Soru:  

İstishab’ın İslâm’daki yeri nedir? Kaynak olarak kabul edilebilir mi?

Cevap:

İstishab’ın tarifi: Değiştiğine dair delil geçmedikçe hazır hâlde bir şeyin ispatı veya nefyi aslına dönülür.

Delil olmadıkça, aksi iddia olursa asla rücu edilir.

Bir husus hakkında şek ve şüphe veya aksi iddia olursa asla bağlı kalınır. Geçmişte veya asılda sabit olan bir şey hakkında şüphe ve şek olursa asıl sabit kalır, ona itibar edilir.

Daha önce sabit ise ondan sonra onun üzerine bir değişiklik hâsıl olduğuna dair iddia veya şek ve şüphe hâsıl olursa asıl esastır. Ona göre hüküm verilir.

Misaller:

  • İnsanda asıl olan berat-i zimmet, suçsuzluktur. Suçlanması için bir delil getirmek gerekir, yoksa suçsuz kalır. Zira insan suçsuz olarak yaratıldı.
  • Biri bakire kızla evlendikten sonra o kızın bakire olmadığını iddia ederse asla itibar edilir. Asıl ise her kızın bakire olarak yaratıldığıdır. Onun iddiası reddedilir.
  • Biri av köpeği satın alırsa ondan sonra satın alan bunun av köpeği olmadığını iddia ederse onun sözü kabul edilir. Zira köpeğin aslı öğretilmeyen bir hayvandır, öğretmek sonra gerçekleşir.
  • Yer temizdir, üzerinde namaz kılınır. Şek ve şüpheye bakılmaz, ancak temiz olmadığına dair delil veya ispat getirilirse müstesnadır.
  • İnsanda asıl olan akıllılıktır. Zira insan akıl sahibi olarak yaratıldı, deliliği iddia edilirse delil getirilmelidir.
  • Eğer bir kimse dört rekât kıldığına inanıyorsa sonra ona şek olursa asıl olana dönülür, dört rekât kıldığı sayılır.
  • Abdest aldığına inanıyorsa sonra almadığına dair şek olursa aldığına hükmedilir.   

İstishab şer’î bir kaidedir. Şer’î delilden çıkarılır. Bundan dolayı bunun delili zanni olabilir.

Bu kaide şu delillerden çıkarıldı:

Resulullah SallAllahu aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

[إنما أنا بشر، إنكم تختصمون إلي، ولعل بعضكم أن يكون ألحن بحجته من بعض، فأقضي على نحو ما أسمع]

“Ben, ancak bir beşerim, bana gelip husumetlerinizi arz ediyorsunuz. Biriniz diğerinden daha güzel konuşur, o zaman işittiğime göre hüküm veririm.” [Buhari]

Bu hadiste Resulullah SallAllahu aleyhi ve Sellem zahire göre hüküm veriyor, asıl olan zahir olan, kişiden görülen şeydir. Bunun aksi ise delile muhtaçtır.

İcma-i Sahabe’ye göre baştan Müslüman abdesti olmadığından şüphelenirse namaz kılamaz, zira asıl olan abdestin bulunmamasıdır. Fakat abdestli olduğundan emin iken, ondan sonra abdestli olduğundan şüphelenirse namaz kılması caizdir. Bu istishabtır. Asıl olan neyse o geçerlidir, şek ve şüphe olursa asıl olan değişmez.

Şer’î hükümlerde zann-ı galip geçerlidir. Başta insan ne zannediyorsa o geçerlidir. Bunu nefyedecek bir delil geçmedikçe ilk zan geçerlidir. Sonra ise şek olursa şek delilsiz akla gelen bir şeydir, bir vesvese gibidir. Ama zan bir delile göre olur, zann-ı galip ise kuvvetli delile göre olur, ondan daha kuvvetli olan yoktur, kesinlikten az bir derece aşağıdır. Bu nedenle ona göre amel edilmelidir.

Resulullah SallAllahu aleyhi ve Sellem zamanında mevcut hükümler neshedilmedikçe sabit kalır, hüküm neshedilmedikçe geçerli olur. İşte hükümlerin neshedildiğine dair bir delil geçmedikçe geçerliliğini korur, devam eder. Bu nedenle şeriat hükümleri kıyamet gününe kadar geçerlidir. 

Bu delillerden dolayı istishab şer’î bir kaide olur, onun mefhumuna çok şey girer. “Bir vacibi yerine getirmek için gerekli olanlar vaciptir.” “Harama götüren vesile haramdır.” ve “Zararda asıl olan haramlıktır.” gibi şer’î bir kaidedir.

İlk zamanda sabit olan, asılda olan neyse bir değişiklik olmadıkça sabit kalır ve aslına dönülür.

Bu şekilde bir şeyin aslı neyse asla göre hüküm verilir, ilk zamanda insana zann-ı galip neyse o zanna göre hareket edilir. Aslın değişmesine dair delil geçerse buna göre hüküm verilir. Yine de zann-ı galip ancak başka zann-ı galiple değişir. Sadece şek ve şüphe yeterli değildir. Zira şer’î hükümlerde zann-ı galip geçerlidir.

Müçtehitler ve âlimler bu kaideyi kullanırlar. Gerçekte bu kaide bir asıldır. Eşyalar ve meseleler iyice anlaşılır. Nitekim daha hüküm vermeden aslı ve gerçeği bilmek gerekir, onun hakkındaki hüküm uygulanır. Eğer aslın değiştiğine dair delil geçerse ona göre hüküm verilir. Ahvalin değiştiğine dair zann-ı galip gelir. Böyle hareket edilmezse her şey alt üst olur.

Bir kişiyi suçlamak için beyyine; güvenilir belge, delil ve şahitler gerekir veya baskı olmadan ikrarla olur, yoksa kişi suçlanamaz ve ceza verilmez.

Resulullah SallAllahu aleyhi ve Sellem şöyle demiştir:

[البينة على من ادعى]

“İddia eden kimse beyyine getirsin.”[Beyhaki]

Asrımızda zalim devletler kişiye baskı yaparak veya işkenceye tabi tutarak suçlarlar ve ceza verirler. Hatta niyeti okuyarak hüküm verip suçlarlar ve ceza verirler! Veya hâkim vicdani kanaatim budur diyerek hüküm verir ve ceza verir! Bu demokratlar ve laikler o kadar zalimdir. Oysa İslâm Hilâfet Devleti’nde itham edilen kişiye baskı ve işkence yapılmaz, yapanlara ağır ceza uygulanır, beyyine veya baskı olmadan ikrar olmazsa suçlanmaz ve ceza verilmez. İkrarından dönerse ondan kabul edilir. İşte İslam’ın adaleti o kadar büyüktür, onunla dünya ve beşeriyet düzelir.

Esad Mansur