Trump Gitti ve Biden Geldi,

 Peki Fark Eden Ne Oldu?

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, 01/19/2021 tarihinde yeni göreve atanması için Senato’daki onay oturumu sırasında şöyle dedi: “Başkan Biden, Filistin-“İsrail” çatışmasında tek sürdürülebilir çözümün iki devletli çözüm olduğuna inanıyor. Filistinlilere hakları olan bir devletin verilmesiyle birlikte “İsrail’in” demokratik bir Yahudi devleti olarak geleceğini garanti etmenin tek yolu budur. Ancak kısa vadede bu düzeyde herhangi bir şeyin gerçekleşmesinin zor olduğunu düşünüyorum.” Şunu da vurguladı: “Kudüs, “İsrail’in” başkenti olarak tanınmaya devam edilecek ve Amerikan büyükelçiliği Kudüs’te kalmaya devam edecektir.” Ve şöyle dedi: “İsrail” ve Körfez ülkeleri de dahil olmak üzere bölgedeki müttefiklerimiz ve ortaklarımızla iletişim kurmak son derece önemlidir.” “İran’ın bölgedeki istikrarsızlaştırıcı faaliyetleriyle başa çıkabileceğimiz yeni bir anlaşma” olduğunu vurguladı, ancak “İran’ın nükleer programına ilişkin 2015 anlaşmasından vazgeçmek istemediğini” belirtti. Afganistan açısından da şöyle dedi: “Bu savaşı sonsuza dek bitirmek ve askerlerimizin de ülkesine dönmesini istiyoruz.”  Bu da Amerikalıların Müslümanlarla girdikleri bu savaşta vermiş oldukları ağır kayıplardan dolayı kalplerini sıkan acının boyutunu gösteriyor. 

Bu açıklamalar, ABD politikasının Trump döneminde sona erdiği yerden devam edeceğini gösteriyor.

Amerika, kapitalizmi benimseyen sömürgeci bir ülkedir. Zira bu özelliği taşıdığı sürece politikası köklü olarak değişmeyecektir. Dolayısıyla bir başkanın gelip diğerinin gitmesi, Amerika’nın çıkarlarına dayalı dış politikanın uygulanmasına yönelik üslup ve planlardır.  Çünkü her yönetim, Amerikan çıkarlarını gerçekleştirmek için çalıştığını vurgulamaktadır. Nitekim onlar, sadece hesaplarında hegemonya, nüfuz ve sömürünün genişlemesinde somutlaşan Amerika’nın çıkarlarını dikkate almaktadırlar. Zira çıkarları dışında bir dost tanımazlar. 

Trump geldi, açık bir şekilde “önce Amerika” açıklamasında bulundu ve Amerika’nın çıkarları için dost düşman herkese açıkça savaş açtı. Böylece Amerika’nın çıkarlarını gerçekleştirmek amacıyla diğer ülkeler üzerindeki baskıyı artırmaya yönelik açık bir politika izledi. Önceki yönetimlere gelince; demokrasinin, özgürlüğün, insan haklarının, terörizmle mücadelenin, ortak ve müttefiklerle işbirliğinin yayılması ve daha çok diplomasi ve siyasi eylemlerin kullanılması gibi aldatıcı sloganların arkasına saklanmaktadırlar.

1948 yılında demokratik Truman döneminde Yahudi varlığını benimseyen, onu güçlendirmek için çalışan, onu herkesin üstünde gören ve bölge ülkeleri tarafından tanınmasını sağlayan Amerika’dır. Bunun için 1959 yılında Cumhuriyetçi Eisenhower tarafından iki devletli çözüm ortaya atıldı, Mısır 1978 yılında demokrat Carter döneminde Yahudi varlığı ile Camp David barış anlaşmasını yaptı ve 1993 ve 1994 yıllarında demokrat Clinton döneminde de Yahudi varlığı ile Filistin Kurtuluş Örgütü arasında Oslo Anlaşması ve Ürdün ile Wadi Araba Anlaşması imzalandı. Cumhuriyetçi Trump geldi, Kudüs’ü Yahudi varlığının başkenti ilan etti, Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimini yasallaştıran yüzyılın anlaşmasını çıkardı, BAE, Bahreyn, Sudan ve Fas’a Yahudi varlığı ile normalleşme ilan etmelerini dikte etti. Amerika’nın politikasının ana hatları, bölgedeki nüfuzunu ve sömürgesini pekiştirmede, ümmetin kalkınmasını ve Hilafet’in kurulmasını engellemede kullanmak için Yahudi varlığının pekişmesini sağlamaktır. İşte o, demokratik Biden döneminde, Kudüs’ün Yahudi varlığının başkenti olarak tanınmasını iptal etmeyeceğini ve Amerikan büyükelçiliğini Kudüs’ten başka bir yere taşımayacağını ilan ediyor. Çünkü Yahudi varlığını korumak için iki devletli çözümü istiyor ancak bunun kısa vadede uygulanmasının zor olduğunu söylüyor.”  Bu da gerçekleştiremediği iki devletli çözümle dünya ve bölge kamuoyunun dikkatini dağıtmak istediği ve bölgedeki ajanlarına, gerçekleşmeyeceğini bildikleri halde iki devletli çözümün gerçekleşeceği noktasında halklarına yalan söyleme fırsatı vereceği anlamına geliyor. Bunu da Filistin’in kurtuluşunu talep edenlere yapmış olduğu zulmü haklı göstermek için yapıyor. Nitekim İki devletli çözüm Yahudilerin varlığına odaklanmasına rağmen ancak bu yerleşim faaliyeti nedeniyle fiilen sona ermiştir ve Amerika bunu başaramayacaktır. Bu nedenle bölgeyi boş yere işgal edecektir. Zaten Obama ve yardımcısı Biden, bunun gerçekleşmesi için harekete geçmişti ama başarısız oldu. Nitekim altmış yıl geçmesine rağmen başaramadılar.

