– 2 –

Bu ayette şu hakikatleri gösteririz ve aşağıdaki sorulara cevap veririz.

  • Allah’ın şiarları
  • Haram ayları
  • Kamuoyu oluşturmak
  • İhramlının avlanması
  • Hac ve umreye imkân
  • Hac’ta ticaret yapmak
  • Adaletli davranmak
  • Yardımlaşma
  • Takvanın manası

Allah’ın şiarları nedir ve nasıl ihlal edilir? Haram aylarında savaşmak caiz midir? Kamuoyu oluşturmak o kadar önemli midir? Müslüman ihramlı iken neyi avlanması haram olur? Hac ve umrede ticaret yapılır mı? Müslümanlar hac ve umre yapmaktan men edilir mi? Müslüman düşmanına karşı nasıl adaletli davranır? Müslümanlar hangi konularda birbirlerine yardım edebilir ve hangi konularda yardım edemez? Takva nedir ve insan nasıl takvalı sayılır?

 يٰۤـاَيُّهَا الَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا لَا تُحِلُّوۡا شَعَآٮِٕرَ اللّٰهِ وَلَا الشَّهۡرَ الۡحَـرَامَ وَلَا الۡهَدۡىَ وَلَا الۡقَلَٓاٮِٕدَ وَلَاۤ آٰمِّيۡنَ الۡبَيۡتَ الۡحَـرَامَ يَبۡـتَغُوۡنَ فَضۡلًا مِّنۡ رَّبِّهِمۡ وَرِضۡوَانًا ‌ؕ وَاِذَا حَلَلۡتُمۡ فَاصۡطَادُوۡا‌ ؕ وَلَا يَجۡرِمَنَّكُمۡ شَنَاٰنُ قَوۡمٍ اَنۡ صَدُّوۡكُمۡ عَنِ الۡمَسۡجِدِ الۡحَـرَامِ اَنۡ تَعۡتَدُوۡا‌ ۘ وَتَعَاوَنُوۡا عَلَى الۡبِرِّ وَالتَّقۡوٰى‌ وَلَا تَعَاوَنُوۡا عَلَى الۡاِثۡمِ وَالۡعُدۡوَانِ‌ وَاتَّقُوا اللّٰهَ ‌ؕ اِنَّ اللّٰهَ شَدِيۡدُ الۡعِقَابِ‏ ﴿۲﴾ 

“Ey İman edenler! Allah’ın şiarlarını, haram ayları, kurbanlar, gerdanlıklar, Rablerinden bir fadl ve rıza isteyerek Mescid-i Haram’a gelenlerle ilgili hususları ihlal etmeyin. İhramdan çıktığınız zaman avlanın. Mescid-i Haram’a ziyaret etmekten sizi çeviren kavme kızgınlığınız, haksızlık yapmaya sürüklemesin. İyilik ve takva konusunda yardımlaşın, günah işlemek ve haksızlık yapmak için yardımlaşmayın. Allah’tan korkun ve sakının. Şüphesiz ki Allah’ın azabı pek şiddetlidir”. (Maide 2) 

“İman edenlere” Allah’ın hitabı:

Bu ayette, birinci ayette geçtiği gibi Allah iman edenlere hitabını tekrarladı. Çünkü insanın şeri hükme bağlılığı imana dayalıdır. Ne kadar imanı güçlü olursa o kadar şeri hükümlere bağlılığı olur. Zira şeri hükümler kulun fiiliyle Allah’ın emir ve nehiylerinden ibarettir. Bu şekilde insanın şeri hükümlere bağlılığı imanına dayalıdır. Bu nedenle Müslümanları şeri hükümlere bağlanmaya çağırırken, imanlarını kışkırtmalıyız. Allah’a ve ahirete inançlarını hatırlatmamız gerekir. Menfaat ve çıkarla başlamak çok tehlikelidir, insanı çıkarcıya çevirir ve riyakâr kılar. Ruhani, insani ve ahlaki değerleri gerçekleştirirken sırf Allah’ın rızasını düşünüp hedef edinir. Zira bu amellerde kazanç ve kâr düşünülmez.

Ticaret gibi maddi değeri gerçekleştirirken kâr ve kazancı düşünür, hedef edinir. Fakat işleri şeri hükme bağlar. Bu halde sevap kazanır. Maddiyatı ruhla meczeder. Şeri hükmü çıkarına çeviremez, günahkâr olur, ruhu maddiyatla meczedilmiş sayılmaz. 

