– 6 –
- Allah için kaim olmak
- Adaletle şahitlik etmek
- Düşmanlık ve adaletsizlik
- Adaletin takvayla alakası
- Müminlere Allah’ın va’di
- Kâfirlerin zalimliği ve akıbeti
- Kâfirlerin müminlere komplosu
- Allah’ın müminleri koruması
- Tevekkül etmenin önemi
- Tedbir alma meselesi
يٰۤـاَيُّهَا الَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا كُوۡنُوۡا قَوَّامِيۡنَ لِلّٰهِ شُهَدَآءَ بِالۡقِسۡطِ وَلَا يَجۡرِمَنَّكُمۡ شَنَاٰنُ قَوۡمٍ عَلٰٓى اَلَّا تَعۡدِلُوۡا ؕ اِعۡدِلُوۡا هُوَ اَقۡرَبُ لِلتَّقۡوٰى وَاتَّقُوا اللّٰهَ ؕ اِنَّ اللّٰهَ خَبِيۡرٌۢ بِمَا تَعۡمَلُوۡنَ وَعَدَ اللّٰهُ الَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا وَعَمِلُوا الصّٰلِحٰتِ ۙ لَهُمۡ مَّغۡفِرَةٌ وَّاَجۡرٌ عَظِيۡمٌ وَالَّذِيۡنَ كَفَرُوۡا وَكَذَّبُوۡا بِاٰيٰتِنَاۤ اُولٰٓٮِٕكَ اَصۡحٰبُ الۡجَحِيۡمِ يٰۤـاَيُّهَا الَّذِيۡنَ اٰمَنُوا اذۡكُرُوۡا نِعۡمَتَ اللّٰهِ عَلَيۡكُمۡ اِذۡ هَمَّ قَوۡمٌ اَنۡ يَّبۡسُطُوۡۤا اِلَيۡكُمۡ اَيۡدِيَهُمۡ فَكَفَّ اَيۡدِيَهُمۡ عَنۡكُمۡۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَ ؕ وَعَلَى اللّٰهِ فَلۡيَتَوَكَّلِ الۡمُؤۡمِنُوۡنَ
“Ey iman edenler! Allah için kaim olan ve adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir kavimle düşmanlığınız adaleti yapmaktan alıkoymasın, adalet yapın, bu davranışla takvaya daha yakın olursunuz ve Allah’tan korkun. Şüphesiz ki, Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. Allah, iman edip salih amelleri işleyenlere şöyle va’d etti: kendileri için mağfiret ve büyük ecirdir (mükâfattır). Kâfir olup ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar cehennem ehlidir. Ey iman edenler! Sizin üzerinizdeki Allah’ın nimetini hatırlayın, hani bir kavim size ellerini uzatmaya kalkıştılar. Allah onların ellerini sizin üzerinizden çekti. Allahtan korkun ve Müminler Allah’a tevekkül etsinler”. (Maide 8-11)
“Ey iman edenler! Allah için kaim olan ve adaletle şahitlik eden kimseler olun”. Bu üç konu birbirine bağlıdır: iman etmek, Allah için kaim olmak ve adaletle şahitlik yapmaktır.
Önce imanı yerleştirmek gerekir. İman gereğince insan Allah için çalışır, adaletli olur ve adaletle şahitlik eder, adaletle hakemlik yapar, herkese hakkını verir, bir sözle veya bir amelle veyahut bir şahitlikle kimseye zulmetmez.
İman bunu gerektirir, insan mümin değilse veya imanı kavramamışsa veyahut unutursa zalim olur, kendi kendine bile zulmeder.
Allah için kaim olmak; Allah’ın azametini ve yüceliğini idrak ederek O’nun için çalışmaktır. Allah için ayakta hazır olur, hakkı tutar, bütün emirlerini infaz eder, muhafaza eder ve yaşatır. Zira kaim olmanın manası iş yapmak veya görevi eda etmek için ayakta durmak ve hazır olmaktır. En’am suresi 162. Ayette geçtiği gibi nasıl namaz ve sair ibadetleri Allah için yaparız, aynen hayatımız ve ölümümüz Allah için olur. O’nun için yaşıyoruz ve onun uğrunda ölüyoruz.
