-169-

İsrailoğulları’nın ileri gelenlerinin savaşmakla ilgili istekleri, Komutanın bazı sıfatları, Meleklerin taşıdığı Tabut ve içindeki eserler:

İsrailoğulları savaşmayı isteyince nebileri niye onlara inanmadılar?

Onların yöneticileri kimin tarafından tayin ediliyordu?

Yöeticilerinin sıfatları nedir?

Mal mülk sahibi olması şart mıdır?

Bizim şeriatımızın onların şeriatından farkı nedir?

Meleklerinin taşıdığı tabutun mucizesi nedir?

﴿أَلَمْ تَرَ إِلَى الْمَلَإِ مِن بَنِي إِسْرَائِيلَ مِن بَعْدِ مُوسَىٰ إِذْ قَالُوا لِنَبِيٍّ لَّهُمُ ابْعَثْ لَنَا مَلِكًا نُّقَاتِلْ فِي سَبِيلِ اللَّـهِ ۖ قَالَ هَلْ عَسَيْتُمْ إِن كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ أَلَّا تُقَاتِلُوا ۖ قَالُوا وَمَا لَنَا أَلَّا نُقَاتِلَ فِي سَبِيلِ اللَّـهِ وَقَدْ أُخْرِجْنَا مِن دِيَارِنَا وَأَبْنَائِنَا ۖ فَلَمَّا كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقِتَالُ تَوَلَّوْا إِلَّا قَلِيلًا مِّنْهُمْ ۗ وَاللَّـهُ عَلِيمٌ بِالظَّالِمِينَ ﴿٢٤٦﴾ وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ إِنَّ اللَّـهَ قَدْ بَعَثَ لَكُمْ طَالُوتَ مَلِكًا ۚ قَالُوا أَنَّىٰ يَكُونُ لَهُ الْمُلْكُ عَلَيْنَا وَنَحْنُ أَحَقُّ بِالْمُلْكِ مِنْهُ وَلَمْ يُؤْتَ سَعَةً مِّنَ الْمَالِ ۚ قَالَ إِنَّ اللَّـهَ اصْطَفَاهُ عَلَيْكُمْ وَزَادَهُ بَسْطَةً فِي الْعِلْمِ وَالْجِسْمِ ۖ وَاللَّـهُ يُؤْتِي مُلْكَهُ مَن يَشَاءُ ۚ وَاللَّـهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ ﴿٢٤٧﴾ وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ إِنَّ آيَةَ مُلْكِهِ أَن يَأْتِيَكُمُ التَّابُوتُ فِيهِ سَكِينَةٌ مِّن رَّبِّكُمْ وَبَقِيَّةٌ مِّمَّا تَرَكَ آلُ مُوسَىٰ وَآلُ هَارُونَ تَحْمِلُهُ الْمَلَائِكَةُ ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً لَّكُمْ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ ﴿٢٤٨﴾

 “Musa’dan sonra, Benî İsrail’den ileri gelen kimseleri görmedin mi? Kendilerine gönderilmiş bir peygambere: “Bize bir melik, hükümdar gönder ki (onun komutasında) Allah yolunda savaşalım” demişlerdi. “Ya size savaş yazılır (farz kılınır) da savaşmazsanız?” dedi. “Yurtlarımızdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz halde Allah yolunda neden savaşmayalım?” dediler. Kendilerine savaş yazılınca (farz kılınca), içlerinden pek azı hariç, geri dönüp kaçtılar. Allah zalimleri iyi bilir. “Peygamberleri onlara: Bilin ki Allah, Tâlût’u size hükümdar olarak gönderdi, dedi. Bunun üzerine: Biz, hükümdarlığa daha lâyık olduğumuz halde, kendisine servet ve zenginlik yönünden geniş imkânlar verilmemişken o bize nasıl hükümdar olur? dediler. “Allah sizin üzerinize onu seçti, ilimde ve bedende ona üstünlük verdi. Allah mülkünü dilediğine verir. Allah her şeyi ihata eden ve her şeyi bilendir” dedi. “Onların Peygamberi kendilerine: Onun hükümdarlığının alâmeti, Tabut’un size gelmesidir. Meleklerin taşıdığı o Tabut’un içinde Rabbinizden size bir ferahlık ve sükûnet, Musa ve Harun sülalelerinin bıraktıklarından bir kalıntı vardır. Eğer inanmış kimseler iseniz sizin için bunda şüphesiz bir ayet (mucize) vardır, dedi.” (Bakara 246-248)