Toplumda bu dört değer bu şekilde gerçekleşirse, insanlar arasındaki ilişkiler en yüksek seviyede gerçekleşir. Toplum en hayırlı ve temiz bir halde olur. Ancak İslami bir toplum bu hale gelebilir. İnsanlara İslam nizamlarını uygulamak, İslami fikir ve duyguları egemen kılmakla, İslami toplum  tesis edilir.  

“Allah’ın şiarları”:

Allah’ın kendisine kulluk etmek için gösterdiği alamet, sembol ve işaretlerdir. Zira ibadet pratik amellerde hissedilir, kullar Allah ile kaynaştığında veya alaka kurduklarında ibadet için tayin edilen bir yere gider veya yönelir. İbadet,  bir yerde bir hareketle ve amelle gözükür. Böylece imani atmosfer, hava ve ortam oluşur.

Allah şöyle buyurdu:

وَمَنۡ يُّعَظِّمۡ شَعَآٮِٕرَ اللّٰهِ فَاِنَّهَا مِنۡ تَقۡوَى الۡقُلُوۡبِ‏ ﴿۳۲﴾ 

 “Kim Allah’ın şiarlarını yüceltirse, şüphesiz ki bu yüceltme, kalplerin takvasındandır” (Hac 32)

Takvalı kimse Allah’ın kendisine gösterdiği şiarlara saygı ve sevgi gösterir; Kabe, Makam-ı İbrahim, Hacer-i Esved, Arafat, Mina, Müzdelife, Safa ve Merve gibi mekanlar Allah’a kulluk etmek için tayin edilen yerlerdir. Bunlarla ilgili koyduğu kuralları ihlal etmekten nehyi vardır. Hacca giden kimse bu yerlerde nasıl davranacağına dair şeri hükümlerle tespit edilen kurallara elbet uyacaktır, onları bozmayacaktır, yoksa ameli ve ibadeti boşuna olur.  

Bu yerlere tapınmaz, o yerlerden bir şey istenmez, orada durup Allah’a tapınılır. Oralarda kul Rabbine daha yakın olur, Allah kendisine kulluk etmek ve yaklaşmak için bu yerleri ve zamanları tayin etmiştir. 

 “Haram ayları”:

Haram ayları 4’tür. Kuran-ı Kerim’de belirlenmemiştir. Fakat Hadis-i Şerifte belirlenmiştir. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in :

 “Sene on iki aydır. Bunlardan arka arkaya gelen üç ayı: Zilkade, Zilhicce ve Muharrem ve ondan sonra Cemaziyelahir ile Şaban arasında gelen Recep’tir” (Buhari).

Zira Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in açıklaması Allah’tandır, bir vahiydir.

Bu aylarda savaşmak haram kılınmıştır. Tövbe suresi 36. Ayette Allah sene on iki aydır ve bunlardan dört ayı haram ayıdır diye bildirirken, bunların isimlerini açıklama konusunu Rasulüne havale ederek vahyetmiştir. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem onları saydı ve onlarla ilgili detayları açıkladı. Müslümanların bu aylarda kendi kendilerine zulmetmelerini nehyetti. Eğer bu aylarda savaşırlarsa günah işlemiş olurlar. Ancak kâfirler kendileriyle savaşıyorsa veya kendilerine saldırırlarsa, bütün müminler hemen savaşa hareket edecekler ve kendilerini savunacaklalar.

Bakara suresi 194. Ayette Allah Müslümanların haram aylarında kâfirler kendileriyle savaşırsa onlarla savaşmalarını, kendilerine nasıl saldırılmışsa saldıranlara saldırmalarını ve onları cezalandırmalarını emretmiştir.  

 Yine Bakara suresinde 217. Ayette geçtiği gibi kâfirler Müslümanları dinlerinden çevirmeye çalışıyorsa, Allah’ın diniyle savaşıyorsa, Mescid-i Haram’a gitmelerini engelliyorsa ve diyarlarından çıkarıyorsa veya çıkarmışlarsa haram aylarında savaşı başlatma müsaadesi verdi. Daha doğrusu kıtalın yapılması haktır. O ayetleri Bakara tefsirimizde geniş şekilde açıklanmıştık. 

