– 60 –
Bu ayetlerde şu hakikatları açıklarız ve sorulara cevap veririz:
- Bütün insanlara bir risale
- Akidenin burhanla alınması
- Allah’ın fetva vermesi
- Kelalenin manası
- Bunun mirasının taksimi
Neden İslam bütün halklara hitap ederken diğer dinler belli halklara hitap etti? Akidenin delilinin kesin olması gerekir mi? Eğer zanni delil olursa akide alınmaz mı? Akidenin kesin akli delille ehemmiyeti nedir? Niçin Allah fetva veriyor? Kelale nedir ve onun mirası nasıl dağıtılır? Erkeğin payunın kızın iki katı olması nasıl açıklanır?
يٰۤـاَيُّهَا النَّاسُ قَدۡ جَآءَكُمۡ بُرۡهَانٌ مِّنۡ رَّبِّكُمۡ وَاَنۡزَلۡنَاۤ اِلَيۡكُمۡ نُوۡرًا مُّبِيۡنًا ﴿۱۷۴﴾ فَاَمَّا الَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا بِاللّٰهِ وَاعۡتَصَمُوۡا بِهٖ فَسَيُدۡخِلُهُمۡ فِىۡ رَحۡمَةٍ مِّنۡهُ وَفَضۡلٍۙ وَّيَهۡدِيۡهِمۡ اِلَيۡهِ صِرَاطًا مُّسۡتَقِيۡمًا ؕ ﴿۱۷۵﴾ يَسۡتَفۡتُوۡنَكَ ؕ قُلِ اللّٰهُ يُفۡتِيۡكُمۡ فِى الۡـكَلٰلَةِ ؕ اِنِ امۡرُؤٌا هَلَكَ لَـيۡسَ لَهٗ وَلَدٌ وَّلَهٗۤ اُخۡتٌ فَلَهَا نِصۡفُ مَا تَرَكَ ۚ وَهُوَ يَرِثُهَاۤ اِنۡ لَّمۡ يَكُنۡ لَّهَا وَلَدٌ ؕ فَاِنۡ كَانَـتَا اثۡنَتَيۡنِ فَلَهُمَا الثُّلُثٰنِ مِمَّا تَرَكَؕ وَاِنۡ كَانُوۡۤا اِخۡوَةً رِّجَالًا وَّنِسَآءً فَلِلذَّكَرِ مِثۡلُ حَظِّ الۡاُنۡثَيَيۡنِ ؕ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَـكُمۡ اَنۡ تَضِلُّوۡا ؕ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَىۡءٍ عَلِيۡمٌ﴿۱۷۶﴾
“Ey İnsanlar! Size rabbinizden burhan (kesin bir delil) geldi ve size apaçık bir nur indirdik. Allah’a iman edip O’na ve indirdiğine sımsıkı sarılanlar ve bağlananlar ise katından bir rahmetine ve nimetine onları kavuşturacak ve dosdoğru yola da eriştirecektir. (Rasulüm) senden fetva isterler. Deki Allah kelale (babası ve çocuğu olmayan kimse) nin mirası hakkında fetva (hüküm) verir. Eğer çocuğu olmayıp bir kızkardeşi bulunan kimse helak olursa (ölürse veya öldürülürse) bıraktığı mirasın yarısını alır. Eğer o erkek hayatta olur ve kızkardeşi ölürse ona varis olur. İki kızkardeşi varsa onlar erkek kardeşinin bıraktığı mirasın üçte ikisini alırlar. Eğer mirasçıları erkek ve kız kardeşler ise, erkek iki kızın payı kadar alır. Sapmayasınız diye Allah size hükümleri açıklar. Allah her şeyi hakkıyla bilendir” (Nisa 174-176)
Allah bu ayette ve birçok ayette İslam’ın bütün insanlara ve cinlere de gelen bir risale olduğunu açıklamıştır. Zira onu son din olarak kılmıştır. Ahzap suresi 40. Ayette geçtiği gibi Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in son peygamber ve son Rasul olduğunu bildirmiştir. Ondan sonra bir rasul ve peygamber gelmeyeceğine göre İslam şeriatını bütün insanlar için kapsamlı ve her meselenin hükmünü açıklıyan bir risale haline getirdi. Eski nebiler ve rasullar belli kavimlere gelmiştir. Şeriatları o kavimlerin sorunlarıyla ilgilidir. Fakat İslamın şeriatı son şeriat ve kıyamet gününe kadar bütün insanlar için bir risale olduğundan dolayı kapsamlı ve her meselenin hükmünü açıklıyan bir risale oldu. Bu nedenle ehl-i kitap, yahudiler ve hıristiyanlar kendi dinlerini terk edip İslama girmeleri emredilir. Maide