Daha önceki ayetlerde Allah ölümden kurtulmak üzere kendi yolunda savaştan kaçan kavmin misalını verdi. Hemen akibinde müminlerin onun yolunda savaşmalarını istedi. Zira savaşmamak veya savaştan kaçmak arasında fark yoktur ecel gelirse ölümden kurulamazlar. Ondan sonra bu hususta İsrail oğullarının misalini verdi. Onların çoğu ölümden kurtulmak üzere savaşmamak için bahane uydurdular. Hem de önce savaşmak istediklerini iddia edenler, gerçek savaş olunca kaçmaya başlarlar.

Nitekim İsrailoğulları kendi hallerinden hiçbir zaman memnun kalmazlar, eğer kendilerine savaş farz kılınmamışsa ‘bize savaş farz kılınsın’ derler. Eğer savaş farz kılındıysa ‘bize niye savaş farz kılındı’ derler. Veya ‘savaşamayız, gücümüz yok, düşmanın gücü çoktur, biz bunlarla baş edemeyiz’ derler. Gökten bize yemek indir, indirince yok artık bunu istemiyoruz, yerden bir yemek çıkart dediler. Bizi bu memleketten çıkart dediler, çıkartıp başka memlekete gönderince; hayır biz buraya giremeyiz dediler. Köyleri bir birine yakın olunca, köylerimiz arasındaki mesafeleri uzat dediler.

Huysuz insanlar dersin, şımarık insanlar dersin, nedir bu insanlar, onlar hakkında ne kötü intiba sahibi olursan haklısın! Bu gün onlar yine aynı şeydir. Araplardan ve Filistinlilerden bazı hain olanlardan ne taviz koparmışlarsa hiç beğenmediler, başkasını istediler ve ilk öncekinden vazgeçtiler. Durmadan aynı davranışta bulunuyorlar. Ahde, söze vefakârlık tanımıyorlar, karşı taraf taviz gösterdikçe fazlasını istiyorlar.

Yukarıdaki ayette, kendilerinden olan bir Nebi’ye savaşma emri istediler. Nebi onların huylarını bildiği için “peki size savaş farz kılınınca; siz gerçekten savaşacak mısınız?” dedi. Onların sözlerinde ciddi olmadıklarını bilerek sanki onlara gülerek sordu. Onlar hemen büyük konuşarak; “niye savaşmayalım, biz adam değilmiyiz, diyarları ve çocukları için kıskanç insan değilmiyiz? Diyarlarımız ve çocuklarımız için hiç hâkimiyetimiz yok mu?” İstekleri üzerine Allah o Nebi’ye vahyederek onlara savaşı farzı kıldı. Nebi onlara bunu bildirince hemen yüz çevirdiler. Ancak onlardan az bir grup Allah’ın emrine uydular.

Allah bir kavme çatınca, halkın çoğu Allah’ın emrine uymadıkları için çatar. Onlardan az bir mümin grubu istisna eder. Bu nedenle, birçok ayette Yahudilere çatınca, Yahudilerin çoğu hem de ezici çoğunluğu o huya sahip oldukları için onlara çatmaktadır. Diğer halklar aynı durumdadırlar. Bir halkı övünce çoğu iyi olduğu için övmüş olur. Ancak onlardan kötü bir grup varsa, bunların kötü olduklarını göstererek bunların konusuna değinir.

Nitekim münker halkın arasında yayılıp halkın çoğu bunlara susup ta az grup buna karşı çıksa dahi Allah bu halka azap indirir. Bunun tersi de olabilir. Eğer halkın çoğu münkeri reddederse ve marufu emrederse Allah o halka rahmet indirir ve beyinsiz az gruptan dolayı Allah bu halka azap indirmez. Bu gerçek birçok ayet ve hadiste gösteriliyor. Şimdi işlediğimizi arka arkaya gelen ayetlerde göreceğiz.