Mesela, Müslümanların kendi kardeşleri 1948’de Yahudiler tarafından Filistin’den çıkartıldı. Haram aylarında kendilerini diyarlarından çıkaran bu düşmana karşı savaşı başlatabilirler ve kendi diyarlarını kurtarıncaya kadar savaşı sürdürmeliler. 

 Yepyeni bir memleketi fethedeceklerse, haram aylarında savaşı başlatmazlar. Bu memleketin ahalisine daveti yüklenmek ve İslam’ı dikkat çekici şekilde tebliğ etmekle meşgul olurlar. 

Bu şekilde Müslümanlar haram aylarının hürmetini korumuş olur. Şu var ki bu konu sadece Araplar arasında bir örf idi. İslam onu ikrar etti. İslam Hilafet Devleti bunu bütün dünyaya kabul ettirmeye çalışır. Eğer bir devlet buna uymayıp saldıracaksa ona saldırır. 

İslam devletinin başkanı ve ordunun başkanı sıfatıyla Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, Recep ayının son günlerinde Kureyş’in hareketini izlemek için Abdullah bin Cahş adlı sahabeyi ba 30 kişilik bir seriyyenin komutanı olarak gönderince, Kureyş’e ait bir kafileyle çatışma oldu. Kâfirlerden bir kişi  öldürüldü, iki esir alındı ve kafile ganimet edildi. Bu duruma karşı Kureyş, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem  ve İslam Devleti aleyhine Araplar arasında kamuoyunu kışkırttılar. Bunun üzerine  Bakara suresinde 217. Ayet nazil oldu. Eğer Müslümanlar haram ayının hürmetini ihlal etmişse, fakat Kureyş daha büyük cürüm ve suç işledi: “Müslümanları dinlerinden çevirmeye çalışıyor, Allah’ın diniyle savaşıyor, Mescid-i Haram’a gitmelerini engelliyor ve diyarlarından çıkarıyor” bu fitneler bir kişiyi öldürmekten daha büyük suçtur! Bu şekilde Müslümanlar, Kureyş aleyhine kamuoyunu çevirmeyi başardılar. 

Devlet başkanı olarak Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem esirleri mübadele etti ve ganimetleri kabul etti.

İşte kamuoyunun oluşturulmasının önemi vurgulanmıştır. İnsanlar toplumda egemen olan fikir ve görüşten çok etkilenirler ve bu şekilde hedefleri gerçekleştirebiliriz. Bu nedenle Hilafet Devletini kurabilmek için kamuoyu oluşturmak bir şart sayılır. Ayrıca küfür fikirleri aleyhine ve İslam lehine kamuoyu oluşturmak en büyük çalışmalardandır. Zira kâfirler kamuoyu oluşturmakla diğerlerini baskı altına alıp, istedikleri siyaseti ve kanunu uygulamaya çalışırlar. Korkak ve pısırık kişiler köşelerde ve yerlerinde saklanıp, biz ferdi ve nefsi değiştirmek istiyoruz derler. Oysa Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, Mekke’de zayıf iken bile meydanlarda Kureyş’in kuruluşlarına karşı küfür liderlerine, fikirlerine ve siyasetlerine çatıyordu ve İslam’ı ve çözümleri büyük cesaretle duyuruyordu.

“Kurbanlar ve Gerdanlıklar”:

Hacda kesilecek kurbanların ulaşmasını engellemeyi yasaklıyor. Kesme gününde, Kurban Bayramı günlerinde Mina’ya varmasını temin etmek gerekir. Nitekim orada o günlerde kesmek hacılar üzerinde farzdır.

Bazıları, hacda kesecekleri kurbanların boyunlarına gerdan, kolye takarlar. Artık bu hayvan ancak Mina’da kesilecektir. Ayrıca insanlar bu hayvanı satmazlar, sadece kurbanlık olacaktır. Böylece bu işe saygı gösterilir, bir kimse buna dokunamaz. 

İşte boynuna gerdan takılan deve veya inek veyahut koyun ve keçilerin Mekke’deki yerlerine ulaşmasını engellemek caiz değildir. Zira kurban ancak bunlardan olur. Enam bunlardır. Geçen ayette, Maide 1. Ayetini tefsir ederken bu konuyu bahsettik. 

