Soru Cevap

Soru:

Haber-i ahad akidede delil değildir dedik ve haber-i ahadı akidede delil kabul eden haram işlemiş olur diyoruz, haram işleyen günahkârdır, haberi ahadı akidede delil kabul edenlerin durumu ne olacak, onların görüşleri de İslami bir görüş müdür?

Soru:
Tekfirciler, Şafi, Malik, Ahmet, Sufyan es-Sevri gibi selef âlimlerinin ahad haberi akidede delil olarak kabul ettiğini söylüyorlar. Bazı düşünceler de vardır ki bu iddiaları yalanlıyor. Sizce hangisi doğrudur? Allah razı olsun.

Cevap:

Bu iki soru aynı konu hakkında olduğundan dolayı Allah’ın yardımıyla ikisine cevap vermeye çalışacağım:

Akide imandır. İmanın manası ise “Delile binaen vakıaya mutabık kesin tasdiktir.” Sadece bir tasdik olunca iman olmayabilir. Tasdik doğrulamaktır, kesin olabileceği gibi zanni de olabilir. Güvenilir bir kişi bize bir haber getirirse tasdik ederiz ama onun hakkında bir şüphemiz kalır, bu kişinin unutmuş veya karıştırmış olabileceğini zannederiz. Ama bir grup güvenilir kişinin, yalan üzerine ittifak etmeleri ihtimalini görmediğimiz zaman, aynı anda birbirlerinden duymadan direk ayrı ayrı duymuşlarsa veya olayı görmüşlerse bize haber getirirlerse kesinleşir.

Mesele akli ise akli delil olmakla beraber vakıaya mutabık olmalıdır. Vakıa hissedilen şeydir. Eğer delil hissedilen şeye uygun değilse insan buna kesin inanamaz, şüphesi olur. Beş duyu organının birisiyle hissedilmelidir.

Kâinatı, insanı ve hayatı düşündüğümüz zaman bunların kendi kendilerini yaratmadıkları, bir şey yoktan meydan getirmeyip aciz oldukları, kendilerini meydana getirene muhtaç oldukları, sınırlı oldukları, belli bir kanun ve düzene göre hareket ettiklerini, bu düzeni ve kanunu koymadıklarını görünce bir yaratıcının varlığına inandık. Böylece Allah’ın var olduğunu tasdik ettik.  Bu deliller vakıaya mutabık olunca tasdik etmemiz kesin oldu. Bir şüphe veya şek veyahut zan yoktur, kesinlik vardır.

Kur’an’a da vakıaya mutabık delillerle inandık. Kur’an Arapçadır, öz Araplar onun gibi söyleyemediler, şiirleri ve edebiyatları olmasına rağmen, Kur’an’la karşılaştırıldığında hiç benzerlik yoktur. Muhammed’in sözleri de ona benzemez. Öyleyse bu kitap Allah’tandır.

Bunu getiren kesinlikle Resul ve nebi olur.

İşte akidenin aslı bunlardır.

Kitapta geçen ayetlerin hepsi doğrudur, hepsine inanmak gerekir, yoksa bir kısım ayetlere inanıp bir kısmına inanmamakla aykırıdır. İnsan bir Kitabın Allah’tan olduğuna inandığını söyler sonra nasıl bir kısmını inkâr eder?! Bu kimse kesinlikle mümin değildir, kâfirdir. Çünkü zevkine ve çıkarına göre istediğine inandığını gösterir.

Cahiliyede Arap şiiri yarışmasıyla ilgili jürinin başında olan ve Arapçayı en güzel bilen Velid bin Muğire Kur’an’ı dinleyince şöyle dedi:

“Allah’a yemin ederim ki biraz önce öyle sözler işitim ki ne insan nede cin bunları söyleyebilir. Allah’a yemin ederim ki o pek tatlıdır (pek cazibelidir), sözleri pek güzeldir, (güzel meyve veren kökleri derinliğe dalan ağaca benzeterek) onun üstü pek meyvelidir, aşağısı (kökleri) pek derindir, o üstündür, onun daha üstünü olamaz.” 

