– 1 –
Bu ayetlerde şu konularla ilgili hakikatleri açıklıyoruz:
- Nisa suresinin isimlendirilmesi ve sıralandırılması
- İnsanların tek nefisten yaratılması
- Bütün insanların Allahtan korkması
- Talep ve emrin çeşitleri
- İnsanların tek bir nefisten yaratılması
- Akrabalık çeşitleri
- Milliyetçilik meselesi
- Yetimlerin malı ve hakları
- Devletin ve davetin malı
Bu sure neden Nisa suresi adlandırıldı?
Neden 4. Sure olarak sıralandı?
Takva nasıl gerçekleşir?
Akrabalık kaç çeşittir, değeri nedir ve milliyetçilikle alakası var mıdır?
İnsan neyle değerli olur?
Yetim malına karşı nasıl davranılır?
Devlet ve davetin malı yetim malı gibi midir?
يٰۤـاَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوۡا رَبَّكُمُ الَّذِىۡ خَلَقَكُمۡ مِّنۡ نَّفۡسٍ وَّاحِدَةٍ وَّخَلَقَ مِنۡهَا زَوۡجَهَا وَبَثَّ مِنۡهُمَا رِجَالًا كَثِيۡرًا وَّنِسَآءً ۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّذِىۡ تَسَآءَلُوۡنَ بِهٖ وَالۡاَرۡحَامَ ؕ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلَيۡكُمۡ رَقِيۡبًا وَاٰ تُوا الۡيَتٰمٰٓى اَمۡوَالَهُمۡ وَلَا تَتَبَدَّلُوا الۡخَبِيۡثَ بِالطَّيِّبِ وَلَا تَاۡكُلُوۡۤا اَمۡوَالَهُمۡ اِلٰٓى اَمۡوَالِكُمۡؕ اِنَّهٗ كَانَ حُوۡبًا كَبِيۡرًا
Ey insanlar Sizi tek bir nefisten (Âdem’den) ve ondan eşini (Havva’yı) yaratan, ikisinden çok erkek ve kadın meydana getiren rabbinizden korkun. Allahtan korkun ki onun adına birbirinizden talepte bulunursunuz ve akrabalık kurarsınız. Allah sizi gözetlemektedir (1) Yetimlere mallarını verin, pis ve kötüyü temiz ve iyiyle değiştirmeyin. Yetimlerin mallarını yiyerek sizin mallarınıza karıştırmayın. Şüphesiz ki bu, büyük günahtır (2)
Bu Nisa suresi, isminin manası “kadınlar” dır. Bazı yerlerde bariz şekilde kadınlarla ilgili meseleler geçmektedir. Adlandırma ise; genellikle bir şeyin içindeki en bariz olan hususla yapılır. Bu adla adlandırılması Allah’ın vahiyle oldu.
Kitap’ta sıralanmasına gelince, 3. Raşidi Halife Hz. Osman (r.a) döneminde Kur’an bir kitap şeklinde toplanınca surenin uzunluğuna göre 4. Sıraya konuldu. Medine’de nazil oldu. Ama ayetlerin sıralaması Allah’tandır. Bir ayet nazil olunca Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bu ayeti falan suresinde falan ayetten sonra koyun emri veriyordu. Ama surelerin sıralamasına bir şey demediği için Raşidi Halife Osman r.a. içtihat yaptı. Ama icma olmadı, çünkü başka sahabeler başka şekilde düzenlediler. Misal olarak Ali r.a. Kuran’ı surelerin nüzul zamanlarına göre düzenlediği rivayet edildi. Fakat Halife bir karar alırsa veya bir şeri hüküm benimserse herkes itaat edecektir. Böylece herkes Halifeye uyup topladığı Kuran’ı ona teslim etti. Hz. Osman çoğalttı ve bir rivayete göre 7 nüshayı yedi yere dağıttı: Kendisinde bir nüsha bırakırken Medine, Mekke, Basra, Küfe, Şam ve Yemen’e gönderdi.