 “Rablerinden bir fadl ve rıza isteyerek Mescid-i Haram’a gelenler”: 

 Fadlın manası; ziyade, nimet ve lütuftur. Hacca veya umre için gelenlere ticaret yapmanın müsaadesi verildi. Hac suresi 28. Ayette Allah hacca veya umreye gidenlere açıkça müsaade etti. “Hacla beraber kendilerine ait menfaatlerini elde etsinler” diye buyurmuştur. Aynı anda hac veya umre yaparak Allah’ın rızasını elde ederler. Bu şekilde ayette, hem Allah’tan rızık hem de rıza isteyerek Mescid-i Haram’a gelenler engellenmez. Bunların ticari işleri yasaklanmaz. 

İslam siyaseti hem dünya hem ahiretle ilgilidir. Müslüman ibadetini yapar, aynı anda ticaretini yapar ve başka dünyevi iş yapar. İbadet yaparken sırf Allah’ın rızasını hedef edinir. 

Müslüman ticaret veya başka dünyevi iş yaparken şeri hükümlere bağlanır, helal ve haramı gözetir. Bu şekilde dünyevi hedefini gerçekleştirirken, Allah’ın rızasını kazanır.    

İslam Hilafet Devleti, hac veya umre yapmak ve aynı anda ticaret yapmak isteyenlere yol açar. Kargaşanın meydana gelmesine önlem alır, düzenlemeler ve kurallar koyar. Zira Müslüman memleketleri arasında sınır yoktur. Her Müslüman Mekke ve Medine’ye gelebilir, vize ve engel yoktur. Bütün Müslüman memleketleri tek bir devlet kapsamında olacaktır. Eğer bir memleket henüz bağlanmamışsa onunla sınır konulmaz, oradaki Müslümanların gelişine kolaylık sağlanır. Zira İslam memleketleri yabancı devlet sayılmaz, iç siyasete dâhil edilir, Hilafet Devletine ilhak edilmeye çalışılır.  

“İhramdan çıktığınız zaman avlanın”:

1.Ayette ihramdayken karada avlanmak yasaklanmıştır. Bu 2. Ayette, Müslüman ihramdan çıkınca avlanabilir. Daha önce “avlanmayın” nehyi varken müsaade ederken nehyin tersini emir ifadesini kullandı. Ama avlanabilirsiniz manasındadır. Avlanmaya zorlanma yoktur. Bunun için benimsediğimiz İslam Şahsiyeti 3. Cilt Usul-u Fıkıh kitabında her emir ifadesi kesinlik veya vacip veyahut farz manası taşımaz. Ancak karine; onunla ilgili açıklayıcı bağlantı belirler. Genellikle nehiy geçerse müsaade verilince emir sigası kullanılır. Cuma suresi 9. Ayette “Cuma gününde namaza çağırılınca alışverişi terk edin” şeklinde Allah’ın nehyi geçti. “Cuma namazı eda edilince yeryüzünde yayılın ve Allah’ın fadlından isteyin (size takdir ettiği rızkınızı kazanmaya çalışın) emri geldi. Nehye karşı emir geldi. Bu emir yasaklıktan sonra geldiği için müsaade manasını taşır: Camide durmanıza gerek kalmadı, yeryüzünde istediğiniz yere gidebilirsiniz ve rızkınızı elde etmek için ticarete, alışverişe dönebilirsiniz.    

“Mescid-i Haram’ı ziyaret etmekten sizi çeviren kavme kızgınlığınız ve buğuzunuz, haksızlık yapmaya sürüklemesin”:

Müslümanlar, kâfirler tarafından Mescid-i Haram’ı ziyaret etmekten engellenince, onlara karşı kızgınlıkları ve buğuzları arttı. Bu durum adaletli davranmalarına mani olmasın, haksızca onlara saldırmasınlar manasındadır. 

Düşmana karşı bile, Müslümanların adaletli olarak davranmaları farz kılındı. Bunun manası nefsani olarak değil, şeri hükümlere göre davranmak gerekir. Çünkü adaletin ne olduğunu şeri hükümler belirler. Nitekim kâfir devletler, kendi kanunlarına göre adaleti uyguluyoruz diye ilan etmektedir. Oysa beşerin kanunları adaletli olmaz. Çünkü yasa koyanlar çıkarlarını düşünürler, heva ve heveslerine göre hareket ederler. Ancak Allah (c.c) adaletli hüküm belirler, indirdiği hükümler adaletli olur. İnsanlar arasında fark kılmaz. Nitekim adaletin ölçüsü çok önemlidir. 