 Kur’an’da birçok ayet Muhammed Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e Kur’an dışında vahyedildiğini ve bunun Kur’an gibi kaynak edinmenin gerekli olduğunu gösterdi. Bunun manası sahih hadis-i şerifin Kur’an gibi bir vahiy olduğuna inanmak gerekir. Müslümanlar buna inandılar.

Ama bu hadislerin hangisinin kesin hangisinin kesin olmadığı üzerinde ihtilaf oldu.

Aklen kesin olmayan rivayeti akide saymak doğru değildir, bu zan olur, oysa akide kesin olmalı, onda zan olmaz. Allah akidenin kesin olmasını gerekli kıldı. Akideyle ilgili şek, şüphe ve zannın bulunmasını nehyetmiştir, zanla inanmayı yasakladı ve reddetti, zanna tabi olanları yerdi, kötüledi. 

Çünkü tasdik delilsiz olursa iman olmaz. Zira delilden kaynaklanmadıkça kesin tasdik olmaz. Dolayısıyla delili olmazsa onda kesinlik gerçekleşmez, sadece haberlerden bir haberin tasdiki olur, ona da iman olarak itibar edilmez. Binaenaleyh kesin olması, yani iman olması için tasdikin delile binaen olması kaçınılmazdır. Aynı şekilde akide olması için tasdikin kesin olması da kaçınılmazdır. Zira kesin olmazsa iman olmaz ve akide olarak itibar edilmez. Ayrıca iman, yani akide olması için bu tasdikin vakıaya mutabık/uygun olması da kaçınılmazdır. Zira vakıaya mutabık olmazsa iman olmaz.

Ayetlerde zanna karşı burhan, ilim, sultan kelimeleri kullanıldı. Bunların manası katidir, kesindir. Bu şekilde akidenin delilinin zanni değil kati olmasını gerektirdi. Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:

[وَقَالُوۡا لَنۡ يَّدۡخُلَ الۡجَـنَّةَ اِلَّا مَنۡ كَانَ هُوۡدًا اَوۡ نَصٰرٰى‌ؕ تِلۡكَ اَمَانِيُّهُمۡ‌ؕ قُلۡ هَاتُوۡا بُرۡهَانَکُمۡ اِنۡ کُنۡتُمۡ صٰدِقِيۡنَ]

“Yahudiler ve Nasraniler hariç hiçbir kimse cennete girmeyecek, dediler. Bu onların kendi kuruntularıdır. De ki: Haydi burhanınızı getirin eğer gerçekten doğru söylüyorsanız.”[Bakara Suresi 111]

[سَنُلۡقِىۡ فِىۡ قُلُوۡبِ الَّذِيۡنَ كَفَرُوا الرُّعۡبَ بِمَاۤ اَشۡرَكُوۡا بِاللّٰهِ مَا لَمۡ يُنَزِّلۡ بِهٖ سُلۡطٰنًا ‌‌ۚ وَمَاۡوٰٮهُمُ النَّارُ‌ؕ وَ بِئۡسَ مَثۡوَى الظّٰلِمِيۡنَ]

“Allah’ın, hakkında hiçbir sultan indirmediği şeyleri O’na ortak koşmaları sebebiyle, kâfirlerin kalplerine korku salacağız. Onların barınakları cehennemdir. Zalimlerin gidecekleri yer ne kadar kötüdür.”[Âli İmrân Suresi 151]

[اَمِ اتَّخَذُوۡا مِنۡ دُوۡنِهٖۤ اٰلِهَةً ؕ قُلۡ هَاتُوۡا بُرۡهَانَكُمۡ‌ۚ]

“Yoksa O’ndan başka birtakım ilahlar mı edindiniz? De ki: Haydi burhanınızı getirin.” [Enbiyâ Suresi 24]

[وَمَنۡ يَّدۡعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهًا اٰخَرَۙ لَا بُرۡهَانَ لَهٗ بِهٖۙ فَاِنَّمَا حِسَابُهٗ عِنۡدَ رَبِّهٖؕ اِنَّهٗ لَا يُفۡلِحُ الۡـكٰفِرُوۡنَ]

“Her kim bir burhanı olmaksızın Allah ile birlikte başka bir ilaha taparsa onun hesabı ancak Rabbi katındadır. Şüphesiz kâfirler, iflah olmaz.”[Mu’minûn Suresi 117]