İşte İsrailoğulları’nın hali böyledir, çoğu zaman hakkı reddederler, onlardan hakkı kabul eden az bir gruptur. Bu asırda da aynıdırlar. Misal olarak; Yahudi varlığının zulmüne karşı çıkan az gruptur, ezici çoğunluğu yönetimlerinin yaptığını onaylıyor. Onlardan İslam’a giren çok az bir gruptur. Bu asırda onlardan tek tük İslam’a girenler oluyor. Ayetin sonunda; Allah-u Teala, kendi emrinden yüz çevirerek zalim olanları iyice bilir. İnsan Allah’ın emrinden yüz çevirirse zalim olur, büyük cezası vardır. O sebeple Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenleri Allahu Teala zalim olarak vasıflandırdı. Şöyle buyurdu:

وَمَنۡ لَّمۡ يَحۡكُمۡ بِمَاۤ اَنۡزَلَ اللّٰهُ فَاُولٰٓٮِٕكَ هُمُ الظّٰلِمُوۡنَ‏

“ Kim Allahın indirdikleriyle hükmetmese işte onlar zalimlerin ta kendileridir” (Maide 45)

Birçok ayette günah işleyenleri zalim olarak niteledi. Kâfirler de temelden Allah’ın emrini reddedince onları zalimlikle vasıflandırdı. Hem kâfir hem zalim olur. Nitekim kâfirler Allah’ın dinini temelden reddettiklerinden dolayı zalimlik sıfatıyla damgalandılar. Allah şöyle buyurdu:

وَالْكَافِرُونَ هُمْ الظَّالِمُونَ” ” “Kâfirler ise ta kendileri zalimdir.” (Bakara 254)

Allahın diniyle hükmetmeyi reddediyorlar, kendi çıkarlarına göre hüküm veriyorlar, heva ve heveslerini ilah edindiler.

اَفَرَءَيۡتَ مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهٗ هَوٰٮهُ وَاَضَلَّهُ اللّٰهُ عَلٰى عِلۡمٍ وَّخَتَمَ عَلٰى سَمۡعِهٖ وَقَلۡبِهٖ وَجَعَلَ عَلٰى بَصَرِهٖ غِشٰوَةً  ؕ فَمَنۡ يَّهۡدِيۡهِ مِنۡۢ بَعۡدِ اللّٰهِ‌ ؕ اَفَلَا تَذَكَّرُوۡنَ‏

“ Heva ve hevesini, arzusunu ilah edinen kimseleri gördün mü? Allahın bilgisine rağmen (sapmayı tercih ettiği için) kendini saptırdığ, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözlerine de perde çektiği kimseyi bir tasavvur et! Allah dışında onu kim hidayete (doğru yola) getirebilir? Düşünmüyor musunuz?” (Casiye 23)

İnsanlar kendi iradeleriye dalaleti veya hidayeti seçerler. Dalaleti, sapıklığı tercih ederlerse kimse onları hidayete getiremez. Ancak kişi sapıklığından ve kötü huyundan vaz geçmek isterse Allah onu hidayete getirir, onun kalbini yumuşatır, gözlerini ve kulaklarını açtırır.

İsrailoğularıyla ilgili nazil olan ayette bize içerik olarak bir mesaj var: İsrailoğulları gibi olmayın, Allah’ın size farz kılmadığı şeyin farz kılınmasını istemeyin veya mübah olarak anlaşılan şeyin hükmü hakkında sormayın, onu olduğu gibi kabul edin. İsrailoğulları gibi sormayın, böyle sorulardan dolayı zor duruma düşüp birçok şeyden mahrum oldular, birçok meselede kendilerine farz kılındı veya haram kılındı.

Hatta müslümanlardan bazı kişiler İsrailoğullarının durumuna düştüler. Onlar Mekke’deyken kâfirlerden çok eziyet görünce Allahın kendilerine savaşma emrinin indirmesini dilediler, o zaman nehyedildiler. Medine’de İslam devletinin kuruluşuyla eziyetten kurtulduktan sonra savaşma emri inince şimdi niye indirildi,  bu emir biraz gecikseydi demeye başladılar. Böylece savaşa gitmeyince ömürlerinin uzayacağını zannettiler. Nisa suresinde 77. Ayette onların bu durumu izah edildi.   