Canlı misal; 30 Ekim 2015’te Rusya zalim Beşar Esad’ın rejimi yanında yer alıp Suriye halkına saldırınca, Batılılar onu kınamadılar, ona karşı çıkmadılar, içerik olarak desteklediler, onunla işbirliği yaptılar. Çünkü bir Müslüman halkına saldırdı ve Müslümanların İslami devrimini engellemesi için bir saldırı idi. 22 Şubat 2022’de Rusya Ukrayna’ya saldırınca, bütün Batılılar Rusya haksızlık yaptı diyerek ona karşı çıktılar, müeyyide ve cezalar koydular. Yahudi varlığı 7 Ekim 2023’den itibaren aylarca Gazze’ye saldırı yapınca onu desteklediler, onu kınayanı bile cezalandırdılar, her tür yardım, silah, mühimmat ve tam siyasi destek de verdiler. Oysa bu cani Yahudi varlığı on binlerce suçsuz insanı öldürdü, on binlerce kişiyi yaraladı ve sakat bıraktı, özellikle kadınları ve çocukları hedef ediniyordu. Gazze’nin binalarını, hastanelerini, okullarını yıktı. Su, gaz, elektrik ve gıda maddelerinin oraya girmesini engelledi. Gazze’yi 17 senedir abluka altına almıştır, 1948 den beri birçok katliamlar gerçekleştirdi, halkın çoğunu göçe zorladı, topraklarına el koydu, bütün Filistin’i gasp etti. Batılılar o varlığa hep hak verdiler ve savundular. İşte kâfirler adaletli olabilirler mi? Olamaz! Allah kâfirlerin hakikatini şöyle açıklayarak buyurdu:

“وَالۡكٰفِرُوۡنَ هُمُ الظّٰلِمُوۡنَ “ “ Kâfirler zalimlerin ta kendileridir” (Bakara 254)

Avrupa’da yabancılara ve özellikle Müslümanlara karşı düşmanlık ve kin beslerler, ayrım yaparlar, hatta kendi kanunlarını çiğnerler ve pek adaleti yapmazlar. 

İslam Hilafet Devletinde yaşayan zimmi kafirler insaf ve adalet görürler, eziyet görmezler, onlara karşı ayrım yapılmaz, bütün haklarını alırlar.

Böylece Allah düşmanlara ve kâfirlere karşı bile şeri ölçülere göre Müslümanların adaletli olarak davranmalarını emreder. 

Mesela, İslam kadına değer verip korunacak bir ırz olarak saydı, çalışmaya zorlamadı ve nafakasını erkeğe farz kıldı. Kâfirler ise kadını bir ırz olarak saymazlar, onu çalışmaya zorlarlar. Onun değeri yoktur, ancak açılır ve kendi avretini onlara gösterince değer verirler. Böylece onun açılmasına ve güzelliğini göstermeye zorlarlar. Onu bir mal olarak sayarlar, müşteri kazanmak için hep reklamlarda ve işyerlerinde kullanırlar. Onu zina ve fuhuş yapmaya teşvik ederler. Bu nedenle genelevler ve eğlence yerleri açtılar, kadın ticaretini yaparlar ve kâfir devletler bunlara ruhsat verip, bunlardan vergi toplar. 

Kâfirler kadına o kadar zulüm yaparken, kalkıp kadını sayan ve koruyan İslam’a saldırırlar! Çünkü İslam kadının açılmasını ve pazarlanmasını yasaklar. Onlar ise hep kadını kullanıp, mal olarak ta sayıp kar elde etmek ve şehvetlerini istedikleri kadınla doyurmak üzere bu davranışta bulunurlar. Zira ırz, namus ve şerefle alay ederler, onlara göre kadın hürriyeti ve hakları budur. Bu şekilde kadını kandırıp ezerler. Kâfirler ne kadar sinsi ve ne kadar zalimdir!

