-139-

Teşrik günleri:

Teşrik günlerinde ne yapılır ne yapılmaz?

İlim ve zan arasındaki fark nedir?

Akide nasıl alınır ve tasdik nasıl gerçekleşir?

Allah bize şöyle buyuruyor:

وَاذْكُرُوا اللَّهَ فِي أَيَّامٍ مَعْدُودَاتٍ فَمَنْ تَعَجَّلَ فِي يَوْمَيْنِ فَلَا إِثْمَ عَلَيْهِ وَمَنْ تَأَخَّرَ فَلَا إِثْمَ عَلَيْهِ لِمَنْ اتَّقَى وَاتَّقُوا اللَّهَ وَاعْلَمُوا أَنَّكُمْ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ

“Birkaç gün içinde Allah’ı anın. Kim iki gün içinde acele edip dönmek isterse, ona günah yoktur, kim geri kalırsa ona da günah yoktur. Bunlar günahtan sakınan­lar içindir. Allah’tan korkun ve bilin ki hepiniz O’nun huzurunda topla­nacaksınız, haşrolunacaksınız.” (Bakara 203)

Ayetteki ‘birkaç gün içinde’ ifadesinin manası; teşrik günleri demektir. Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem şöyle buyurdu:

” يوم عرفة ويوم النحر وأيام التشريق عيدنا أهل الإسلام وهي أيام أكل وشرب”

“Arefe günü, kesme günü (Kurban Bayramı günü) ve Teşrik Günleri bizler Ehl-i İslam bizim bayramımızdır. Bunlar; yemek, iç­mek ve Allah’ı zikretmek günleri­dir.”  (Ebu Davut, Tirmizi, Nesai, İbni hanbel)

Yine Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in başka ha­disinde:

” أيام التشريق أكل وشرب وذكر الله”

“Teşrik günleri ise; yemek, iç­mek ve Allah’ı zikretme günleri­dir.” (Müslim, İbni Hanbel)

Buna benzeri bir hadisi Tabari de rivayet etmiştir.

Sahabelerden İbn-i Abbas, İbn-i Ömer, İbn-i Zübeyr, Ebu Musa ve tabi­inden Âta, İkrime, Mücahid, Said bin Cübeyr ve onlardan sonrakilerden Ebu Hanife, Ma­lik, Şafii, İbni Hanbel ve birçok imamlardan Teşrik günleriyle ilgili görüşler yukarıda gösterdiğimiz görüştür. Bu Kurban Bayramının günleridir. Bunlar dört gündür. Birinci günün sabah namazından dördüncü günün ikindi namazına kadar sürer. Bu günlerde sürekli şekilde Allah yüceltilir; tekbir getirilir, Allah zikredilir ve taşlar atılır. Bu günlerde oruç tutulmaz;

” نهى رسول الله صلى الله عليه وسلم عن صوم أيام التشريق، وقال : هي أيام أكل وشرب وذكر الله”

Resulullah; Teşrik günlerinde oruç tutmayı nehyetti ve bu günler yemek, içmek ve Allah’ı zikretme günleridir dedi.” dedi. (Taberi Hz. Aişe’den rivayet etmiştir.)

Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem  şöyle buyurdu:

” لا تصوموا هذه الأيام فإنها أيام أكل وشرب وذكر الله”

“ Bu (teşrik) günleri tutmayın, bu günler yemek, içmek ve Allah’ı zikretme günleridir”. (İbni Hanbel)

Bu günlerde Allah’ı zikretmenin manası, teşrik günlerinde her namazın arkasında tekbir getirmektir.  Dünya çapında bütün Müslümanlar bu günlerde namazdan sonra tekbir getirirler. Fakat Hanefiler bunu vacip görürken diğer mezhep mensupları sünnet olarak gördüler. 

Bayramın birinci günü ancak güneşin doğuşundan öğlene kadar taşlama olur; şeytan sembolleri taşlanır. Diğer üç günde bütün taşlamaya devam edilir. Ancak bayramdan sonraki iki günde bütün taşlamalar yapılır. Böyle yapana günah yoktur, müsaade edilir. Fakat dördüncü güne kadar kim orada kalırsa daha efdal olur. Ne kadar acele edip geri dönene günah yoktur ve dördüncü güne kadar geç dönene de günah yoktur derse ifadeden geç kalanın acele edenden daha efdal olduğu anlaşılır, orada tekbirleri ve ibadetleri tamamlayacak, daha fazla sevap kazanacaktır.

Zira ikisini takvaya çağırdı; iki günde veya üç günde taşlama yapılırsa hiçbir günah yoktur. Önemli olan takvalı olmaktır, Allahtan korkmaktır; emirlerine tabi olmak ve nehiylerinden uzak durmaktır. Bunun manası da; Allah için tekbir getirmek ve taşlama yapmaktır, hem niyette ihlâs hem de amelde ihlâs gerekir. İki günde taşlamayı bitirmeye acele etmek kötülenmedi, müsaade edilir.

