-292-

Borçlanma, şahitler, kadının akıl ve din hususlarında noksanlığı:

Borçlanmanın şartları nedir?

Yazılması şart mıdır?

 Kadın şahitliği borçlanmada nasıldır?

 Ne zaman tek kadının şahitliği kabul edilir?

Rehin ne zaman geçerli olur?

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِذَا تَدَايَنتُم بِدَيْنٍ إِلَى أَجَلٍ مُّسَمًّى فَاكْتُبُوهُ وَلْيَكْتُب بَّيْنَكُمْ كَاتِبٌ بِالْعَدْلِ وَلاَ يَأْبَ كَاتِبٌ أَنْ يَكْتُبَ كَمَا عَلَّمَهُ اللّهُ فَلْيَكْتُبْ وَلْيُمْلِلِ الَّذِي عَلَيْهِ الْحَقُّ وَلْيَتَّقِ اللّهَ رَبَّهُ وَلاَ يَبْخَسْ مِنْهُ شَيْئًا فَإن كَانَ الَّذِي عَلَيْهِ الْحَقُّ سَفِيهًا أَوْ ضَعِيفًا أَوْ لاَ يَسْتَطِيعُ أَن يُمِلَّ هُوَ فَلْيُمْلِلْ وَلِيُّهُ بِالْعَدْلِ وَاسْتَشْهِدُواْ شَهِيدَيْنِ من رِّجَالِكُمْ فَإِن لَّمْ يَكُونَا رَجُلَيْنِ فَرَجُلٌ وَامْرَأَتَانِ مِمَّن تَرْضَوْنَ مِنَ الشُّهَدَاء أَن تَضِلَّ إْحْدَاهُمَا فَتُذَكِّرَ إِحْدَاهُمَا الأُخْرَى وَلاَ يَأْبَ الشُّهَدَاء إِذَا مَا دُعُواْ وَلاَ تَسْأَمُوْاْ أَن تَكْتُبُوْهُ صَغِيرًا أَو كَبِيرًا إِلَى أَجَلِهِ ذَلِكُمْ أَقْسَطُ عِندَ اللّهِ وَأَقْومُ لِلشَّهَادَةِ وَأَدْنَى أَلاَّ تَرْتَابُواْ إِلاَّ أَن تَكُونَ تِجَارَةً حَاضِرَةً تُدِيرُونَهَا بَيْنَكُمْ فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَلاَّ تَكْتُبُوهَا وَأَشْهِدُوْاْ إِذَا تَبَايَعْتُمْ وَلاَ يُضَآرَّ كَاتِبٌ وَلاَ شَهِيدٌ وَإِن تَفْعَلُواْ فَإِنَّهُ فُسُوقٌ بِكُمْ وَاتَّقُواْ اللّهَ وَيُعَلِّمُكُمُ اللّهُ وَاللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ وَإِن كُنتُمْ عَلَى سَفَرٍ وَلَمْ تَجِدُواْ كَاتِبًا فَرِهَانٌ مَّقْبُوضَةٌ فَإِنْ أَمِنَ بَعْضُكُم بَعْضًا فَلْيُؤَدِّ الَّذِي اؤْتُمِنَ أَمَانَتَهُ وَلْيَتَّقِ اللّهَ رَبَّهُ وَلاَ تَكْتُمُواْ الشَّهَادَةَ وَمَن يَكْتُمْهَا فَإِنَّهُ آثِمٌ قَلْبُهُ وَاللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ عَلِيمٌ