[ءَاِلٰـهٌ مَّعَ اللّٰهِ‌ؕ قُلۡ هَاتُوۡا بُرۡهَانَكُمۡ اِنۡ كُنۡتُمۡ صٰدِقِيۡنَ]

“Allah ile birlikte bir ilah mı var? De ki: Haydi burhanınızı getirin eğer gerçekten doğru söylüyorsanız.”[Neml Suresi 64]

[وَنَزَعۡنَا مِنۡ كُلِّ اُمَّةٍ شَهِيۡدًا فَقُلۡنَا هَاتُوۡا بُرۡهَانَكُمۡ فَعَلِمُوۡۤا اَنَّ الۡحَـقَّ لِلّٰهِ وَضَلَّ عَنۡهُمۡ مَّا كَانُوۡا يَفۡتَرُوۡنَ]

“Her ümmetten bir şahit çıkarıp da haydi burhanınızı getirin dediğimizde artık bilirler ki hak Allah’a aittir ve uydura geldikleri şeyler kendilerinden kaybolup gitmiş olacaktır.”[Kasas Suresi 75] 

İşte Allah akideyle ilgili burhanın gösterilmesini talep etti. Burhanın manası kesin delil, ispattır. Yoksa kâfirlerin dedikleri doğru olur! Çünkü onlarda burhan yoktur, kesin şekilde ispatlayamıyorlar, zannediyorlar, hep şek şüphe içerisindedirler.

[اَتُجَادِلُوۡنَنِىۡ فِىۡۤ اَسۡمَآءٍ سَمَّيۡتُمُوۡهَاۤ اَنۡـتُمۡ وَاٰبَآؤُكُمۡ مَّا نَزَّلَ اللّٰهُ بِهَا مِنۡ سُلۡطٰنٍ‌ؕ]

“Haklarında Allah’ın hiçbir sultan indirmediği sadece sizin ve atalarınızın taktığı isimler hakkında mı benimle tartışıyorsunuz?”[A’râf Suresi 71]

[قَالُوۡا اتَّخَذَ اللّٰهُ وَلَدًا‌ سُبۡحٰنَهٗ‌ ؕ هُوَ الۡـغَنِىُّ‌ ؕ لَهٗ مَا فِى السَّمٰوٰتِ وَمَا فِى الۡاَرۡضِ ‌ؕ اِنۡ عِنۡدَكُمۡ مِّنۡ سُلۡطٰنٍۢ بِهٰذَا ؕ اَتَقُوۡلُوۡنَ عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعۡلَمُوۡنَ]

“Allah çocuk edindi, dediler. Haşa! O, münezzehtir! O, müstağnidir! Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. Buna ilişkin elinizde bir sultan yoktur.”[Yûnus Suresi 68]

[مَا تَعۡبُدُوۡنَ مِنۡ دُوۡنِهٖۤ اِلَّاۤ اَسۡمَآءً سَمَّيۡتُمُوۡهَاۤ اَنۡـتُمۡ وَ اٰبَآؤُكُمۡ مَّاۤ اَنۡزَلَ اللّٰهُ بِهَا مِنۡ سُلۡطٰنٍ‌]

“Allah’ı bırakıp da taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Allah, onlar hakkında bir sultan indirmemiştir.”[Yûsuf Suresi 40]

[اَمۡ لَـكُمۡ سُلۡطٰنٌ مُّبِيۡنٌۙ‏ فَاۡتُوۡا بِكِتٰبِكُمۡ اِنۡ كُنۡتُمۡ صٰدِقِيۡنَ]

“Yoksa sizin açık bir sultanınız mı var? Haydi, kitabınızı getirin eğer gerçekten doğru söylüyorsanız.”[Saffât Suresi 156-157]

Buradaki kitap kesin bir ispat manasındadır. Bundan önce geçen ayetlerde Allah melekleri kız olarak yarattığı ve böylece kızları erkekler üstünde kıldığını söylediklerine karşı eğer söylediğiniz doğru ise bunun ispatını getirin, bunu ispatlayan Allah katından bir yazı getirin diye onlara cevap verdi. Bu ise akideyle ilgili bir husustur.