 Ayrıca, müslümanların İsrailoğulları gibi büyük konuşması neyhedildi,

Allah-u Teala söyleyip te büyük konuşarak amel etmeyenleri kötülüyor ve böyle insanları hiç sevmediğini gösteriyor. Ancak Allahu Teala sıkı bir safta durarak Allah uğrunda savaşmaları sever, söyleyip yapanları sever.

يٰۤاَيُّهَا الَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا لِمَ تَقُوۡلُوۡنَ مَا لَا تَفۡعَلُوۡنَ‏  كَبُرَ مَقۡتًا عِنۡدَ اللّٰهِ اَنۡ تَقُوۡلُوۡا مَا لَا تَفۡعَلُوۡنَ‏  اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الَّذِيۡنَ يُقَاتِلُوۡنَ فِىۡ سَبِيۡلِهٖ صَفًّا كَاَنَّهُمۡ بُنۡيَانٌ مَّرۡصُوۡصٌ

“Ey iman edenler! Niçin yapmayacağınız şeyleri söylüyorsunuz?! Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz Allah katında çok çirkin bir davranıştır. Muhakkaki Allah kendi yolunda örülmüş bir duvar gibi kenetlenmiş saflar halinde savaşanları sever” (Saf 2-4)

 Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem şöyle buyurdu:

” لا تتمنوا لقاء العدو، واسألوا الله العافية، فإذا لقيتموه فاصبروا، واعلموا أن الجنة تحت ظلال السيوف”

“Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin (dilemeyin), Allahtan af ve afiyeti, (düşmanın eziyetnden kurtulmayı) isteyin. Ancak onlarla karşılaşınca sebatlık gösterin. Bilinki cennet kılıçların gölgesiyle gölgelendi” (Buhari)

Allah yolunda savaşarak cennet elde edilir. Bu hadiste cihada büyük teşvik vardır, ama savaş zorunlu olunca başlatılır, o zaman müslümanların savaşmaları hak olur. 

İsrailoğulları savaşmak üzere bir kral veya bir lider isteyip ısrarlı olunca, Allah onların isteğini kabul ederek kendilerinden bir adamı kral olarak tayin etti; o ise Talut isimli şahıstır. Bu sefer bu kişiye itiraz ederek şöyle dediler: O bizim kralımız, liderimiz olur mu? Onun malı ve mülkü pek yoktur, biz ondan daha haklıyız. Biz mal ve mülk sahibi olduğumuz için yönetici bizden olmalıdır. Bunu diyen İsrailoğullarının ileri gelenleridir. Bunlardan herkes İsrailoğulları’nın kralı olmayı arzu etmeleridir. Onların derdi budur. Onlarında kral veya liderin ölçüsü bolca mal sahibi olmaktır, kendileri gibidir. Bu asırda da Yahudiler bolca mal sahibi olmak için çalışarak yüksek makama ulaşmak için çalışırlar, onlara nüfuz ve lider olmanın ölçüsü bolca mal sahibi olmaktır. Kapitalist sistemine inandılar ve en büyük savunucusu oldular. Bazı Müslümanlar onlardan etkilenerek; Yahudiler bolca mal sahibi olarak, nüfuz sahibi oldular diyerek bizde aynı şey yapalım derler ve bunun üzerine durarak çalışmalarını sürdürmeye gayret sarf ederler. Oysa Allahu Teala; o Nebinin dönemindeki İsrailoğulları’nın ileri gelenlerine savaş için liderin bolca mal sahibi olan değil ancak vücutça ve ilimce fazlalığa sahip olan kimse olduğunu gösterdi. Vücutça güçlü olmasının manası cesur bir kimsenin olduğunu göstermektedir. Burada bir kinaye vardı. Yine ilimce fazla hem dinle ilgili hem harple ilgili bilgisi fazla olduğuna dair bir kinayedir. Ayrıca dinini daha fazla öğrenen kimse daha takva sahibi olmasını gerktirir. Allah şöyle buyurdu:

اِنَّمَا يَخۡشَى اللّٰهَ مِنۡ عِبَادِهِ الۡعُلَمٰٓؤُا ؕ

“ Muhakkaki kullarım içinden Allah’tan  (daha fazla) korkanlar âlimlerdir” (Fatır 28).