suresi 48. Ayette geçtiği gibi Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e indirilen İslam şeriatı eski rasullerin şeriatlarını neshetmiştir, kaldırmıştır. Nitekim Hicr suresi 9. Ayette geçtiği gibi Allah İslam son risale olduğundan dolayı Kuran’ı herhangi bir tahrifattan ve değişiklikten korumuştur. Şeriatı korumuştur. Eski kitaplar korunmamıştır. Bu nedenle yahudiler ve hıristiyanlar kendi kitaplarını ve dinlerini değiştirdiler. Akaitleri bozdukları gibi hahamları ve rahipleri şeriatlarını değiştirdiler. Nitekim onları birer rab edindiler, delilsiz her dediklerini kabul ettiler, kendilerine kitaplarında geçenlere ters olsa da helali haram, haramı helel kılmışlardır, akaitleri de tahrif ettiler. Fakat İslam böyle değildir, akideyle olsun, amelle ilgili olsun, Kuran’da ve Sünnette delil geçmesi gerekir.
Allah bütün insanlara hitap ederek kendi tarafından kendilerine burhanla bir Rasul ve Nebi geldiğini ve apaçık bir nur indirdiğini bildiriyor. Kendisine, Rasulüne ve indirdiğine iman etmelerine ve bağlanmalarına çağırıyor. Burhan ise kesin delildir.
Daha önceki ayetlerde Allah ehl-i kitaba seslenirken aşırıya gidip taşkınlık ta yapmayıp şirk koşmaktan nehyetmiştir. Zira Allah’a şirk koşmuşlar ve hanif olan İbrahim a.s’ın akidesini bozup İslam akidesinden sapmışlardır. Bu ayetlerde onlara ve sair insanlara düzgün akideyi gösterip Kendisinin tek ilah olduğunu vurgulamıştır. İndirdiği kitap olan Kuran’a ve Rasule tabi olmalarını çağırmıştır. Hem de kesin ispatla ve delille iman etmelerini istemiştir.
Bunun manası akidenin delili kesin olmalıdır. Akideyle ilgili birçok ayette kesin delil manasını taşıyan burhan veya ilim veyahut sultan kelimeleri kullanmıştır. Daha önce Nisa suresi 153 – 157 ayetlerini tefsir ederken bunun üzerinde durmuştuk. Akide zanni delille alınmaz, şek ve şüphe kabul etmez. Sadece kesin delil kabul edilir, yoksa her manaya çekilecek ve kolayca tahrif edilecektir. Allah kendi varlığıla, indirdiği Kitabı ve Rasulü olan Muhammed’in ispatıyla ilgili kesin delillerin olduğunu bildirmektedir, öyleyse şirkten vazgeçin ve imana gelin.
İmanın temeli Allah’a, Kuran’a ve Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in peygamberliğine ve Rasullüğüne kesinkes inanmaktır. Bunlar akli kesin delillerle ispatlanmıştır, her zaman ispatlanır, her aklı selim sahibi kimse bunu kolayca idrak eder. Batıl fikrine şartlanmış olanlar ve bunu düşünmekten kaçanlar, heva ve heveslerine uyanlar ve kibirlenenler ise akla ve fıtrata mutabık olan bu akideye karşı gelirler.
İslam akidesi Müslümanlar nezdinde kesinlik kazanmıştır. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in rabbinden kendisine vahyedilen Kuran’a ve sünnete kesin şekilde inanırlar. Kuran’da geçen her ayete inanırlar. Hadislerin toplamı olan sünnetin Allah’tan olduğuna inanırlar. Zira bunun isbatı birçok ayettir. Ayrıca Kuran’ı getiren Allah’a yalan söylemez, uydurmaz, rabbinden açıkladığını söylerken Müslümanlar ona inanırlar. Ancak kâfirler bunun hakkında şüpheler getirmeye çalışırlar.
