Soru:
Kayınbabaya zekât verecek olsam, nisap miktarına ulaşan mal varlığında eşimin mihiride dâhilse öz babaya zekât verilemediği için eşimin mihrini nisap miktarından çıkarıp kalan mal varlığının zekâtını mı kayınbabama vermeliyim.
Cevap:
Zekât nafaka konusuna bağlıdır! Kız veya kadın babasına ve kocasına nafaka yapmakla mükellef değildir. Ama erkek babası fakir olunca ona nafaka yapmalıdır. Karısına nafaka vermesi elzemdir, mükelleftir.
Allahu Teala şöyle buyurdu:
[وَعَلَى الۡمَوۡلُوۡدِ لَهٗ رِزۡقُهُنَّ وَكِسۡوَتُهُنَّ بِالۡمَعۡرُوۡفِ]
“Marufa göre kadınların rızkları ve giyimlerini sağlamak çocuk kendisinin olan baba üzerindedir.”[Bakara Suresi 233]
İşte ayette apaçık şekilde kendisinin olan çocuk için nafakanın baba üzerine düştüğünü göstermektedir.
Allah şöyle de buyurdu:
[اَلرِّجَالُ قَوَّامُوۡنَ عَلَى النِّسَآءِ بِمَا فَضَّلَ اللّٰهُ بَعۡضَهُمۡ عَلٰى بَعۡضٍ وَّبِمَاۤ اَنۡفَقُوۡا مِنۡ اَمۡوَالِهِمۡؕ]
“Erkekler kadınlardan sorumludurlar! Bunun nedeni ise; Allah’ın onların bir kısmını diğer kısmına üstün kılması ve erkeklerin mallarından nafaka, harcama yapmalarıdır.”[Nisa Suresi 34]
Bu ayette geçen “erkekler kadınlardan sorumludur” sözü genel ifadedir. Koca kendi karısından, baba kendi kızlarından da sorumludur, baba yoksa oğullar kız kardeşlerinden ve annelerinden sorumlu olurlar, oğul yoksa bu sorumluluk büyük baba üzerine düşer, o yoksa amca üzerine düşer. Böylece nafakanın erkeklerin üzerinde olduğu belirlenmektedir.
İşte, erkeğin kadından sorumlu olmasının külfeti budur; kadının ve çocuklarının geçimini sağlamak, evin ihtiyaçlarını karşılamak ve bütün masraflarını temin etmektir.
Allah şöyle buyurdu:
[اَسۡكِنُوۡهُنَّ مِنۡ حَيۡثُ سَكَنۡـتُمۡ مِّنۡ وُّجۡدِكُمۡ وَلَا تُضَآرُّوۡهُنَّ لِتُضَيِّقُوۡاعَلَيۡهِنَّؕ وَاِنۡ كُنَّ اُولَاتِ حَمۡلٍ فَاَنۡفِقُواعَلَيۡهِنَّ حَتّٰى يَضَعۡنَ حَمۡلَهُنَّ ۚ فَاِنۡ اَرۡضَعۡنَ لَـكُمۡ فَاٰتُوۡهُنَّ اُجُوۡرَهُنَّ ۚ وَاۡتَمِرُوۡا بَيۡنَكُمۡ بِمَعۡرُوۡفٍۚ وَاِنۡ تَعَاسَرۡتُمۡ فَسَتُرۡضِعُ لَهٗۤ اُخۡرٰى ؕ ﴿۶﴾ لِيُنۡفِقۡ ذُوۡ سَعَةٍ مِّنۡ سَعَتِهٖؕ وَمَنۡ قُدِرَ عَلَيۡهِ رِزۡقُهٗ فَلۡيُنۡفِقۡ مِمَّاۤ اٰتٰٮهُ اللّٰهُؕ لَا يُكَلِّفُ اللّٰهُ نَفۡسًا اِلَّا مَاۤ اٰتٰٮهَاؕ سَيَجۡعَلُ اللّٰهُ بَعۡدَ عُسۡرٍ يُّسۡرًا]
“Gücünüz yettiği kadar onları (boşadığınız kadınları) bir meskende oturtun. Onların imkânlarını daraltmak üzere kendilerine zarar vermeye kalkışmayın. Eğer onlar hamile ise doğum yapıncaya kadar nafakalarını karşılayın. Eğer çocuklarınızı emzirirlerse onlara ücretlerini verin. Marufa göre bunun üzerine konuşup anlaşın. Eğer (ücret üzerine) anlaşmada zorlanırsanız, başka kadın o çocuğu emzirsin. Varlıklı erkek varlığından harcasın. Rızkı daralmış olan erkek Allah’ın kendisine verdiği kadarından harcasın. Allah kimseyi kendi verdiğinden fazlasıyla mükellef (yükümlü) tutmaz. Allah bir sıkıntının ardından bir kolaylık sağlayacaktır.”[Talak Suresi 6-7]
Bu ayetlerden şu kaide çıkar: “Nafakayla mükellef olan kadın değil erkektir.”
Eğer nafaka kadın üzerine düşmüyorsa, zengin olup zekât verme zamanı gelince, koca veya baba veya erkek kardeş veya büyük baba veyahut başka akraba fakir ise kadın onlara zekât verebilir, daha doğrusu onlara vermek daha evladır.