Bunlar ve benzer ayetlerin hepsi, sultanın ve burhanın kati delil olması manasında geçmiştir. Akidenin delilinin kesin olmasını gerektirdi, yoksa şek ve şüphe olur, kâfirlerin akitleri gibi olur!

Allah birçok ayette akide hususunda zanna tabi olmayı zemmetmiştir.

Hıristiyanlar İsa Aleyhi’s Selam’ın haça gerildiğini söyledikleri zaman onların şek ve şüphe içerisinde olduklarını ve zannettiklerini beyan ederek yerdi ve gerçeği kesin delille gösterdi.

[وَّقَوۡلِهِمۡ اِنَّا قَتَلۡنَا الۡمَسِيۡحَ عِيۡسَى ابۡنَ مَرۡيَمَ رَسُوۡلَ اللّٰهِ‌ ۚ وَمَا قَتَلُوۡهُ وَمَا صَلَبُوۡهُ وَلٰـكِنۡ شُبِّهَ لَهُمۡ‌ ؕ وَاِنَّ الَّذِيۡنَ اخۡتَلَـفُوۡا فِيۡهِ لَفِىۡ شَكٍّ مِّنۡهُ‌ ؕ مَا لَهُمۡ بِهٖ مِنۡ عِلۡمٍ اِلَّا اتِّبَاعَ الظَّنِّ‌ ۚ وَمَا قَتَلُوۡهُ يَقِيۡنًا ۢ ۙ‏]

“Onlar İsa bin Meryem olan Mesih’i öldürdük dediler. Oysa onu öldürmediler ve haça germediler. Ancak kendilerine benzetildi. Onun hakkında ihtilafa düşenler bundan dolayı elbette şüphe ve şek içindedirler. Oysa onların bu hususta zanna uymaktan başka hiçbir ilimleri yoktur. Gerçekte onu öldürmediler.”[Nisa suresi 157]

Ve şöyle buyurmuştur:

[وَاِنۡ تُطِعۡ اَكۡثَرَ مَنۡ فِى الۡاَرۡضِ يُضِلُّوۡكَ عَنۡ سَبِيۡلِ اللّٰهِ‌ؕ اِنۡ يَّتَّبِعُوۡنَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنۡ هُمۡ اِلَّا يَخۡرُصُوۡنَ‏]

“Şayet yeryüzündekilerin çoğuna uyacak olursan seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak tahmin ediyorlar.”[Enâm Suresi 116]

Ve şöyle buyurmuştur:

[كَذٰلِكَ كَذَّبَ الَّذِيۡنَ مِنۡ قَبۡلِهِمۡ حَتّٰى ذَاقُوۡا بَاۡسَنَا‌ ؕ قُلۡ هَلۡ عِنۡدَكُمۡ مِّنۡ عِلۡمٍ فَتُخۡرِجُوۡهُ لَـنَا ؕ اِنۡ تَتَّبِعُوۡنَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنۡ اَنۡـتُمۡ اِلَّا تَخۡرُصُوۡنَ‏]

“Onlardan öncekiler de aynı şekilde (Resulleri) yalanladılar da sonunda azabımızı tattılar. De ki: Yanınızda bize açıklayacağınız bir ilim var mı? Siz ancak zandan başka bir şeye uymuyorsunuz ve siz sadece tahmin ediyorsunuz.”[Enâm Suresi 148]

[وَمَا يَتَّبِعُ اَكۡثَرُهُمۡ اِلَّا ظَنًّاؕاِنَّ الظَّنَّ لَا يُغۡنِىۡ مِنَ الۡحَـقِّ شَيۡــًٔا‌]

“Onların çoğu zandan başka bir şeye uymazlar.”[Yûnus Suresi 36]

[وَمَا يَتَّبِعُ الَّذِيۡنَ يَدۡعُوۡنَ مِنۡ دُوۡنِ اللّٰهِ شُرَكَآءَ‌ ؕ اِنۡ يَّتَّبِعُوۡنَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنۡ هُمۡ اِلَّا يَخۡرُصُوۡنَ‏]

