– 27 –
Cihada hazırlanmak
Cihadın çeşitleri
Düşmana karşı davranış
Başka niyetle cihad etmek
Şehitler
Ahirete iman
Tağut uğrunda savaşmak
Şeytanın gücü
Şeytanın dostlarından korkmak
Allaha tevekkül etmek
Cihada ilk hazır olanlar kimlerdir? Cihadın çeşitleri nedir? Savaşırken düşmana karşı nasıl davranılır? Ne zaman Allah uğrunda savaşılmış sayılır? Kime şehit denilir? Ahirete iman insana ne etki yapar? Tağut nedir ve onun uğrunda kim savaşır? Şeytan nasıl insanı etkiler? Şeytan kimi korkutur? Şeytanın dostlarından korkmak imanla bağdaşır mı? Allah’a tevekkül etmek nasıl gerçekleşir?
فَلۡيُقَاتِلۡ فِىۡ سَبِيۡلِ اللّٰهِ الَّذِيۡنَ يَشۡرُوۡنَ الۡحَيٰوةَ الدُّنۡيَا بِالۡاٰخِرَةِ ؕ وَمَنۡ يُّقَاتِلۡ فِىۡ سَبِيۡلِ اللّٰهِ فَيُقۡتَلۡ اَوۡ يَغۡلِبۡ فَسَوۡفَ نُـؤۡتِيۡهِ اَجۡرًا عَظِيۡمًا وَمَا لَـكُمۡ لَا تُقَاتِلُوۡنَ فِىۡ سَبِيۡلِ اللّٰهِ وَالۡمُسۡتَضۡعَفِيۡنَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَآءِ وَالۡوِلۡدَانِ الَّذِيۡنَ يَقُوۡلُوۡنَ رَبَّنَاۤ اَخۡرِجۡنَا مِنۡ هٰذِهِ الۡـقَرۡيَةِ الظَّالِمِ اَهۡلُهَا ۚ وَاجۡعَلْ لَّـنَا مِنۡ لَّدُنۡكَ وَلِيًّا ۙ وَّاجۡعَلْ لَّـنَا مِنۡ لَّدُنۡكَ نَصِيۡرًا ؕ اَلَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا يُقَاتِلُوۡنَ فِىۡ سَبِيۡلِ اللّٰهِ ۚ وَالَّذِيۡنَ كَفَرُوۡا يُقَاتِلُوۡنَ فِىۡ سَبِيۡلِ الطَّاغُوۡتِ فَقَاتِلُوۡۤا اَوۡلِيَآءَ الشَّيۡطٰنِۚ اِنَّ كَيۡدَ الشَّيۡطٰنِ كَانَ ضَعِيۡفًا
“O halde, dünya hayatını ahiret karşılığında satanlar Allah uğrunda kıtal yapsınlar (savaşsınlar). Kim Allah uğrunda kıtal yapar (savaşır) da öldürülür veya galip gelirse biz ona büyük sevap (mükâfat) vereceğiz. Size ne oldu da Allah uğrunda ve “Rabbimiz, bizi ehli (yöneticileri) zalim olan bu beldeden çıkar, bize senin tarafından bir veli (sahip) gönder, bize katından bir yardımcı yolla!” diyen mustazaf (zaafa uğratılan çaresiz) erkek, kadın ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz? İman edenler Allah uğrunda kıtal yaparlar (savaşırlar). Kâfirler ise tağut uğrunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın. Şüphe yok ki şeytanın hilesi, tuzağı daima zayıftır”. ( Nisa 74 – 76 )
Allah (c.c) daha önceki ayetlerde müminlerin bölük bölük veya tüm olarak uyanık ve tedbirli olarak ta cihada gitmelerini kesin ifadeyle talep etti. Müminler arasında bir grup kişilerin ağır hareket ettiklerini ve pek cihada gitmek istemediklerini gösterdi. Ancak zarar görmeyip ganimet veya menfaat elde edilecekse gitmek isterler. Her asırda bu tip insanlar, sadece dünyayı kazanmayı düşünüyorlar.
İnsanları yaratan Allah böyle insanların var olduklarını gösteriyor, ilminde bu vardır, fakat böyle insanlar gerçek görünürse ayet indirir. Bu nedenle bu Kitap her asır için geçerlidir, her durumda insanların ne olduklarını ve nasıl hareket edeceklerini anlatır. Öyleyse insanı ve insanların işlerinin yürütülmesini ve sorunların çözümünü, yani siyaseti yalnız Allah’tan öğrenmeliyiz. Başka ifadeyle Resulüne vahyettiği Kitap ve Sünnette hepsi mevcuttur. Şer’i kaynaklar bunlardır.