Bununla ilgili şu sahih rivayet vardır:
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem kadınların sadaka vermelerini emredince Abdullah bin Mesud’un karısı Zeynep, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in yanına gelip şöyle sordu: “Ey Allah’ın Nebisi! Bugün sadaka vermeyi emir verdin, benim süs (altın)üm vardır, bunu tasadduk etmek istiyorum. İbni Mesud, kendisi ve çocuğunun kendilerine tasadduk edilmede daha hak sahibi kimseler olduğunu iddia etti!” Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem ona şöyle buyurdu:
[صدق ابن مسعود، زوجك وولدك أحق من تصدقت به عليهم]
“İbni Mesud doğru söyledi, senin zevcin (eşin) ve çocuğun kendilerine tasadduk edilecek daha hak sahibi kimselerdir.”[Buhari]
Kadının eşi ve çocuğu fakir olunca kendilerine sadaka vermek daha evla kimseler onlar olur. Zira kadının onlara nafaka vermesi kendi üzerinde bir sorumluluk değildir. Aynı şekilde baba fakir olduğunda kızının ona nafaka vermesi farz değildir, bu nedenle babası fakir olunca zekâtı ona verebilir ve evla olan ona vermektir.
Eğer bir kimseye nafaka düşüyorsa ona zekât vermek caiz değildir, onlara zekât dışında yardım edince sadaka sevabı alır.
Koca karısına, baba kızına ve erkek kardeş kız kardeşine veya annesine zekât veremez, zira onun (erkek) üzerine onların nafakası düşmektedir.
Öte yandan, burada şunu görüyoruz; şer’î hükme göre kadının konuşma ve şikâyet hakkı vardır, kocasının şer’î hükme muhalefet ettiğini görünce veya bundan şüphelenirse şer’î hükmü sorması ve araştırması hakkıdır, bu hususta İslâm Devleti’ne müracaat eder. İşte Abdullah bin Mesud adlı büyük sahabenin karısı Zeynep şer’î hükümden emin olmak üzere İslâm Devleti reisi olan Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in yanına gelip sordu. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ona kızmadı, ayıplamadı. Kocası, o büyük sahabe de ona kızmadı ve onu ayıplamadı.
İslâm’da kadınlar bu şekilde davranırlar; erkekler sorumlu oldukları hâlde şer’î hükmü sorarak ve bilinçli olarak Allah’ın rızasını düşünerek bu hükümden dolayı mazbut olup, şer’î kurallara bağlı olurlar. Erkekler şer’î hükme muhalefet ettikleri veya kusur gösterdikleri zaman eşleri tarafından hesaba çekileceklerdir. Kadın şer’î hükümler dairesinde kocasına itaat eder, evde hizmet eder, erkek ise karısından sorumlu olup nafakasını sağlamalı ve ona iyi muamele yapmalıdır. Tasallut, despotluk ve diktatörlük yoktur. Hiçbiri diğerine tasallut edemez ve kafasına göre hareket edemez. Şer’î hükümlere bağlı kalarak birbirlerine saygı göstermeliler. Herkesin hakkı ve üzerlerine düşen vecibeler vardır.
İslâm Hilâfet Devleti’nde kadınlar şikâyetlerini halifeye, valiye veya hâkime iletebilirler, şer’î dairede haklarını isteyebilirler. Yine erkek, karısı kendisine isyan ederse onu şikâyet edebilir, sorunu çözmeye başvurur. Bu şekilde sorunlar Allah’ın ve Rasulü’nün emirlerine göre çözülür, ailede ve toplumda huzur temin edilir. Şu anda bu devlet bulunmadığından ve zalim ve fasit demokratik laik sistemin kanunlarından dolayı erkek kadın ilişkisinin nasıl alt üst olduğuna, aile ve toplumun ne kadar huzursuz olduğuna herkes şahittir, özellikle Cedaw veya İstanbul Sözleşmesi uygulanmaya başlayınca huzursuzluk katlandı.
Oysa Allah cc. şöyle buyurdu:
[مَنۡ عَمِلَ صَالِحًـا مِّنۡ ذَكَرٍ اَوۡ اُنۡثٰى وَهُوَ مُؤۡمِنٌ فَلَـنُحۡيِيَنَّهٗ حَيٰوةً طَيِّبَةًۚ وَلَـنَجۡزِيَـنَّهُمۡ اَجۡرَهُمۡ بِاَحۡسَنِ مَا كَانُوۡا يَعۡمَلُوۡنَ]
“Erkek olsun kadın olsun mümin olduğu hâlde kim salih amel yaparsa (Allah’ın emirlerini uygularsa ve nehiylerinden vazgeçerse) ona hoş ve huzurlu hayatı yaşatacağız. Muhakkak ki (ahirette de) yaptıkları güzel amellere karşı onları ödüllendireceğiz.”[NahlSuresi 97]
Yine Allah şöyle de buyurdu:
[فَمَنِ اتَّبَعَ هُدَاىَ فَلَا يَضِلُّ وَلَا يَشۡقٰى وَمَنۡ اَعۡرَضَ عَنۡ ذِكۡرِىۡ فَاِنَّ لَـهٗ مَعِيۡشَةً ضَنۡكًا وَّنَحۡشُرُهٗ يَوۡمَ الۡقِيٰمَةِ اَعۡمٰى]
“Kim benim hidayetime (Allah’ın gösterdiği doğru yola, İslâm’a) uyarsa hiç şaşkın olmaz, bedbaht (mutsuz) olmaz. Kim benim zikrimden (Allah’ın vahyi: Kur’an ve Sünnet’ten) yüz çevirirse kendisi için sıkıntılı, huzursuz hayat vardır ve Kıyamet gününde onu kör olarak hasredeceğiz.”[Taha Suresi 123-124]
Esad Mansur