Müjde! Bakara suresinin tefsirini yapabildik; Allaha hamd olsun!

İman, itaat, insana mükellefiyet ve dua

Resuller arasında fark var mıdır?

İnsan ne kadar sorumlu tutulur?

Neden dua edilir ve nasıl kabul edilir?

Bakara suresinin önemi nedir?

آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْهِ مِن رَّبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ كُلٌّ آمَنَ بِاللّهِ وَمَلآئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّن رُّسُلِهِ وَقَالُواْ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِير لاَ يُكَلِّفُ اللّهُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا إِن نَّسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا رَبَّنَا وَلاَ تَحْمِلْ عَلَيْنَا إِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِنَا رَبَّنَا وَلاَ تُحَمِّلْنَا مَا لاَ طَاقَةَ لَنَا بِهِ وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَآ أَنتَ مَوْلاَنَا فَانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ

“Rasul, Rabbi’nden kendisine indirilene iman etmiştir, mü’minler de! Hepsi de, Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman etmiş ve: -Allah’ın peygamberlerinden hiç birini (diğerinden) ayırmayız. İşittik ve itaat ettik, Rabbimiz, senin mağfiretini dileriz, dönüşümüz sanadır.” demişlerdir.”

 “Allah, hiç kimseyi gücünün üstünde bir şeyle mükellef kılmaz. (Herkesin) kazandığı (iyilik) lehine ve işlediği (kötülük) ise aleyhinedir! -Rabbimiz, eğer unuttuk veya hata yaptıysak, bizi hesaba çekme, Rabbimiz, bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir sorumluluk yükleme. Rabbimiz, gücümüzün yetmeyeceğini bize taşıtma. Bizi affet, bizi bağışla ve bize merhamet et. Sen bizim mevlâmızsın. Kâfirlere karşı bize zafer ver.” (Bakara 285- 286)

Bu ayette müminin neye inanacağını göstermektedir. Zira Rasul ve müminlerin neye inandıkları beyan edilmiştir. Geçmiş zaman ifadesiyle (yani; “…iman etmiştir…”) gelen açıklama bir pekiştirmedir. Kesinlik kazandırır ve “kesin inandılar” demek olur.

Bir kişi mümin sayılacaksa şunlara inanması gerekir: Allah’a, Meleklerine, Kitaplarına ve Resullerine. Burada; “Kıyamet Gününe inanmaktan bahsedilmediği için Kıyamet Gününe inanmak imana dahil değildir” denilemez. Çünkü başka birçok ayette bu konuyla ilgili iman bahsi geçmiştir. Mesela; Allahu Teala Bakara suresinde şöyle buyurdu:

آمَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَالْمَلآئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيِّينَ

“…ahiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman eden…” (Bakara 177) Bu ayette Kıyamet Gününe imandan bahsedilmiştir.

وَمَنۡ يَّكۡفُرۡ بِاللّٰهِ وَمَلٰٓٮِٕكَتِهٖ وَكُتُبِهٖ وَرُسُلِهٖ وَالۡيَوۡمِ الۡاٰخِرِ فَقَدۡ ضَلَّ ضَلٰلًاۢ بَعِيۡدًا‏

“Kim Allah’ı, melekleri, kitapları, Resullerini ve ahireti inkar ederse uzak dalalete düşmüş olur” (Nisa 36)

İmanın anası bunlardır. Bunun yanında Kur’an’da birçok inancı içeren konu zikredilmiştir. Misal olarak; Cennet, Cehennem, Cennetteki nimetler, Cehennemdeki azaplar, cinler, şeytanlar v.s.

Namaz, oruç, hac, cihad, had ve cezalar, ekonomi ve yönetimle ilgili ahkâmın varlığına inanmak akidedendir. Kur’an’da geçen her ayet ve ayetin açıkça gösterdiği her hükme inanmak akidedendir. Herhangi bir ayeti inkâr etmek veya açıkça bildirdiği hükmü inkâr etmek küfürdür. Misal olarak;

وَاَقِيۡمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ  “Namazı kılın, zekatı verin…”(Bakara 43)

وَاَحَلَّ اللّٰهُ الۡبَيۡعَ وَحَرَّمَ الرِّبٰوا‌ؕ  “…Halbuki Allah, alım-satımı helâl, faizi haram  kılmıştır…”(Bakara 275) ,

وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقۡطَعُوۡۤا اَيۡدِيَهُمَا “Hırsız, erkek olsun, kadın olsun onun elini kesin…” (Maide 38),

وَمَنۡ لَّمۡ يَحۡكُمۡ بِمَاۤ اَنۡزَلَ اللّٰهُ فَاُولٰٓٮِٕكَ هُمُ الۡكٰفِرُوۡنَ‏  “…Herkim ki Allah’ın indirdiği ile hükmetmez ise işte onlar kâfirlerin ta kendileridirler.” (Maide 44),

وَاَنِ احۡكُمۡ بَيۡنَهُمۡ بِمَاۤ اَنۡزَلَ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِعۡ اَهۡوَآءَهُمۡ  “…Allah’ın indirdiği ile hükmet…” (Maide 49),

اَلزَّانِيَةُ وَالزَّانِىۡ فَاجۡلِدُوۡا كُلَّ وَاحِدٍ مِّنۡهُمَا مِائَةَ جَلۡدَةٍZina eden kadın ve zina eden erkeğin her birine yüz değnek vurun…” (Nur 2),

Gibi ahkâmla veya amelle ilgili ayetleri inkâr etmek küfürdür. Zira sübutu ve delaleti kesin olan her Şer’i delili inkâr etmek küfürdür. Sübutu kesin olan deliller ise ayetler ve mütevatir hadislerdir.

Eğer insan Allah’a, Kitabına ve Resulüne inanmıyorsa elbette bu tür ayet ve delillere de inanmaz. Bu nedenle Allah’a, Resulüne, Kitabına inanmak imanın anası olmaktadır. İnsan Kıyamet gününe, hesaba, cehenneme, cennete, cehennemin azabına ve cennetteki nimetlerin gerçek olduklarına inanmazsa Şeriatı da uygulamaz. Bu nedenle insanları Şeriata uymaya çağırırken bu çağrıyı imana bağlamak gerekir. İman yerleştirilmeye çalışılmalıdır. İnanmayanı inandırmak, inanana imanı hatırlatmak ve kavratmak gerekir. Zira imansız olarak dine ve ahkâma uyanlar sevap alamazlar.

Ayette gösterildiği gibi Resul ve müminler “iman ettik” dedikten sonra Allah’a yönelip dua ettiler. Ve dediler ki; “İşittik ve itaat ettik, Rabbimiz, senin mağfiretini dileriz, dönüşümüz sanadır.” Bunun manası; iman Allah’ı işitmek ve itaat etmeyi gerektirir. Allah’ı işitmez ve O’na itaat etmezsek Allah’a iman etmenin ne manası kalır ki?!.

Sırf Allah’ın varlığına iman etmek yeterli değildir. İblis veya Şeytan da Allah’ın varlığına inandı, fakat ısrarla Allah’a isyan etti ve Allah’ı işitmek istemedi. Bu nedenle kâfir oldu. Bir kimse; “Allah’a inanıyorum, fakat emrine uymak istemiyorum” derse kesinlikle kâfir olur. Fakat “Allah’a inanıyorum ama emrine uymuyorum, çünkü kusurluyum, günahkârım, tembelim, eksiğim var” derse mümin sayılır. Ona fasık veya günahkâr denilir. Eğer; “Allah’ın hükümlerine inanıyorum, fakat bu hükümler artık eskidi, bu asırda geçerli değil, elverişli değildir, şimdiki kanunlar daha güzeldir, elverişli ve geçerlidir” derse kâfir sayılır.

