Soru Cevap

Soru:

Arkadaşın birisi Kehf suresi 80. Ayet hakkında aşağıdaki düşüncelere kapılmış kafasında soru işareti oluşmuş. Bu ayet hakkında bizi aydınlatır mısınız?

-Bir ayet üzerine düşüncelerim…

“Çocuğa gelince, anası babası mümin insanlardı. Onları azgınlığa ve küfre sürüklemesinden korktuk.” [Kehf Suresi 80]

-Gelecekte olacakları bilen ve endişelenip korkan bir Allah! Ayet bildik demiyor açıkça korktuk diyor.

-Yani eğer oradaki fiil Allah’a izafe edilirse Allah bilmemiş aksine sırf bir endişe ve zanla bu işi yapmış. Böyle bir niteleme Allah’a nasıl izafe edilebilir?

-Bilmiş ya da korkmuş hangi açıdan bakarsak bakalım o anne babayı imtihana tabi tutmaktan niye vaz geçmiş?

-Ayetlerde “sizi imtihan edeceğiz ve mallarınız çocuklarınız bir imtihandır” diyor. Neden onların imtihanını engellemiş?

– Ayrıca o azgın olacak çocuğa karşı Allah yılanın başını ta baştan ezerek tedbir almış da neden bugün dünyayı kan gölüne çevirenlere karşı tedbir almamış?

-Ayeti böyle okuduğumuzda bu sorular ve çelişkiler çok net ortada…

Aldığımız cevaplar ise hep aynı ve bildik cevaplar. Vardır bir hikmeti, mülk Allah’ındır dilediği gibi tasarruf eder, sırrı biz bilemeyiz Rabbimiz bilir…

Kısaca kimsenin cevabı yok!

Ortada ise korkan, sünnetullaha yani kendi koyduğu yasalara aykırı davranan bir Allah var. Peki, bize akledin diye emreden Allah akledip sorduğumuzda, bu ayet çelişkili dediğimizde, Allah kelamında çelişki olamaz onun için bu Allah’tan olamaz dediğimizde sonsuz merhamet sahibi bizi sonsuza kadar yakacak öyle mi?

Cevap:

İlk bahsedilecek konu Allah ve kelamı olan Kur’an’a iman etmektir. Bir kişi inanmıyorsa Allah ve ayetleri hakkında şüpheler getirmeye çalışır. Sadece bu konuda değil her konuda böyledir. Bu nedenle soran kişiyi aklen Allah’a ve Kur’an’a inandırmak gerekir. İnanmıyorsa hep şüpheler getirmeye çalışacak ve kanaat getirmeyecektir. Bu nedenle böyle kişilerle sırf Allah’a ve Kur’an’a inandırmak üzere tartışma olmalıdır. 

Buna rağmen bu konuya cevap verelim, herkes bundan istifade etsin.

Allahu Teâlâ şöyle buyurdu:

[وَاَمَّا الۡغُلٰمُ فَكَانَ اَبَوٰهُ مُؤۡمِنَيۡنِ فَخَشِيۡنَاۤ اَنۡ يُّرۡهِقَهُمَا طُغۡيَانًا وَّكُفۡرًا‌ۚ‏ فَاَرَدۡنَاۤ اَنۡ يُّبۡدِلَهُمَا رَبُّهُمَا خَيۡرًا مِّنۡهُ زَكٰوةً وَّاَقۡرَبَ رُحۡمًا]

(Hızır Musa’ya dedi ki) Erkek çocuğa gelince, ebeveyni (babası ve annesi) mümin kimselerdi. Çocuğun onları azgınlığa ve küfre sürüklemesinden korktuk. Bu nedenle, Rablerinin onun yerine kendilerine ondan daha temiz ve daha merhametlisini vermesini istedik.” [KehfSuresi 80-81]

Hızır Musa’ya “korktuk” diyor, Allah onun dediğini aktarıyor. Birçok ayette Allah insanların dediklerini ayetlerde aktardı. Hızır bu çocuğun geleceğini Allah’tan öğrenmiştir. Allah onun yapacağı görevleri verirken nedenlerini açıkladı.