Bir Katolik olan Biden, üç çocuğunun Yahudilerle evli olmasıyla, yönetim kadrosunun yarısının Yahudi kökenli politikacılardan oluşmasıyla ve yardımcısının kocasının Yahudi olmasıyla övünüyor. Bu da Amerika’nın, Yahudi varlığına özel ilgi gösterdiğini ve Müslümanlara Amerika’nın bu varlığı kaldırmalarına izin vermeyeceği mesajı ilettiğini gösteriyor. Çünkü Yahudi varlığı, Haçlı savaşında bölgedeki bir koludur. Oysa o, aptal Yahudileri İslam’a karşı savaşında bir kurban olarak kullanıyor. Yahudiler de bir şer olmasına rağmen bunun kendileri için bir hayır olduğunu düşünüyorlar. Eğer akletmiş olsalardı, Müslümanların arasında zimmet ehlinden olmaya rıza gösterirlerdi.

Biden, Obama ve Clinton’ın ekipleriyle birlikte getirildi. Zira diplomasi ve siyasi eylemlere itimat edecek ve bu aldatıcı sloganları kullanacaktır. Nitekim o, Müslümanların meselelerinde deneyimli bir başkandır. Zira 8 yıl başkan yardımcılığı görevinde çalıştı ve Irak dosyası da onun elindeydi. Hatta Irak’ı bölme projesini yönetmişti. Dolayısıyla o, o dönemde mezhep çatışması naralarını ve Irak’ı kasıp kavuran kanlı olayları körüklemekten sorumludur. Ayrıca Amerika, müttefikleriyle birlikte IŞİD ile mücadele bahanesiyle Musul, Ramadi ve Felluce’yi yok etti. “Obama-Biden” yönetimi, Afganistan’da ölümcül silahlar ve insansız hava araçları kullanarak Afganistan’ı işgal eden oğul Bush’un döneminde ölenlerden daha fazla sivil öldürmüştür. Bu ise cihatçı hareketlerin teslim olmasını, Amerika ile müzakereleri kabul etmelerini ve nüfuzunu korumak için orada kurdukları rejimin tanınmasını sağlamak içindir. Bu nedenle Katar’a 2013 yılında Taliban için bir karargâh açma talimatı verdi. Yine 2011 yılında Güney Sudan’ın ayrılmasını denetledi, 2011 yılında Libya’ya askeri müdahalede bulundu, 2014 yılında doğrudan Suriye’ye müdahale etti, 2015 yılında Rusya’ya oraya müdahale etmesi talimatı verdi ve Suriye rejimini korumak ve Suriye halkıyla savaşmak için İran’a, Lübnan’daki partisine ve destekçilerine müdahale etme izni verdi. Yine devrimi arkadan ve önden hançerlemesi için Erdoğan’ın Türkiye’sine müdahale etme talimatı verdi. 2015 yılında Husileri kurtarmak ve başkent Sanaa’nın kontrolünü ele geçirmelerinin ardından onların yerleşmelerini sağlamak için Suudi Arabistan’a Yemen’e müdahale etme talimatı verdi. Dahası Sisi’nin 2013 yılındaki darbesini planlayan, bakışları on binlerce Müslümanın katliamlarından ve keyfi tutuklamalarından uzaklaştıran ve o zamanlar Dışişleri Bakanı Kerry’nin belirttiği gibi, onun darbesini bir darbe olarak değil de demokrasiyi yeniden inşa etme hareketi olarak ifade eden de odur.

Amerika, İslam’ın düşmanıdır. Nitekim Sovyetler Birliği’nin ve onunla birlikte komünizmin çöküşünün ardından Amerika, 1992’deki Münih Uluslararası Güvenlik Konferansı’nda, siyasal İslam’ın düşman olduğunu ve İslam’ın yönetime geri getirilmesi ve Hilafet’in kurulması fikriyle savaşmaya başladığını ilan etti. Zira bu fikri, radikalizm, aşırılık, köktencilik, sonra da terörizm olarak tanımladı, Cumhuriyetçi Bush döneminde Afganistan’ı işgal etti, sonra Obama ve Yardımcısı Biden gelerek savaşı sürdürdü ve hala Demokratların veya Cumhuriyetçilerin yönetiminde İslam ile savaş devam ediyor. Dolayısıyla Allah’ın dini ve onun için çalışanlarla savaşta kullandıkları iğrenç yöntemleri dışında aralarında hiçbir fark yoktur. Ancak o, Müslümanların karşısında kaybedecek ve Müslümanlar da Allah’ın izniyle Hilafetlerini kuracaklardır. Hatta bu hezimet Afganistan, Irak ve Somali’de Müslümanlarla yaptığı savaşlarda kaybettiğinden daha şiddetli olacaktır.  

Esad Mansur