Gerçek âlimler Allahın gerçeğini bildikleri, Allahın dinini daha fazla öğrendikleri ve ahirete yakinen inandıklarından dolayı Allahtan daha fazla korkarlar. İlim imana götürür ve Allahtan korkuyu artırır. Fakat bir kişi ilmi felsefe ederse veya sırf bilgi edinirse veya diploma ve bir makam sahibi olmak için elde ederse imanı artmaz, belki daha kötü olur, bu ilmi insanları saptırmak için kullanır, para veya makam karşılığında zalim yöneticilere fetva vermeye başlar.

 İşte Allah ilimle beraber Talut’un içini, sadakatını ve ihlasını bildiği için onu seçti. Bundan dolayı ayette “Allah sizin üzerinize onu seçti” ifadesi geçti.

Nitekim mal sahibi olan kimse malı veya canı için korkarak savaştan kaçabilir veya düşmana taviz gösterebilir. Çünkü bu durumda dünyayı sevebilir. Malına ve mülküne hırslı olabilir. Savaşacak kimsenin hem vücudu güçlü ve cesur olmalı, hem de savaşla ilgili bilgisi geniş olmalıdır. Komutan olunca daha elzemdir. Bu nedenle Hilafet devletinde 15 yaşına giren her erkek askeri eğitim görecek, harp okul ve akedimi kurulacaktır, subay ve komutan yetiştirilecektir.

وَاَعِدُّوۡا لَهُمۡ مَّا اسۡتَطَعۡتُمۡ مِّنۡ قُوَّةٍ وَّمِنۡ رِّبَاطِ الۡخَـيۡلِ تُرۡهِبُوۡنَ بِهٖ عَدُوَّ اللّٰهِ وَعَدُوَّكُمۡ وَاٰخَرِيۡنَ مِنۡ دُوۡنِهِمۡ‌ ۚ لَا تَعۡلَمُوۡنَهُمُ‌ ۚ اَللّٰهُ يَعۡلَمُهُمۡ‌ؕ وَمَا تُـنۡفِقُوۡا مِنۡ شَىۡءٍ فِىۡ سَبِيۡلِ اللّٰهِ يُوَفَّ اِلَيۡكُمۡ وَاَنۡـتُمۡ لَا تُظۡلَمُوۡنَ

“ Onlara (düşmanlara) karşı elinizden ne gelirse güç ve (cihad için bağlanmış) eğitilmiş ataları hazırlayınki Allahın düşmanları, sizin dişmanlarınız ve Allahın bilip sizin bilmediğiniz düşmanları bu güçle korkutasınız. Allah uğrunda ne harcarsanız karşılığını alacaksınız. Hiç haksızlığa uğramayacaksınız”(Enfal 60)

Güç hazırlamak askeri eğitimi gerektirir. Usul-ul Fıkıh’ta geçtiği gibi bu ayet iktiza delaleti içerir. Bunu gerektirir. Ayette eğitilmiş atların misali verildi. Bunları kullanacak eğitilmiş kişilerdir. O asırda en güçlü silah savaş için eğitilmiş atlardır. Savaşın aracıdır. Burada işaret delaleti de vardır, hazırlanacak güç eğitilmiş atlar gibi en gelişmiş silahı hazırlamaktır. Nitekim ayet bir illeti içerir, bu ise;  düşmanı korkutacak gücü hazırlamaktır. Bu asırda ise uçak, tank, deniz altı, füze ve nükleer silah gibi savaşa hazırlanan araç ve gereç vardır. Bu ayet Müslümanların, Hilafet devletinin bunları elde etmesini gerektiriyor. 

Resulullah sallallahu Alayhi Vesellem:

” وأعدوا ما استطعتم من قوة، ألا إن القوة الرمي (كررها ثلاثا)” (مسلم)

“(savaş için) elinizden ne güç gelirse onu hazırlayın. Güç ancak atmadaır (3 defa bunu tekrarladı) (Müslim).

Atmak ise füze, bomba, fişek vs. hepsi atma konusuna dâhildir. Öyleyse atılacak silahı elde etmek ve atmaya müslümanları eğitmeyi iktiza eder. 