Allah Musa Aleyhi’s Selam’a kendisinden daha bilgili bir adamı gönderdi. O Hızır’dır. Hızır önce bir gemiyi deldi, sonra bir erkek çocuğu öldürdü, ondan sonra karşılıksız bir duvar yaptı. Musa Aleyhi’s Selam her seferinde dayanamayıp itiraz ediyor, nedenini soruyordu. Hızır bunların sebeplerini sonra ona bildirmek istedi, ama Musa Aleyhi’s Selam sabredemedi. Sonunda Hızır ona bildirdi; geminin delinmesinin sebebi, bu gemi fakirlere ait idi, bir zalim yönetici her sağlam gemiyi gasp ediyordu, Hızır onu deldi, gemi arızalı oldu. Bu şekilde Hızır gemiyi kurtardı, bozuk olduğu için zalim yönetici onu almadı, fakirlere yardım etmiş oldu. Gemiyi bozunca fakirlerin başına bir musibet gelmiş oldu; fakat şer görülen bu şeyin neticesi hayırlı çıktı. 

Musa Aleyhi’s Selam masum bir çocuk için itiraz etti, bunun çirkin bir iş olduğunu bildirdi. Geleceği ve gaybı bilen Allah bu çocuğun geleceğini biliyor, bunu Musa Aleyhi’s Selam’a bildirmedi, Hızır’a bildirdi. Babası ve annesi mümin idiler, onları azgın olacak çocuklarıyla imanlarını imtihan etmek istemedi, isteseydi, imtihan ederdi, zira çoğu insanı çocuklarıyla ve eşleriyle imtihan etti. Bunlardan biri Nuh Aleyhi’s Selam idi. Onun çocuğu kâfirdi, hatta tufan olunca müminlerle beraber gemiye binmeyi de reddetti. Karısı da hain idi. Fakat sabretti, etkilenmedi. Bu nedenle Allah müminleri bunların fitnesinden sakındırdı. Şöyle buyurdu:

[‌يٰۤاَيُّهَا الَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡۤا اِنَّ مِنۡ اَزۡوَاجِكُمۡ وَاَوۡلَادِكُمۡ عَدُوًّا لَّكُمۡ فَاحۡذَرُوۡهُمۡ‌ۚ وَاِنۡ تَعۡفُوۡا وَتَصۡفَحُوۡا وَتَغۡفِرُوۡا فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُوۡرٌ رَّحِيۡمٌ‏ اِنَّمَاۤ اَمۡوَالُـكُمۡ وَاَوۡلَادُكُمۡ فِتۡنَةٌ ‌ؕوَاللّٰهُ عِنۡدَهٗۤ اَجۡرٌعَظِيۡمٌ‏]

“Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan da size düşman vardır, onlardan sakının. Ama affederseniz, kötülerini örtüp ceza vermeden onları bağışlarsanız şüphesiz Allah çok bağışlayan ve merhamet edendir. Şüphesiz ki mallarınız ve çocuklarınız sizin için birer fitnedir (imtihandır). Oysa Allah indinde büyük mükâfat vardır.” [Teğabun Suresi 14-15]

Mal, eş ve çocuklar insanı saptırabilir, kişi bunların baskısı altında kalabilir veya bunlarla aldanıp kendini bunlara verir veyahut şımarıp azgın olur, bu şekilde sapar, dalalete düşer. Bu nedenle insan sakınmalıdır. Bununla ilgili çok örnek vardır. Bazı insanlar sakınır, imanlarını ve istikametlerini korurlar, bazı insanlar ise saparlar.