Bundan sonra Allah cihadla ilgili müminlere şöyle emir veriyor:
فَلۡيُقَاتِلۡ فِىۡ سَبِيۡلِ اللّٰهِ الَّذِيۡنَ يَشۡرُوۡنَ الۡحَيٰوةَ الدُّنۡيَا بِالۡاٰخِرَةِؕ
“O halde, dünya hayatını ahiret karşılığında satanlar Allah uğrunda kıtal yapsınlar (savaşsınlar)”. Zira dünya hayatını ahirete karşı satmayanlar Allah uğrunda savaşmazlar. Ahireti düşünmeyen ve hedef edinmeyenin Allah uğrunda savaşması beklenemez. Ahireti kazanma karşılığında dünya hayatlarını satanlar ancak Allah uğrunda savaşırlar. Hep dünyayı kazanmayı düşünenler ise, Allah uğrunda savaşmaya hazır değildirler. Ancak dünyevi bir kazanç varsa müminlerle beraber gidip savaşırlar. Allah bu tip insanlar konusunda müminleri uyardı.
Ahirete iman edip kavramak, onu hedef edinmek ve onu daima hatırlamak pek önemli bir akidedir. İnsanı dünyaya getiren ve dünyadaki nimetleri veren Allah’tır. İnsanı yoktan yaratıp bu dünyaya getirdi ve ona dünya cennetini verdi. Bu da Allah insanı öldürdükten sonra tekrar onu canlandıracak ve ona bir cennet hazırladığına dair verilen bir örnek ve kesin bir ispattır. Hem de ahiretteki hayat ve nimetler ebedidir.
Öyleyse cihadı yapacak samimi müminleri hazırlamak gerekir. Başka ifadeyle, Allah uğrunda kendi mallarını ve canlarını feda edebilecek kimseleri yetiştirmek gerekir. Bu nedenle Müslümanları eğitmek elzem oldu. Zira bu ayette iltizam veya iktiza delaleti vardır. Bu ise Allah uğrunda canlarını ve mallarını feda edecek kimseleri eğitmek ve yetiştirmektir. Zalimlere karşı mücadele etmek, hak sözü söylemek ve Hilafet devletini kurmaya yönelik ciddi faaliyet yapacak böyle dava ve devlet adamı yetiştirmek gerekir.
Bu ise imanı kavratmak ve yerleştirmekten geçer. İnsanların kalplerinde akideyi saf ve net şekilde yerleştirmek, zihinlerine kavratıp, oturtmak ve mücadeleye sevk edip alıştırmakla gerçekleşir. Sahabeler önce kâfirlere, zalimlere ve sistemleriyle fikri ve siyasi mücadele yaptılar, zalim rejimin eziyetine dayandılar. İslam devletini kurduktan sonra cihad emri gelince ilk hareket edenler ta kendileri idiler. İşte bu gün zalimlerin yüzüne hakkı söyleyenler ve Hilafeti kurmak için zalim rejimlere karşı mücadele eden kimseler, cihada her vakit hazırdırlar. Zira imanı kalplerinde yerleştirdiler, onu kavradılar ve zihinlerinde tam oturttular. Bu akide açısından düşünürler ve hareket ederler. Böyle olmayınca bu daveti ve mücadeleyi terk eder, cihada gitmeye hazır olmaz. Zira dünyayı ahirete tercih edenler, zalimlere karşı mücadeleyi terk ederler.
Allah emrini yerine getirenleri şöyle müjdeledi:
وَمَنۡ يُّقَاتِلۡ فِىۡ سَبِيۡلِ اللّٰهِ فَيُقۡتَلۡ اَوۡ يَغۡلِبۡ فَسَوۡفَ نُـؤۡتِيۡهِ اَجۡرًا عَظِيۡمًا
“Kim Allah uğrunda kıtal yapar (savaşır) da öldürülür veya galip gelirse biz ona büyük sevap (mükâfat) vereceğiz”. İşte bu iki halde mümin kârlıdır; ister Allah uğrunda öldürülürsün isterse galip gelip zaferi elde etsin. Bu iki halde de büyük sevap kazanmış olur. Bu ise cennettir. En büyük menfaat budur, çünkü dünya zaildir, menfaati geçicidir ama ahiretin menfaati zail olmaz, ilelebet bakidir. Orada insan ölmez, yorulmadan her güzelliği elde eder, hiçbir zarar ve sıkıntı görmez. Bunu ancak mümin kişi idrak eder.
Buradaki savaşın emri, kâfirlerin diyarlarını fethetmekle ilgilidir. Bazı âlimler buna cihad-ı talep adı verdiler. Çünkü Allah kâfirlere karşı cihadı başlatmayı talep ediyor. Ama önce kâfirlere İslam tebliğ edilir, Müslüman olurlarsa onlarla savaşılmaz. Müslüman olmazlarsa İslam yönetimi altına girmeye çağrılırlar. Kabul ederlerse Müslümanlar gibi muamele görürler. Kabul etmezlerse onlarla savaşılır. Bunların detaylarını Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şu hadiste gösterdi.