İmanın gerektirdiği hususlardan peygamberlere iman hususunda hiçbir fark kılınmaz. Her bir peygamberin ayrı bir özelliği var, tekliflerde birbirinden farklı olup azimkarlıkları arasında fark vardır. Musa Aleyhisselam’a inandığımız gibi Harun Aleyhisselam’a da inanıyoruz. Allahu Teala Musa Aleyhisselam’a verdiği mucizeler ve üstünlüğü Harun Aleyhisselam’a vermedi. Fakat ikisi de nebi ve peygamberdir. Bu hususta ikisine iman etmek aynı derecededir. Şu var ki, Musa hem peygamber hem de resuldür, Harun ise resul değil peygamberdir. Çünkü resul kendisine risâlet indirilen peygamberdir. Eğer kendisine risalet gelmeyip sadece başka resulün risaletini tebliğ etmekle memur edilirse resul değil sadece peygamber sayılır. Nitekim Harun kardeşi olan Musa’ya indirilen risaleti ve Tevrat’i tebliğ etmekle emredildi. Hazreti Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem bütün resuller dâhil olmak üzere diğer peygamberlerden birçok hususta üstün kılındı. Fakat Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’e iman etmek diğer peygamberlere iman etmek gibidir. Peygamberlere iman hususunda aralarında hiç bir fark yoktur. Onlara iman etme hususunda aralarında fark da kılınmaz. Fakat bir takım özelliklerle birbirlerinden üstün olurlar. Nitekim Bakara suresi 253. ayette resullerin birbirinden üstün kılındığı beyan edilmektedir. En’am suresi 86 ve İsra suresi 55. ayetlerde resullerin ve peygamberlerin bir takım özelliklerden dolayı üstün kılındıkları açıklanmaktadır. Fakat dediğimiz gibi onların peygamber olduklarına iman etmek hususunda hiçbir fark yoktur. Hepsine eşitçe inanılması gerekir.

Dönüşümüz Allah’adır. Bu da ahirete iman etmek demektir. Daha doğrusu bu ifade hem diriliş, hem kıyamet günü, hem de ahirete iman etmeyi içerir. Zira dönüş dirilişten ve kıyamet koptuktan sonra olup, ahirette Allah’ın huzurunda hesap vermekle gerçekleşir.

Müminler Allah’a işitme ve itaati gösterdikten, dönüşlerinin Allah’a ait olacağını ikrar ettikten ve bunu kesin bir şekilde kabul ettikten sonra şu hakikat geçmektedir: “Allah, hiç kimseyi gücünün üstünde bir şeyle mükellef kılmaz.” Allah insanı ancak gücü dâhilinde mükellef kılar, sorumlu tutar. Bu Allah tarafından müminlere bir duyurudur. Bunun manası; Allah’ın emirleri insanın takati ve gücü dahilindedir. Hiçbir hüküm onun gücü dışında değildir. Allah; “namaz kılın, zekât verin, haccı yerine getirin, oruç tutun, cihad edin, Allah’ın dinine davet edin, Allah’ın indirdikleri ile hükmedin ve sair ahkâm ve emirlerle mükellef kılması demektir ki insanın gücü bu emirleri yerine getirmeye yeterlidir. İnsan normal halde Allah’ın bütün emirlerini uygulayabilir. Ancak insanın gücü yetmezse Allah onu affeder. İnsan hasta olup ayakta namaz kılamayabilir, oruç tutamayabilir, cihada gidemeyebilir ve parası yoksa veya emniyet yoksa hacca gidemeyebilir.

İnsan Şeriatın gösterdiği mazeretlerle karşı karşıya kalırsa sorumlu tutulmaz. “Allah, hiç kimseyi gücünün üstünde bir şeyle mükellef kılmaz.” ifadesi adeta Bakara 284. ayette geçen hükme cevap niteliğindedir. Bakara 284. ayette; “İçinizdekini açıklasanız da gizleseniz de, Allah, onunla sizi hesaba çeker!” diyebuyruldu. Bazı müminler gücümüz dışında mükellef olduk dediler. Çünkü içlerinden geçenlerden de sorumlu tutulacaklarını zannettiler. Allahu Teala onlara Bakara 286. ayetiyle cevap vermiş oluyor: “Allah, hiç kimseyi gücünün üstünde bir şeyle mükellef kılmaz.”

İnsan bir güç tarafından Allah’ın hükmünü uygulamaktan engellenirse, hastalanırsa, unutursa, uyuya kalırsa ve delirirse Şer’i mazerete sahip olmuş olur. Nitekim bu konuda Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem şöyle buyurmaktadır:

İbn-i Abbas Radıyallahu Anh Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in şöyle dediğini aktarıyor:

[إِنَّ اللَّهَ وَضَعَ عَنْ أُمَّتِي الْخَطَأَ وَالنِّسْيَانَ وَمَا اسْتُكْرِهُوا عَلَيْهِ]

 “Ümmetimden hata, unutma ve üzerinde zorlandıkları hususlar (dan dolayı hesaba çekilme) kaldırıldı.”(İbni Mace, K. Talâk, 2035)

Bunun manası; eğer bir Müslüman unutarak veya başka bir güç tarafından günah işlemeye zorlanırsa sorumlu tutulmaz.