İnsan akideyi anlayarak kesin akli delille talekki ederse onun gerektirdikleri ile amel eder, ondan fışkıran şer’i hükümleri uygular, diğer hükümleri ve kanunları reddeder. Bu nedenle insana akideyi kavratmak ve kalbinde akli delillerle yerleştirmek pek önemlidir. Bu durumda insan akaidi ve ideolojik olur, hiç tavizkar olmaz, akidesini ve şeri hükümleri kuvvetlice tutar ve uygular. Başka akaidi, şeriatları ve kanunları sevemez. Zira İslam akidesi ve şeriatı üstündür ve onun sevyesine hiç bir akide ve şeriat ulaşamaz.
Ayette geçtiği gibi Kuran nurdur, onunsuz insanlar karanlıkta kalırlar, yolu aydınlatır, insanları şaşkınlık ve sapıklıktan kurtarır. Zira her meselenin hükmünü gösterir. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem detayları açıklar. Allah şöyle buyurdu:
وَاَنۡزَلۡنَاۤ اِلَيۡكَ الذِّكۡرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ اِلَيۡهِمۡ وَلَعَلَّهُمۡ يَتَفَكَّرُوۡنَ
“Biz zikri (Kuran’ı) sana indirdikki; insanlara ne indirildi diye açıklayasın, umulurki düşünürler” (Nahl 44)
Kuran’da birçok hüküm umumidir, geneldir veya mutlaktır veyahut mücmeldir. Allah ayet şeklinde değil, Rasulüne ilhamla veya rüyayla veya melekle vahyederek umumi hükme tahsis veya özel hüküm gösterir, mutlak hükme kayıt getirir, mücmel hükme tafsilat beyan eder.
Yine Kuran’da asıl hükümlere feri, dal dayandırdı, bazı ayetlerin tefsirini yaptırdı. Ek olarak yepyeni hükmü Rasulüne vahyetti. Bununla beraber İstanbul’un fethi, Raşidi Hilafetin tekrar kurulması ve Filistin’in Yahudilerden temizlenmesi gibi gayıpla ilgili haberler ve müjdeler aktardı. “ Sünnet Kuran gibi kaynaktır” kitabımıza dönmenize tavsiye ederiz.
Zira Allah Kuran’ı şöyle vasıfladı:
وَنَزَّلۡنَا عَلَيۡكَ الۡـكِتٰبَ تِبۡيَانًا لِّـكُلِّ شَىۡءٍ وَّهُدًى وَّرَحۡمَةً وَّبُشۡرٰى لِلۡمُسۡلِمِيۡنَ
“ Biz Kitab (Kuran)’ı her şeyi açıklamak için, Müslümanlara bir hidayet, rahmet ve müjde olarak indirdik” (Nahl 89)
Allah Kuran’da her şeyi genel hatlarla ve ana fikirlerle açıklamıştır. Fakat Kendi Rasulü vasıtasıyla bütün detayları açıklamıştır. Zira şöyle buyurmuştur:
وَمَاۤ اٰتٰٮكُمُ الرَّسُوۡلُ فَخُذُوْهُ وَ مَا َنَهٰٮكُمۡ عَنۡهُ فَانْتَهُوۡاۚ
“ Rasul size ne getirdiyse alın, neyi nehyettiyse bırakın” (Haşr 7)
Bu şekilde Allah nurunu tamamladı ve kâmil, mükemmel kıldı. Nitekim Maide suresi 3. Ayette dinini kâmil, mükemmel kıldığı ve tamamladığını bildirip müjdeledi. İnsanlardan sadece İslam’ı bir din olarak kabul eder, başka dini hiç kabul etmez. Kıyamet gününe kadar herhangi bir sorun meydana gelirse Kuran ve sünnette onunla ilgili bir çözüm bulunur. Bunları kuşatan ve kavrayan, ilimde yerleşen müctehitler bu sorunu anlıyarak Kuran ve sünnetten bir hüküm çıkarırlar.