“Allah dışında ilah edinenler ancak koştukları ortaklara uyarlar. Onlar ancak zanna tabi olurlar. Onlar ancak tahmin ediyorlar.”[Yûnus Suresi 66]

Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:

[اِنۡ هِىَ اِلَّاۤ اَسۡمَآءٌ سَمَّيۡتُمُوۡهَاۤ اَنۡتُمۡ وَاٰبَآؤُكُمۡ مَّاۤ اَنۡزَلَ اللّٰهُ بِهَا مِنۡ سُلۡطٰنٍ‌ؕ اِنۡ يَّتَّبِعُوۡنَ اِلَّا الظَّنَّ وَمَا تَهۡوَى الۡاَنۡفُسُ‌ۚ وَلَقَدۡ جَآءَهُمۡ مِّنۡ رَّبِّهِمُ الۡهُدٰىؕ]

“Oysa bunlar (putlar), Allah’ın haklarında hiçbir sultan indirmediği sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir. Onlar ancak zanna ve nefislerinin arzusuna uyuyorlar. Hâlbuki kendilerine Rableri tarafından hidayet gelmiştir.”[Necm Suresi 23]

[اِنَّ الَّذِيۡنَ لَا يُؤۡمِنُوۡنَ بِالۡاٰخِرَةِ لَيُسَمُّوۡنَ الۡمَلٰٓٮِٕكَةَ تَسۡمِيَةَ الۡاُنۡثٰى‏ ﴿۲۷﴾  وَمَا لَهُمۡ بِهٖ مِنۡ عِلۡمٍ‌ؕ اِنۡ يَّتَّبِعُوۡنَ اِلَّا الظَّنَّ‌ۚ وَاِنَّ الظَّنَّ لَا يُغۡنِىۡ مِنَ الۡحَـقِّ شَيۡـًٔـاۚ‏]

“Ahirete inanmayanlar, meleklere dişilerin adlarını takıyorlar. Oysa onların bu hususta hiçbir ilimleri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Muhakkak ki zan haktan bir şey ifade etmez.”[Necm Suresi 27-28]

Bu şekilde Allah akide hususunda zanna uymayı yasaklamıştır. Akide kesin delille alınmazsa zan ve tahminden ibaret olur, her an sarsılır ve insan onu terk eder. Oysa akide kesin delille alınırsa sağlam ve sarsılmaz olur, insan şek ve şüpheye düşmez.

Haber-i ahad hadisleri zannidir. Akide için delil olarak kullanılamaz. Ancak sırf tasdik, zanni tasdik ve amelle ilgili kullanılır. Allah amelle ilgili kesin delil hem de zanni delil olan haber-i ahadın kullanılmasını icap etti.

Ahad haberle delil getirme sabittir ve Sahabe Rıdavânullahi Aleyhim bunun üzerinde icma etmişlerdir. Zira Kur’an-ı Kerim nassıyla, mali konularda iki erkek veya bir erkek ve iki kadının şahitliği, zinada dört erkeğin şahitliği, hadler ve kısaslarda iki erkeğin şahitliğiyle hüküm verildiği sabit olmuştur. Nitekim Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, tek kişinin şahitliği ve hak sahibinin yeminiyle hüküm vermiş ve emzirmede tek bir kadının şahitliğini kabul etmiştir. İşte bunların hepsi birer ahad haberdir ve birer bağlayıcı kazadır (hüküm vermektir). Bu bağlayıcılık ise ahad haberle amel edilmesinden başka bir şey değildir. Hükme ahad haber ile delil getirmeye örnek, şahitliğin kabul edilip gereğince hüküm verilmesidir, dolayısıyla buna kıyas edilir. Yine Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

[نضر الله امرأ سمع مقالتي فوعاها وحفظها وبلغها، فرب حامل فقه إلى من هو أفقه منه]

“Allah benim sözümü işitip belleyen ve ezberleyen, sonra da onu benden tebliğ eden kulun yüzünü ak etsin. Nice fıkıh taşıyıcıları vardır ki fakih değildir. Ve nice fıkıh taşıyıcıları vardır ki kendisinden daha fakih olana (fıkhı) ulaştırır.”[İbnuMâce, Tirmizi, İbniHanbel]

Bu hadis fıkıhla ilgili bir kişiden rivayet edildiğine dair delildir. Fıkıh ise ameli veya pratik mesele hakkında şer’î delillerden çıkarılan şer’î hükümlerin ilmidir.

Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in kendisinin amelle ilgili zanna uyduğuna dair şu hadis vardır: 

[إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ وَإِنَّكُمْ تَخْتَصِمُونَ إِلَيَّ وَلَعَلَّ بَعْضَكُمْ أَنْ يَكُونَ أَلْحَنَ بِحُجَّتِهِ مِنْ بَعْضٍ وَأَقْضِيَ لَهُ عَلَى نَحْوِ مَا أَسْمَعُ فَمَنْ قَضَيْتُ لَهُ مِنْ حَقِّ أَخِيهِ شَيْئًا فَلَا يَأْخُذْ فَإِنَّمَا أَقْطَعُ لَهُ قِطْعَةً مِنْ النَّارِ]

“Ben ancak bir insanım. Siz davalarınıza bakmam için bana müracaat ediyorsunuz. Bir kısmınız hakkı savunurken delilini ifade etme hususunda bir kısmınızdan daha güçlü olabilir. Ben de ondan dinlediklerime göre hüküm veririm. Binaenaleyh ben bu şartlar içeri­sinde herhangi bir kimse için kardeşinin hakkı olan bir şeyin verilme­sine hükmedersem o kimse bu şeyi almasın. Çünkü ben bu şekilde verdiğim hükümle ona ateşten bir parça kesip vermişim demektir.”[Buhari ve Muslim]

İki kişinin sözlerine göre hüküm verilir, bu ise zannidir, biri yalancı olabilir ama güzel bir üslupla doğru söylediğini açıklayabilir. Kim daha doğru söylüyor, belli değildir, zahire göre hüküm verilir, bu ise zannidir. İşte bu, amelle ilgili zanla amel edildiğini ve bir kişinin sözünün geçerli olduğu gösterir.

İşte amelle ilgili kesinlik hiç gerekli değildir, zan kâfidir. Ama akide temeldir, kesinlik gerekir. Bunun tersini söyleyen Müslüman yoktur. Ancak bazı âlimlerde haber-i ahad kesin olabilir.

“Esavaik el-Mursele” adlı kitabında Hanbeli mezhebi mensubu olan İbni Kayyım şöyle dedi:

“Haber-i ahad ona delalet eden delile göre olur: bazen kesin şekilde yalan çıkabilir, çünkü ona delalet eden delil yalan idi. Bazen yalan olduğu zannedildiği için yalan bir zan olur, bazen üzerine duraklama olur ne yalan ne de doğru olur, çünkü doğru mu yalan mı onu tercih eden delil geçmedi. Bazen doğruluğu tercih edilir, bazen yalan olması tercih edilir. Bazen şek şüphe olmaksızın kesin olarak doğrululuğu çıkar. Bu nedenle her haber-i ahad ilim veya zan ifade etmez. Aynı anda tamamen haber-i ahad mutlak şekilde ilmi (kesinliği) ifade edilemez denilemez. Haber-i ahad hiçbir şekilde ilmi (kesinliği) ifade etmez denilemez. Yoksa iki çelişkili şey bir arada bulunmuş olur.”

 Bu sözler net değildir, anlaşılmaz. Buna rağmen onun maksadı haber-i ahad tek başına kesinlik ifade etmez, ona kesinliği pekiştiren başka delillerin geçmesi gerekir. 

Haber-i ahad mütevatire ulaşmazsa kesinlik kazanmaz. Eğer aynı manada veya aynı lafızda bir hadis birkaç güvenilir yolla rivayet edilirse, yalan ihtimali kalkarsa mütevatir olur, kesinlik kazanır. Yoksa zanni kalır; zann-ı galip doğru olan bir haber sayılır.

Eğer bir hadisin yalan olduğu tespit edilirse reddedilir, zanni sayılmaz.  Bir nedenle zayıf olarak tespit edilirse kabul edilmez, reddedilir.

Hadis usulü ve fıkıh usulü âlimleri bunu detaylarıyla şerh edip kurallar tespit ettiler, netleştirdiler.