Süleyman İbn-u Burayda babasından şöyle rivayet etti:
” كان رسول الله صلى الله عليه وسلم إذا أمّرً أميرا على جيش أو سرية أوصاه في خاصته بتقوى الله ومن معه من المسلمين خيرا، ثم قال: اغزو باسم الله قاتلوا من كفر بالله، اغزوا ولا تغلوا ولا تغدروا ولا تمثلوا ولا تقتلوا وليدا، وإذا لقيت عدوك من المشركين فادعهم إلى ثلاث خصال أو خلال، فأيتهن ما أجابوك فاقبل منهم وكف عنهم، ثم ادعهم إلى الإسلام فإن أجابوك فاقبل منهم وكف عنهم، ثم ادعهم إلى التحول من دارهم إلى دار المهاجرين، وأخبرهم أنهم إن فعلوا ذلك فلهم ما للمهاجرين وعليهم ما على المهاجرين، فإن أبو أن يتحولوا منها فأخبرهم أنهم يكونون كأعراب المسلمين يجري عليهم حكم الله الذي يجري على المؤمنين ولا يكون لهم من الغنيمة والفيء شيء إلا أن يجاهدوا مع المسلمين. فإن هم أبوا فسلهم الجزية فإن أجابوك فاقبل منهم وكف عنهم فإن هم أبوا فاستعن بالله وقاتلهم”. (مسلم)
“ Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bir ordu veya bir seriyeye bir emir tayin ettiği zaman kendi özel hayatında Allah’tan korkması ve beraberindeki Müslümanlara karşı hayırla davranmasını tavsiye ederdi, emrederdi. Sonra şöyle derdi: “Allah’ın adıyla savaşın, Allah’ı inkâr edenlerle, kâfirlerle savaşın. Savaşırken haddi (Allah’ın sınırlarını) aşmayın, gaddarlık yapmayın (bir kimsenin teslimiyetini kabul ettiğiniz zaman onu kandırarak öldürmeyin), temsil etmeyin (kişiyi öldürdükten sonra cesedini parçalamaya çalışmayın), çocukları öldürmeyin. Müşrik düşmanlarınızla karşılaştığınız zaman şu üç haslete veya hususa çağır. Hangisine icabet ederlerse onlardan kabul et ve onlar üzerinden elini kaldır. Önce İslam’a davet et. Eğer sana icabet ederlerse onlardan kabul et ve elini onlar üzerinden kaldır. (kabul etmezlerse) Kendi diyarlarını terk edip dar-ul muhacirine doğru gelsinler (Dar-ul İslam’a çevirsinler, İslam devletinin hükmü altına girsinler). Onlara bildir ki bunu yapmaları halinde muhacirlerin lehine ne varsa onların lehine olur, muhacirlerin aleyhine ne varsa onların aleyhine olur. Eğer diyarlarından ayrılmayı reddederlerse (dar-ul İslam’a gelmeyi kabul etmezlerse veya diyarlarını çevirmezlerse) onlara bildir ki onlar Müslümanların bedevileri (çölde kalıp hicret etmeyen İslam’a giren bedeviler) gibi olurlar. Müminler üzerine uygulanan Allah’ın hükmü onlar üzerine uygulanır. Ganimetten ve feyden bir hakları yoktur ancak Müslümanlarla beraber cihad ederlerse müstesnadır. Eğer reddederlerse onlardan cizye vermelerini iste. Reddederlerse Allah’tan yardım dileyerek onlarla savaş” (Müslim)
Allah uğrunda savaşan cenneti kazanır. Buna şehit denilir. Allah bunun cennetlik olduğuna şahitlik yaptığı için ona şehit denilir. Ancak Allah uğrunda savaşıp galip gelene gazi ve fatih te denilir. Bütün ayetler bunu kesin olarak gösterir. Zira cihat namaz, zekât, hac ve oruç gibi bir ibadettir. Hem de en büyük ibadet sayılır. İbadetler sırf Allah için yapılır. Niyet halis muhlis şekilde Allah için yapılır. Cihad yeryüzünde sırf Allah’ın sözünü yükseltmek ve hâkim kılmak için yapılır.
روى مسلم عن طريق أبي موسى الأشعري رضي الله عنه :” أن رجلا أتى النبي صلى الله عليه وسلم فقال يا رسول الله؟ الرجل يقاتل للمغنم، والرجل يقاتل ليذكر، والرجل يقاتل ليرى مكانه، فمن في سبيل الله؟ فقال رسول الله: من قاتل لتكون كلمة الله هي العليا فهو سبيل الله”.
Müslüm Ebu Musa El Eşari (r.a) yoluyla şöyle rivayet etti: “Bir adam Resulullah’ın yanına gelip şöyle sordu: “Ey Resulullah! bir adam ganimet için savaşır, başka adam şöhret için savaşır ve başka adam da gösteriş için savaşır, bunlardan kim Allah uğrunda savaşmış olur? Resulullah (s.a.s) şöyle dedi: “Kim Allah’ın sözünü yükseltmek ve hakim kılmak için savaşırsa, Allah uğrunda savaşmış olur”. (Sahih-i Müslim)
Yine Müslim Ebu Musa El Eşari (r.a)’dan başka rivayette şöyle aktardı:
“سئل رسول الله صلى الله عليه وسلم عن الرجل يقاتل شجاعة، ويقاتل حمية، ويقاتل رياء، أي ذلك في سبيل الله؟ فقال رسول الله: من قاتل لتكون كلمة الله هي العليا فهو سبيل الله”.
