-148-

Kendilerine harcamayı hak etmiş kimseler:

Harcamanın sırası nasıl olur?

Baba evladının malından istediği kadar alabilir mi?

İslam fakirlik sorununu nasıl çözdü?

يَسْأَلُونَكَ مَاذَا يُنفِقُونَ قُلْ مَا أَنفَقْتُمْ مِنْ خَيْرٍ فَلِلْوَالِدَيْنِ وَالْأَقْرَبِينَ وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَابْنِ السَّبِيلِ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَإِنَّ اللَّهَ بِهِ عَلِيمٌ

“Neyi harcayacaklarını sana soruyorlar, deki ne hayrı harcamışsanız, o; baba-anneye, yakınlara, yetimlere, miskinlere ve yolda parasız kalanlara olsun. Zira neyi hayır yaparsanız Allah onu kesin olarak bilir.” (Bakara 215)

Müminler harcamak için yarışıyorlardı, cimriliği bilmiyorlardı. Resullullah’a koşuyorlar, bir şey kazandık onu nerede harcayacağız diyorlardı. Çünkü kazandıklarından kıyamet gününde sorulacaklarını biliyorlardı. Ayrıca cenneti kazanmanın yolunun Allah uğrunda harcamaktan geçtiğine kesin olarak inanmışlardı. Bu nedenle Kur’an’ı Kerim de harcamakla ilgili birçok ayet geçti. Bu ayetler Allah uğrunda ve gösterdiği hayır yollarda harcamaya davet ediyor, daha doğrusu emir veriyor. Cimriliği kötülüyor ve yasaklıyor. Nitekim Müslüman ya canıyla ve malıyla fedakârlık göstermesiyle tanınır. Canıyla ve malıyla Allah için fedakârlık göstermezse o insanda kesinlikle hayır yoktur, ondan uzak kalmak gerekir, ne arkadaşlığa yarar nede davaya yarar, zor durumda seni bırakıp kaçar,  davadan vazgeçer ve taviz gösterir. Bu asırdaki Müslümanların büyük kısmının hastalığı budur. Bu nedenle küfür egemenliğine boyun eğmeyi fedakârlığa tercih ettiler. Zira döneminde yüksek değerleri yayılan İslam Hilafet devleti yıkıldıktan sonra Batının maddi, materyalist kültürü dünyaya hâkim olduğu gibi İslam dünyasına hâkim oldu. Oysa İslam ruhani, insani ve ahlaki değerleri hakim kılmak üzere çok hüküm gösterdi. Maddi değeri ihmal etmedi, fakat onu yalnız maddi değer olarak, sırf menfaate dayalı bir şey olarak bırakmadı. Onu Allah’la ilişkiyi idrakten ibaret olan ruh ile mezcetmiştir. İnsanın menfaati görmeye çalışırken şer’i hükümleri gözetmesini gerekli kıldı. Herhangi bir maddi iş yaparken Allah’la bağ kurup helali haramı bileceği gibi her malda Allah’ın hakkı ve diğer kimselerin hakkını gözetlemeyi elzem kıldı. Zira mal, mülk ve her şey Allaha aittir. Onun izniyle bir şey mülk edinilir ve onda tasarruf edilir. Bir mülk yolunu veya bir tasarruf şeklini yasaklamışsa ona boyun eğilmelidir.  Allah sana bir mülk edindirdiği zaman bu mülkte herkesin hakkını açıkladı. Bu ayette bir kısmını anlatmaktadır.

Baba ve anne muhtaç duruma düştüğünde hakları başta gücü olan çocukların üzerindedir. Nitekim Resullullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem;

” أنت ومالك لأبيك”

“Sen ve malın babana aittir.” (İbni Hanbel ve İbni Maceh) diye buyurmuştur.