İbni Kayyım kitabında da Ahmed bin Hanbel’in görüşünü aktardı:

“Zaruret (gereklilik) açısından değil istidlal açısından haber-i ahad belli şartlarda kesinlik ifade eder. Bu şartlardan biri ümmetin onu kabul etmesidir. Zira ümmet hata üzerinde birleşmez. Ama ümmetin bir kısmı kabul eder diğer kısmı kabul etmezse kesinlik ifade etmez. Çünkü onun üzerine ümmetin icmaı olmadı.”

Ümmetin icmai delil değildir, ümmet bir hata üzerinde birleşebilir. Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in [لا تجتمع أمتي على ضلالة] “Benim ümmetim dalalet (sapıklık) üzerinde birleşmez.” demesinin manası ümmet bir hata üzerinde değil küfür üzerinde birleşmez, ümmetin tümü mürtet olmaz, bazı fertler mürtet olabilir, ama ümmet asla mürtet olmaz, olmadı demektir. Zira Kur’an’da birçok ayette gösterildiği gibi dalaletin şer’î manası sapıklık, küfürdür, hidayetin tersidir. Bu nedenle İbni Hanbel’in böyle bir şart koşması doğru değildir.

Hem de bu hadis haber-i ahaddır! Nasıl ona bir usul dayandırır?! Onu kabul eden bazı âlimler bunun derecesi hasendir, hasen sahih değildir şeklinde gördü. Zira en kuvvetli haber-i ahad hasen sahihtir. Ayrıca Nevevi ve Bedreddin El Aynı gibi bazı alimler bu hadisi zayıf gördü!

Buna rağmen İbni Hanbel haber-i ahadın tek başına kesinlik ifade ettiğini söylemez, bunu pekiştiren başka şartların veya delillerin geçmesini şart koştu. Bu nedenle ona tabi olan İbni Kayyım yukarıda aktardığımız net olmayan sözleri söyledi. Hanbeli mezhebine mensup olan İbni Teymiye aynı şeyi söylüyor.

Şafi mezhebine mensup olan en büyük usul ve fıkıh âlimlerinden sayılan İmam Hatip el-Bağdadi “Fakih ve Mutefekkih” ve “Rivayet İlminde Kifaye” adlı kitaplarında itikat ile zan arasında güzel ayrım yapıyor, güvenilir haber-i ahad zanni olarak kabul edip sadece onunla amel icap eder, gerekli olur, itikat icap etmez, haber-i ahadla itikat olmaz, zira ilim (kesinlik) olmadan din (itikat) hakkında bir şey söylemek caiz değildir. Şöyle devam etti “Din (itikat) bablarından her hangi birinde haber-i ahad asla kabul edilmez.”

Şafi mezhebine tabi olan İmam Gazali kendisine ait el-Mustasfa kitabında“Haber-i ahad ilmi (kesinliği) ifade etmez. Bu dinin zaruri ilimlerindendir, (bilinmesi gerekli olandır). Her duyduğumuza inanacaksak; birbirine zıt olan iki habere nasıl inanacağız? Haber-i ahad ilmi ifade eder diyenler onunla amelin vacip olduğunu kastettiler. Zira zan da ilim olarak da adlandırılır. Zira haber-i ahadla amel etmenin vacibi, gerekliliği kesin delillerle sabittir.”dedi.

Şafi mezhebine mensup olan İbni Hacer Askalani “Fethu’l-Bari” kitabında, Sahih-i Buhari’yi şerheden Şemseddin el-Kermani’den naklederek “Bilinsin ki; haber-i ahad hadisi ancak amelle ilgili geçerli olur, itikatlarda hiç geçerli değildir.” Şeklinde yazdı ve bu sözlere karşı sustu, bu ise ona uyduğu anlamına gelir.

 Şemseddin Kermani en büyük âlimlerden biri sayılırken İbni Hacer Askalani hadis alimlerinin emîri olarak tanıtılır.