Gördüğüm bir örnek vereyim; tanıdığım bir kişi bakan yardımcısı oldu, zengin oldu, karısı ve üç erkek çocuğu vardı. Bu nedenle çok şımardı, dinlerine bağlı olanlarla alay etmeye başladı. Seneler geçti, karısı ve çocukları bir araba kazası geçirdiler, hepsi öldü, yalnız kaldı. Bundan sonra bu adam akıllandı, dinine döndü. Hızır yoluyla değil, araba kazasıyla Allah onu dalaletten kurtardı.       

 İşte Allah o ebeveynin imanını Hızır yoluyla korumak istedi. Hızır yoluyla öldürmeseydi, başka bir yolla öldürecekti, onların imanlarını korumakla ilgili ezelden Allah’ın kararı vardır. Zira Allah kararlarını değiştirmez. Levh-i Mahvuz’da ne yazılmışsa gerçekleşecektir. Fakat Musa’ya ders vermek istedi. Hızır Allahu Teâlâ’dan bilgi edindi ve bu çocuğun babası ve annesini küfre ve azgınlığa götüreceğini öğrendi, bu nedenle Hızır bu çocuğun babası ve annesi için korktu. Haşa Allah münezzehtir, bir şeyden korkmaz, her şeyi yarattı, her şeyi yok edebilir. Ayette açıktır, “korktuk” fiili Hızır’a aittir, Allah’a ait değildir. Hızır konuşuyor ve Musa’ya cevap veriyor, Allah bu diyaloğu bir ayetle aktarıyor.

Yıkılmak üzere bir duvarı düzeltiyor, çünkü yetim çocuklara ait bir duvar idi, bunların babası salih bir mümin idi, bu şehrin ahalisi yaramazdı. Zira Hızır ve Musa’ya bile ikram etmeyi reddettiler, bu nedenle yetimin malını muhafaza etmezler, yerler, onlardan yetime vasi olacak kimse olmaz! Bu şekilde onların babasına ait mal define olarak bu duvar altında saklı kalacaktır, ta ki o iki yetim çocuk akıl baliğ olunca bir şekilde bu defineyi bulacaklar. Allah bu görevi Hızır’a veriyor ki Musa’ya öğretsin, olayların arkasında Allah’ın ne sakladığını ona bazı örneklerle göstersin, insanlar da olaylar veya musibetler arkasında hayırlı bir şey olabileceğini de öğrensinler, bu şekilde sabırlı olsunlar ve dinlerine bağlı kalsınlar.

Bu nedenle “Bilmiş ya da korkmuş hangi açıdan bakarsak bakalım o anne babayı imtihana tabi tutmaktan vazgeçtiğini” iddia etmek tamamen batıldır.

Allah o anne babayı imtihana tabi tutmaktan niye vazgeçmiş? Böyle bir soru sormak tamamen yanlıştır. Zira vazgeçtiğine dair hiç delalet yoktur.

Onları saptıracak kötü çocuğu yaşatarak imtihan etmek isteseydi imtihan ederdi. Aslında isteseydi onu yaratmazdı. Onu yaratıp onlara verince bir imtihan oldu. Zira insanın çocuğu olunca sevinir, Allah’a teşekkür edip etmeyeceği imtihan edilir. Onu öldürünce bir imtihandır, baba ve anne sevdikleri çocuğun ölmesi için elbet üzülecekler. Bunlar o musibete karşı sabredip etmeyeceklerine dair bir imtihandır. Zira onlar niçin öldürüldüğünü bilmezler. Allah’ın iradesi o çocuğu yaratmak, sonra onu öldürmek ve onun yerine başka çocuk yaratmaktır. Bu ise ezelden beri Allah’ın kararıdır. Bu şekilde istedi. İnsanları işte böyle veya başka şekilde imtihan eder.