Bu surenin başlangıcında, Allah c.c bütün yarattığı insanlara bir takım fikir ve hüküm gösterirken yaratılışlarıyla ilgili önemli bir hakikati göstererek sesleniyor, önce onları yarattığını hatırlatıyor, ondan sonra bütün insanları tek bir nefisten yarattığını kendilerine bildiriyor, o nefis, ilk nefis olup Âdem’dir, ondan eşi olan Havva’yı yarattı. İkisinden birçok erkek ve kadın meydana getirtti. Öyleyse sizi yaratan rabbinizden korkun. Onun talep ettiğine uymak gerekir; bir emir varsa onu yerine getirin, bir nehiy varsa onu terk edin demektir. Böylece Allahtan korkmuş oluruz. Bütün ayetlerde durum böyledir.
Talep ise;
- Ya kesin emir olur, bu ise farz veya vaciptir. Bu yapıldığı zaman sevap vardır, yapılmazsa günah vardır.
- Ya da kesin olmayan emir olur; buna ise; sünnet, nafile, mendup denilir. Yapılırsa sevap vardır yapılmazsa günah yoktur.
- Ya da kesin nehiy olur, bu haramdır, yapılması yasaktır. Kesin ifadeyle yapılmamasını talep ediyor.
- Yâda kesin nehiy değilse mekruh denilir. Yapılmamasını daha iyi göstererek bir talepte bulunuyor.
- Yâda mubahtır, yapılabilir ifadeyle bir talep vardır.
Bunları belirleyen karinedir, o emrin ne olduğunu gösteren bağlayıcı ifadedir.
Misal olarak “Cuma namazına çağırıldığınız zaman hemen alış verişi terk edin ve namaza doğru yürüyün” buradaki karine kesindir, alışverişin terkedilmesini emretti, namazı alıkoyan her şeyi terk etmek gerekir. Bu nedenle Cuma namazına gitmek farzdır. “Cuma namazını kılınınca yeryüzünde yayılın ve rızkınızı arayın” mealindeki ayet (Cuma suresi 10. Ayet). Burada bir talep vardır, ama bu talep farz veya mendup ifadesiyle değil, mubahlık ifadesi ile geçti. Cuma namazından sonra insan rızkını arayabilir manasındadır. Rızkı aramak serbesttir. Tatil yapmak farz değildir, ibadette devam etmekte farz değildir. Çünkü bir yasaklıktan sonra verilen bir serbestliktir. Namaza çağırılınca alışverişin hemen terk edilmesi istendi, namaz kılınınca rızkınızı arayın müsaadesi geldi. Buna benzer her ayetin ve hadisin karinesini düşünmeliyiz, ondan sonra bu emrin ne olduğunu anlarız. Bunu ancak müçtehit anlayabilir.
Allah insanı yaratıp başıboş bırakmadı, ona şeriat ve minhaç indirdi, ona göre hayatta yürümesini istedi, muhalefet ederse şiddetli azap verir. Bu sebeple Allah’ın yaratıcı olduğuna inanmak gerekli olduğu gibi şeriatına, emir ve nehiylerine inanmak ve uygulamak gerekir. Buna inanmayan kimse mümin değildir. Hem dünyada hem ahirette Allahtan büyük ceza beklesin.
Bu nedenle Allah takvaya bütün insanları çağırdı. Kendisinden korkmalarını, azabından sakınmalarını istedi. Zira hepsini yarattığı için hepsini mükellef kıldı, kendisine karşı vecibelerini gösterdi: Kendisine, kitaplarına, resul ve peygamberlerine, meleklerine ve ahirete inanmaları, ibadet etmeleri, verdiği her emri yerine getirmeleri ve nehiylerinden vazgeçmelerini gerektirdi. Bu vecibeleri yerine getirmeyene şiddetli azap vereceğine ve yerine getirenlere cennet vereceğine kesin söz vermiştir.