“Ey iman edenler, Belirli bir süreye kadar borçlandığınız zaman onu yazın. Aranızda bir kâtip doğru olarak yazsın. Kâtip Allah’ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan kaçınmasın, yazsın. Borçlu olan da yazdırsın. Rabbi olan Allah’tan korksun da ondan hiç bir şeyi eksiltmesin. Eğer borçlu sefih veya zayıf, ya da bizzat kendisi yazdırmaya gücü yetmezse, velisi (onu) dosdoğru yazdırsın. Erkeklerinizden iki de şahit bulundurun. Eğer iki erkek yoksa razı olacağınız şahitlerden, bir erkek ve biri unuttuğu zaman diğerinin ona hatırlatması için iki kadın (şahit de olabilir.) Şahitler çağrıldıklarında (şahitlik etmekten) kaçınmasınlar. Küçük olsun, büyük olsun borcu süresiyle birlikte yazmaya üşenmeyin. Bu, Allah katında daha adaletli, şahitlik için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için de en isabetli olandır. Ancak aranızda yaptığınız alışverişin peşin bir ticaret olması halinde onu yazmamanızın bir günahı yoktur. Alışveriş yaptığınız zaman da şahit tutun. Yazana da şahide de zarar verilmesin. Eğer bir zarar verirseniz bu şüphesiz, sizin yoldan çıkmanız demektir. Allah’tan korkun. Allah (bunları) size öğretmektedir. Allah her şeyi bilendir”. “Eğer yolculukta iseniz bir kâtip de bulamazsanız, (borca karşılık) alınmış rehinler yeterlidir. Eğer birbirinize güvenirseniz, kendisine güvenilen kimse emanetini ödesin. Şahitliği gizlemeyin, kim onu gizlerse, o mutlaka kalben günahkârdır. Allah, yapmakta olduklarınızı bilendir.” (Bakara 282-283)

Allah faizi yasakladıktan sonra faizsiz borçlanmayı helal kıldı. Bu borçlanma işini tanzim etmek üzere bu ayeti indirdi. Güçlü zayıfı, zengin fakiri yesin diye insanları keyiflerine göre hareket etmesine bırakmadı. İnsanlara rahmet ve kurtuluş olsun diye bu Kitap’la Resulünü gönderdi. Detayları Resul de açıklayacaktır.

  Bu ayete borçlanma ayeti denilip Kur’an’ın en uzun ayetidir. Borçlanmakla ilgili önemli ve değerli hükümleri içerir. Allah’u Teala iman edenlere seslenip borçlandıkları zaman yazmalarını talep etti.

-İlk talep borcu yazmaktır.

-İkinci talep ise, udul olan (dürüst ve fasık olmayan) bir kâtip tarafından bu borçlanmayı yazmaktır. Bu kâtip, ancak iki tarafın anlaştıkları hususları yazacaktır, fazla veya eksik yazmayacaktır. Allah’ın kendisine öğrettiği şekilde kâtibin yazmasının manası budur. Allah’ın kendisine öğrettiği şey; yalan bir şey yazmamak, fazla veya eksik yazmamak, manayı değiştirmeden, söyledikleri kelimeleri yazarak ve değişik bir şey yazmadan sırf tarafların anlaştıkları gibi kelime kelime yazmaktır.

-Üçüncü talep ise; borçlu kimse, kendi üzerindeki hakkı, borcu olduğu gibi yazsın. Allah’tan korkarak haktan veya borçtan hiçbir şey yazdırmadan sakınmayacaktır, eksik hiçbir şey yazdırmayacaktır.

-Dördüncü talep şöyledir; borçlu olan kimse; eğer sefih veya zayıf veyahut yazdıramayan ise velisi yerine geçip borcu yazdıracaktır.

Sefih olan kimse, para ve malı idare etmek veya tasarruf etmekten men edilen kimsedir. Eğer, bir kimse savurgan veya müsrif veyahut para veya malın idaresini bilmeyip boşuna malını ve parasını harcarsa, İslam devletindeki hâkim bunun hakkında hacretmek/tasarruftan men etme kararı çıkarır. Böyle kimselere sefih denilir, akılsızlık yapan veya aptal gibi bir kimse olur. Doğru dürüst düşünemeyen veya idareyi yapamayana da sefih denilir. Kur’an’ı Kerimde, münafıklara ve kâfirlere sefih lakabı verilmiştir. Para ve malın idaresini bilmeyenler de sefih olarak adlandırıldı. Münafıklar ve kâfirler inanmayıp İslam’ın fikir ve ahkâmını doğru şekilde düşünmeyip mugalâta veya yanıltma yaptıkları için beyinsiz oldular. Zayıf olan kimseler, çocuklar ve delilerdir. Onlar borcu yazdırmazlar. Bu sebeple zayıf kimseler sayıldı. Yazdırmayan borçlular ise, cahil kimseler veya dilinde bir sakatlık olan kimselerdir. Bunlar yanlış yazdırabilirler veya sözlerinden yanlış şeyler anlaşılıp bu nedenle başka şeyler yazdırabilirler. Bu durumda, bu kişilerin velileri borcunu yazdırırlar.