” أنت ومالك لوالدك، إن أولادكم من أطيب كسبكم، فكلوا من كسب أولادكم “

 “Sen ve malın babana aittir. Muhakkak ki evlatlarınız en temiz kazandıklarınız şeydir. Öyleyse onların kazandıklarından yiyin” (İbni Hanbel, İbni Maceh, Ebu Davut)

Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem şöyle buyurdu:

” يد المعطي هي العليا وابدأ بمن تعول: أمك، وأباك، فأختك،وأخاك، ثم أدناك أدناك”

“ Veren kimsenin eli üstündür, (bakmaya) bakımda sorumlu olduğun kimseden başla: annen, baban, kız kardeşin, erkek kardeşin, ondan sonra daha sırasıyla sana en yakın akrabalara bak” (Nesai)

Bu hadiste muhtaç olanların bakım hususunda evla olanların sırasını gösterdi. Önce anne, zira çalışmakla mükellef değildir, sonra baba fakir ise çocuğun ona bakması gerekir. Sonra kız kardeş çalışmakla mükellef değildir, muhtaç ise ona bakmak gerekir. Sonra erkek kardeş eğer fakirse ona bakmak gerekir. Ondan sonra sırayla en yakın akrabalara yardım edilir: büyük anne, büyük baba, hala, amca, teyze, dayı vs. mirasçı ise zekâttan verilmez, insan asıl parasından verir. Mirasçı değilse zekâttan verir. Evla olan onlardır.

Yakınları aciz olunca veya iş bulamayınca veyahut gelir sahibi olamayınca fakir olurlarsa, zengin veya gücü olan mirasçı akrabaları üzerinde hakları vardır, onlardan geçimlerini temin ederler. İslam Hilafet Devleti olunca, zengin akrabaları fakir akrabaların ihtiyaçlarını temin etmesi için zorlar. Bunlardan sonra diğer Müslüman fakirlere bakma sırası gelir. Müslümanların; yetimlere, miskinlere ve yolda parasız kalanlara harcaması gerekir. İnsan önce annesi ve babasıyla harcamaya başlar, bundan sonra diğer akrabalara yönelir, ondan sonra diğer Müslüman fakirleri arar. Miskinler, yoksul olanlardır, hiç bir şeye malik olmayan insanlardır. Fakirlerden daha aşağıdırlar. Fakir insan elinde bir şey vardır, fakat yeterli değildir, yiyeceği, giyeceği ve meskeninin masraflarını kapatamayan kimsedir.

فَلَا اقۡتَحَمَ الۡعَقَبَةَۖ‏  وَمَاۤ اَدۡرٰٮكَ مَا الۡعَقَبَةُ ؕ‏  فَكُّ رَقَبَةٍ ۙ‏  اَوۡ اِطۡعٰمٌ فِىۡ يَوۡمٍ ذِىۡ مَسۡغَبَةٍ ۙ‏ يَّتِيۡمًا ذَا مَقۡرَبَةٍ ۙ‏ اَوۡ مِسۡكِيۡنًا ذَا مَتۡرَبَةٍ ؕ‏

“ Fakat o sarp yokuşu geçemedi. O sarp yokuşunun ne olduğunu sen ne bilirsin? O bir köleyi azat etmektir veya şiddetli bir açlık gününde kendisiyle yakınlığı olan bir yetimi veya toprak üzerinde sürünen bir miskini yedirmektir” (Beled 11-16)

Burada miskinin ne olduğunu açıkladı: toprak üzerinde sürünen kimsedir.

اِنۡ يَّكُنۡ غَنِيًّا اَوۡ فَقِيۡرًا فَاللّٰهُ اَوۡلٰى بِهِمَا‌

“Eğer zengin olursa veya fakir olursa Allah onların işini üstlenmekle daha evladır” (Nisa 135)

Burada zenginin tersinin fakir olduğunu gösterdi. Bunun manası muhtaç kimsedir.

Zira zekâtın sekiz sınıfı olarak gösteren Tevbe süresi 60. ayette fakirler bir sınıf olarak gösterirken miskinleri ayrı bir sınıf olarak gösterdi.

İslam Hilafet devleti herkesin yiyeceği, giyeceği ve meskenini temin etmesini sağlayacaktır. Onun üzerinde bir vacibedir. Kimse çalışmaya muktedir olursa kendisi temin etmelidir. Muktedir değilse, aciz ise kendisine yardım edebilecek yakın zengin akrabaları yoksa Hilafet devleti onun işini üstlenir ve temin eder.