 “İyilik ve takva konusunda yardımlaşın, günah işlemek ve haksızlık yapmak için yardımlaşmayın”: 

İyilik ve takva birer şeri mefhumlardır. Allah Bakara suresi 177. Ayette ana hatlarıyla iyiliğin ne olduğunu ve iyilik yapanların kim olduklarını şöyle açıklayarak buyurdu: 

  1. Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara ve peygamberlere iman etmektir. 
  2. (Allah’ın rızasını gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, ihtiyaçtan dolayı dilenenlere ve kölelerin kurtuluşuna sevdiği maldan harcamaktır.
  3.  Namaz kılmak ve zekât vermektir. 
  4. Antlaşma yaptığı zaman sözleri yerine getirmektir.
  5.  Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabretmektir. 
  6. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Takva sahipleri ancak bunlardır! 

Şu var ki, sadece iyilik ve takva işleri bunlar değildir, zira bir münasebetle bunları vurgulamak istedi. Burada ibadetten sadece namaz ve zekâtı gösterdi. Oysa başka ayetlerde hac, oruç, cihad, marufu emretmek ve münkeri nehyetmek üzerinde durdu. 

Allah, Kuran-ı Kerim’de ve Hadis-i Şerifte hangi konuyla ilgili vahyetmişse o iyilik sayılır ve takva işleridir. Bu iyiliği yapanlar takva sahibi olurlar.

İşte Allah, Müslümanların bu işleri yapmak için birbirine yardım etmelerini emretmiştir, farz kılmıştır. Müslümanlar birbirlerinin imanlarını güçlendirmek ve diğerlerini imana çağırmak, namaz, zekât ve sair ibadetler yapmak için birbirlerine yardım edecekler. Bu ibadetleri eda etmek için birbirlerini teşvik edecek ve hatırlatacaklar.

Her tür muhtaç Müslümana, ihtiyacını gidermek için yardımlaşacaklar. Kendi aralarında bir fakir, bir yoksul hiç bırakmazlar. 

Maide suresi 1. Ayette geçtiği gibi akit ve ahide vefakârlık yaparlar. Bunu gerçekleştirmek için birbirlerini teşvik ederler.

Asr suresinde geçtiği gibi kurtuluşa erenler ve cenneti kazananlar ise iman edip salih amel (iyilik) yapanlar, hakkı ve sabrı birbirine tavsiye ederler. Hakkı söylemek ve hakkı sahibine eda etmeye ve sıkıntılarda sabretmeye birbirlerini emrederler. 

Zalime karşı çıkarken, mazlumun yanında dururlar. Zulmü kaldırmak için yardımlaşırlar. Zulmün kaynağı ise küfür nizamı, anayasası ve kanunlarıdır. Bu nedenle imana dayalı ve iyilik ve takva işlerini yürütecek ve uygulayacak, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in kurduğu ve Müslümanların 13 asırdır devam ettirdikleri İslam Devletini tekrar kurmak için birbirlerine yardım etmelerini farz kıldı. Zira bu devlet kurulmayınca, iyilik ve takva toplumda, nizamda ve siyasette bulunmaz. Şimdiki gibi laik demokratik sistemde her tür kötülük ve hayâsızlık yaygındır, her tür haram serbesttir. Buna karşı susmak ve bunu değiştirmek için çalışmamak, günah işlemek ve haksızlık yapmaya bir  yardım sayılır.

Allah günah işlemek ve haksızlık yapmak için yardımlaşmayı yasaklarken, buna karşı susmayı yasakladı. Bir kimse günah işlerse veya haksızlık yaparsa ona yardım etmeyecekleri gibi onu bundan nehyetmelerini emretti, münkeri kaldırmalarını farz kıldı. Bununla ilgili birçok muhkem ayet indirmiştir.  

“Allah’tan korkun ve sakının. Şüphesiz ki Allah’ın azabı pek şiddetlidir”.

İşte ayetin sonunda, Allah Müslümanların kendi azabından korkmalarını ve sakınmalarını emrediyor. Zira onun azabı çetindir, elimdir, hiç rahmet yoktur. Eğer insan Allah’tan korkmuyorsa, her kötülüğü ve haksızlığı yapar. İyilik yapmaz ve takva işleri de yapmaz. Zaten takva sahibi değildir. Çünkü Allahtan korkmaz ve azabından sakınmaz. Takvanın manası ise Allah’ın azabından sakınmaktır. 

Allah, Müslümanların ayette geçen kendi emir ve nehiylerine riayet etmeleri için ayetin sonunda onları kendi azabından sakındırıyor. Nitekim insan, Allah’tan korkarsa emrini yerine getirir ve nehyinden vazgeçer.