İnsan şeri hükümlere göre doğru bir iş yapmaya çalışırsa kesinlikle hesaba çekilmez. Ama hiç dikkat etmeden ve aldırış etmeden hata ederse veya ihmal etmekten kaynaklanan hata olursa, hataya ceza verilmez bu dikkatsizlik ve ihmalinden dolayı cezalandırılır. Yine insan unutmamak için tedbir almalıdır, bir iş yapacaksa bir yere yazar veya bir uyarıcı hazırlar. 

Başka bir hadiste şöyle geçmektedir:

Ebu Davud’un Ali b. Ebu Talib Radıyallahu Anh‘dan rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem şöyle demiştir:

” رفع القلم عن ثلاث: عن النائم حتى يستيقظ، وعن الصغير حتى يكبر، وعن المجنون حتى يعقل”

 “Uyanıncaya kadar uyuyandan, baliğ oluncaya kadar çocuktan, aklı başına gelene kadar aklı gidenden kalem kaldırılmıştır.” (Ebu Davud, 3824)

Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem ordusuyla beraber iken Sabah namazına vaktinde kalkmak için bir kişiyi tayin etmiştir. Uyuyan kimse farzı ve işini zamanında yapmak üzere tedbir almalıdır. 

İşte Şeriatın adaleti bu şekilde tecelli eder. Bu nedenle Allahu Teala şöyle buyurdu:

فَاتَّقُوا اللَّهَ مَا اسْتَطَعْتُمْ َ

“Gücünüzün yettiğince Allah’tan korkun (takvalı olun)…” (Tagabun 16)

Allah’ın emirlerini gücümüz yettiği kadar yerine getirmeliyiz. Ancak bu şekilde takvalı olur ve Allah’tan gereği gibi korkmuş oluruz. Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem şöyle buyurdu:

” ما نهيتكم عن شيء فاجتنبوه، وما أمرتكم بشيء فافعلوا منه ما استطعتم”

“…Bundan dolayı sizi neden nehyettimse onu terk edin, size bir şey emrettimse onu gücünüz yettiğince yerine getirin…” (Buhari, Müslim)

Müminler buna rağmen şöyle dua ederler veya Allah müminlerden kendisine şöyle dua etmelerini istiyor: “Rabbimiz, eğer unuttuk veya hata yaptıysak, bizi hesaba çekme…”

Zira biz Allah’a muhtacız ve O’na aitiz. Allah isterse bizi yok eder, bize her şeyi yapabilir, yaptırabilir. Çünkü O bizi yarattı, bizim üzerimizde O’na minnet borcumuz vardır. O sebeple biz O’na yalvarmalıyız. Nitekim unutma ve hata etme halleri bizim üzerimizden kaldırıldı. O’nun yüceliği ve adaletinin üstünlüğünden dolayı bizleri bu hallerde sorumlu tutmaz.

Allahu Teala duaların çeşitlerini Kur’an’ı Kerimde bir çok yerde göstermiştir. Bu dualarla Allah’a dua etmek daha efdaldir.

تَتَجَافَى جُنُوبُهُمْ عَنِ الْمَضَاجِعِ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ خَوْفًاَ

“Onların yanları yataklarından uzaklaşır, korku ve ümit ile Rab’lerine dua ederler…” (Secde 16)

Dua eder ifadesi haber verme ifadesidir. Haber ifadesi talep etmektir. Bu talep ise ya emir talebi ya da nehiy talebidir. Emir talebi; ya farz ya da mendub olur. Nehiy talebi ise; ya haram ya da mekruhtur.

Kur’an’ı Kerimde geçen bu dualarla ilgili haber ifadesi mendub veya sünnettir. En uygun olanı Kur’an’ı Kerimde geçen dualarla Allah’a dua etmektir. Yine Hadisi Şerifte geçen dualarla da Allah’a dua etmek efdal olandır.  Allahu Teala Resul ve müminlerin duasını burada şöyle tamamlamaktadır:

“…Rabbimiz, bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir sorumluluk yükleme…”

Zira bizden önceki ümmetlere bir takım ağır ve meşakkatli görevler yüklendi. Bu görevleri genellikle onlar istedi. Bunun üzerine Allah o istedikleri ile onları sorumlu tuttu. Misal: onlar rahipliği istediler, Allahu Teâlâ da onlara bunu farz kıldı. Bunu Allahu Teala Kur’an’da şöyle zikretmektedir:

