Erdoğan Türkiye’si Yahudi Varlığıyla Normalleşmeyi Güçlendiriyor ve Filistin Halkına Güvence Veriyor!
Peki Bu İki Zıt Şeyi Nasıl Gerçekleştirecek?!
Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, 19 Ağustos 2022’de Yahudi varlığı başkanı Herzog ile yaptığı telefon görüşmesinde, Yahudi varlığı ile ilişkileri güçlendirme konusundaki istekliliğini vurgulayarak bunun “büyükelçilerin atanmasıyla yeni bir ivme kazanacağını” söyledi ve kendisi ile Allah’ın, Rasulü’nün ve müminlerin düşmanları arasında büyükelçilerin atanmasını, “Türk-”İsrail” ilişkilerinin olumlu yönde ilerlemesinde önemli bir adım” olarak değerlendirdi. “Türkiye ile “İsrail” arasında iş birliği ve diyaloğun sürdürülebilir bir zeminde ve karşılıklı hassasiyetlere saygı temelinde geliştirilmesini desteklediğini” de açıkladı. (AA).
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, 17 Ağustos 2022’de Yahudi varlığı ile karşılıklı büyükelçi atanacağını açıkladı ve şunları söyledi: “Karşılıklı büyükelçi atama kararı, iki taraf arasındaki diplomatik ilişkilerin yeniden karşılıklı olarak en üst düzeye çıkarılması kararı çerçevesinde gelmiştir. “İsrail’de” yeni hükümetin kurulması ve Isaac Herzog’un Cumhurbaşkanı seçilmesiyle Tel Aviv ile Ankara arasında bir diyalog süreci başladı. Bu diyalog, Herzog’un Türkiye ziyareti ve daha sonra benim “İsrail” ziyaretim, “İsrail” Başbakanı Yair Lapid’in Ankara ziyareti ile devam etti. İki ülke arasında havacılık alanında bir iş birliği anlaşması imzalandı. Gelecek eylül ayında Karma Ekonomik Komisyon toplantısı yapılacak.” Ve şöyle ekledi: “Sonuçta ilişkilerin normalleşmesi konusunda atacağımız adımlar içinde karşılıklı büyükelçileri tekrar atamak da vardı. Önümüzdeki süreçte Tel Aviv’e atayacağımız büyükelçinin adını Sayın Cumhurbaşkanımıza arz ettikten sonra süreç resmen başlamış olacak.” (AA).
Böylece Türkiye Dışişleri Bakanı, 1917 yılının sonunda Filistin’i İngilizlere teslim ederek Hilafeti yıkan Mustafa Kemal’e rücu ederek Cumhurbaşkanı Erdoğan ve kendilerinden öncekilerin yaptıkları gibi hiç utanmadan, arlanmadan ve Allah’tan korkmadan ihanetin hikayesini anlatıyor ve Osmanlı Hilafeti döneminde yüzlerce yıl Filistin’i ve diğer İslam topraklarını koruyan Türkler de dahil Müslümanların toprakları olan Filistin’i gasp eden Yahudi varlığı ile normalleşen Türkiye rejiminin Allah’a, Rasulü’ne ve müminlere yönelik ihaneti hakkında çok rahat bir şekilde konuşabiliyor.
Çavuşoğlu, Filistin halkının gözüne kum serpmek için şunları söyledi: “Filistin, Kudüs ve Gazze’nin haklarını savunmaya devam edeceğiz ve aynı şekilde mesajlarımızın büyükelçi aracılığıyla doğrudan Tel Aviv’e iletilmesi de önemlidir.” Peki gaspçı varlığı tanırken, gaspa meşruiyet kazandırırken, Filistin’in %80’indeki tüm hakları Yahudilere verirken, Yahudilerin varlıklarını güçlendirerek buranın Müslüman halkına, mallarına ve kutsallarına yönelik cürümlerini ve saldırganlıklarını sürdürmelerine imkan tanırken ve cürümlerini ve saldırılarını sürdürmeleri amacıyla askeri makinelerini finanse etmek için düşmanla ekonomik ilişkilerini geliştirirken bu hakları nasıl savunacak Allah aşkına?!
Türkiye rejiminin, mesajlarını doğrudan Yahudilere iletecek bir büyükelçiye sahip olması önemlidir! Bu, özrü kabahatinden büyük olan bir şey olup insanların akıllarıyla dalga geçmektir. Yani Yahudiler Filistin halkına her saldırdığında ve kınamak gerektiğinde, Türkiye büyükelçisi kınamayı doğrudan kendisiyle iş birliği yapan düşmana mı iletecek?! Bu şekilde Filistin halkı için büyük bir iş yapmış olacak öyle mi?!