Allah bizi yaratabildiği gibi yok edebilir, başımıza musibetleri indirebilir, kendisine itaat etmeyen insana ahirette cehennemi hazırladı. Bu nedenle yaratıcı olan yüce rabbimizden gerçek manada korkmalıyız, dünyada ve ahirette azabından sakınmalıyız. Bunu kesin olarak tasdik etmeyen veya hafife alan kimselere vay! Kendilerini büyük sanırlar, oysa Allah tarafından yaratılmış birer mahlûkturlar. Asılları topraktır; sonra su damlası haline getirdi. Ondan sonra bu su damlasından türemeye başladılar. Bundan sonra kan pıhtısına dönüştürdü, ondan sonra et parçası haline getirdi, bu et parçası kemiklere çevrilir, ondan sonra bu kemikler etle kaplanır, nihayet insan haline getirildi. Allah ne güzel yaratıcıdır! Mübarek olsun. (Müminun 12-14)
Bu kendiliğinden esinlikle olamaz, bunu diyenler akılsız veya inatçı mahluklardır. Dünyada basit bir şey görürlerse bunun faili, mucidi vardır, bunu meydana getiren veya yapan kimse vardır derler. Ama yaratılışa gelince hayır kendiliğinden veya tesadüfen olmuş derler! Ne kadar haktan ve insaftan saptılar! Daha doğrusu ne kadar nankör ve inatçı oldular!
O ki; Allah’tır, ondan korkun, zira onun adına birbirinizden talepte bulunursunuz ve akrabalık kurarsınız. Allah sizi gözetlemektedir.
İnsanlar birbirlerinden bir şey isteyince veya muhtaç kalınca Allah’ın adıyla yalvarırlar. Allah için veya Allah’ın aşkına veyahut Allah’a yemin et ve buna benzer sözler derler. Yine akrabalık bağını öne sürerler, akrabalık adına birbirlerinden bir şey isterler. Akrabalık nasıl olduysa insanları birbirine yakın kılar ve bağlar. Bu da Allah’ın ayetlerinden bir ayettir. Bu ise evlilik neticesinden meydana gelir. Yukarıda bu surenin ilk ayetinde gösterildiği gibidir. İnsanı yarattı ve eşini de yarattı, ondan sonra çoğalırlar ve akrabalık meydana gelir. Ayette erham kelimesi geçti, rahimden geldiklerinden dolayıdır. Böylece akrabalık doğuyor. Erhamdan söz edince onun insanlara ehemmiyetini gösteriyor. Zira insanları birbirine bağlayan odur.
İslam, akrabaları iki çeşide böldü, birincisi: mirasçı olabilen akrabalar. Bunlar da iki kısım: furud ve usbattır: erkek olsun kadın olsun eşler, oğul ve ondan gelen oğullar, kız, baba, anne, baba tarafından dede, baba tarafından büyük anne ve kardeşlerdir. Bunlarla ilgilenmek ve bakmak gerekir. Allah’ın izniyle ilerde mirasla ilgili ayetlerde bunlardan söz edeceğiz. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu: “ Veren el (kimse) yüksektir, baktığın kimselerden (sırayla) başla: annen, baban, kız kardeşin, erkek kardeşin ve ondan sonra bunlardan daha aşağı derecede akrabalarla sırayla gelenlere bak”. (El Hakim ve İbni Hibban)
Mirasçı olamayan akrabalar ise rahim tarafıdır . Onlara erham denilir. Bunlar on çeşittir: dayı, teyze, anne tarafından büyük baba, kızın oğulları, kız kardeşinin oğulları, erkek kardeşinin kızları, amcanın kızları, hala, anne tarafından amca ( iki çocuk anneleri bir, babaları farklı, babalarının kardeşleri değişik olur, her birinin öz amcası olmayan anne tarafından amca olur) ve anne tarafından erkek kardeşin oğullarıdır. Bunlarla ilgilenmek te gerekir, buna sıla-ı rahim denilir. İnsanlar ilk çeşit akrabalarla ilgilenip ikinci çeşit akrabaları ihmal ettiklerinden dolayı Allahu Teala sılaı- rahim meselesi üzerine durup onlarla ilgilenmemizi farz kıldı. Velev ki onlardan bize miras kalmıyor veya bize düşen mali vecibelere bizimle beraber üstlenmezler.
Allah c.c birçok ayette kendisinden sakındırıyor ve insanların azabından korkmasını istiyor. Zira o gören ve işitendir, bizi gözetliyor. Nerede gizlensek o bizi görüyor ve işitiyor. Buna inanan kimse Allah’ın emrine muhalefet etmez, yasakladığı şeyleri yapmaz.