İman edenler Allah’ın emirlerini yerine getirmek için daima hazır olurlar. Her işte ve her konuda emrini uygularlar. Dini hayattan, işten, siyasetten, devletten, özel ve genel hayattan ayırmaz, Allah’ı her konuda hatırlar, yoksa mümin sayılmazlar.
“Bir kavimle düşmanlığınız adalet yapmaktan alıkoymasın, adaleti yapın, bu davranışla takvaya daha yakın olursunuz ve Allah’tan korkun. Şüphesiz ki, Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.”
Mümin Allah’ın emri gereğince daima adaletli olmaya çalışır; bir kimseyle düşmanlığı varsa bile o kişiye karşı adaletli davranır, ona zulmetmez, onun hakkı varsa ona verir, o haklı ise onun lehine şahitlik yapar.
Müslüman adaletle davranırsa takvaya daha yakın olur, Allah’a daha yakın olur, O’ndan korkmaya, azabından sakınmaya ve O’nun emirlerini yerine getirmeye ve nehiylerinden uzak durmaya çalıştığı anlaşılır. Takva sahibi ve muttaki sayılır.
Bu nedenle Allah birçok ayette takvayı hatırlatır, Kendisinden ve azabından korkutur ki, mümin onun emrine uysun ve nehyinden uzak dursun.
Zira ayetin sonunda Kendisinin ne yaptıklarından haberdar olduğunu hatırlatır, Allah’ı görmedikleri halde Allah onları görmüyor ve işitmiyor diye zannetmesinler. Çünkü insanlar ancak gördükleri ve hissettikleri güçten korkarlar. Bu nedenle Allah daima insanların yaptıklarını görür, işitir, gözetir ve kontrol eder diye hatırlatır. Onlara şah damarından daha yakındır, göğüslerindeki vesveseleri bilir, göz hainliğini görür.
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
“اعبد الله كأنك تراه، فإن لم تكن تراه فإنه يراك”
“ Sanki Allah’ı görüyor gibi O’na kulluk et. O’nu görmüyorsan, bil ki O seni görür” (Buhari ve Müslim)
Senin zihninde seni görüyor ve işitiyor diye tasavvur edeceksin. Cennetin nimetlerini ve cehennem azabını canlandırmaya çalışacaksın.
Böylece Müslüman Allah’tan ve azabından korkar, günah işlememeye ve hep O’nun emrini yerine getirmeye gayret sarf eder.
Kâfirler Allah’a gerçek manada inanmadıkları veya O’nu veyahut ahireti inkâr ettikleri veyahut ta Rasulünü ve Kitabını reddettikleri için O’ndan korkmazlar. Bu nedenle her haramı işlemeye hazırdırlar, heva ve heveslerine uyarlar, sadece çıkarlarını düşünürler. Bu insanları tekrar imana çağırmak gerekir. Ama müminler Zariyet suresi 55. Ayette geçtiği gibidir, zira hatırlatma onlara fayda verir, haram işlemekten vazgeçer. Bu nedenle şahitlik etmeye çağırılınca ona Allah’ın azabı hatırlatılır, yalan söylemesin, doğruyu söylesin.
Mümin olmayınca Allahtan korkutsan seninle alay eder, hatta azgınlaşır. Maide suresi 64 ve 68. Ayette geçtiği gibi Allah’ın indirdiği ayetler onlara okundukça onların azgınlığı ve kâfirliği daha fazla artar. Ama gördükleri güçten, polisten ve askerden korkutursan hemen korkar!
Bu sebeple kâfirleri İslam hükmü altına alıp üzerlerine uygulamak haktır. Ama onları kendi halleriyle bırakırsan azgınlaşırlar ve zulmederler. Nitekim İslam Hilafet devletinin dış siyaseti insanları İslam’a çağırma esasına dayalıdır. İslam’ı kabul ederlerse onlarla savaşılmaz, devlete ilhak edilir. Müslüman olmasalar da İslam hâkimiyeti altına alınıp zimmi sayılır, Müslümanların sahip oldukları haklara sahip olurlar, onlara adaletle İslam hükmü uygulanır, hiç zulmedilmezler. Böylece İslam nurunu ve adaletini görürler, fevç fevç İslam’a girmeye başlarlar.