Resulullah (s.a.s) şöyle soruldu: “Adam cesaretini göstermek veya hamiyet (halkı veya grubu, milliyetçilik için) veyahut riyakârlık olarak savaşırsa bunların hangisi Allah uğrunda savaşmış olur?” Resulullah (s.a.s) şöyle dedi: “ Kim Allah’ın sözünü yükseltmek ve hâkim kılmak için savaşırsa Allah uğrunda savaşmış olur”. ( Sahih-i Müslim)
Zaten ayette kesin delaletle sadece Allah uğrunda savaşanların büyük sevabı, cenneti kazanacakları açıklandı ve bu hadiste Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bunun mahiyetini açıkladı.
Tevbe suresinde 19- 22 ayetlerinde Allah-u teala imandan sonra cihadın hacılara su ve yemek vermek, Mescid-i haram’ın imarı ve onarımını yapmaktan daha üstün olduğunu, malla ve canla cihad etmenin Allah indinde en büyük salih amel olduğunu, malla ve canla cihad edenlerin kazananların ta kendileri olduğunu, rablerinin kendisinden rahmet, rıza ve daimi nimetlere sahip olan cennetle ve orada ebediyen kalacaklarını müjdelediğini bildirmiştir.
Nisa suresinde 95-96. Ayette Allah-u teala Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad eden müminlerin cihad etmeyen müminlerden yüksek derecelerle daha üstün olduklarını bildirmiştir.
Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
” إن في الجنة مائة درجة أعدها الله للمجاهدين في سبيل الله، ما بين الدرجتين كما بين السماء والأرض” (البخاري)
“ Şüphesiz ki cennette 100 derece vardır. Allah bunları kendi yolunda cihad edenlere hazırladı. Her iki derece arasındaki mesafe gök ile yeryüzü arasındaki mesafe kadardır” (Buhari)
Şöyle de buyurdu:
” ذُرْوَةُ سَنَامِ الإسْلامِ الْجِهَاد” (ابن حنبل)
“ İslam’ın zirvesi, doruğu ise cihattır”. (Tirmizi, İbni Hanbel)
Şöyle de buyurdu:
” لغدوة في سبيل الله أو روحة خير من الدنيا وما فيها ” (البخاري ومسلم)
“ Allah yolunda cihad etmeye erken sabahta bir gidiş veya (her hangi bir vakitte) bir çıkış dünyadan ve içindekilerden daha hayırlıdır” (Buhari ve Müslim)
Bu nedenle İslam’ın tanımadığı vatancılık ve milliyetçilik için savaşmak hiç caiz değildir, ahirette hiç bir sevabı yoktur, öldürülenler şehit sayılmaz ve savaşı kazanırlarsa bunlara gazi veya fatih denilemez.
Fikren ve siyaseten Allah’ın sözünü yükseltmek ve hakim kılmak için mücadele edenler ve zalimlere karşı hak sözü söyleyenler zalimler tarafından öldürülürlerse şehit sayılırlar. Hem de büyük mertebede olurlar ve şehitlerin efendisinin derecesine ulaşırlar. Zira bu mücadele de pek önemlidir, Allah’ın dinini korumak ve hâkim kılmak için olur. Bunun arkasında cihad- talep yapılır ve sair Allah’ın hükümleri uygulanır, Müslümanların emniyeti ve onurunu sağlar, İslam’ın yayılmasını ve insanların İslam’a toptan girmelerini de sağlar.
Ne fetihler gerçekleştirmek ne de Müslümanları ve diyarlarını kurtarmak için bir devlet yoktur. İşte bu devleti kurmaya çalışanlar mücahidin sevabı kadar alırlar. Bunun uğrunda öldürülürse şehitlerin efendisi olur. Fakat buradaki cihad silahlı değil fikri ve siyasidir. Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Mekke’deyken hiç silah kullanmadı, kendi hzibine de silah kullanmaya müsaade etmedi. Zira Allah silah kullanmaya izin vermedi. Devlet kurulduktan sonra izin verdi ve silahla cihadı farz kıldı.
Allah-u Teala şöyle buyurdu:
فَلَا تُطِعِ الۡكٰفِرِيۡنَ وَجَاهِدۡهُمۡ بِهٖ جِهَادًا كَبِيۡرًا
“ Kâfirlere uyma ve bununla (Kuran’la) onlara karşı büyük cihad et” (Furkan 52)
Buradaki cihad Kuran’la olunca fikri ve siyasi demektir. Zira lügatte cihadın manası ceht etmek, gayret sarf etmektir. Şeri ıstılah ise Allah’ın rızası için İslam’ın yayılması karşısında duran maddi engelleri kaldırmak üzere malla ve canla çarpışmaktır, savaşmaktır.
Mekke döneminde devleti kurmak için silahla çarpışmayı yasaklayan ayetler nazil oldu ve Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem kendisi de yapmadı, Sahabelere müsaade etmedi. Sırf sözle yetiniyordu. İşkence gören Müslümanlara sabrı ve sebat lığı tavsiye ediyordu. Kendilerine işkence çektirilen Yasir oğullarına şöyle dedi:
“صَبْرًا آلَ يَاسِرٍ إنَّ مَوْعِدُكُمُ الْجَنَّةُ”
“Sabredin ey Yasir ailesi! Elbette ki size vaat edilen şey cennettir.”