Allah’a hakkıyla iman edenler O’na ve indirdiğine sımsıkı şekilde sarılır, bağlanır ve uygulamaya başlar. Zira kesin delille iman etmişler, onlarda şek ve şüphe yoktur. Bunlar Allah’ın katından bir rahmete ve nimetine kavuşacak ve dosdoğru yola erişecektir. Zira hidayet insanın elindedir, iradesiyle gerçekleşir. Fakat Allah hidayeti istiyenlere yardım eder, rahmetine ve nimetine kavuşturur ve doğru yola iletir. Zira hidayetli olmak insanın elindedir, isteyince Allah ona yardım eder ve hidayete erdirir. Dünyada mutlu kılar, ahirette onları cennete yerleştirir ve en güzel ödüller verir.
Ama Ahzap suresi 60. Ayette geçtiği gibi münafıklar ve kalbi hasta olanlar ve murcefun (tereddütlü olanlar ve insanlardan korkup titreyenler) gibi kimseler kalplerinde imanı yerleştiremediler, şek ve şüphe içerisindedirler, Allaha veya indirdiğine pek sarılmaz ve bağlanmazlar. Bu ayette bu üç sınıf insanı saydı, bunlar lanetlidir. Münafiklar, kalbi hasta olanlar ve murcefunlar kâfirler kadar tehlikelidir.
Hac suresi 11. Ayette bunları bir uçurum kenarında durur gibi vasıflandırdı. Allah’a ibadet ederler, İslamdan bir iyilik görürlerse dururlar, zarar görürlerse düşerler. Bunlar hem dünyayı hem ahireti kaybederler. Fetih suresinde 15. Ayette geçtiği gibi ganimet, menfaat varsa savaşa giderler, yoksa gitmezler. Hiçbir zaman Allah uğrunda ne malla ne canla fedakârlık göstermek istemezler.
Bunlar Allah’la, Kitabıyla, Rasulüyle, sünnetiyle ve dinine sarılan müminlerle alay eder. Bir fırsat buldukça onlara saldırır ve kâfirlerle işbirliği yaparlar. Bunlara dünyada ve ahirette acılı azap hazırladı.
Bunlar hiç imanın tadını tatmadılar, sıkıntılı, ızdıraplı, sinsi ve habistirler, müminlerin moralini bozmaya çalışır, Allah’ın dinini yükseltmek için mücadele etmekten ve cihat etmekten müminleri vazgeçirmeye de çalışırlar, taviz göstermelerini teşvik ederler, kâfirlerin gücünden korkuturlar.
Hidayeti istemeyen kâfirler ise Allah’ın dinini araştırmak ve düşünmek istemezler, şartlanmışlar. Ancak onlar fetih ve kendilerine İslam uygulanmaya başlanınca, doğruluğunu ve adaletini görürler, bu durum onları düşünmeye sevk eder ve hidayetli olabilirler.
Kuran her şeyin açıklayıcısı olmasına işaret etmek üzere kelale gibi pratik bir meselede müminler sorunca hemen onun hükmünü vermiştir.
Allah müminlerin Kelale hakkında Rasulünden hüküm istemesini zemmetmedi, bunun manası değişik meseleler hakkında Rasule sorulur, soruyorlardı, Rasul onlara cevap veriyordu, bu tutum doğrudur, başka ayetlerde gösterildiği gibi Rasule sorulur ve cevap verince Allah’ın vahyiyle cevap verir. Daha doğrusu Nisa suresi 65. Ayette emrettiği gibi kendileri arasında ihtilaf olunca Rasulü hekem kılmayıp verdiği hükme sıkıntısız tam teslimiyet göstermezlerse mümin olmadıklarını beyan etmiştir.
Fakat Rasul’e kelale hakkında sorulunca Allah direk bir ayetle hükmü vermek istediğini gösterdi. Nitekim Nisa suresi 5-12. ayetlerde mirasla ilgili ana hatları belirirken detayları Rasul açıklamıştır. Kelale hakkında daha önce sorulmadığı için ayet indirmedi, ondan sonra sorulunca bir ayet indirip Nisa suresinin sonuna konuldu. Zira İslam ahkâmı pratiktir, hayali değildir, vakıa ile ilgilidir. Bir olay, bir vakıa olursa veya bir mesele hakkında sorulunca Allah Rasulüne vahyedip bir ayet indirir veya bir hadis söylemesini veyahut bir uygulama yapmasını vahyeder. Bunun manası İslam ruhani ve siyasi bir idolojidir. İnsanların işleriyle alakalı Allah’ın hükümlerini içerir. Siyasi tarafı insanların işlerinin olmasıdır, Ruhani tarafı ise Allah’ın hükümleri olmasıdır. Zira O’nunla ilişkiyi idrak etmek ruhtur.