-Beşinci talep; iki adamı şahit tutmaktır. Adamın manası, Arapçada’’ racül’’dür; akıl ve baliğ bir erkek ise de, özellikle dürüst ve mert erkeğe denilir. Kur’an’da racül kelimesi kullanıldığı her yerde olumlu manada geçti. Sabırlı, dayanıklı, cesaretli ve mücadeleci mümin erkeklere “racül” ve çoğulu “rical” sıfatı verildi.  İşte; akıllı olan kimse, dengeli ve akli selime sahip olan erkektir. Sefih veya zayıf veya cahil veya dilinde, aklında ve kavrayışında sakatlık yoktur. Ne diyeceğini bilmeyen, fikir sahibi olmayan, malın ve işlerin idaresini bilmeyenlere sefih denilir. Bu iki şahit bizden olacaktır. Ayette; “sizden iki şahit tutun’’ diye buyruldu yani müminlerden olmalıdır. Çünkü ayetin başında ‘’Ey iman edenler’’ hitabı geçmiştir. Eğer iki adam bulunmazsa bir adam ile iki kadın şahit tutulur. Ayette iki kadın söylendi. Kadın akıl baliğ bir hanım demektir.

Resülullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem bir hadiste; “Kadınların akıl ve din hususunda eksik” olduklarını söyleyince bir kadın Resülullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’e bunun sebebini sormuştur. Resülullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem şöyle cevap verdi:

“Aklın eksikliği iki kadın şahitliği bir erkekliğin şahitliği eder. İşte, aklın noksanlığı budur. (Hayızlık ve doğum dönemlerinde) Namaz kılmadan geceleri geçirir, ramazanda orucu bozar bu ise; dinin noksanlığıdır.’’ (Müslim)

İki kadının şahitliği bir erkeğin şahitliğine eşit geldiği için aklen eksik sayıldı. Ayette, bunun hikmeti gösterildi; biri onu unutursa diğeri ona şahitliği hatırlatsın. Bu ise, maliye ve onunla ilgili hususlarda geçerlidir. Fakat birtakım hususlarda özellikle kadınlarla ilgili hususlarda tek kadının şahitliği kabul edilir. Buna benzer doğan çocuklarla ilgili ebenin şahitliği kabul edilir. Hayızlık ve iddet meselesinde de tek kadının şahitliği kabul edilir. Buna benzer kadınlarla ilgili hususlarda tek kadının şahitliği kabul edilir.

Ukbe bin Elharis adlı sahabe ümmü Yahya bint Ebi İhab adlı kadınla evlenince siyah bir cariye gelip şöyle dedi: ben ikinizi emzirdim. Bu sahabe Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in yanına gidip ona bu cariyenin dediklerini anlattı. Resulullah benden yüz çevirdi. Tekrar ona gelip ya Resulullah bu kadın yalan söylüyor. Resulullah:

“كيف وقد زعمت ذلك”، “دعها عنك”. (البخاري ومسلم)

“Kadın bunu iddia ederken nasıl olur?” “ Onu (evlendiğin kadını) bırak” (Buhari ve Müslim)  

Fakat maliye ve ticaret muamelelerinde kadının esas yeri burada olmadığı ve pek az şekilde bulunduğu için unutkanlığı olabilir. Bu hikmete dayanarak iki kadının şahitliği bir erkeğin şahitliği yerine tutuldu ki o unutkanlığa karşı bir tedbir mesabesinde olsun. Çünkü kadınlar mali ve ticari alanlarda az iştigal ettikleri için büyük ihtimal unutabilirler. Emzirme konusunda ise tek bir kadının şahitliği kabul edilir. Zira bu alan kadınların alanıdır. Buna göre, aklın noksanlığı unutkanlıktan dolayı ileri gelir. Çünkü insan hep unutursa düşünme eylemini etkiler. Misal olarak; hadis rivayetini kabul etme konusunda eğer bir kişi, erkek olsa da pek unutkan ise onun rivayeti reddedilir, kabul edilmez. Evham uyduran kimselerin rivayetleri de kabul edilmez. Olmayan şeyi olmuş gibi gösterdiği halde evham uydurmuş olur. Böyle kişilerin rivayetleri ve şahitliği kabul edilmez. Hâkim de onun şahitliğine karşı şüpheyle bakar.

