara muhakeme olunuyoruz, yedi seneden beri bu felaketten sorumlu olan kimseleri hesaba çekme ve gerçek değişimle ilgili isteklerine uyarız.”[Lübnan Hükümeti resmi sitesi 10 Ağustos 2020] Oysa kendisi o dönemde 13 Haziran 2013 ile 15 Şubat 2014 Necip Mikatı hükümetinde bakan idi. 

Lübnan’da sorunlar derindir, sorumsuzluktan ve dış güçlere bağlılıktan dolayı da bu sorunlar hiç çözülmez. Fesat ve yolsuzluk yaygındır. Her parti bir dış güç hesabına çalışır, aynı zamanda kendi mensupları ve etnik grubu lehine çalışır, ümmet için çalışan ise yoktur. Ekonominin her tarafı berbattır. Elektrik her gün saatlerce kesilir, enflasyon, liranın aşırı şekilde on kata kadar düşmesi, pahalılık, fakirliğin çoğalması, devletin dış bankalara ve İMF’ye 100 milyar doları aşan dış borcu ödemekten acziyetini ilan etmesi ekonomideki kötü durumun birer göstergesidir. Ayrıca bu borç faizden dolayı katlanmaktadır. Lübnan 25 sene içerisinde 77 milyar dolar sadece faiz olarak ödedi. Anaparayı ise ödemeye yaklaşamadı, daima faizi ödüyor. İşte İslâm’ın ekonomi sistemini gerici bir sistem olarak ve laik demokratik kapitalist sistemi modern olarak sayanların hali budur!

Lübnan etnik gruplara bölünmüş durumda. Eski sömürgeci Fransa etnik grupların ayrılışlarına dayalı laik sistem tesis etti. Bu sistem insanları bencil ve obur hâle getirdi. Her kim yönetici olursa yönetime geçmeyi bir fırsat olarak bulup çalmaya başlar.   

Nitekim ne kadar hükümet değişmişse de Beyrut limanı, Hava alanı ve emniyet uzun yıllardan beri İran partisinin istilası altındadır. Suriye’de ABD’ye bağlı laik Suriye rejimi, katil Başşar Esad ve Nusayri taifesini korumaya yönelik Müslümanlarla savaşmak üzere İran’dan gelen silah ve mühimmat bu limana gelir. Hatta bunların elemanları 10 senedir Suriye’ye gidip dönmekteler; kâfir Ruslarla beraber Müslümanları katledip, evlerini, hastaneleri, okulları ve fırınlarını yıkıyorlar, milyonlarca Müslümanı göçe zorluyorlar.

Lübnan’da nüfuz sahibi ve bölgeyi uçaklarıyla kontrol eden ABD’dir ve bu olup bitenin hepsini görmekte ama buna hiç itiraz etmemektedir. Bu ise İran ve partisinin Lübnan’da ve Suriye’de yaptıklarını ABD’nin resmi olmayan bir şekilde onayladığını açıkça ortaya koymaktadır. Zira bunlar ABD’nin çıkarlarını gerçekleştiriyorlar.

Lübnan’da ümmet İran ve partisinin nüfuzuna başkaldırdı. Zira Lübnan’daki hükümetler onların tahakkümü altındadır. Rejim düşme tehlikesindedir. ABD bu rejimi kurtarmak için İran ve partisinin açık nüfuz ve tesirlerinin görülmemesi, liman, hava alanı ve hükümete tesirlerinin açıkça gözükmemesi gerektiğini düşündü.

ABD Suriye’de de siyasi çözümü uygulamaya çalışıyor, orada kendi hesabına savaşan İran ve partisinin varlığına halk karşıdırlar. Nedenlerini gösterdik. Bu nedenle kendi çözümünü uygulamaya çalışırken kendi hizmetçileri İran ve partisini oradan çıkarmaya mecbur kaldı. Aynen Irak’ta olduğu gibi kurduğu rejime ve kendisine direk tabi olan veya İran üzerinde kendisine tabi olanlara ümmet geçen sene 1 Ekim 2019’da başkaldırınca hükümet arkasında hükümet kurdu. İran ve grupları sahadaki tesirlerini azaltmakla birlikte bunların dışında kendisine tabi olan bir kişiyi aradı ve eski Irak İstihbarat Başkanı Mustafa Kazimi’yi başa getirdi. Suriye’de ve Irak’ta İran’a tabi olan güçleri yürüten Kasım Süleymani ve ABD yanında İslam Devleti Örgütüne karşı savaşan Haşd-i Şabi milislerinin komutanı olan El-Muderrisi’yi bu senenin başlangıcında öldürdü.