Bu ayetlerin ırkçılık ve milliyetçilikle alakası yoktur. Sadece insanlara mesuliyeti taşıtıyor, herkes kimden sorumlu ve kiminle ilgileneceğini bilsin. Zaten, bütün insanlar aynı babadan ve aynı anneden geldiklerini söyleyince ırkçılık ve milliyetçiliği kaldırıp sildi, insanlık ve yaratılış açısından hiç aralarında fark yoktur, bu açıdan hiç bir insan başka insandan daha üstün değildir. Bunu Yüce yaratıcı olan Allah c.c Hucurat suresinde 13.ayette bunu vurgulayıp insanlar arsındaki farkın nerde olduğunu açıklayarak şöyle buyurdu:
يٰۤاَيُّهَا النَّاسُ اِنَّا خَلَقۡنٰكُمۡ مِّنۡ ذَكَرٍ وَّاُنۡثٰى وَجَعَلۡنٰكُمۡ شُعُوۡبًا وَّقَبَآٮِٕلَ لِتَعَارَفُوۡا ؕ اِنَّ اَكۡرَمَكُمۡ عِنۡدَ اللّٰهِ اَتۡقٰٮكُمۡ ؕ اِنَّ اللّٰهَ عَلِيۡمٌ خَبِيۡرٌ ﴿۱۳﴾
“Ey insanlar, sizi erkek ve dişiden yarattık, halk halk ve kabile kabile haline getirdik ki birbirinizi tanıyasınız. Şüphesiz Allah yanında en değerli olanınız en takvalı olanınızdır. Şüphesiz ki Allah bilen ve her şeyden haberdar olandır”.
İnsanlar arasında fark yoktur, hepsi aynı babadan ve anneden yaratıldı, üstünlük Allah indinde takvayla olur, insan yaratıcısına ve emrine ne kadar bağlı ise o kadar üstün olur, bu da dini olan İslam ahkâmına bağlılığı ile gerçekleşir. Allah Resulüne ne vahiy etti ise onu uyguluyorsa Allah yanında üstünlük kazanır. Ama yaratıcısına karşı kibirlilik taslayıp isyan ederse en alçak insan hale düşer. İnsanların birbirlerini tanımak için isimleri olması gerekir, ondan sonra evlenip bir aile kurar ve bunun ismiyle tanınırlar, kendi soyundan gelenler onun ismini bir soyadı olarak bilinir. Bunun çocukları evlenirse birçok aile oluştururlar, onun ismini taşırlar, böylece bunlar bir aşiret ve bir kabile oluştururlar. Bu kabilenin adıyla tanınmaya başlanır. Ondan sonra aile ve kabile türemeye başlarlar, hepsi bir araya gelince halk veya kavim oluştururlar. Bu nedenle ırkçılık veya milliyetçilik veya kavmiyetçilik ve kabilecilik yapmak ve buna benzer nara ve taassuplar şeriatça doğru olmadığı gibi haramdır, akla ve gerçeğe terstir ve hiç doğru değildir. İslam “Allah yanında en değerli olanınız en takvalı olanınızdır” deyince, bütün bu nara ve taassupluğu yasaklamış oldu. Hem de bütün ayetlerde “kim iman edip salih amel yaparsa” ve Allah’ın emrine uyan kimseleri ve buna benzer ayetlerde övdüğü zaman milliyetçilik yasaklanmış oldu. Cennete girecek kimseler belli bir kavme mensup olanlar değil, Allah’ın emrine uyan kimselerdir. Cehenneme girecek kimseler de belli halktan değil Allaha isyan eden kimselerdir.