Bu ayet ve o hadis kadının değerini düşürmüyor, sadece, insanların haklarını korumak için alınmış bir tedbir. Zira erkek olsun kadın olsun akılları, tam yerinde değilse, çok unutkanlığı varsa veya aşırı sinirlilik ve kızgınlık hususlarında birçok husus değişir. Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem;

” لا يقضين حاكم بين اثنين وهو غضبان” (البخاري)

“Hâkim kızgın iken iki kişi arasında hüküm veremez.’’ (Buhari) buyurdu.

Kızgınlık ve sinirlilik esnasında akıl sağlam çalışmaz, hâkim öyle hüküm verince bir ihtimal olarak yanlış hüküm verebilir. Kadının dinen noksanlığı ise, doğum yapınca veya âdeti, hayız olunca, namaz kılmaz ve oruç tutmaz. Namaz tamamen ondan sakıt olur, oruç ise bilhassa bozulduğu günleri kaza eder.

Mesele kadın erkek meselesi değildir, aklın tam yerinde olmasıdır. Kızgınlık, unutkanlık ve benzeri haller aklın sağlam şekilde çalışmasını engeller.

 Ayette; ‘’…razı olacağınız şahitler’’ denilmesi şahitlerin udul olmalarına, güvenilir olmalarına delalettir. Zira udul veya güvenilir olmayınca onların şahitliğine razı olmayız.

Şahitler şahitliklerini yerine getirmek için çağırılınca hemen gelip şahitliklerini yerine getirirler, kaçmazlar. Şahitliği yerine getirmekten kaçıyorsa günahkâr olur. Çünkü Allah şahitliklerini yerine getirmekten kaçmasınlar diye emir veriyor. Kaçtıkları zaman insanların haklarını kaybettirmeye ve onlarında çekişmenin husulüne sebep olurlar.

Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem söyle buyurdu:

” ألا أخبركم بخير الشهداء؟ الذي يأتي بشهادته قبل أن يُسْألها” (مسلم)

 “En hayırlı şahitleri size göstereyim mi? Şahitliği yerine getirmek için çağırılmadan hemen şahitliği vermek için koşan kişidir.’’(Müslim)

Evet, insan şahit tutulunca ilerde ihtilaf olunca şahitlikten kaçamaz. Ayette geçtiği gibi “Şahitler çağrıldıklarında (şahitlik etmekten) kaçınmasınlar”. Şahitliğe çağırılmazsa koşmasın. Yine Allah’ın haklarıyla ilgili olunca şahitlikten kaçamaz. Eğer biri Allah’ın dinine saldırıyorsa veya Allah’ın dinini uygulayan devlete karşı çalışıyorsa hemen şahitlik yapmalıdır.

Bunların dışında olup insanların gizlice işledikleri günahlar hakkında şahitlik yapmak için koşmak mekruhtur. İnsanların ayıp, kusur ve gizlice işledikleri günahları örtmek daha efdal, üstündür. Gizlice o Müslüman’la konuşulur ve onu ıslah etmeye çalışılır. Yine insanlar arasındaki çekişmeye karışmayıp şahitlik yapmaya çalışmasın, onlar arasında ihtilafı kaldırsınlar veya onları barıştırmaya çalışsın.