Sorun, Erdoğan ve yandaşlarının karakterize olduğu kokuşmuş zihniyette yatıyor. Bu ise; dini ve değerlerini ve ondan kaynaklanan mefhumları ve standartları siyasetten ayıran tamamen laik bir zihniyettir. Dolayısıyla o, Allah’a, Rasulü’ne ve müminlere ihanet etme mefhumuna sahip olmadığı gibi helal ve haram konusunda da bir kıstası yoktur. Onun ölçüsü sadece faydacılıktır. Dolayısıyla o, kendisi ve Türkiye için bir menfaat gördüğünde, şeriata uygun olsun ya da olmasın her türlü adımı atmaya hazırdır. Zira Yahudi varlığına ve aynı şekilde Suriye rejimine saldırdığı daha önceki tutumlarını terk etmekten hiç utanmıyor ve şimdi de kendisini katil ve diktatör olarak nitelendirdikten sonra onunla uzlaşmaya hazırlanıyor! Zira onunla uzlaşılmasını bölgedeki oyunları bozmak olarak nitelendirmiş(!) ve şöyle demiştir: “Suriye ile daha ileri seviyede adımları temin etmemiz gerekiyor. Bu adımları atmak suretiyle, tüm bölgede yani İslam dünyasının bu bölgesinde birçok oyunu biz bozarız.” (AA). İnsan, bozmak istediği bu oyunlar nedir diye sormaz mı?! Şayet yozlaşmış mücrim katille uzlaşmak ve yeryüzünü ifsat eden Amerika ve Rusya ile ittifak etmek istiyorsa, bu ikisi İslam’ın ve Müslümanların en azılı düşmanları olup bunların ümmetin kalkınmasını engellemeye, yeteneklerini ele geçirmeye ve İslam’ın yeniden yönetime gelmesini önlemeye yönelik şerir planları vardır. Şayet açıklamalarında, ümmeti kurtarmak ve Raşidi Hilafeti kurmak için çalışan İslam davetini taşıyanlara darbe indirmeyi kastediyorsa, zaten kurtarılmış bölgeleri rejime teslim edip devrimcileri İdlib’de toplayarak devrimin başlangıcından beri sürekli onları vurmak ve Suriye halkına komplo kurmak için çalışmadı mı?!
2011 yılında Mısır’da İslam şeriatı yerine laikliğin uygulanması çağrısında bulunmuş ve Müslüman Kardeşleri buna ikna ettiğini söylemişti! Şimdi de Müslüman Kardeşleri satıyor ve sürekli olarak kendisine saldıran Mısır rejimiyle uzlaşıyor. Oysa Sisi’nin kan döktüğü meydanın “Rabia” işaretini benimseyip dört parmak Rabia sloganını kendi sloganı olarak aldığı halde şimdi ise onu avucunun içine aldı!
Kendisine saldıran ve gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayetini işlemekle suçladığı Suudi remiyle olan tutumu da aynı şekildedir. Zira suç dosyasını teslim etmiş ve onunla da barışmıştır. Aynı şekilde BAE’ne saldırdığı halde onunla da uzlaşmıştır. Dolayısıyla o, her türlü tutumdan vazgeçmeye ve onun zıddını yapmaya hazırdır ve bunu da büyük siyasi eylemler olarak kabul etmektedir. Oysa bunlar, Machiavelli’den öğrenilen yozlaşmış siyasi eylemlerden başka bir şey değildir.
İkinci mesele, ona kim güvenebilir ve bunlara rağmen onu kim savunabilir de yatmaktadır?! Oysa onlar kendilerini aldatanlar ve başkalarını aldatmak için çalışanlardır. Onlarda var olan, ikiyüzlülük ve çelişkidir. Zira ihanet amelini Erdoğan işlediği zaman haklı çıkarıyorlar, ama bir başkası tarafından yapıldığında ihanet olarak kabul ediyorlar! Onların gözlerine perde inmiş ve kalpleri de körelmiştir.
Üçüncü mesele; Erdoğan, yurt dışındaki insanların ihanetlerinden dolayı eleştirmesini hiç önemsememesi, sadece içeride oy elde etmeyi önemsemesidir. Bu yüzden şimdi o, gelecek yıl yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimleri için destek toplamaya odaklanmış durumdadır. Dolayısıyla Yahudi varlığıyla uzlaşması ve onunla iş birliğini güçlendirmesi, ona Amerikan desteği için ivme kazandırıyor. Zira Amerikan medyası onu övüyor, Amerikan şirketi Moody’s, Fitch ve Standard & Poor’s gibi üç uluslararası kredi derecelendirme şirketi ona, ekonomisinin iyileştiğine dair ekstra aldatıcı işaretler veriyor ve Amerika, Batılı alacaklıların ona baskı yapmasını engelliyor. Zira Türkiye’nin acil borç temerrüdü bu yıl 173.7 milyar dolara yükselmiştir. Suriye halkını da hiç umursamıyor. Zira Türkiye’de Suriyeli mültecilere yönelik ırkçı düşmanlıklar çoğaldı ve cevabı ise onları sınır dışı edecek! Mısır rejiminin zulmünden kaçan Müslüman Kardeşleri susturmak da umurunda değildir. Zira onlar, onun kendilerine yönelik ihanetini haklı çıkaracaklardır. Ama tüm bunların etkisi, Türkiye içine yansımıyor. Zira Türkiye’deki insanların çoğunluğu için önemli olan tek şey ekonomik koşullarının iyileştirilmesidir. Böylece bu yanlış yöne yöneldiler ve her şeyden önce ümmetin ve İslam’ın sorunlarıyla ilgili İslami standartlarını ve ilgilerini kaybettiler.
Esad Mansur