-128-

İslam devleti ve onun yargı sisteminin varlığı:

Hâkimlere gitmenin manası nedir?

Onlara ne zaman gidilir?

Onlar nasıl hüküm verirler?

 وَلَا تَأْكُلُوا أَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ وَتُدْلُوا بِهَا إِلَى الْحُكَّامِ لِتَأْكُلُوا فَرِيقًا مِنْ أَمْوَالِ النَّاسِ بِالْإِثْمِ وَأَنْتُمْ تَعْلَمُونَ

“Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Kendiniz bilip dururken, insanların mallarından bir kısmını haram yollardan yemeniz için o malları hâkimlere (idarecilere veya mahkeme hâkimlerine) vermeyin.” (Bakara 188)

Burada insanların mallarını haksızca yemek haram kılındı. Yine de, bu gayeyle hâkimlere götürmek de haram kılındı.

İnsan bir şeyde hakkı yoksa veya kendisine ait olmadığını bilirse onu alması veya yemesi haramdır. Bu batıldır ve zulümdür. İnsan diğer insanların para ve mallarını haksızca yemeye çalışırsa zalim olur. Haksızca yediği şeyi cehennemde ateşten birer kıvılcımlar olarak yer.

Ayette, para ve mal haksızca almak yemek ifadesiyle açıkladı. Çünkü insan bir mal aldığı zaman onu veya bedelini yemek ister, en fazla insan midesine önem verir. Ama insan başka yerlerede parasını harcar ve malını kullanır. Ayette, haksız ifadesi “batıl” lafzıyla geçti; çünkü haksız batıldır ve ifade bu şekilde daha güçlü olur. Bir yerde veya bir kimsede hakkın bulunmadığı halde onu almak batıldır; temelden senin değildir. Öyleyse hiçbir zaman senin malın olamaz. Bir insan bir şey gasp ederse, hırsızlık yaparsa, bir kimseyi kandırırsa veya aldatırsa, faizle alırsa, rüşvet alırsa ve buna benzer yollardan mal veya para alırsa hiçbir zaman malı veya mülkü olamaz. Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem şöyle buyurdu:

” لا يحل مال امرئ مسلم إلا بطيب نفس منه” (الدارقطني، ابن حنبل والبيهقي)

“Bir kimsenin malı hiçbir zaman helal olmaz ki; ancak nefsinden hoşça verirse helal olur.” (Dar-ı Kıtnı,İbni Hanbel, Beyhakı)

Kamu mülkiyetinden ve milletin malından yöneticilerin almaları haramdır. Batılla mal yemiş olurlar.

Hocaların muska yazması, bir şey okuyup üflemek, şeyhlik namıyla insanları kandırarak mallarını yemek veya almak haramdır.

Allah şöyle buyurdu:

يٰۤاَيُّهَا الَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡۤا اِنَّ كَثِيۡرًا مِّنَ الۡاَحۡبَارِ وَالرُّهۡبَانِ لَيَاۡكُلُوۡنَ اَمۡوَالَ النَّاسِ بِالۡبَاطِلِ وَيَصُدُّوۡنَ عَنۡ سَبِيۡلِ اللّٰهِ‌ؕ

 “Ey İman edenler! Hahamların ve rahiplerin çoğu insanların mallarını batılla (kandırarak, haksızca)  yiyorlar ve Allah’ın yolundan insanları saptırıyorlar.” (Tevbe 34).

Bunun için Avrupa halkları kilisenin otoritesine ve din adamlarına karşı devrim yaptılar. Din adamları hayat nizamını içermeyen Hristiyan dini namına Avrupa yöneticileriyle anlaşarak halklara zulmedip mallarını haksızca yiyorlardı. Allah-u Teala, bunu açıklarken bizi ve âlimlerimizi uyarıyor. Onlar gibi insanların mallarını yemek haramdır. Nitekim bu asırda âlim, şeyh veya hoca veyahut doktor veyahut ta profesör lakabı altında para karşılığında küfrü uygulayan zalim yöneticilerin hesaplarına fetva vererek halkı bunlara boyun eğdirmeye ve ezdirmeye çalışıyorlar. Bunlar ayette zikredilen haham ve rahiplere benzeyip haksızca para yiyorlar.