Ayetlerde hiç çelişki yoktur, Allah, iman etmek etmemek, kâfir olmak, iyilik işlemek işlememek, kötülük işlemek hususunda insanı serbest bıraktı. İmtihan budur, insanın iradesiyle neyi yapacağını imtihan ediyor ki ahirette kişiye buna göre karşılığını versin. İradesi dışında meydana gelen hususlar, bu kaza ve kader dairesidir, insan mahkûmdur, bu nedenle sorumlu değildir. Sadece musibetlere karşı sabretmek veya sabretmemekten sorumludur, zira bu kendi iradesiyle oluyor. Yine iyilik dokunursa teşekkür edip etmemekten sorumlu olur, yoksa şımarır, her istediğini işler, Allah’ın emir ve nehiylerine riayet etmez. Bu ise kendi iradesiyle oluyor. Allah kendi emrine uymak ve nehyinden vazgeçmek hususunda insanı serbest bıraktı. Bu nedenle insan bundan sorumludur, hesaba çekilecek ve karşılığını görecektir.

“Allah o anne babayı imtihana tabi tutmaktan niye vaz geçmiş?” diye bir soru sormak tamamen yanlıştır, hayalidir, zira vakıası yoktur, böyle şey geçmemektedir. Onu akil baliğ oluncaya kadar yaşatmak istemedi, herkese belli bir ecel tayin ettiği gibi ona belli bir ecel tayin etti. Şöyle denilmez “Ezelden beri onları böyle bir imtihana tutmak istedi, bir karar aldı, sonra baktı yanlış, çocuk babası ve annesini saptıracak, ondan sonra vazgeçti!!” Haşa, böyle saçma sapan şeyler söylenemez, bununla ilgili ufak bir delil dahi yoktur. Yüzlerce ayette Allah ezelden beri her şeyi bildiğini açıkladı, o yaratıcıdır, nasıl bilmeyecektir?! Kaza ve kader dairesinde olanları kendisi karar alıyor; öldürüyor, yaşatıyor, musibet indiriyor, kaldırıyor.

Başka dairede insanları serbest bırakıyor, kendi iradeleriyle savaş çıkarırlar, birbirlerini öldürürler veya barışırlar, iyilik veya kötülük yaparlar. Allah bu dairede insanları imtihan ediyor. Kötülük mü iyilik mi yapacaklar, onları serbest bırakıyor. Mümin ya da kâfir olmaları hususunda tamamen serbest bırakıyor. İstese engelleyebilir, fakat böyle istedi. Şöyle buyurdu:

[وَقُلِ الۡحَـقُّ مِنۡ رَّبِّكُمۡ‌ فَمَنۡ شَآءَ فَلۡيُؤۡمِنۡ وَّمَنۡ شَآءَ فَلۡيَكۡفُرۡ ‌ۙاِنَّاۤ اَعۡتَدۡنَا لِلظّٰلِمِيۡنَ نَارًا ۙ اَحَاطَ بِهِمۡ سُرَادِقُهَا‌ ؕ وَاِنۡ يَّسۡتَغِيۡثُوۡا يُغَاثُوۡا بِمَآءٍ كَالۡمُهۡلِ يَشۡوِى الۡوُجُوۡهَ‌ؕ بِئۡسَ الشَّرَابُ وَسَآءَتۡ مُرۡتَفَقًا]

“Deki, hak (doğru olan) Rabbinizden geldi. Kim iman etmek istiyorsa iman etsin, kim kâfir olmak istiyorsa kâfir olsun. Biz zalimlere alevleri kendilerini çepeçevre kuşatan bir ateş hazırladık. Susuzluktan imdat dileyecek olsalar buna erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile cevap veririz. Ne fena bir içecek ve ne kötü bir barınak.”[KehfSuresi 29]

Allah isteseydi bütün insanlara hidayet verirdi, hiç kan dökmezlerdi ve kötülük yapmazlardı, ama imtihan etmek üzere bu hususta onları serbest bırakmak istedi. Şöyle buyurdu:

[وَلَوۡ شَآءَ رَبُّكَ لَاٰمَنَ مَنۡ فِى الۡاَرۡضِ كُلُّهُمۡ جَمِيۡعًا‌ ؕ اَفَاَنۡتَ تُكۡرِهُ النَّاسَ حَتّٰى يَكُوۡنُوۡا مُؤۡمِنِيۡنَ‏ وَمَا كَانَ لِنَفۡسٍ اَنۡ تُؤۡمِنَ اِلَّا بِاِذۡنِ اللّٰهِ‌ؕ وَيَجۡعَلُ الرِّجۡسَ عَلَى الَّذِيۡنَ لَا يَعۡقِلُوۡنَ‏]