İkinci Raşidi Halife Ömer r.a Şam’daki valiye şöyle yazdı:

“Çocuklarınıza at binmeyi, ok atmayı ve yüzmeyi öğretin.“ (kenzulummal) Harpta düşmanı yenmek için zekâyı kullanmayı emrediyor. Nitekim kendisi Bedirde, hendekte ve diğer savaşlarda güzel fikir savunanların fikirlerini kabul etti. Stratijiyi bilen ve çizen komutanları ve liderleri yetiştirmek pek gerklidir.

İslam Kapitalizm gibi liderlerin sıfatlarında zengin olmasını bir şart koşmaz, hatta bu hususla ilgili yakından uzaktan bu konuya da değinmedi.

İslam’da yönetici olmanın şartları ise; Müslüman, erkek, akil, baliğ, udul olması (fasık olmayan ve dürüst olan), hür (köle olmayan), ve Kadir (yönetimi yürütebilen sıfatlara sahip olan) kimsedir.

Savaş liderlerinin veya komutanların sıfatları ve şartları farklıdır; başta savaş bilgisine sahip olmalıdır. Zira; askerlerin bedenen güçlü ve liyakatli olmaları çok zaman gerekli olur. İdari işlerde sorumlu olacak kimsenin de şartları başkadır, başta idari işi becerebilen kimse olmalıdır. Vücut güçlülüğüne hiç ihtiyaç yoktur, kadında idarede sorumlu ve müdür olabilir.

Allah-u Teala, istediği kimseye hükümdarlığı verir. Nitekim Allah-u Teala İsrailoğulları’nın krallarını tayin etmişti. O herkesin niyetini ve halini bilir. Niyetlerinin bozuk olan İsrailoğulları’nın ileri gelenlerine vermedi. Anlaşılan o ki, bunlar ehil oldukları için değil, krallığı ve hükümdarlığı sevdikleri için istediler.

Resulullah sallallahu Alayhi Vesellem şöyle buyurdu:

«كَانَتْ بَنُو إِسْرَائِيلَ تَسُوسُهُمْ الْأَنْبِيَاءُ كُلَّمَا هَلَكَ نَبِيٌّ خَلَفَهُ نَبِيٌّ وَإِنَّهُ لَا نَبِيَّ بَعْدِي وَسَتَكُونُ خُلَفَاءُ تَكْثُرُ»، قَالُوا: فَمَا تَأْمُرُنَا؟ قَالَ: «فُوا بِبَيْعَةِ الْأَوَّلِ فَالْأَوَّلِ وَأَعْطُوهُمْ حَقَّهُمْ فَإِنَّ اللَّهَ سَائِلُهُمْ عَمَّا اسْتَرْعَاهُمْ» أخرجه مسلم

“ İsrail oğulları Nebiler, peygamberler tarafından siyaset ediliyordu. Bir Nebi vefat edince onun yerine bir Nebi geçerdi. Benden sonra hiç bir Nebi gelmiyecektir, Halifeler olacak ve çoğalacaklar”. Dedilerki: bize ne emredersin? Dediki:” ilk biat edene vefakarlık gösterin ve haklarını verin. Muhakakki Allah onları güttüklerinden soracaktır”. (Müslim)

İşte İsrail oğulları nebiler tarafından siyaset ediliyordu, bu nedenle peygamber Musa a.s’dan sonra gelen bir Nebi’ye savaşmak için bir hükümdar, bir komutanın tayin edilmesini istediler. Allah o Nebi’ye Talut’un hükümdar olacağını vahyetmiştir. Onun sıfatlarını ve zaferin işaretlerini gösterdi. Ama bu Nebi’ye kitap indirilmedi, kendisine ya rüya ya da ilhamla ya da Melek ona gelip haber vermesiyle gerçekleşmiştir. Peki, Kuran dışında vahy yoktur diyenler buna ne diyeyecekler. Bu şekilde sünneti ikar edip küfre girerler.