(Müstedrek, 3/383; El-Metalibu’l âliye, 4034; El-Hilye, 1/140)
Zalimlere karşı hakkı söylemeyi emrederken bunun uğrunda öldürülenler hakkında şöyle buyurdu:
«سَيِّدُ الشُّهَدَاءِ حَمْزَةُ بْنُ عَبْدِ الْمُطَّلِبِ، وَرَجُلٌ قَالَ إِلَى إِمَامٍ جَائِرٍ فَأَمَرَهُ وَنَهَاهُ فَقَتَلَهُ» رواه الحاكم في المستدرك وإسناده صحيح.
“Şehitlerin efendisi Hamza bin Abdülmuttalip ve zalim yöneticiye karşı çıkıp ona marufu emredip münkeri nehyederek öldürülen kimsedir” (Elhakim Müstedrek hadis kitabında rivayet etti, senedi sahihtir)
“أفضل الجهاد كلمة حق تقال عند سلطان جائر” (أبو داود، الترمذي)
“Cihadın en üstünü zalim yönetici karşısında hak sözü söylemektir” (Ebu Davut, Tirmizi)
İşte İslam’ın hâkimiyetini tesis etmek ve korumak için fikri ve siyasi mücadelenin üstünlüğü büyüktür. Bunun uğrunda öldürülen kimse şehitlerin efendisidir. Hamza kadar yüksek mertebede olup büyük sevap alır. Malıyla ve canıyla Kuran’ın hâkimiyeti ve devletini kurmaya yönelik gayret sarf etmek savaş meydanındaki çarpışma kadar farz ve sevaplıdır. Marufu emretmek ve münkeri nehyetmenin farzı buna dâhildir. Bununla ilgili muhkem ayetler ve sahih hadisler geçmiştir. Nitekim Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem müminleri buna çok teşvik etmiştir, Mekke’de mücadele ederken Sahablere şöyle dedi:
كَونو كأصْحَابِ عِيسَى بْنِ مَرْيَمَ ، نُشِرُوا بِالْمَنَاشِيرِ وَحُمِلُوا عَلَى الْخَشَبِ فَوَالذي نَفْسي بِيَدِهِ لَمَوْتةُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ خَيْرٌ مِنْ حَيَاةٍ فِي مَعْصِيَتِهِ
“Meryem oğlu İsa’nın arkadaşları gibi olun. Zira onlar testerelerle ikiye bölündüler ve çarmıha gerildiler. Canımı elinde tutan Allah’a yemin olsun ki Allah yolundaki ölüm, günah içindeki bir hayattan daha hayırlıdır.”
(El-Mu’cemu’s Sağîr, 749; El-Mu’cemu’l Kebîr, 9/20; Müsned eş-Şamiyyîn, 658)
Şöyle de buyurdu:
«أَلا لا يَمْنَعنَّ أحدَكُم رَهْبةُ النّاسِ أّن يَقولَ بِحقٍّ إذا رآه أَو شَهِدَه، فَإنَّه لا يُقرِّبُ مِن أَجلٍ، ولا يُبَاعدُ مِن رزقٍ أَن يَقولَ بِحقٍ أو يُذكِّرَ بعظيمٍ». (رواه أحمد).
“Biriniz hakkı görünce onu söylemek uğrunda insanlardan, onların kalabalıklarından korkmasın. Bu korku eceli yaklaştırmaz, rızkı uzaklaştırmaz. Hakkı görünce veya önemli bir şey görürse onu söylemekten geri kalmasın” (Ahmed bin Hanbel)
Bunlar hem dünyada hem ahirette Allah’ın yardımını ve rızasını kazanacklar, mutlu olacaklar. Şöyle buyurdu:
اِنَّا لَنَـنۡصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا فِى الۡحَيٰوةِ الدُّنۡيَا وَيَوۡمَ يَقُوۡمُ الۡاَشۡهَادُ ۙ
“ Şüphe olmaksızın, muhakkak ki, Resullerimize ve müminlere hem dünya hayatında hem de şahitlerin kalktığı gün (ahirette) yardım edeceğiz”. (Gafir/Mümin 51)
Yine de cihad Allah için Müslümanları ve diyarlarını kurtarmak maksadıyla yapılır. Ayetlerin devamında Allah (c.c) şöyle buyurdu:
وَمَا لَـكُمۡ لَا تُقَاتِلُوۡنَ فِىۡ سَبِيۡلِ اللّٰهِ وَالۡمُسۡتَضۡعَفِيۡنَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَآءِ وَالۡوِلۡدَانِ الَّذِيۡنَ يَقُوۡلُوۡنَ رَبَّنَاۤ اَخۡرِجۡنَا مِنۡ هٰذِهِ الۡـقَرۡيَةِ الظَّالِمِ اَهۡلُهَا ۚ وَاجۡعَلْ لَّـنَا مِنۡ لَّدُنۡكَ وَلِيًّا ۙ وَّاجۡعَلْ لَّـنَا مِنۡ لَّدُنۡكَ نَصِيۡرًا ؕ
“Size ne oldu da Allah uğrunda ve “Rabbimiz, bizi ehli zalim olan bu beldeden çıkar, bize senin tarafından bir veli (sahip) gönder, bize katından bir yardımcı yolla!” diyen mustazaf (zaafa uğratılan çaresiz) erkek, kadın ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?”