ثُمَّ قَفَّيْنَا عَلَى آثَارِهِم بِرُسُلِنَا وَقَفَّيْنَا بِعِيسَى ابْنِ مَرْيَمَ وَآتَيْنَاهُ الْإِنجِيلَ وَجَعَلْنَا فِي قُلُوبِ الَّذِينَ اتَّبَعُوهُ رَأْفَةً وَرَحْمَةً وَرَهْبَانِيَّةً ابْتَدَعُوهَا مَا كَتَبْنَاهَا عَلَيْهِمْ إِلَّا ابْتِغَاء رِضْوَانِ اللَّهِ فَمَا رَعَوْهَا حَقَّ رِعَايَتِهَا فَآتَيْنَا الَّذِينَ آمَنُوا مِنْهُمْ أَجْرَهُمْ وَكَثِيرٌ مِّنْهُمْ فَاسِقُونَ

“Sonra onların izi sıra peygamberlerimizi art arda gönderdik. Meryem oğlu İsa’yı da arkalarından gönderdik. Ona İncil’i verip, ona tabi olanların kalplerine şefkat ve merhamet yerleştirdik. Onların uydurdukları ruhbanlığı ise biz farz kılmadık. Yalnızca Allah’ın rızasını kazanmak için yaptılar. Fakat ona da hakkıyla riayet etmediler. Biz de onlardan iman edenlere mükâfatlarını verdik. Onlardan çoğu yoldan çıkmıştır.” (Hadid 27)

Allahu Teala bize ağır görev yüklemediği halde bizden böyle duada bulunmamızı emrediyor. Bunun başka bir manası da; Allah’a şükredelim ki bizlere böyle ağır bir yük yüklememiştir. Dini mükellefiyetlerde bize bir sıkıntı getirmedi. Şöyle buyurdu:

 وَمَا جَعَلَ عَلَيۡكُمۡ فِى الدِّيۡنِ مِنۡ حَرَجٍ‌ؕ

“ Din hususunda size hiçbir güçlük yüklemedi” (Hac 78)

İnsan gücü yettiği kadar dini mükkellefiyetleri yerine getirmeye çalışır. İslam Devleti Müslümanlara her konuda kolaylık sağlayacaktır, millete güçleri dışında yüklemeyecektir. Bu nedenle ibadette bir mezhebi uygulamaya zorlamaz. Her kes mezhebine göre ibadet yapsın. Delili veya delaleti kesin olmayan huşularda içtihatlarına bırakır. Kesin delil ve kesin delaletli olan husus akidedir, bunun dışındakiler akide değildir, içtihadi görüştür. Hiç bir sorumlu kimse kendi sorumluluğu altına giren kimseleri sıkıntıya, zorluğa sokmaya çalışmaz. Allah kullarına bu sıkıntıları vermedi, o zaman nasıl insanlar kendi dışındakilere sıkıntı verirler?!  

Bu nedenle Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem şöyle buyurdu:

” من ضار، ضار الله به، ومن شاق، شاق الله عليه” (الترمذي، أبو داود، ابن ماجه، أبن حنبل)

“ Kim zarar verirse Allah ona zarar verir. Kim meşakkat, sıkıntı verirse Allah ona meşakkat verir” (Tirmizi, Ebu Davut, İbni Maceh, İbni Hanbel)

Şöyle buyurdu:

” بعثت بالحنفية السمحة” (البخاري ومسلم )

“Ben müsamaha ve kolaylığı sağlayan tevhid dini ile gönderildim.” (Buhari, Müslim)