Küfür devletleri direnirse küfrü ve zulmü kaldırmak için savaş hak olur, onlar mağlup olunca zimmi olarak sayılıp zulmedilmezler, İslam’ın adaleti onlara uygulanır. Bu nedenle İslam tarihi boyunca İslam devletinin fethettiği yerlerin ahalisinin hepsi veya ezici çoğunluğu İslam’a girdi.
Nisa suresi 135. Ayette Allah iman edenlerin adaleti ayakta tutmaya, kendileri, ana-babaları ve akrabaları aleyhinde de olsa, Allah için şahitlik yapan kimselerden olmalarını emrederken nefislerine ve arzularına uyup adaletten sapmalarını nehyetmiştir.
Aynı şekilde “Eğer haktan saparsanız ve yüz çevirirseniz, bilin ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” ifadesini ekledi. Bu ifade bir uyarıdır ve tehdittir. Haktan saparsanız sizin için acılı azap vardır. Nisa suresi tefsirimize dönüp bu ayetin geniş açıklamasına müracaat edebilirsiniz.
Dinini anlamayan veya kavramayan Müslümanın işi karışıktır, doğru dürüst davranmaz. İmanını unutan kimselerden olursa haram işler, zalim olur, adaletsizlik yapar ve adaletle şahitlik yapmaz. Değişik bahane ve gerekçelerle kendi kendini kandırır, sanki doğru yaptı veya Allah affeder der!
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
” لا يزني الزاني حين يزني وهو مؤمن، ولا يشرب الخمر حين يشرب وهو مؤمن، ولا يسرق حين يسرق وهو مؤمن، ولا ينتهب نهبة يرفع الناس إليه فيها أبصارهم حين ينتهبها”
“ Zina eden kimse mümin olduğu halde zina etmez. Hırsızlık eden kimse mümin olduğu halde hırsızlık etmez. İçki içen kimse mümin olduğu halde içki içmez. Yağma eden kimse insanların gözleri önünde yağma ederken mümin olduğu halde yağma yapmaz” (Buhari)
O günahları işlerken Allah’ı unutur, Allah’ın korkusu kayıp olur, ölümü ve ahireti hatırlamaz. Tam gaflete düşer.
Küfür kanunlarını, laikliği ve demokrasiyi uygulayan yönetici, hâkim ve sorumlular böyledir. Bunlar aşırı zalimdir. Çünkü zina etmeye, içki içmeye ve her haramı işlemeye müsaade ederler. Değişik hilelerle ve zalim kanunlarıyla devletin ve milletin mallarını çalarlar, yalan söylerler, Müslümanları rezil ederler, düşmanlarıyla ve küfür güçleriyle işbirliği yaparlar. Nitekim Maide suresi 51. Ayette Allah Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyi, onlarla işbirliği yapmayı yasaklamıştır. Onları dost edinenlerin kâfirlerin cinsinden ve zalim olduklarını da beyan etmiştir.
Allah şöyle buyurdu:
وَالْكَافِرُونَ هُمْ الظَّالِمُونَ
“Kâfirler ise zalimlerin ta kendileridir.” (Bakara 254)
Bakara suresini tefsir ederken ayeti şöyle açıkladık:
“Kâfirler Allah’a kâfir oldukları, onun gerçeğini örttükleri veya inkâr ettikleri veyahut O’nunla ortak kıldıkları veyahut ta Kur’an’ı veyahut Kur’an’ın herhangi bir ayetini inkâr ettikleri, Resulullah’ı veya Sünnet’i inkâr ettiklerinden dolayı en büyük zalim olurlar. Nasıl kendilerini yaratan, en güzel hale getiren ve sayılamayacak kadar nimetleri veren Allah’ı inkâr ederler veya ona kafir olurlar?! Nasıl bir ortak kılarlar?! Allah’ın verdiği emri nasıl kabul etmezler?! Bu nedenle kâfirler zalim olurlar”.