“Ehli zalim olan belde” ifadesinin manası otoritesi ve yöneticileridir. Bir şeye ehil olan kimse, bir şeye sahip veya malik veyahut söz sahibi veyahut ta bir şeye güç ve imkân sahibi demektir. Yöneticiler memleketlerinde söz, güç ve imkân sahibidirler, hem de memleketin kendilerine ait olduğunu iddia ederler. Ebu Cehil, Ebu Leheb, Ebu Süfyan ve benzeri liderler, yöneticiler ve siyasetçiler Mekke’nin kendilerine ait olduğunu sayıyorlardı, çünkü otorite ve yönetim kendi ellerindeydi. Bu nedenle Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’i ve birçok Mekkeli Müslümanı oradan çıkardılar veya göçe zorladılar, kalan Müslümanları ezdiler.
Bu ayetin nüzul sebebi, Mekke’de mustazaf, zaafa uğratılan ve ezilen Müslümanları kurtarmaya için cihada yönelik bir çağrıdır. İbni Abbas şöyle dedi: “(Mekke’de) Ben ve annemle beraber mustazaflardan idim” (Buhari)
Ayrıca halk, zalim yönetim ve yöneticilerine rıza gösterirse onlarda zalim olurlar. İşte halkı zalim olan belde Mekke idi. Orada küfür sistemi vardı. İslam’la savaşıyordu ve oradaki Müslümanlar o sistemin zulmü altında eziliyordu. Yöneticileri, İslam’a Müslümanların çağırmalarını ve uymalarını yasaklıyorlardı. Müslümanların çoğu saklanıyordu, zira güçleri yoktu, zaafa uğratıldılar. Onlar Allahtan yardım diliyorlardı ve bir yardımcının göndermesini haykırıp yalvarıyorlardı. Allah hem orayı fethetmek hem de bu Müslümanları kurtarmak için Müslümanları teşvik ederek kesin emir verdi; Şu ifadeyi kullandı “size ne oldu da”. Bu teşvik etme, tahrik etme ifadesi olduğu gibi azarlama ifadesidir.
Bu çağrı üzerinde Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in liderliğinde İslam devleti Müslümanlardan bir güç oluşturarak Mekke’deki Müslümanları kurtarmak ve oradaki küfür sisteminde mücessem olan zulmü kaldırıp hak ve adaletli Allah’ın hâkimiyeti kılmak için oraya doğru yürüdü ve bu hedeflerini gerçekleştirdi.
Bu hak ve adaletli devlet 1342 hicri sene sürdükten sonra M. 1924’te İstanbul’da kâfirler onu yıktılar, yerine zulüm ve küfür olan demokratik laik sistemi getirdiler. Bundan sonra Müslümanlar her yerde küfür sisteminin zulmü altında inlemeye ve ezilmeye başladılar. En büyük zulüm ve zillet onlara küfür kanunlarını uygulamaktır, İslam’ı yaşamaktan ve uygulamaktan men etmektir. Onları kurtarmak güç sahibi olan Müslümanlara farzdır. Bunlar ancak kendi dinlerine dayalı bir devletin başında olurlarsa yapabilirler. Zira cihadı ilan edecek ve her yerde Müslümanları kurtarma operasyonu başlatacaktır. Bu nedenle İslam sistemini uygulayacak devleti kurmak pek elzem ve büyük bir farz oldu. Hem Müslümanlar kendi memleketlerindeki zulmü kaldırmak hem de kafirlerin işgal ettikleri memleketleri zulümden kurtarmayı hedef edinecektir. Doğu Türkistan, Myanmar/ Burma, Filistin, Keşmir, Filipinler, Kırım, Kafkaslarda ve dünyanın birçok yerinde Müslümanlar kâfirlerin zulmünü ve işkencesini çekiyorlar. Onlar da Allah’tan yardım diliyorlar ve bir yardımcı göndermesini haykırıp yalvarıyorlar.
Allah kendi uğrunda, yolunda savaşmaya teşvik etikten ve emir verdikten sonra bunu pekiştirmek ve vurgulamak için şunu bildiriyor: Müminler Allah uğrunda savaşırlar, kâfirler tağut uğrunda savaşırlar. Bunun manası mümin tağut uğrunda savaşmaz, yoksa imanından şüphelenilir, şeytanın dostlarına yardım etmiş olur. Şöyle buyurdu:
اَلَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا يُقَاتِلُوۡنَ فِىۡ سَبِيۡلِ اللّٰهِ ۚ وَالَّذِيۡنَ كَفَرُوۡا يُقَاتِلُوۡنَ فِىۡ سَبِيۡلِ الطَّاغُوۡتِ فَقَاتِلُوۡۤا اَوۡلِيَآءَ الشَّيۡطٰنِۚ اِنَّ كَيۡدَ الشَّيۡطٰنِ كَانَ ضَعِيۡفًا
“İman edenler Allah uğrunda, yolunda kıtal yaparlar (savaşırlar). Kâfirler ise tağut uğrunda, yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın. Şüphe yok ki şeytanın hilesi, tuzağı daima zayıftır”.