“Rabbin isteseydi yeryüzünde bütün insanlar iman ederdi. Hâl böyleyken mümin olsunlar diye sen tutup insanları (imana) zorlayacak mısın?!”[Yunus Suresi 99]

Zira ahirette ebedi hayatı hazırlardı, orada cennet ve cehennem vardır, insanlara bu irade; hidayet ve dalalet kabiliyetini verince onları imtihana tabi tutmuş oldu. Kim iradesiyle hidayetli olacak kim dalaletli olacak? Bu şekilde iradeleriyle hidayet edenleri cennete, dalalete düşenleri cehenneme gönderir. Adaleti bu şekilde tecelli eder. 

Allah o baba ve anneyi kötü çocuk vererek şerle imtihan etmek istemedi, iyi çocuk vererek onları hayırla imtihan etmek istedi. Zira imtihan şerle ve hayırla olur. Allahu Teâlâ şöyle buyurdu:

[كُلُّ نَفۡسٍ ذَآٮِٕقَةُ الۡمَوۡتِ‌ؕ وَنَبۡلُوۡكُمۡ بِالشَّرِّ وَالۡخَيۡرِ فِتۡنَةً‌ ؕ وَاِلَيۡنَا تُرۡجَعُوۡنَ]

“Her nefis ölümü tadacaktır. Zira sizi bir fitne olarak şerle ve hayırla imtihan ediyoruz. Ondan sonra bize döneceksiniz.”[Enbiya Suresi 35]

Fitne imtihan manasında geçti. Burada tekit etmek, pekiştirmek için geçti. Ayetin bu kısmının manası şöyle olur: “Şer ve hayırla bir imtihan olarak sizi imtihan ediyoruz.” Şer bir imtihan, hayır da bir imtihandır. İkisi de zor imtihanlardır. Allah bir kişiye insanın nazarında faydalı gördüğü ve sevdiği şeyleri verince insan buna hayır der, zararlı gördüğü veya sevmediği şey verince şer der. Ama gerçekte o hangisi şer hangisi hayır bilemez. Sevdiği şey kendisi için kötü olabilir, sevmediği şey kendisi için hayır olabilir. Allah şöyle buyurdu:

[كُتِبَ عَلَيْكُمْ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَكُمْ وَعَسى أَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ وَعَسَى أَنْ تُحِبُّوا شَيْئًا وَهُوَ شَرٌّ لَكُمْ وَاللَّهُ يَعْلَمُ وَأَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ]

“Size kıtal (savaşmak) farz kılınmıştır; oysa bu sizin nefret ettiğiniz şeydir. Belki bir şeyden nefret edersiniz, fakat o şey sizin için hayırlıdır. Beklide bir şey seversiniz, fakat sizin için o şerdir. Allah biliyor, siz bilmiyorsunuz.”[Bakara Suresi 216]

Bu nedenle başımıza bir musibet gelince feryat etmeyecek, sabredip Allah’ın bize şu ayette öğrettiği gibi şöyle diyeceğiz:

[وَلَـنَبۡلُوَنَّكُمۡ بِشَىۡءٍ مِّنَ الۡخَـوۡفِ وَالۡجُـوۡعِ وَنَقۡصٍ مِّنَ الۡاَمۡوَالِ وَالۡاَنۡفُسِ وَالثَّمَرٰتِؕ وَبَشِّرِ الصّٰبِرِيۡنَۙ‏ الَّذِيۡنَ اِذَآ اَصَابَتۡهُمۡ مُّصِيۡبَةٌۙ قَالُوۡٓا اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّـآ اِلَيۡهِ رٰجِعُوۡنَؕ‏ اُولٰٓٮِٕكَ عَلَيۡهِمۡ صَلَوٰتٌ مِّنۡ رَّبِّهِمۡ وَرَحۡمَةٌ‌ وَاُولٰٓٮِٕكَ هُمُ الۡمُهۡتَدُوۡنَ‏]