İslam toplumunda fakirler ve miskinler durumlarını gizlemeye çalışırlar, iffetlidirler. Allah bunları överek şöyle buyurdu:

لِلۡفُقَرَآءِ الَّذِيۡنَ اُحۡصِرُوۡا فِىۡ سَبِيۡلِ اللّٰهِ لَا يَسۡتَطِيۡعُوۡنَ ضَرۡبًا فِى الۡاَرۡضِ يَحۡسَبُهُمُ الۡجَاهِلُ اَغۡنِيَآءَ مِنَ التَّعَفُّفِ‌ۚ تَعۡرِفُهُمۡ بِسِيۡمٰهُمۡ‌ۚ لَا يَسۡـــَٔلُوۡنَ النَّاسَ اِلۡحَــافًا ‌ؕ وَمَا تُنۡفِقُوۡا مِنۡ خَيۡرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِهٖ عَلِيۡمٌ اَلَّذِيۡنَ يُنۡفِقُوۡنَ اَمۡوَالَهُمۡ بِالَّيۡلِ وَالنَّهَارِ سِرًّا وَّعَلَانِيَةً فَلَهُمۡ اَجۡرُهُمۡ عِنۡدَ رَبِّهِمۡ‌ۚ وَلَا خَوۡفٌ عَلَيۡهِمۡ وَلَا هُمۡ يَحۡزَنُوۡنَؔ‏   

“ Allah uğrunda (cihatta) mahsur kalan ve bu nedenle rızklarını kazanmak için yeryüzünde dolaşamayan fakirlere harcama yapmak haktır. Bu mücahit fakirlerinin şerefli olup sadakayı almak üzere yüzsüzlük etmedikleri için bunların durumlarını bilmeyen cahil kimseler onların zengin olduklarını sanır. Ancak sen onların simalarından ne olduklarını tanırsınız. İşte, (bunlar için) ne hayrı harcarsanız Allah onu tam bilir. Geceleyin ve gündüz, gizlice ve aşikâr harcayanların Allah indinde ecirleri vardır, onlar için korku yoktur ve onlar üzülmez”. (Bakara 273-274)

Eğer, harcamak isteyen kimse fakirliğini gizleyen fakirleri arıyor ve bulamıyorsa, o zaman yoksulluğu görünen miskinlere harcaması gerekir. Bu nedenle, ayette fakirlerden söz etmedi, zira kendi ellerinde bir şey var, ihtiyaçlarını zorlukla kapatmaya çalışıyorlar. onların gizli olanları aranır.

Nitekim İslam toplumunda bir fakirin veya bir miskinin kalması caiz değildir. Bu kapitalist sisteminin tersidir; kapitalist sistemde servetlerin çoğu az ellerde birikir ve bu aşırı zenginler memleketi ekonomik olarak yürütürler. Diğer insanlar ise fakir kalmalı, ancak çalışabilmek ve kapitalistlere hizmet edebilmek için onlara bir miktar verilebilir. İşçiler birer makine olarak yaşatılır. İslam ise Allah’ın yarattığı nimetlerden herkesin istifade etmesini ve bununla rahatlamasını siyaset edindi.

İktisadı dengeyi sağlamak, fakir ile zengin uçurumu daraltmak, daha doğrusu Hilafet devletinde her yaşayan kimseyi zengin etmek iktisadi siyasetin hedefi olarak gösterildi. Allah şöyle buyurdu:

  كَىۡ لَا يَكُوۡنَ دُوۡلَةًۢ بَيۡنَ الۡاَغۡنِيَآءِ مِنۡكُمۡ‌ؕ

“ Yalnız sizden olan zenginlerin ellerinde mal ve para dolaşmasın.” (Haşr 7)

Ayetin sonunda, mümin ne hayır işlerse ne kadar harcarsa Allah’ın onu gördüğünü ve buna ödül verdiği gösteriliyor. “Allah kesin olarak bilir”in manası; Allah bunu ödüllendirir, zerre kadar hayır işlerse Allah onu ödüllendirir demektir. Bu ödüllendirme hem dünyada, Allah uğrunda harcayan kimsenin malı bereketli olur, hem de ahirette onun sevabı bol olur ve günahları sildirir. Böylece Müslüman hem dünyada hem ahirette mutlu olur. Bu şekilde İslam toplumunda yüksek değerler gerçekleşir, insanlar birbirlerine yardım ederler ve dayanışma olur, demokratik laik kapitalist toplumun tersidir, bencilliği tanımazlar, menfaatçi olmazlar, kazandıklarını Allah’ın gösterdiği şekilde harcarlar ve her kesin hakkını verirler.