Allah’ın yolu bellidir, onun dinidir, İslam’dır ve onun hâkimiyetidir; O sırat-ı mustakimdir, tek doğru yoldur. Bir insan mümin ise sadece Allah uğrunda ve yolunda cihad eder. Zira cihad namaz gibi bir ibadettir. Başka amaçla namaz kılmak batıldır, cihad da bunun gibidir ve başka amaçla savaşmak batıldır. Allah katında sayılmaz ve sevap kazanılmaz. Bu nedenle Allah “ İman edenler Allah uğrunda savaşırlar” diye buyurdu. Allah’ın hâkimiyetine inanmayanlar, kâfir olanlar ise tağut uğrunda ve yolunda savaşırlar. Tağut ise beşerin hâkimiyeti, halkın veya milletin egemenliği, insanların hükmüdür, demokrasidir. İnsanlar demokrasideki gibi kendi kanunlarını kendileri veya temsilcileri çıkarırlarsa tağut hükmü olur.
Daha önce Bakara suresinde 256-257. Ayetlerde tefsir ederken tağutun ne olduğunu açıkladık. O ayetlerde şöyle geçti: “Doğruluk ile sapıklık birbirinden ayrılmıştır. Kim tağutu inkâr ederse ve Allah’a inanırsa doğru yolda gitmiş ve kopmaz bir ipe sarılmış olur. Allah her şeyi işitir ve görür. Allah müminlerin dostudur, karanlıktan nura çıkarır, yollarını aydınlatır. Kâfirlerin dostu tağuttur, onları nurdan çıkarır karanlığa sokar. Onlar cehennemliklerdir, orada kalıcıdırlar”. Doğruluk Allah’ın dinidir ve İslam’dır. Bu ise nurdur, ışıktır, yolu aydınlatır. Sapıklık ise İslam dışındaki her ideoloji ve fikirdir. Bunlar ise karanlıktır, insanı karanlığa sokar, şaşkınlığa uğratır, hakkı batıldan, doğruyu sapıklığından birbirinden ayıramaz olur ve doğru yolda gittiğini zanneder. Şeytan ona vesvese yaparak saptırır.
Daha önce de bu Nisa suresinde 60-63 ayetlerinde gösterdiğimiz gibi tağutun insanların hükmü olduğu apaçık beyan edildi, aynı anda bunun şeytanın hükmü olduğu da vurgulandı. Zira şeytan, insanın Allah’ın dinini terk etmeye, kendi heva ve heveslerine uymalarını vesvese yaparak emrediyor. Allah’ın kitabına ve Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in sünnetine muhakeme olunmaya çağırılınca, müminiz diye iddia eden kimseler bundan yüz çevirirler. Bunlar ise münafık kimselerdir.
Şeytanı görmüyoruz, ancak o bizi görür ve Allah’a isyan etmek için insanın içine vesvese sokar. Onun vesvesesi insanın vücuduna giren ışınlar gibidir. Işınları görmüyoruz ama vücutlarımıza giriyor ve resim bile çekebiliyor. Hem de Zuhruf suresinde 36-37. Ayette geçtiği gibi “Allah’ın yolundan sapan kimseye şeytanlardan biri ona bağlanır ve onun arkadaşı olur. Onu doğru yoldan saptırmaya başlar ve hidayetli olduklarını zannederler” Zira baş şeytan İblistir, ama onun yolunu izleyenler cinlerden ve insanlardan birer şeytan olurlar. En’am suresinde 112. Ayette geçtiği gibi “İnsanlardan ve cinlerden şeytanlar süsledikleri aldatıcı sözleri birbirlerine fısıltı yaparlar”. Bu şekilde Allah’ın hükmü dışında her hüküm şeytanın vesvesesi, fısıltısı, süslenen aldatıcı sözü olur. Zira şeytanın görevi insanı Allah’ın yolundan çıkarmaktır. Kendisi Allah’a isyan ettiği gibi herkesin isyan etmesini istiyor. Kendi cinsi olan cinleri ve cinsinden olmayan insanları saptırmaya çalışır. Bu nedenle Cin suresinde 1-4. Ayette onu gören cinler; Şeytanın (İblisin) kendilerini saptırdıklarını ve Allah hakkında kendilerine yalan ve sapık şeyler söylediğini, Kur’an’dan öğrendikleri ve Kur’an-ı duyunca hidayetli oldukları, hakkı ve doğruyu gördüklerini bildiriyor.