“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile de­neriz. (Ey Peygamber!) Sabredenleri müjdele! O sabredenler, kendilerine bir musibet veya bir bela geldiği zaman: ‘Biz Allah’a aitiz ve biz O’na döneceğiz!’ derler. İşte Rablerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır. Ve doğru yolu bulanlar da onlardır.”[Bakara Suresi 155- 157]

Bu ayette Allah insanları korkuyla imtihan edecektir. Korku emniyetsizliktir, başına bir zarar veya sevmediği şey geleceğinden endişe etmektir.  İnsan can, mal ve çocuk gibi sevdiği şeyler için endişe eder, zarar göreceği, hastalık dokunacağı, kendisine bir yerden bir düşmandan saldırı geleceğinden endişe eder. İşte korku gelecekle olur. Oysa Allah gelecekle ilgili kendisi karar alır, her şeye kadir, kendisi için korku söz konusu olamaz.

İşte Hızır bu mümin baba ve annenin geleceği için korktu, titredi. Allah ona “git bunu öldür” deyince Hızır merak etmiş olması gerekir “bu suçsuzdur niye öldüreyim?!” Bunun delili Allah’ın nebisi olan Musa Aleyhi’s Selam’ın merak etmesidir. Allah Musa Aleyhi’s Selam’ın ne dediğini şöyle aktardı:

[فَانْطَلَقَا حَتّٰۤى اِذَا لَقِيَا غُلٰمًا فَقَتَلَهٗ ۙ قَالَ اَقَتَلۡتَ نَـفۡسًا زَكِيَّةً ۢ بِغَيۡرِ نَـفۡسٍ ؕ لَـقَدۡ جِئۡتَ شَيۡــًٔـا نُّـكۡرًا]

“Yine ikisi hareket edip yürüdüler, sonunda erkek çocukla karşılaştılar, Hızır hemen onu öldürdü. Musa şöyle dedi: Bir nefsi bir nefse mukabili olmaksızın, masum bir nefsi niye öldürüyorsun? Gerçekten çirkin, dehşet verici bir şey yaptın.” [Kehf Suresi 74]

Bu bir işarettir ki; Hızır Musa Aleyhi’s Selam gibi salih kul olup niçin bunu öldüreceğini sormuş olmalıdır. Çünkü Hızır Musa Aleyhi’s Selam’ın sorusuna itiraz etmedi, sen benim gibi salih bir kulsun nasıl böyle soru sorarsın demedi. Sadece sonuna kadar sabretmesini istedi, sonra bildirecekti. Zaten beraber yürüyünce şart budur, Kehf Suresi’nin 70. ayetinde geçtiği gibi. Sabredemediğinden onu kınadı, ona bunun sebebini anlatmadan önce bana sorma demişti, fakat Musa Aleyhi’s Selam olaylara sabredemedi, zira pek çirkin amel olarak sayılacak, dehşet verici bir şey yapıldı; suçsuz, masum bir çocuk öldürmek! İnsan buna dayanamaz! 

Zira Kehf Suresi 65. ayette geçtiği gibi Allahu Teâlâ Hızır’a merhamet ve ilim verdi. Muhakkak ki Hızır da Allah’a bunun sebebini sormuş olmalıdır veya Allah “git onu öldür” emrini verince ona ondan sebebini öğrendi. Çünkü Hızır merhametli bir salih kuldur, masum bir çocuk öldürmeye dayanamaz, o zaman Allah’a sormuş olmalı veya Allah ona bunun sebebini aynı anda bildirmiştir, Musa Aleyhi’s Selam’dan bunu saklamıştır ki, sonunda bildireceğini söyledi. İşte Hızır, salih mümin kul olduğu için mümin baba ve anneye merhametini göstermiştir, onların sapmalarından korktu, yani onlara merhamet gösterdi, iman üzerinde sebat göstermek çocuktan daha değerlidir, hem de onun yerine Allah salih bir çocuk verecektir. Tevbe Suresi 24. ayette gösterildiği gibi din ve iman her şeyden üstündür, onun uğrunda her şey feda edilir.