Nitekim Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem bu hususla ilgili şöyle buyurdu:

” ثم يكون بعدهم قوم يشهدون ولا يستشهدون” (البخاري ومسلم)

 ‘’Şahitliği yapmak için çağrılmadan şahitliği yapan birtakım insanlar ortaya çıkacaktır.’’(Buhari ve Müslim)

Borcun küçük, az veya çok olmasına bakmaksızın yazılması daha iyidir. İnsanların birçoğu borcu yazmaktan üşenirler veya sevmezler. Birbirlerine güvendikleri için yazmaya yönelmez veya lüzum görmezler. İleride bunun üzerine bir ihtilaf olabileceği veya unutabileceklerini düşünmezler. Bu nedenle Allahu Teâlâ borcun az veya çok olmasına bakmaksızın yazılmasını, üşenmememizi talep etmiştir. Zira bu Allah indinde daha adaletli ve şahitlik için daha sağlamdır, şüpheye düşmemek içindir. Borcun miktarı, tarihi ne zaman ödeneceği ve şahitler yalnızca iş sağlam olur, ilerde şüphe olmaz, haklar kayıp olmaz ve yerine getirilir. İnsanları yaratıp halleri ve gelecekte ne olup biteceğini bilen Allahu Teâlâ insanlar arasındaki ihtilafların kaldırılmasını ister. Çünkü insanların dünyada huzurlu yaşamalarını ister. Bunun için dosdoğru ahkâm indirdi. Allah’ın hükmünden daha güzel hüküm var mı? Elbette, hayır!

Ancak, peşin ticaret ayrıdır, burada mal teslim edilir ve parası hemen verilir. Borçlanma davası yoktur, bir el malı teslim eder başka el malın parasını hemen teslim alır. Bunun yazılması gerekmez. Çünkü satıcı malı teslim edip bunun parasını aldı. Ama yazılırsa da olur. Çünkü ayette bu halde peşin ticareti yazmazsanız bir sakıncası yoktur denilmiştir. Ancak, her alışveriş için şahit tutulursa daha iyidir. Böyle alışverişler daha sağlam olur, ilerde ihtilaf ve çekişmelerin meydana gelmesi pek az olur. Şahit tutmanın her alışverişte daha güzel ve mendup/sünnet olduğuna dair şu hadis vardır. Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem şöyle buyurmuştur:

” ثلاثة يدعون الله، فلا يستجاب لهم: رجل كانت له امرأة سيئة الخلق فلم يطلقها، ورجل كان على رجل مال فلم يشهد عليه، ورجل أعطى سفيها ماله وقد قال الله وَلَا تُؤۡتُوا السُّفَهَآءَ اَمۡوَالَـكُمُ” (الحاكم على شرط البخاري ومسلم)

“Üç kişi vardır; Allah’a dua ederler Allah onların duasını kabul etmez: Birinci adam ahlakı ve huyu kötü olan kadınla evli olup onu boşayamayan, ikinci adam başka bir adama şahit tutulmadan borç verendir. Üçüncü adam ise malını sefih bir kimseye verendir”. Allah’ın sizin idarenize verdiği malları sefih kimselere vermeyin. (Buhari ve Müslimin şartlarına göre sahih olan hadistir El hâkim rivayet etmiştir).

Bu hadiste duası kabul edilmiyor manası mekruhtur. Bu adamlar iyi olmayan durumdadır. Zira şahit tutmak farz kılınmadı ve tutmamak haram kılınmadığı için şahit tutmak mendup oldu. Ayrıca, insanın karısı kötü ahlaka ve huya sahip olunca onu boşamaması haram değildir veya onu boşamak farz değildir. Onu boşamamak mekruhtur. Yine, sefih kimseye parasını vermek veya borç vermek mekruhtur. Çünkü bu sefih kimse, malı veya parasını idare edemeyen kimsedir.

Ayette, şahide ve kâtibe (yazana) zarar verilmesin ifadesinin manası; kâtibine kendisinin yazdırılan şey dışında yazması için ona baskı yapmak ve şahidin duyduğu ve gördüğü şey dışında söylemesi için ona baskı yapmaktır. Bu kesinlikle haramdır. Çünkü Allah’u Teâlâ: ”Eğer bunu yaparsanız sizde fasıklık var demektir.’’ buyurmuştur.