Buna göre tağut şeytanın insana yaptığı vesveseden meydana gelen beşeri ideoloji ve sistemdir, halkın hâkimiyeti, demokrasidir, laiklik, sosyalizm ve komünizm ve diktatörlüktür. Kısaca her beşeri sistem ve ideoloji tağut olur. Kâfirler bu sistemleri korumak ve uygulamak uğrunda savaşırlar. Bunlar şeytanın dostları olurlar. Allah müminlere onlarla savaşma emri verdi. Eğer müminler onlarla savaşmazlarsa, onlar müminlerle savaşırlar. Kendi sistemlerine Müslümanları boyun eğdirmeye çalışırlar. İşte onlar durmadan müminlerle ve dinleriyle savaşmaktadırlar. Zira onlar Allah’ın diniyle ve müminlerle savaşan şeytanın tebaaları ve askerleridir.
Allah’ın gücüne karşı şeytanın hilesinin zayıf olduğu beyan edildi. Müminler Allah’a sığındıkları zaman şeytan kaçar, bu nedenle müminlere karşı onun hilesi çok zayıf olur. Allah’a sığınmak ise hem sözde şeytandan Allah’a sığınırım diyerek, hem de fiilen pratikte Allah’ın dinine sarılarak onun emir ve nehylerini uygulamakla olur. Aynı anda beşeri sistemlerden uzak durmak ve bu sistemlerle ve sahipleriyle savaşmaktır. Onlarla ve sistemleriyle savaşılmazsa müminlere galip gelip müminleri doğru yoldan çıkarmaya ve küfre uydurmaya çalışırlar. Bu günlerde gördüğümüz gibi her yerde Müslümanları eziyorlar. Kendi sistemlerine, kanunlarına ve hayat tarzlarına uydurmaya çalışıyorlar. Fıskı, fücuru, her kötü işi ve sözü süsleyerek yayarlar.
Şeytan ancak kâfirlere karşı güçlü olur, onlar üzerinde otoritesi vardır, onlara vesvesesiyle emir verir, bu şekilde ona uyarlar ve Allah’a isyan ederler.
Allah bunu şöyle beyan ederek buyurdu:
فَاِذَا قَرَاۡتَ الۡقُرۡاٰنَ فَاسۡتَعِذۡ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيۡطٰنِ الرَّجِيۡمِ اِنَّهٗ لَـيۡسَ لَهٗ سُلۡطٰنٌ عَلَى الَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا وَعَلٰى رَبِّهِمۡ يَتَوَكَّلُوۡنَ اِنَّمَا سُلۡطٰنُهٗ عَلَى الَّذِيۡنَ يَتَوَلَّوۡنَهٗ وَالَّذِيۡنَ هُمۡ بِهٖ مُشۡرِكُوۡنَ
“Kuranı okuduğun zaman (recmedilmiş) taşlanmış olan şeytandan Allah’a sığın. Onun (şeytanın) iman edip Rablerine tevekkül edenler üzerine hiç otoritesi yoktur. Onun otoritesi ancak kendisini dost edinenler ve onu ortak kılanlar üzerindedir” (Nahl 98-100)
Şeytanı dost edinen kimseler Allah’ın hükmü ve emrinden yüz çevirenlerdir. Onunla beraber olurlar, onun yolunu ve adımlarını izlerler. Allah’ın diniyle açık ve sinsi üslup, yol ve araçlarla savaşırlar. Bu nedenle Allah onlara karşı savaşmayı, cihadı farz kıldı hem de yüzlerce ayetlerde pekiştirerek pek önemli bir farz olarak gösterdi. Savaşta öldürülenleri şehit itibar etti, cennetlik olduklarını bildirdi ve hesapsız sorgusuz cennete sokacağını vadetti.
Allah’a iman edip tevekkül eden, dayanan ve tam güvenen kimse güçlü olur ve şeytanı yener. Şeytana uymaz, beşeri sisteme ve ideolojiye uymaz, buna karşı çıkar ve mücadele eder. Muhakkak ki nihayette şeytanın dostlarına galip gelecekler. Bu Allah’ın vaadidir. Müminler Allah’a tevekkülü ihmal edip gevşerlerse ve şeytanın dostlarından korkarlarsa mağlup olurlar. Zira Allah (c.c) bu hususta şöyle uyardı:
اِنَّمَا ذٰلِكُمُ الشَّيۡطٰنُ يُخَوِّفُ اَوۡلِيَآءَهٗ فَلَا تَخَافُوۡهُمۡ وَخَافُوۡنِ اِنۡ كُنۡتُمۡ مُّؤۡمِنِيۡنَ
“İşte; Şeytan ancak kendi dostlarını korkutur, eğer mümin iseniz onlardan korkmayın ve yalnız benden korkun.” ( Al-i İmran 175)
Tevekkül ise hiç taviz göstermeden Allah’ın ipine, dinine sarılarak, onun yardımına, zaferine ve gücüne tam güvenerek inanmakla gerçekleşir. Bu hususta herhangi bir gevşeklik olursa yenilgi gerçekleşir ve küfrün sistemlerine mahkûm olur. Bu asırdaki gibi birçok Müslüman şeytanın dostlarından korktular ve onlara mahkûm oldular. Fakat ihlaslı müminler şeytanın dostlarından hiç korkmuyorlar ve onlara karşı mücadele ediyorlar. Nihayette zaferi elde edecekler ve Allah’ın dinini hâkim kılacaklar.