Ayette duanın devamı şöyledir: “…Rabbimiz, gücümüzün yetmeyeceğini bize taşıtma…” Oysa Allahu Teala; “Allah, hiç kimseyi gücünün üstünde bir şeyle mükellef kılmaz.” buyurmuştur. Fakat daha sonra;  “…Rabbimiz, gücümüzün yetmeyeceğini bize taşıtma…” diye dua etmemizi emrediyor. Tekrar Allahu Teala burada minneti müminlere gösteriyor. “…Bizi affet…” Kusur ve hata yaptığımız zaman özellikle bu duada bulunuruz. Ama günah işlediğimiz zaman; “bize mağfiret ver, bizi bağışla”diye duada bulunuruz. Azaptan kurtulmak için; “bize rahmet indir”veya “bize merhamet et” diye dua ederiz. Önce Allah’tan af ve mağfiret dileriz, ondan sonra rahmet dileriz. Rahmet azabın tersidir. Günah işlediğimiz için bu duada bulunurken Allahu Teala’dan bize bir azab indirmemesini dileriz. Dahası Allah’tan iyilik, hayır ve yardım dileriz. Bu nedenle; “…Sen bizim mevlâmızsın…” ifadesi geçti. Bu ifadenin manası; yardımcımız veya dostumuz Sensin demektir. Allahu Teala bizim yardımcımız olunca O’na dayanmamız, O’ndan yardım dilememiz gerekir.

Müslüman şunu bilmeli ki arkasında her güçten daha büyük bir güç var. Her gücü yenen, galip gelen, bütün güçleri bölen ve yok edenin Allahu Teala olduğu sürekli zihinlerimizde canlanmalıdır. Allahu Teala bize yardım ve zaferi vermek isteyince şüphesiz ki gücümüz düşman gücünün karşısında ne kadar zayıf olsa da kesinlikle biz galip geliriz. Eğer Allah bizi imtihan edip zafer ve yardım vermek istemiyorsa güçlü olsak ta zafer bizlere ulaşmaz. Bu inanç dinimizde esastır ve müminler için pek önemlidir. Buna “tevekkül etme akidesi” denilir. Bu inanç bizde yerleştikçe güçlü oluruz, kâfirlerden korkmayız, yenilsek dahi kâfirlere teslim olmayız ve taviz göstermeyiz. Deriz ki; “Allah bizi deniyor, ileride muhakkak kazanacağız, kâfirlere galip geleceğiz.”

Bundan dolayı; “Mevla’mız Sensin” “derken “bizi kâfirlere galip getir” diye dua ederiz. Zira mevlanın manası yardımcı ve dosttur. En büyük yardımcımız ve dostumuz Allah’ın olduğu ve burada kâfirlere karşı ondan yardım istediğimiz için ona Mevla’mız diyerek seslenmemiz daha uygundur. Allah’tan ne istiyorsak ona göre Allah’ın sıfatlarından veya güzel isimlerinden birini kullanarak seslenip dua etmeliyiz. Misal olarak; Mağfiret dilersek ey gafur veya gaffar! Merhamet dilersek ey rahman ey rahim! rızk dilersek ey Rezzak! Kuvvet ve izzet dilersek ey kavvi ve aziz diyerek dua ederek Allah’a yalvarmaya başlarız. Allah bize duanın keyfiyetini öğretirken kendisine dua etmemizi talep etmektedir. Böyle yapmaz isek Allahu Teala bizlere kızar. Nitekim Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem şöyle buyurdu:

” من لم يسأل الله يغضب عليه” (الترمذي، أحمد، ابن ماجه)

“Kim dua edip, Allah’tan bir şey istemiyorsa, Allah ona gazap eder.” (Tirmizi, İbn-i Hanbel, İbni Maceh) 

Şöyle de buyurdu:

” يستجاب لأحدكم ما لم يعجل: يقول قد دعوت ربي فلم يستجب لي” (البخاري ومسلم)

 “biriniz acele etmedikçe duası kabul edilir. Şöyle der: Rabbime dua ettim ama duamı kabul etmedi, isteğim gerçekleşmedi” (Buhari ve Müslim)

Bir kişinin böyle demesi caiz değildir. Bu davranış hem insanın şartlı dua etmesi şeklinde olduğu gibi hem de dua etmenin manasının idrak edilmediğinin bir delilidir. Zira dua bir ibadettir, kaza ve kader dairesindekini değiştirmez. Fakat insan daima ümitli kalmalı ve Allahu Tealaya güvenmelidir. Başında kâfirlere galip gelemesek te nihayetinde kesinlikle galip geleceğimize inanmalıyız. Çünkü bu Allah’ın vaadi ve sözüdür.

Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem şöyle buyurdu:

“مَا مِنْ رَجُلٍ يَدْعُو اللَّهَ بِدُعَاءٍ إِلَّا اسْتُجِيبَ لَهُ فَإِمَّا أَنْ يُعَجَّلَ لَهُ فِي الدُّنْيَا وَإِمَّا أَنْ يُدَّخَرَ لَهُ فِي الْآخِرَةِ وَإِمَّا أَنْ يُكَفَّرَ عَنْهُ مِنْ ذُنُوبِهِ بِقَدْرِ مَا دَعَا مَا لَمْ يَدْعُ بِإِثْمٍ أَوْ قَطِيعَةِ رَحِمٍ أَوْ يَسْتَعْجِلْ قَالُوا يَا رَسُولَ اللَّهِ وَكَيْفَ يَسْتَعْجِلُ قَالَ يَقُولُ دَعَوْتُ رَبِّي فَمَا اسْتَجَابَ لِي

“Bir adam Allah’a bir dua ettiğinde Allah onun duasına ya dünyada çabuklaştırmak suretiyle ya ahirette onun için biriktirmek suretiyle ya da duası miktarınca onun günahlarını affetmek suretiyle kabul eder. Kul akrabalık bağını koparmadıkça veya duasında acele etmedikçe Allah onun duasını kabul eder. Dediler ki: Ey Allah’ın Rasulü, nasıl acele edilir? Buyurdu ki: Rabbime dua ettim de Rabbim duamı kabul etmedi, demesidir.” (Tirmizi)

Başka rivayette şöyle buyurdu:

“Bir Müslüman günahı içeren ve sıla-ı rahmi kesmekle ilgili içeren duanın haricinde Allah Celle Celaluhu’a dua ederse Allah ona şu üç husustan birini verir. Ya istediğini hemen ona verir veya ahirette onun mükâfatını saklar veyahut onun kadar ondan şerri uzaklaştırır.” Sahabeler dediler ki; öyleyse çok dua ederiz. Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem dedi ki;  ” الله أكثر”“Allah daha çok verir.” (Buharı ve İbni Hanbel)

Öte yandan Bakara suresinin bu son iki ayetini okumanın sevabı büyüktür. Özellikle yatmadan önce okunması daha iyidir.

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

 [أُعْطِيتُ خَوَاتِيمَ سُورَةِ الْبَقَرَةِ مِنْ كَنْزٍ تَحْتَ الْعَرْشِ وَلَمْ يُعْطَهُنَّ نَبِيٌّ قَبْلِي] “Bana Bakara Suresi’nin sonu, arşın altındaki bir hazineden verildi. Benden önce hiçbir nebiye verilmemişti.” (ibni Hanbel)

Bir başka hadis ise şöyledir:

[وَأُعْطِيتُ هَذِهِ الْآيَاتِ مِنْ آخِرِ الْبَقَرَةِ مِنْ كَنْزٍ تَحْتَ الْعَرْشِ لَمْ يُعْطَهَا نَبِيٌّ قَبْلِي] “Daha önce hiçbir nebiye verilmeyen Bakara’nın sonundaki bu ayetler, arşın altındaki hazineden bana verildi.” (İbni Hanbel)

Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem şöyle buyurdu:

” مَنْ قَرَأَ بِالأَيَتَيْنِ مِنْ آخِرِ سُورَةِ البَقَرَةِ فِي لَيْلَةٍ كَفَتَاهُ”

“Her kim geceleyin Bakara Suresi’nden bu iki ayeti okursa ona yeter.”  (Buhari, Müslim, İbn-i Hanbel)

Bunun manası; görevini yaparak mesuliyeti yerine getirmektir.

Buna benzer başka hadislerde mevcuttur.

Bu ayetler bir ibadet olarak okunursa sevap elde edilir. Diğer taraftan Müslümanlar bu iki ayeti her gece anlayarak okursa Allah o kişide imanı ve tevekkülü canlandırır.  Bu iki ayetin içerdiği manaları hatırlar ve bu şekilde güçlü bir insan olur.

Bakara suresi Kur’an’daki en büyük suredir. Onu okumak ve anlamak çok sevaptır. Bununla ilgili bazı hadisler vardır.

Bakara suresinin diğer bir özelliği de İslam dininin bütün fikir ve hükümlerini genellikle içermesidir.

Allah’ın yardımı ile Bakara suresinin tefsiri böylece sona erdi. Allah’a dua ederiz ki; Müslümanlara büyük fayda sağlar, içerdiği fikir ve hükümlerle amel ederler ve Allah’ın rızasını böylece elde ederler. ALLAH’A HAMD OLSUN. Ondan sonra Allah’ın yardımıyla Al-i İmran suresine geçeriz.