ABD, İran partisi yerine Lübnan ordusuna görev vermek istediğini gösteriyor, bu şekilde bu parti yerine ordu rejimi korumaya başlar. Nitekim ümmet rejime karşı başkaldırırken Lübnan ordusu protesto edenlere saldırmadı, onları korumaya başladı. İran partisinin ve Emel partisinin milislerinin saldırılarından halkı korumaya çalıştı. Bu nedenle Beyrut limanında o patlama olmadan önce ABD Dışişleri Bakanı Pompeo şöyle dedi: “Lübnan’ı bu krizden kurtarmaya yardım edeceğiz. İran’a tabi olan bir devlete dönüşmesini kabul etmeyiz. Hizbullah’a baskıyı sürdüreceğiz ve halkın istediği tarafsız bir hükümete sahip olmasına yardım edeceğiz.”[Lübnan24 – 8 Temmuz 2020]

Orta Doğu işleri için ABD Dışişleri Bakanı yardımcısı David Schenker şöyle dedi: “ABD Lübnan Silahlı Kuvvetlerini memlekette istikrarı sağlayacak milli bir güç olarak sayar. Bazı olaylar dışında protesto yürüyüşleri esnasında rolü olumlu idi. Hizbullah ve Milliyetçi Hareket Partisi’nin milisleri protestoculara döverek saldırınca ordu defalarca protestoları korumak üzere müdahale etti. Ayrıca ABD Lübnan Silahlı Kuvvetlerini terörle mücadelede bir ortak olarak sayar. Lübnan cephesinde Hizbullah kışkırtıcı eylemler yapıyor. Lübnan topraklarında silahları geliştirmeye çalışıyor. ABD savaşın patlamasını beklemiyor, fakat Hizbullah’ın Lübnan’da yaptığı pek tehlikelidir ve Lübnan ekonomisini büyük tehlikeye maruz bırakıyor.” [Kateeb org. 16 Temmuz 2020]

Oysa Lübnan’da eski başbakanın öldürülmesi akabinde 15 seneden beri Suriye güçleri çıkmaya mecbur edilince yerine İran partisi geçti, hükümete, ekonomiye ve emniyete el koydu, silahını geliştirdi, ABD bu müddette buna hiç itiraz etmedi, ümmet rejime ve rejimi elinde tutan İran partisi ve diğer güçlere başkaldırınca konuşmaya başladı. Bunun manası: ABD, İran partisinin rolünü açık oynamasından vazgeçirmek isterken aynı zamanda orduya başrol vermek istiyor.

Patlama olunca ABD Başkanı Trump bunu bir saldırı olarak saydı. Gazeteciler “Bu patlamanın bir saldırı olduğunu hâlâ söylüyor musunuz? Siz bundan emin misiniz? Diye sorunca şöyle dedi: “Böyle gözüküyor. Generallerimle görüştüm, bir saldırı olduğuna inanıyorlar.”[Amerikan kanalı CNN 6 Ağustos 2020]New York Times gazetesinin 7 Ağustos 2020’de yayınladığı bir raporda şöyle geçti: “Liman emniyeti hususunda uzman olan bir Amerikalı, Beyrut limanını ziyaret ederken bu kimyasal maddeleri tespit etti. Bazı Amerikan sorumluları bu uzmanın Amerikan Büyükelçiliğine veya Pentagon’a kendi çalışmasının neticelerini bildirdiğini tahmin ediyorlar. Bir büyük Amerikan sorumlusu bunu reddederek şöyle dedi: ‘Bu uzman 4 sene önce 2013-2016’da bu limanda çalışmıştı ve bir rapor hazırlamıştı.’” ABD Savunma Bakanı Mark Esper “Bazılarımız bunun (bu depo) Hizbullah’a ait patlayıcı maddelerin olduğunu tahmin ediyordu.” Batılı diplomatlar, Amerika’nın böyle bir bilgisinin olduğu hâlde kendilerine bildirmediklerinden dolayı kızgınlıklarını dile getirdiler. Zira kendi büyükelçilikleri bu limana yakındı, bazılarına isabet de oldu ama ABD Büyükelçiliği Beyrut’un 13 km dışında uzak bir yerde bulunuyordu.

Fransa durumu değerlendirip onun başkanı Macron patlamadan iki gün sonra Beyrut’u ziyaret edip bütün siyasilerle ve sorumlularla görüşmeye çalışıp Lübnan’ın hâlâ kendi müstemlekesi olarak demeçler verdi, siyasi değişime, Fransa’nın koyduğu eski milli misak yerine yeni milli misakın çıkarılmasına çağırdı! Lübnan’a çizdiği planı izlemek üzere tekrar birkaç hafta içinde döneceğini bildirdi. 31 Ağustos 2020’de buna dayalı olarak Berlin’deki Lübnan Büyükelçisi Mustafa Edip adlı diplomat Başbakan olarak ilan edildi. Birkaç gün önce, 1 Eylül’de tekrar Macron geldi. Lübnan’a verilecek yardımları Lübnan’da reformların yapılmasına bağladı. Altı hafta da mühlet verdi.