Bu hadis-i şerife göre, bize gelen şeriatta yöneticiler Allah tarafından tayin edilmez. İşte “ eski şeriatlar bizim için şeriat değildir” şeri kaidesi burada tecelli eder. Ümmet tarafından seçilip biat edilir. Hatta Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem Medine’nin yöneticisi ve İslam devletinin başkanı olarak Medine halkı tarafından seçilip biat edildi. Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem vefat etmeden önce bize bir halife tayin etmedi ve tayin etmeyi reddetti. Birçok hadiste halife Müslümanlar tarafından seçilip biat edileceğine dair hükümler gösterirdi. Bu nedenle Müslümanlar, Ebu Bekir’i halife olarak seçip biat ettiler, ondan sonra Ömer, Osman ve Ali’yi arka arkaya seçip biat ettiler. Emevi, Abbasi ve Osmanlı birer İslamı yönetim olamsına rağmen halifelerinin çoğu biat konusunu kötü kullandılar. Onların yanlış ictihatlarına göre ümmetin birliğini korumaktır. Bu nedenle kendi oğulları, kardeşleri veya yeğenlerini ümmete seçtirip biat ettirdiler. Ümmet buna rıza gösteriyordu.

Eğer ümmet rıza gösterirse, halife günah işlemiş sayılmaz. Çünkü seçim ümmetin rızası demektir. Şu var ki; seçim her zaman en iyi ve en ehil olan adamı iktidara getirmez, seçimde bir kişiye çok reklâm gösterilir ve bazı güçler tarafından belli bir gaye için seçilir. Türkiye de bunu görüyoruz. İslam da yöneticiler ümmet tarafından seçilip biat edilirse, adaylar ümmet meclisinde önce tartışılır, en iyisini ve en ehil olanı gösterilir ve en iyi iki adayın birisini ümmete seçtirir. Halifenin yardımcıları; Valiler, Amiller (Kaim makamlar), Baş kadı, Yüksek rütbeli askerler ve benzerleri Halife tarafından tayin edilirler. Diğer sorumlular devletin belli makamlarından tayin edilirler. Ümmet Meclisinin üyeleri ve Vilayet Meclisinin üyeleri ise Ümmet tarafından tayin edilirler, başka ifadeyle seçilirler. Bu konunun detaylıca bahsedilmesinin yeri burada değildir, sadece bu konuya kısaca dikkat çekmek istedik ki araştıranlar bununla ilgili kaynaklara dönsünler. 1. Raşidi Hilafette olduğu gib Allahın izniyle 2. Raşidi Hilafette olacaktır.

Bu Ayetin sonunda, Allah-u Teala’nın lütfü ve mülkü geniş ve her şeyden haberdar olduğunu ilan etti. Bunun manası; hem Allah insanlara mülk ve güç verir, hem de onun mülkü ve egemenliği herkesin üzerindedir. Herkesin egemenliğinden ve mülkünden daha geniştir. Ayrıca, her şeyden haberdar olduğu gibi, herkesin niyetini ve maksadını bilir. Herkesten daha güçlü ve daha bilgilidir. Nitekim insanların gücü ve bilgisi Allah’tandır, istediği zaman onlardan çeker ve yok eder.

İsrailoğulları’nın ileri gelenleri, Allah’ın uğrunda savaşmak için bir kral veya hükümdarın gönderilmesini kendilerine gelen Nebi’den isteyince; Nebi önce onlarla tartışarak onlara şöyle dedi: “Eğer size Allah uğrunda savaşmak farz kılınırsa gerçekten siz savaşacak mısınız? Bu ifadeden Nebi’nin onların ciddi olup olmadıkları hakkında şüphesinin olması veya Allah’tan bu konuda bilgi edindiğinden dolayı söylemiş olduğu anlaşılır. Gerçek; Nebi’nin şüphesi veya Allah’tan bildirildiği şekliyle doğruluğunun ortaya çıkmasıdır. Onlardan çoğu Allah uğrunda savaşma farziyetinden kaçıp yüz çevirdiler. Nebi hükümdarın Talut adlı şahsın olduğunu söyleyince İsrailoğulları’nın ileri gelenleri buna itiraz ederek kendilerinin buna daha ehil olduklarını söylediler. Çünkü bu kişi kralların sülalesinden veya krallık sülalesi sayılan Yahuda torunlarından olmadığı gibi onun mal ve mülkünün olmadığı da ileri sürüldü. Onların Nebisi; Allah’ın böyle olmasını dilediği gibi savaşçı liderlerin önemli sıfatları ile donatıldığını bildirdi. Bu sıfatların en önemlisi bilgili, eğitim görmüş, güçlü ve cesur olmaktır.