Ayetin sonunda, takvalı olunmaya tekrar çağrıldı; Müslüman haccın bütün rükünleri ve şartlarını yerine getirmeli, haccını kadınlara dokunmak (cima yapmak) veya diğerlerini kızdırarak tartışmak veyahut günah işlemekle bozmasın; ilk günden son gününe kadar takvalı olsun; Allah’tan korksun. Ve kesin şekilde kendisine dönüp haşrolunacaklarına inansınlar. Kendilerine inançları hatırlatıyor. Zira “وَاعْلَمُوا أَنَّكُمْ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ” “bilin ki hepiniz O’nun huzurunda toplanacaksınız, haşrolunacaksınız.”  وَاعْلَمُوا “bilin” olarak tercüme edilirse de manası inanındır. İlim kelimesinden geldi. Kuran’da birçok yerde ilim veya bilin kullanılıyor, zanna karşıdır. Birçok ayette kâfirlerde ilim yoktur, onlar ancak zannederler diye geçiyor. Onların akidelerini çürütürken bu ifadeyi kullanıyor, çünkü onlarda kesinlik yoktur, sadece zan vardır, bu hak için hiç yaramıyor. Şöyle buyurdu:

وَمَا لَهُمۡ بِهٖ مِنۡ عِلۡمٍ‌ؕ اِنۡ يَّتَّبِعُوۡنَ اِلَّا الظَّنَّ‌ۚ وَاِنَّ الظَّنَّ لَا يُغۡنِىۡ مِنَ الۡحَـقِّ شَيۡـًٔـاۚ‏

“Bunun hakkında onlarda ilim yoktur, onlar ancak zanna tabi olurlar, zannederler, oysa hak için zan hiç bir fayda vermez” (Necm 28)

 İlim kesinlik ifade ediyor, zan ise kesinlik ifade etmiyor. Bu nedenle akide kesin delille ve kesin delaletle ispatlanır. Kesin delil varsa fakat delalet kesin değilse, bir kaç mana veriyorsa, müteşabih olur, muhkem olmaz, her müçtehit bir manayı tercih etmeye çalışır. Ama delalet kesin ise orada içtihat yoktur, bütün müçtehitler tek görüşe sahip olurlar. Delil de zanni ise akide olmaz, bu nedenle haber-i ahat hadisi akide için delil olarak sayılmaz.

Akide edinmek, itikat etmek kesin tasdiktir, sarsılmaz olur, değişmez, insan fikrini hiç değiştirmez, sabit kalır, o asıldır, bütün ümmet bunun üzerinde birleşir. Zan ise yalnız bir tasdiktir, ama insan daha kuvvetli delil olursa görüşünü değiştirebilir. Karşı taraf tekfir edilmez. Çünkü zan hususunda değişik görüşler arasında tercih vardır. Kesin delil ve kesin delalet, mana olunca tercih işi yoktur, insan kesin olarak ona inanır, hiç bir zaman fikrini değiştirmez.

İşte yalnız tasdik zann-ı galiple bir şeyi kabul etmektir, bu akide için yaramıyor, delil olmuyor. Kesin tasdik ise bir şeyi kesin olarak kabul etmek ve inanmaktır. Akide bunu gerektirir, bu nedenle akidenin delili kesin olmalı ve manası da kesin olmalıdır, tek mana vermelidir.

Eğer kişi haşr gününe ve ahirete inanıyorsa, orada hesaba çekileceği, ya cennet ya da cehenneme gireceğine kesin bir şekilde inanıp bunu hep düşünüyorsa ve sürekli hatırlamaya çalışıyorsa Allah’tan korkar. Bu nedenle, Allah-u Teâla, hemen hemen her ayette ahiretle ilgili bir şey hatırlatıyor; haşr ve neşir, cennet ve onun nimetleri, cehennem ve onun azabı gibi hususlardan söz ediyor. Bu durumda insan takvalı olur, Allah’tan korkar ve Allah’ın emrini yerine getirir ve onun nehyinden vazgeçer.

Ama Allah’ın emirlerini ve nehiylerini menfaate bağlamak çok tehlikelidir. Evvela; takva kalmaz, insan Allah’ı ve ahreti düşünmez. İkincisi; insan menfaatçi olur, sırf menfaati düşünür. Bir hükümde menfaat görmeyecek ve zarar göreceğini bilirse hiç yapmaz. Ayetler hep menfaate ve zarara göre değerlendirip kapitalistlerden fazla farkı olmaz. Nitekim bu asırda, kapitalistlerden etkilendikleri için birçok insan ve birçok âlim, bilgin ve hoca lakabı taşıyan kimseler ayetleri ve hadisleri böyle değerlendiriyorlar, menfaat ve zarara göre değerlendiriyorlar. Bunlarda hiç takva bulamazsınız, hatta yüzlerinde ve lehçelerinde, konuşma tarzında ve düşünme metotlarında takva görmeniz mümkün değildir. İşte bu davranış pek tehlikeli ve akıbeti pek çok kötüdür.