Hariri ise bir ayağını Suudi Arabistan’a koyduğu gibi öbür ayağını Fransa’da tutuyor, bu nedenle hemen buna destek verdi, İngiliz ajanları Lübnan Kuvvetleri Partisi Başkanı Hristiyan Semir Jaja ve Sosyalist Partisi Başkanı ve Dürzileri temsil eden Velit Canbulat’da desteklediler. Nitekim Avrupa ABD’ye karşı bu şekilde bir cephe oluşturdu.

ABD’ye direk veya İran üzerinden bağlı partiler ve güçler mecburen kabul ettiler. Hasan Diyab başkanlığında kendilerine ait hükümetin düşmesinden sonra yeni hükümet krizine girmek istemediklerinden, kamuoyunun kendileri aleyhine dönüşmesinden korktuklarından ve bu patlamadan sorgulanmaktan kurtulmak istediklerinden dolayı Mustafa Edip’in Başbakan olmasını kabul ettiler. Yoksa normal hâllerde bunu kabul etmeyeceklerdi. Bu nedenle eskisi gibi fazla bakanlık elde etmek üzere açık çatışma yapmıyorlar, sessizdirler.

Zira Lübnan’da nüfuz sağlamak amacıyla Fransa ABD ile çekişiyor. Britanya ise gizlice ajanları vasıtasıyla da nüfuzunu korumaya çalışırken Fransa ile beraber çalışıyor. Nitekim bütün büyük devletler Orta Doğu’daki istihbarat teşkilatlarına Lübnan’ı bir merkez olarak seçtiler. Her devlet kendi yanına bir veya daha fazla bölgesel devlet çekti. Onlar vasıtasıyla da oynuyorlar.

Macron PFM Televizyonunda 6 Ağustos 2020’de şöyle açıklamalarda bulundu: “Eğer Fransa kendi rolünü oynamasa İran, Suudi Arabistan veya Türkiye gibi başka güçler girecektir.” Zira bu üç devlet ABD hesabına çalışıyor.

Fransa kendi Cumhurbaşkanını, ABD ise Dışişleri Bakanı yardımcısı David Hale’yi 13Ağustos 2020’de Lübnan’a gönderdi. Oradaki başkanlar, sorumlular ve siyasi güçlerin başkanlarıyla temaslar yaptı, ABD’nin Lübnan ordusunu desteklediğini açıklayarak şöyle ekledi: “Hizbullah Lübnan’daki fasit zümreden bir parçadır.”[Alarabiye13Ağustos 2020]Bu daha önce de söylediğimiz gibi ABD’nin, İran ve onun partisinin rolünü değiştireceği, arkaya çekip kendisine ait potansiyel tehdit unsuru bırakacağı manasına geliyor. Zira Avrupa güçleri küçümsenmez.

Lübnan Müslüman bir memlekettir. II. Raşid Halifemiz Hz. Ömer RadiyAllahu Anh döneminde Şam diyarından bir parça olarak fethedilmiştir. Osmanlı Devletimiz bunu 400 sene korudu. Fakat Batı’dan etkilenen yarı laik “İttihat ve Terekki/Jön Türkler grubu” adaletli Halifemiz II. Abdülhamit’i devirince ve devleti 1. Cihan Savaşına sokunca bu devlet yenildi. Galip olan Fransa Britanya ile anlaşarak orayı işgal etti. 1920’de Lübnan’ı bir devlet olarak ilan etti. 1926’da kendi laik anayasasına dayalı olarak bir anayasa koydu. Fakat Maruni Hristiyanlarını memlekete musallat kıldı, önemli ve baş görevleri onlara verdi. Müslümanlara tali görevleri verdi. Ayrıca başka etnik gruplara değişik makamlar verdi. Bu şekilde Lübnan’da bütün problemleri doğuracak fasit, bozuk bir sistem kuruldu. Bu sistem hem laik hem etnik gruplar arasında bölüşülen ve aslan payı Hristiyanlara verilen bir sistemdir. O tarihten bugüne kadar Lübnan’da iç çatışma durmadı, fesat, yolsuzluk ve bozgunculuk hiç kesilmedi, aksine kökleşti. Ancak Allah’ın izniyle İslâm Hilâfet Devleti tekrar kurulunca eski temiz aslına döner, bütün pis olan sömürgecilerden ve pisliklerden temizlenir.

Esad Mansur.