 İşte Hızır, Allah’tan baba ve annenin şerle, ileride onları saptıracak bir çocukla imtihan etmeyip hayırla ileride onlara dinlerinde fayda verecek çocuk hakkında bilgi edindi. Yoksa baba ve anne kendilerine çocuk gelince sevinirler ama bunun geleceğini bilemezler, Allah’ın emriyle onların çocukları öldürülüyor. Allah onların hayrını istedi, şerden Hızır bu baba ve anne için titredi, korktu.

Aynen Nuh Aleyhi’s Selam’ın, kavminin başlarına büyük azabın geleceğinden korktuğu gibi. Kavmine dediğini Allah şöyle aktararak buyurdu:

[لَقَدۡ اَرۡسَلۡنَا نُوۡحًا اِلٰى قَوۡمِهٖ فَقَالَ يٰقَوۡمِ اعۡبُدُوا اللّٰهَ مَا لَـكُمۡ مِّنۡ اِلٰهٍ غَيۡرُهٗ ؕ اِنِّىۡۤ اَخَافُ عَلَيۡكُمۡ عَذَابَ يَوۡمٍ عَظِيۡمٍ‏]

“Gerçek, Nuh’u kavmine bir resul olarak gönderdik. Dedi ki: Ey kavmim! Allah’a kulluk edin! Zira sizin için O’ndan başka bir ilahınız yoktur. Doğrusu ben, üzerinize gelecek bir günün azabından korkuyorum.”[Araf Suresi 59]

Nuh Aleyhi’s Selam böyle bir azabın geleceğini Allah’tan bildi, onlara merhamet göstererek “Azabın geleceğinden korkuyorum!” dedi, oysa böyle bir azabın geleceğini kesin olarak biliyordu.

Arapça ’da insan bir kişiye merhamet gösterince başına sevilmeyen bir şeyin geleceğinden endişe edince veya bilip emin olursa “senin için korkuyorum” der. Bu ifade Araplar arasında yaygındır. Zira Kur’an Arapların diliyle indi, onlar nasıl ifade ediyorlarsa aynen ifade ediyor, fakat pek üstün bir üslupla ifade ediyor. Bu nedenle Kur’an mucizedir. İnsanların dediklerini üstün bir üslupla da Kur’an’da aktarıyor.

İşte bu kıssada bize bir ders vardır, insan bir çocuk veya sevdiği herhangi şey kaybederse feryat etmemesi gerekir, feryat etmek, aşırı üzüntü göstermek kesinlikle caiz değildir, haramdır. Belki Allah kendisi için bundan daha güzel bir şey hazırlamış olabilir. Fakat bunun şartı feryat etmemek ve sabretmektir ve işi Allah’a havale etmektir, O’na tam olarak güvenmektir. Nitekim Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

[ما من مسلم تصيبه مصيبة فيقول ما أمره الله اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّـآ اِلَيۡهِ رٰجِعُوۡنَؕ‏ اللهم أجرني بمصيبتي وأخلف لي خيرا منها إلا أجره الله في مصيبته وأخلف الله خيرا منها]

“Herhangi bir Müslüman başına bir musibet gelince Allah’ın ona emrettiğini şunu söylerse: Biz Allah’a aitiz, onun mülküyüz (kulla­rıyız) ve biz O’na döneceğiz!’ (ve şu duayı ederse) ‘Allah’ım musibetime karşı sevap ver, onun yerine daha hayırlısını ver! Muhakkak ki Allah musibetine karşı sevap verecek ve daha hayırlısını verecektir.” [Müslim]