Dava açıp insanların mallarını yemek de haramdır. İnsan bir kimsede veya bir yerde hakkı yoksa dava açıp hâkimlere giderse zalim olur.

Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem hem yönetici hem de hâkimdi; kendisine gelen hasımlar, birbirine dava açan kişilere şöyle dedi:

” إنما أنا بشر وإنكم تختصمون إلي، ولعل بعضكم أن يكون ألحن بحجته من بعض، فأقضي على نحو ما أسمع، فمن قضيت له من بحق مسلم فإنما أقطع له قطعة من النار، فليأخذها أو ليدعها” (البخاري ومسلم)

“Muhakkak ki, ben insanım, bana gelip muhakeme olunuyorsunuz, hasımlar bana gelince biri diğerinden daha güzel konuşur, onun lehine hüküm veririm. Ben işittiğime göre hüküm veririm. Böyle yapıp Müslüman hakkını yiyerek onun lehine hüküm verdiğim zaman ona cehennemden bir parça vermiş olurum. Öyleyse ya onu taşısın ya da onu bıraksın.” (Buhari, Müslim)

İşte Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem bu hadiste;

 “İşittiğime göre hüküm veririm.” diyerek insanların dediklerine ve getirdikleri delillere ve ispatlara göre bir insan olarak hüküm veriyordu. Tebliğ ve Şeriatı açıklamak, akait veya gaipten bildirmek vahiydir. Ama Şeriatı uygulamak veya insanlar arasında mahkeme yapmak herhangi bir hâkim veya bir yönetici gibi hareket ederdi. Nitekim Resulullah dava olunca şahitler, deliller ve yeminleri talep ediyordu ve bunları ancak mahkemede geçerli kılıyordu. Bununla beraber, hasımları Allah’ın azabıyla korkutuyordu ki; yalan söylemesin ve haksızca birbirlerinin haklarını yemesinler.

Bu asırda, hâkimler şahit, delil ve yemin olduğu halde vicdanen hüküm verirler. Böylece hâkim; duygusunu veya tahminini ekleyerek hüküm verir. Bu, büyük zulümdür ve batıldır. Bu, demokratik sistemlerinin batıl olduğuna açık delildir. İslam Sistemi’nde kesinlikle bu geçerli değildir; vicdani kanaat diye bir şey yoktur, hâkim buna göre hüküm veremez. Resulullah bazen gerçeği bildiği halde şahit veya delil bulunmadığı için hüküm vermiyordu. Demokratik sistemlerde geçtiği gibi vicdani kanaatte göre hüküm vermiyordu. Hatta bir sefer bir kadının hareketinden, şeklinden fuhuş yaptığını anladığı halde ve erkeklerin evinde gördüğü halde ona ceza vermedi; demokratik memleketlerde yapıldığı gibi evine baskın düzenlemedi. Hatta onun hakkında şöyle dedi:

” لو كنت راجما أحدا بغير بينة لرجمت فلانة، فقد ظهر منها الريبة في منطقها وهيئتها ومن يدخل عليها”

“Beyyine olmaksızın birini taşlamak isteseydim filan kadını taşlardım. Konuşmasından, şeklinden, hareketinden ve yanına girenlerden onun hakkında şüpheler belli oldu” (Buhari, Müslim veİbni Maceh)

Beyyinenin manası ise; bir kişinin suçlu olduğuna dair ispattır. Ancak, yeterli delilerle ve şahitlerle de ispatlanır. Zina için beyyine ya zinayı kendi gözleriyle gören dört udul (dürüst ve fasık olmayan) şahit ya da zina edenin ikrarıdır. Nitekim demokratik ve diktatörlük sistemlerde yapıldığı gibi ikrar için zorlamak veya işkence yapmak, İslam’da haramdır ve bu ikrar geçerli değildir. Hatta İslam’da biri önce ikrar edip sonra ikrarından vaz geçerse ondan kabul edilir ve cezalandırılmaz.