Şafi mezhebine mensup olan İmam Nevevi “Muhakkıkun (araştıranlar) ve âlimlerin çoğu Buhari’de geçsin Müslüm’de geçsin fark etmez, haber-i ahad ancak zannı ifade ettiği, ümmetin bu hadisleri kabul etmesinin manasının onunla amel etmenin gerekliliğini ifade ettiğini, bununla amel etmenin gerekli olduğunu söyleyen alimleri icmai kesinlik ifade etmediğini” söyledi. İmam Nevevi ve İbni Abd-i Selam adlı iki büyük âlim Buhari ve Müslim’de geçen hadislerin kesin olduklarını söyleyen Şafi âlimlerinden olan İbni Salah adlı âlimin iddiasını çürüttüler ve onu ayıpladılar.

Maliki mezhebine mensup olan el-Karafi fıkıh usulü ile ilgili “Tenkihel-Fusul” kitabında birçok yerde “Tevatür yoluyla geçen rivayet ilim (kesinlik) ifade ettiğine dair söz teslimle kabul edilir, haber-i ahad ise ancak zannı ifade eder.” dedi.  Yine Maliki mezhebine mensup olan el-Kadı Abdulvahab “Fıkıh Usulünde Mulahas” kitabında da “Haber-i vahid (ahad) ancak zannı ifade eder, zaruri ilim (kesinlik) ifade etmez.” dedi.

İmam Şafi ve İmam Malik mütevatir yoluyla gelmeyen Kur’an kıraatlarını reddettiler, namazda onları okumayı da yasakladılar. Sadece mütevatir rivayetleri Kur’an’dan saydılar. Bu şekilde Şafi ve Maliki mezheplerine tabi olan âlimlerin hemen hemen hepsi akidede ancak tevatürle gelen rivayetlerin kabul edileceğini, haber-i ahadın ancak zannı ifade ettiğini söylediler.

İbni Hanbel ve mezhebine mensup olan âlimler, destekleyen başka deliller ve ümmetin icmai (âlimlerin icmaı) olunca haberi ahadın kesinlik ifade ettiğini söylediler. Oysa her tabakada yalan üzerine ittifak etmekten emin olunduğu zaman ayrı ayrı dörtten fazla udul, güvenilir ve zabıt (ezberi sağlam olan) kişilerden gelen rivayetler mütevatir hadis olur.

Hanefiler haberi- ahad hadisin kabulünde çok titizlik gösterdiler, bu nedenle haber-i ahadı itikada almadılar. Fakat onunla amel edilmesinin gerekliliğini vurguladılar.

İbni Hazm gibi Zahiriler haber-i ahadın itikatta alındığını savundular. Hariciler de aynı şeyi söylediler. Ondan dolayı Hariciler insanı kolayca tekfir ediyorlardı. Keza Hanbeli mezhebine mensup olan Vahabi ve bu mezhebe mensup olup kendilerine Selefi adı veren kişiler insanı kolayca tekfir ederler.

Haber-i ahad hadisine veya Kur’an’dan anladıklarına ters söyleyenleri veya içtihatlarını kabul etmeyenleri kolayca tekfir ederler. Bu nedenle Muaviye, Ali ihtilafından ortaya çıkan Hariciler Ali’yi tekfir ederek öldürdükleri gibi birçok Müslümanı öldürdüler. Ondan sonra Osmanlı Hilâfeti’ne isyan edip İngilizlerin desteğiyle hareket eden Vahabi-Suud ittifakı döneminde diğer Müslümanları tekfir ederek Arap yarımadası, Irak ve Şam’a saldırdılar, hayli Müslümanı öldürdüler, mallarını ve ırzlarını mubah kıldılar. Suud rejimi 1901’de tekrar İngilizlerin desteğiyle ve kumandasıyla başkaldıran Vahabi zihniyetiyle hareket eden Suudlar Hicaz ve Necit’teki Müslümanlarla savaşıp 1932’de krallığı kurdular. Bu fikri benimseyen “Irak ve Şam’da İslam Devleti Örgütü” kendilerini selefi olarak tanıtıp diğer Müslümanları tekfir etmeye başladılar.

Haber-i ahadı akidede delil kabul edenleri Müslüman sayarız, onların görüşleri de İslami sayılır. Çünkü İslâm açısından hareket edip şer’î delillere dayanıyorlar. Ama onların görüşleri hatalıdır.

Esad Mansur