Ümmü Seleme RadiyAllahu Anhâ adlı hanım Sahabe, kocası Ebu Seleme vefat edince bu hadisi hatırlayıp söyleyince kendi kendine şöyle dedi: “Ama Ebu Seleme’den daha hayırlısı var mı?! Meğerki Allah bana onun hayırlısını verdi. O Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’dir.” Resulullah onu istemek üzere bir aracı gönderdi. O şöyle dedi: “Bir kız çocuğum var, ayrıca kıskanç bir kadınım!”Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle dedi: “Kız çocuğuna gelince Allah’a dua ederiz, onu kendisinden müstağni kılar. Kıskançlık için de gidermesi için Allah’a dua ederim.” Bu şekilde en hayırlı olan Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in hanımı oldu.

İnsan kâfir olursa cehennemde sonsuz azabı hak etmiştir. Çünkü yaratıcısını inkâr ediyor, yaratıcısının kelamı olan Kur’an’ı inkâr ediyor, içinde geçen herhangi bir ayeti inkâr ediyor veya Resulünü inkâr ediyor, ahireti inkâr ediyor, Allah’ın yasaklarını reddederek Allah’a isyan ediyor, her günahı işliyor vs. Bundan daha nankör bir insan var mıdır?! Bu azabı hak etmiyor mu?! Bunlar müminlerle ve iyilik yapanlarla eşit mi olacaklar?

[اَفَنَجۡعَلُ الۡمُسۡلِمِيۡنَ كَالۡمُجۡرِمِيۡنَؕ‏ مَا لَـكُمۡ كَيۡفَ تَحۡكُمُوۡنَ‌ۚ‏]

“Müslümanları (bize teslim olup emrimize boyun eğenleri) mücrimlerle (bize isyan edip günah işleyenlerle) bir mi tutacağız? Size ne oluyor? Ne biçim hüküm veriyorsunuz?!”[Kalem Suresi 35-36]

Allah müminlere ve kendisine itaat edenlere merhametlidir, kâfirlere ve isyankârlara şiddetlidir. Bunu birçok ayette tekrarlıyor:

[اِنَّ اللّٰهَ لَعَنَ الۡكٰفِرِيۡنَ وَاَعَدَّ لَهُمۡ سَعِيۡرًاۙ‏ خٰلِدِيۡنَ فِيۡهَاۤ اَبَدًا ۚ لَا يَجِدُوۡنَ وَلِيًّا وَّلَا نَصِيۡرًا ۚ‏ يَوۡمَ تُقَلَّبُ وُجُوۡهُهُمۡ فِى النَّارِ يَقُوۡلُوۡنَ يٰلَيۡتَـنَاۤ اَطَعۡنَا اللّٰهَ وَاَطَعۡنَا الرَّسُوۡلَا‏ وَقَالُوۡا رَبَّنَاۤ اِنَّاۤ اَطَعۡنَا سَادَتَنَا وَكُبَرَآءَنَا فَاَضَلُّوۡنَا السَّبِيۡلَا‏ رَبَّنَاۤ اٰتِهِمۡ ضِعۡفَيۡنِ مِنَ الۡعَذَابِ وَالۡعَنۡهُمۡ لَعۡنًا كَبِيۡرًا]

“Şüphesiz ki Allah kâfirlere lanet etti (rahmetinden çıkardı, onlara merhamet göstermez) onlara kızgın ateş hazırladı. Orada ebediyen kalacaklar. Hiçbir koruyucu ve yardımcı bulamayacaklar. Yüzleri ateşe çevrildiği gün ‘Keşke Allah’a itaat etseydik, keşke Resul’e itaat etseydik!’ diyecekler. Ve şunu da diyecekler: Rabbimiz! Biz liderlerimize ve büyüklerimize itaat ettik, onlar bizi (doğru) yoldan saptırdılar. Ey Rabbimiz: onlara iki kat azap ve onlara ağır bir şekilde lanet et!”[AhzabSuresi 65-68]

Esad Mansur