Mekke liderleri milliyetçi idiler, Mekke fethi olunca Habeşistanlı siyah olan Bilal (r.a) Kabe üzerine çıkıp ezan okuyunca bunlar tahammül edemediler. Değişik sözler sarf ettiler, biri: Allah’a hamd olsun ki babam daha önce öldü ve bu manzarayı görmedi! dedi. Diğeri: Muhammed bu siyah kargadan başka bulamadı mı?! Ve benzeri horlayıcı sözler söylediler, Cebrail a.s Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’e gelip haber verdi. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem onları çağırdı ve ne söylediklerini onlara haber verince onlar doğruladılar. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem onlara bu ayeti okudu. Şöyle dedi:
” يا أيها الناس، إن الله قد أذهب عنكم عيبة الجاهلية وتعظمها بآبائها، فالناس رجلان: رجل بر تقي كريم على الله، وفاجر شقي هين على الله.. وتلا الآية يا أيها الناس..” (أبو داود، ابن أبي حاتم)
“Allah’a hamd olsun sizin üzerinizden cahiliyenin kötülüğü ve babalarla övünmesini kaldırdı. İnsanlar iki çeşittir: birincisi hayırlı ve takvalıdır; Allah indinde değerlidir. İkincisi ise facir ve eşkıyadır, Allah indinde alçaktır” (Ebu Davut, İbni Ebi Hatem ) ve bu ayeti okudu.
Ayrıca Resullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:
” إنَّ اللهَ لا يَنْظُرُ إلى صُوَرِكُم وأمْوالِكُم، ولكَن يَنْظرُ إلى قُلوبِكُم وأعَمَالِكُم” (مسلم)
“Allah suratlarınıza, şekillerinize ve mallarınıza bakmaz. Ancak kalplerinize ve amellerinize bakar” (Buhari ve Müslim)
Veda hutbesinde Müslümanlara şöyle seslendi:
” يا أيها الناس! ألا إن ربكم واحد، وإن أباكم واحد، ألا لا فضل لعربي على أعجمي ، ولا لأعجمي على عربي، ولا لأحمر على أسود ولا لأسود على أحمر إلا بالتقوى.. فإن دماءكم وأموالكم عليكم حرام كحرمة يومكم هذا في شهركم هذا في بلدكم هذا إلى يوم تلقون ربكم” (البخاري، مسلم، أحمد، أبو داود، ابن ماجه، الدارمي)
“ Ey insanlar! Muhakkak ki rabbiniz birdir, babanız birdir, bu halde bir Arap acemden (Arap olmayandan), bir acem de Arap’tan üstün değildir. Bir kırmızı (beyaz) olan bir siyahtan, bir siyah ta bir (kırmızı) beyazdan üstün değildir. Üstünlük ancak takvayla olur. Bu gün ve ay ( hac ayları ve günlerinde) ve bu memlekette (Mekke’de) nasıl öldürmek haramsa birbirinize karşı kanlarınız ve mallarınız haramdır (haksızca bir kimseyi öldürmek veya malını almak haramdır). Bu haramlık Allah’la karşılaşıncaya kadar devam edecektir” (Buhari, Müslim, İbni Hanbel, Ebu davut, İbni Maceh, Darimi)
Birçok sahih hadis-i şerifte milliyetçilikten nehyedilmiştir. Bunlardan biri şöyledir:
«مَنْ قُتِلَ تَحْتَ رَايَةٍ عُمِّيَّةٍ يَغْضَبُ لِعَصَبَةٍ أَوْ يَدْعُو إِلَى عَصَبَةٍ أَوْ يَنْصُرُ عَصَبِيَّةً فَقِتْلَةٌ جَاهِلِيَّةٌ» رواه مسلم.
“ Kim asabiyete çağırarak veya onun için kızgınlığı göstererek veyahut ona çağırarak veyahut ta onun işine yardım ederek, kör olan sancak (asabiyet sancağı) altında savaşıp öldürülürse onun ölümü cahiliyedir” (Müslim).
“Yetimlere mallarını verin, pis ve kötüyü temiz ve iyiyle değiştirmeyin. Yetimlerin mallarını yiyerek sizin mallarınıza karıştırmayın. Şüphesiz ki bu, büyük günahtır”.
Bu 2. Ayette Allah insanı yaratılışını hatırlattıktan ve bazı gerçekleri gösterdikten sonra hemen hüküm vermeye başladı; başta babasını kayıp eden yetime önem verdi. Zira 1. Ayette birinci nefisten sonra herkesin babası var oldu, ama küçük iken babalarını kayıp edenler de olacaktır. İlgilenme konusunda en önemli insanlar bunlardır.