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem hem İslam devletini kurdu hem de ilk başkanı oldu. Bu devleti 10 sene yürüttü. Bu seneler zarfında insanların bütün sorunlarına Kuranla ve sünnetle çözüm gösterdi. Bu devlet 1342 sene devam etmiştir. Malesef, İngilizler Mustafa Kemal gibi ayarladıkları ajanlar vasıtasıyla yıkabildiler. 1924 senesinden bu sene 2024 senesine kadar 100 senedir küfür sistemi olan laik demokratik sistem devam etmektedir. Samimi müslümanlar Rasulün kurduğu ve Müslümanların 13 asırdır yaşattıkları devleti tekrar kurmaya çalışmaktadır.
Fetvanın şer’i manası ise insanların bir meselesi hakkında şeriatın hükmünü açıklamaktır. Allah veya Rasulü hüküm verince bir kaynaktır, delildir. Müçtehide sorulunca bu delillere binaen içtihat yapıp zannı galiple hüküm verir.
Abbasilerin Bağdat’ta son döneminde içtihat kapısının kapanmasına çağıranlar ortaya çıkıp kamuoyu oluşturdular. Çok kimse içtihat yapmaktan çekinmeye başladı. Müçtehit çıkınca onunla alay eder ve savaşırlardı. Fetva verme asrı başladı. Bunun manası eski müçtehitlerin içtihatlarına dayalı veya kıyas ederek fetva vermektir. Bu asra kadar devam etmiştir. Buna gerileme devri denildi. Hatta daha kötüsü oldu; içtihat yapmadan ve delile de bakmadan veya delili başka tarafa çevirerek maslahata, zarurete ve asrın şartlarına veya zalim yöneticilerin isteklerine binaen ilimden az çok elde edip Allah’tan korkmayanlar fetva vermeye başladılar. Bu ise İslam’a büyük tehlike teşkil etti ve Müslümanları dinlerinden uzaklaştırdı. Hatta çok zaman şeriatın açık ve net hükümlerine veyahut muhkem ayetlere aykırı fetva vermeye başladılar.
Doğru olan yol ise, şeri delillere göre sahih bir içtihatla fetva vermektir. Eski mesele olsa bile müçtehit tekrar onu derince inceler, onunla ilgili şeri delilleri araştırır, Arapça ve Fıkıh Usulüne göre düşünür, son çabasını sarf eder, ondan sonra hüküm verir.
Ayette sorulan Kelale dilde zaaflıktır. Fakat şer’i manada ise, ayette geçtiği gibi babası ve çocuğu olmayan kimsedir. Babası ve çocuğu olmadığı için sanki zayıf bir kimse oldu. Kendisinden önce babası ve çocuğu vefat etmiş veya hiç çocuğu olmamış ise kelale olur. Bu kişi vefaat edince bir kızkardeşi varsa erkek kardeşinin mirasının yarısını alır, iki kızkardeş mirasın üçte iksini alırlar. Eğer bir kaç erkek ve kız kardeş iseler her erkek kardeş kız kardeşinin iki katını alır.
Eğer o erkek hayatta olsaydı ve kızkardeşi ölürse ona varis olur, bütün mirası alır. Hak budur, Müslümanlar bundan sapmamak için Allah hükmü açıklar. Zira Allah her şeyi hakkıyla bilendir.
Zira Allah kadınlara hiç mali sorumluluk yüklemedi, harcamada mükellef kılınmadı, diyet ve mali zararı ödemezler. Daha doğrusu erkeği ona harcamaktan sorumlu kıldı, diyet ve mali zararı öderler. Erkeğin kızın iki katını alması tabidir, haktır.
Bu ayet Allah’ın hükümlerinin bir bütün olup arasında fark olmadığını gösterir. İslam’ın hem akait hem ahkâmının olduğunu vurgular. İslam’ı kabul eden kimse hepsine inanır ve uyar, bir kısmını terk etmez, yoksa Müslümanlıktan çıkar. İslam devleti de hepsini yürürlüğe koyup infaz eder, muhalefet edene şer’i ceza verir, ukubatı uygular.