Hâkim veya hüküm verecek kimse hem mesele, sorun ve çekişme nedenlerini dakik şekilde anlamalı, meseleyi tam anladıktan sonra adaletli olmalı ve hakla hüküm vermelidir. Resulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:

” القضاة ثلاثة: قاضيان في النار، وقاض في الجنة. رجل قضى بغير الحق فعلم ذاك فذاك في النار، وقاض لا يعلم فأهلك حقوق الناس فهو في النار، وقاض قضى بالحق فذلك في الجنة” (الترمذي، أبو داود)

  “ kadılar (hâkimler) üçtür: iki kadı cehennemliktir ve bir kadı cennetliktir. Bir adam bilerek hakkın gayrısıyla hüküm verdi, bu cehennemliktir. Biri meseleyi bilmeden (cahilce) hüküm verdi, böylece insanların haklarını heder etmiş oldu, bu da cehennemliktir. Bir kadı hakla hüküm verdi, bu ise cennetliktir” (Tirmizi, Davut)

Diğer yönden, ayette İslam’da yargı sisteminin var olduğuna delildir. Çünkü hâkimlere götürme meselesi vardır. Nitekim bu durum bir İslami devlette düşünülebilir, bunun varlığını gerektirir. Çünkü İslam’a göre hüküm verecek hâkimleri tayin eden ve hükümlerini yürürlüğe koyan ancak bu devlettir. Yine Arapçada hâkim hem yargıç manasında geçtiği gibi hem de yönetici manasında da geçiyor. Nitekim yönetici de hâkimdir. Ancak mesuliyetleri kendi üzerinden hafifletmek için yargıçları tayin eder. Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem ve Raşid-i Halifeler hem yöneticilik işini üstleniyorlardı hem de yargıçlık/hâkimlik işini yapıyorlardı. Ayrıca hâkimleri tayin ediyorlardı.

İşte, İslam’da hayat sistemi veya devlet sistemi yok diyenler biraz düşünsünler, bile bile inkâr etmesinler. Kendi demokratik sistemlerinde olduğu gibi hâkimlerin vicdanı kanaatlerine, duygularına göre, başka ifadeyle kafadan atmak İslam sisteminde mevcut değildir.  Bu batıldır. İspat ve delil olmadıkça hüküm verilmez.

İnsan insaflı ve hakkani olmalıdır, İslam’ı değerlendirip onun hakkında doğru hüküm versin. Meseleyi olduğu gibi anlasın ve doğru delileri arasınlar. İslam hükümlerini hâkim ve yöneticiler tarafından uygulanmasının gerekliliği, farziyeti, yani; İslam devletinin varlığını inkâr ederse bir kişi Müslüman sayılmaz. Zira bu ayet ve onunla ilgili diğer ayetler muhkemdir. Bunun manası da, böyle bir devletin kurulması farzdır. Nitekim Maide suresinde 44. 45. 47. Ayetlerde Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenlerin kâfir, zalim ve fasık olduklarını bildirdikten sonra aynı surede 48 ve 49. Ayetlerde Allah’ın indirdikleriyle hükmetmekle ilgili kesin emir verdi. 50. Ayette ise kesin olarak iman etmiş olanlara Allah’ın hükmünden daha güzel ve üstün hüküm olmadığını da açıklıyor. Allaha, Kitabına ve Resulüne kesin olarak iman etmiş olanlar Allah’ın hükmü dışında bir hüküm kabul etmezler, bu hükümleri uygulamak üzere Raşidi Hilafet devletine inanarak çalışırlar, felaha kavuşanlar, Allah’ın izniyle cennete girenler ta kendileridir.