Gatafan kabilesinden bir adamın, yetim olan yeğenine (erkek kardeşinin oğluna) ait çok mal vardı, bu mala bakıyordu, bu yetim baliğ olunca amcasından malını istedi, amcası reddetti. Resullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’e muhakeme olunmaya gittiler. Onunla ilgili bu ayet nazil oldu, bu adam bunu duyunca şöyle dedi: Allah’a ve Resulüne itaat ettik, büyük günahtan Allah’a sığınırız ve malı yeğenine verdi. Bunun arkasından Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu: “Kim nefsini cimrilikten kurtarırsa ve böyle rabbine itaat ederse onun evi (cenneti) kendisine helal olsun”. Yeğen bunu duyunca aldığı malı Allah’ın uğrunda harcadı. O anda Resulullah şöyle buyurdu: “Sevap sabit oldu, fakat günah kaldı”. Dediler ki ya Resulullah nasıl günah kaldı? Bu çocuğa sevap sabit oldu, fakat babası üzerine günah kaldı (babası kâfirdi)”. (Tefsir sahibi Bağavi ve Kurtubi, Mukatıl ve Kelbi’den rivayet ettiler)
Yetimin malına bakan kimsenin bu malı yemesi veya alması büyük haramdır. Bu surede, Nisa suresi 10. Ayette bunu tekrar ederek tekit etti, bunu yiyenler ancak ateş yerler ve yakıcı ateşle yanacaktır. Ancak yetimin velisi veya vasisi marufla, o bölgede bilindiği şekilde bakım ücreti alabilir. Bu konu bu suredeki 5. Ayette gösterildi.
Yetimler baliğ ve akil olunca onlara malları verilmek istenince pis ve kötüyü temiz ve iyiyle değiştirmek te haramdır. Yetimin malı neyse onu vermek gerekir. Misal olarak iyi hayvanları vardı, verilmek istenince iyi olmayan veya zayıf hayvanları veremez. İyi hayvan neyse deve, keçi, koyun vs.. yetime vermek gerekir.
Yine yetimin malından sorumlu olan kimse, veli veya vasi, bu malı kendi malına karıştıramaz. Ayrı yerde korur ve geliştirmeye çalışır.
Yetimin malı gibi İslam Hilafet devletinin ve davetin malı da korunur. Sorumlular hiç bir şekilde bu mala dokunamazlar, onu korurlar ve yerinde harcalar, ondan yemezler ve mallarıyla karıştıramazlar. Sadece marufla kendilerine tahsis edilen miktarı alırlar. İslam devletinin ilk yöneticisi olan Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem ve Raşidi halifeler gibi olurlar, o zaman adalet ve emniyet gerçekleşir, insanlar memnun kalırlar. Bu durumda hiç bir kimse devletin malına dokunmaz.
Faris veya Pers fethedilince Perslerin kralı Kisra’nın elmas ve altından oluşan tacı bir Müslümanın eline düşünce hemen Raşidi Halife Ömer r.a’a koşup teslim edince Halife “Şüphesiz ki bunu getirenler emindirler” deyince yardımcısı Ali r.a “ Ey müminlerin emiri! Sen iffetli oldun (devletin malından uzak durdun, ona dokunmadın), onlar da (sana bakarak) iffetli oldular. Sen devletin malına dokunsaydın onlar da dokunacaklardı.” (Tabari, Darkutni, Şafi, Fezari ve diğerleri)
Yöneticiler bozulursa tebalar, halk bozulur, zira insanlar yöneticilerine bakarlar, ne yaparlarsa onlar gibi yaparlar. İslam dünyasındaki yöneticiler bozuk oldukları, yolsuzluk yaptıkları, devletin ve ümmetin malına göz diktikleri için diğer memurlar aynı şeyi yapmaya başlarlar, halk ta artık onlara güven kalmaz, herkes devleti kendi tarafından çalmaya başlar.
Allah’ın izniyle ikinci Raşdi Hilafet olunca halifeler Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali gibi olacaklar asla devletin ve ümmetin malına hiç dokunmazlar. O halde ümmet emin olur, hiç bir kimse devletin ve ümmetin malına dokunamaz daha doğrusu onun bekleyicisi olacaktır.