Sözleşmeyi yazana ve buna şahit olana yazdıkları ve taraflardan işittiklerini değiştirmek için baskı yapmak fasıklıktır. İnsan fasık olunca, bir daha şahitliği ve sözü kabul edilmez olur. Ta ki tövbe edince, yaptığını düzeltince ve kendisini düzeldiğine dair en az bir sene boyunca ispat edinceye kadar tekrar udulluğuna dönecektir. Ancak o zaman şahitliği kabul edilir.

Allah kendisinden sakındırıp, onun emrine muhalefet etmemizin büyük bir şey olduğunu ve günah olduğunu göstermektedir.

Allah size öğretiyor.”Bu ifadenin manası; Allah bize öğretince ondan sakınırız ve korkarız. Çünkü insan Allah’ın hükmünü öğrenmeyince nasıl ondan sakınacaktır? Bundan dolayı, insan bir iş yapacaksa veya bir şeye yönelecekse önce bu iş ve bu şey hakkında Allah’ın hükmünü bilmelidir. Yoksa günahkâr olur. Zira Allah’ın hükmünü uygulamayacaktır. Bu ise büyük günahtır. Ayetin şu ifadesi; “Allah’tan korkun Allah size öğretiyor’’ manası fıkhı öğrenmek gerekir, özellikle, insanın yapacağı işler hakkındaki şeri hükümleri öğrenmek farzdır. Fıkıh ise; Kur’an’dan ve Sünnetten pratik meselelerle ilgili hükümlerin ilmidir. Müçtehidin Kur’an’dan ve sünnetten ameli meseleler için çıkarttığı hükümlere fıkıh denilir. Borçlanmakla ilgili hükümler fıkıh konusuna dahildir. İşte Allah bunu insanlara öğretiyor, umulur ki kendisinden korksunlar ve azabından sakınsınlar.

Allah her şeyi bilir, ne olacağını bilir, insanlar bilemezler, tahmin ederler, Allah kesin olarak ne olup biteceğini bildiği için yukarıda ahkâmı indirmiştir. Bu ahkâma tabi olduğumuz zaman hem dünyada hem ahirette mutlu oluruz. Dünyada işlerimiz düzgün olur. Ahirette Allah bizden razı olur ve bizi cennete sokar, ebedi saadete kavuşuruz.

 “Eğer yolculukta iseniz bir kâtip de bulamazsanız, (borca karşılık) alınmış rehinler yeterlidir. Eğer birbirinize güvenirseniz, kendisine güvenilen kimse emanetini ödesin. Şahitliği gizlemeyin, kim onu gizlerse, o mutlaka kalben günahkârdır. Allah, yapmakta olduklarınızı bilendir.” (Bakara 283)

Bundan önceki ayet borçlanma ayeti olarak adlandırılmıştır. Bu ayette o ayeti tamamlamaktadır. Çünkü konusu borçlanma üzerinedir. İlk bakışta sanki ikisinin tek ayet olduğu düşünülebilir.

Bu ayette yolculuk esnasında borçlanıldığında nasıl davranılacağı üzerinde durulmaktadır. Eğer yolculuk esnasında borçlanılacak olursa, borcu yazacak kâtip ve şahitler bulamazsak borç alacak kimse borç verecek kimseye rehin verir. Burada; “şahitleri bulamazsanız” denmedi yalnızca; “kâtip bulamazsanız” dendi. Bunun sebebi ise; geçen ayette borçlanmada iki şahıs (erkek), bir şahıs (erkek) ve iki kadın olarak şahitlerin tutulmasını açıklamıştı. Bu ayet şahitler konusunu önceden zikrettiği için burada tekrar zikretmemektedir. Ayrıca bu ayette; “…Şahitliği gizlemeyin, kim onu gizlerse günahkâr olur” denmektedir. Bunun manası; yolculukta da şahitlik geçerlidir. Şahit ve kâtip bulunmadığı zamanda rehin yeterlidir. Rehinse hemen orada teslim edilmelidir. Çünkü kâtip rehin şahitler ve kâtip yerini tutmaktadır. Eğer rehin sonra teslim edilecekse borç alan kimse oyalayabilir veya borcunu inkâr edebilir. Veyahut da bir tarafın ölmesi ile hak kaybolabilir.

Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem vefat ettiği zaman, çelik zırhları otuz visk arpa karşılığında bir Yahudi de rehin idi.   (Sahih-i Buhari tecrid: 1288 nolu hadis ve Kamil Mirasın açıklamaları, Müslim) Yani Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem vefat ettiğinde borcu karşılığı kalkanı Yahudi de rehin idi.

Bu hadisten şu da anlaşılır: Yolculuktayken kâtip ve şahitler bulunmasa da borç karşılığında borç veren kimse rehin alabilir. Çünkü Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem yolculuk dışında Yahudi’den borç almış ve kalkanını rehin vermiştir. Fakat borçlu olan kimse borcunu ödeyemezse veya ödeyemeden vefat ederse alacaklı borç karşılında elinde bulundurduğu rehine sahip olamaz. Ancak rehin satılır veya piyasada rehinin kıymeti öğrenilir, sonra borç karşılığı ödenir. Borca denk geliyorsa borç bu şekilde kapatılmış olur. Daha az ise üstü tamamlanır. Rehinin değeri fazla ise fazlalık borçlu tarafa geri ödenir.

İki taraf birbirine güvenirse emaneti alan emaneti, borç alan kimse de borcunu ödemeli. Borç borçlu kişinin boynunda bir emanet olur. Allah’tan korkarak onu sahibine geri iade etmelidir. Zira Allahu Teala emaneti yerine getirmeyeni cezalandıracaktır. Bu sebeple Allah’tan korkarak emanet yerine ulaştırılmalıdır.

Yolculuk esnasında şahitler bulunup kâtip bulunmadığı takdirde veya yazacak bir şey olmadığında şahitler şahitliklerini iyice gözlemlesin ve de şahitliklerini hiçbir şekilde gizlemesinler. Olabilir ki şahitlikleri yazılı olmadığı için şahitliklerini gizleme yoluna gidebilirler. Bunun için Allah şahitleri kendi azabı ile korkutuyor: “…Şahitliği gizlemeyin, kim onu gizlerse, o mutlaka kalben günahkârdır.” Zira Allahu Teala yapmış olduğumuz her şeyi ve gizli olanı bilir. Kişi şahitliği ve emaneti gizlerse günahkâr olur ve bu nedenden dolayı da cezalandırılır. Bu durumda imanı ve takvayı tahrik etmek gerekir. Çünkü borçlu kimse borcunu inkar ettiğinde veya şahitler inkara kalkıştıklarında alacaklı kimse ne yapabilir ki?! Sadece Allahu Teala onun yardımcısı olur. İslam Hilafet devletinde de kadılar (hâkimler) ilk önce davalıları Allah’tan korkmaya davet eder.

Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem bir arsa üzerinde ihtilaf eden şahısları cehennemle korkutmuştu. Onlara şöyle demiştir:

” إنما أنا بشر مثلكم، وإنكم تختصمون إلي، ولعل بعضكم أن يكون ألحن بحجته من بعض فأقضي له بنحو ما أسمع فمن قضيت له بحق أخيه، فلا يأخذ منه شيئا، فإنما أقطع له قطعة من النار” (البخاري ومسلم)

Hayır, ben insanım, hasımlar bana gelince biri diğerinden daha güzel konuşur, onun lehine hüküm veririm. Böyle yapıp Müslüman hakkını yiyerek onun lehine hüküm verdiğim zaman ona cehennemden bir parça vermiş olurum. Öyleyse ondan bir şey almasın.” (Buhari, Müslim)  Bu durumda davalılar davalarından feragat ettiler.

Bu nedenle Allahu Teala’nın hükmü veya bu hükme göre benimsenen kanunu uygulamak için Allah’ın korkusunu tahrik etmek gerekir. Yoksa kâfir batı sistemlerinde olduğu gibi olur. Yani şahitler ve belgen yoksa hakkın heder olur. İslam’da ise şahitler, belge bulunmazsa dahi kendisinden hak istenen kimse Allah’tan korkunca veya Allah’tan korkmaya davet edilince hemen hakkı sahibine iade eder. İşte İslam nizamının azameti bu şekilde tecelli eder.