Onlar Talut’un yönetici olmasına dair delil istediler. Onların Nebisi bu hükümdarın alameti tabuttur. Bu tabut içinde Allah’tan rahmet vardır. Ayrıca Musa ailesinin ve Harun ailesinin geriye bıraktıkları kalıntılar vardır.

Burada “tabut” sözcüğü kullanılmıştır. Musa ve Harun o zamanda yoktular, çoktan ölmüşlerdi. Onların veya sülalelerinin geriye bıraktıkları eserler ölülerden kalmadır. Bu nedenle sandık yerine tabutun kullanılması daha uygundur. Zira tabut ölülerin sandığı olarak kullanılır. Ayrıca tabut kelimesi tevbe etti fiilinden geldi. Bunun manası döndü. Biri işlediği günahtan dönünce tevbe etti diye söylenir. İşte sandıkta önemli eşylar konulduğundan dolayı ona dönülecek yer oldu. Bundan dolayı o tabut olarak adlandırıldı.

Nitekim sözcükler, kelimeler hem durumlar, hem manalar, hem ses tonuna hem de siyaka göre kullanmak belagatten bir parça sayılır. Belagatin zirvesi Kur’an’ı Kerim’de tecelli eder. Musa ve Harun’un sülalelerinin geriye bıraktıkları kalıntılar olarak ayette ifade edildi. Aslında bunlar Musa ve Harun’a aittir. Fakat sülaleleri bunları miras olarak muhafaza ettikleri için bu ifade kullanıldı. Fakat bu tabutu kaybettiler. Bu nedenle Melekler bunu getirdiler. Ayrıca Musa ve Harun’un neslinde nübüvvet devam etmişti. O nebilerden de bir şeyler kalmış olabilir. Musa’dan kalanlardan ise mucize olan şeylerin olması büyük ihtimaldir. Bunlardan Musa’nın asası ve üzerinde Tevrat yazılmış olan levhalar (tahtalar) olabilir. Yine  Musa ve Harun döneminde İsrail oğullarına gökten indirilen Men ve Selva olan yiyeceklere delalet eden bir şey var olabilir. Bu kalıntıların neleer oldukları bilinmediği gibi önemli de değil, Önemli olan bu mucizeyi ve Allah’ın izniyle nasıl zafer elde edecekleri onlara hatırlatarak onların imana gelmesini sağlamaktır. Zira bunları gösteren Kur’an’ı kerimdir, buna ve Hz. Muhammed’in peygamberliğine iman etmeleri talep edildi. Fakat nankörlük gösterip hakkı çevirdiler ve kafir oldular.

Bütün bu şeylerin Allah’tan birer mucize oldukları için bunlarda bereket, hayır ve rahmet olur. Hem de melekler bunları taşıyıp onların gözlerinin önünde koyarak gösteriyorlardı. Bu olay Talut’un hükümdarlığını pekiştirmek ve zaferin geleceğine dair birer delillerdir. Bu nedenle ayetin sonunda bunlarda müminler için deliller vardır denilmiştir. Böylece bütün bahaneler yüzlerine kapatıldı, bir bahane daha uyduramazlar, bundan sonra savaşa gitmemek için bir bahane kalmadı. Buna rağmen İsrailoğulları’nın çoğu savaştan kaçtılar.

Ama müslümanlar için İsrailoğullarının tabutu yerine Kuran’ı kalplerinde ve akıllarında taşırlarsa, fert, toplum ve devlet olarak uygularlarsa muhakkaki savaşı kazanırlar. Enfal suresinde 9-12 ayetlerinde gösterildiği gibi Melekler onların etrafını sarar ve onlara sebat verir. Müminlere en büyük mücize ve en büyük huzur veren Allahtan indirilen bu Kitap’tır. Ona ve onu açıklayan sünnetine dayalı devlet ve ordu kurlursa her zaman zafer ve izzet gerçekleşir.