Şöyle de açıkladık:
“Eğer, kâfirler kendilerini yaratan ve her nimeti veren Allah’a karşı zalim oluyorlarsa insanlara karşı da zalim olmayacaklar mı?! Vakıada herkesin gördüğü gibi kesinlikle zalimdirler. Kendi tebaalarına, birbirlerine ve özellikle Müslümanlara karşı pek zalimdirler. İşte çıkarttıkları anayasa ve kanunlarla zalim olmaktadırlar. Çıkarlarına ve zevklerine göre kanun çıkarıyorlar. Müslümanlara ve hatta diğer insanlara karşı bakışları zalimcedir, hiç insaflı olmuyorlar. İnsanlar arasında adaleti gerçekleştirmezler. Çünkü kanunları zalim ve bakışları ayırımcıdır. Özellikle İslam’a ve Müslümanlara karşı bakışları hiç insaflı değil, tam zalimcedir. İslam hakkında yazdıklarına bakın hep insafsız ve haksızdır. Gerçeği örterler, yalan uydururlar. Bu nedenle, onların hükmü altında bulunun Müslümanlara zulmederler, her konuda baskı yaparlar. Onların demokrasilerine bakın! Hep zenginler ve güçlü olanların lehine karar verilir. Haksızca savaşlar çıkarttılar, İslam dünyasına saldırdılar, işgal ettiler, milyonlarca Müslümanı öldürdüler. Çıkarları için birbirine karşı bile cihan savaşları çıkarttılar, kendi küfür milletlerinden milyonlarca insanı öldürdüler. Onlardan her biri haksız olsa bile haklı olduğunu söylüyor”.
İşte kâfirlerin nasıl zalim olduklarına hep şahit oluyoruz, hatta kendi kanunlarını çiğniyorlar ve istedikleri zaman başka tarafa çeviriyorlar. Siyasi meselelerde aynıdır: Filistin ve Gazze’ye karşı Yahudilerin vahşetini nasıl desteklediklerini herkes gördü. Bu meseleyle ilgili BM’lerde onların çıkardıkları kanunları Yahudilere hiç uygulamadılar, sadece Müslümanlara müeyyide koyarak zorla uygularlar ve saldırırlar. Kendi memleketlerinde yaşayan Müslümanlara bile adaleti pek uygulamaz ve sürekli saldırırlar.
Buna göre neticeyi Allah açıklar:
İman edip salih ameller işleyenlere mağfiret ve büyük ecir vardır. Allah’ın ayetlerini inkar eden kafirler için ise cehennem.
Bu hak ve adalettir. Kalem suresi 35-36. ayetlerde geçtiği gibi Müslümanları mücrimler (hep cürüm, suç ve günah işleyenler) gibi eşit tutacağını zannedenlere çatıyor. Onlara nasıl böyle hüküm verdiklerini kötülüyor. Bu hususla ilgili verdiğiniz hüküm bile zulümdür.
Müminler hep Allah’ı ve dinini savunurken, hep salih amel işlerken, kâfirler hep Allah’la ve diniyle savaşırlar, hep günah işlerler! Bunlar bir midir? Zaten kâfirler haram helal ölçüsünü kabul etmezler, işlerine geleni yaparlar. Onların ölçüsü menfaatçiliktir. Ne olursa olsun kendilerine menfaati sağlayan işi yaparlar.
Takvalılar ile takvasızlar bir mi? Allah’ının dinini uygulamaya ve yaşatmaya çalışan müminler ile her harama serbestlik veren laik demokratlar eşit midir?!
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in tesis ettiği Halifeliği kurmaya çalışanlar ile küfür olan laik demokratik Cumhuriyeti yaşatanlar bir midir?!
Sadece ve sadece iman edip salih amel yapanlar cennetliktir. Allah’ın ayetlerini reddedenler veya küfür kanunlarını Allah’ın ayetlerine ve ahkâmına tercih edenler cehennemliktir.
“Ey iman edenler! Sizin üzerinizdeki Allah’ın nimetini hatırlayın, hani bir kavim size ellerini uzatmaya kalkıştılar. Allah onların ellerini sizin üzerinizden çekti. Allahtan korkun ve Müminler Allah’a tevekkül etsinler”.
Bu ayetle ilgili değişik nüzul sebepleri rivayet edildi. Yahudi olan Nadir oğulları Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e suikast düzenlemek istediler. Allah onu ve müminleri korudu.
Yine de başka rivayette Yahudi olan Kureyza oğullarının liderlerinden Ka’b bin el eşref ve arkadaşları Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ve bir takım Sahabeleri öldürmek için gaddarca bir pusu kurdular. Fakat Allah onları korudu.
Yine de bir sefer Yahudiler zehirli yemek hazırladılar ve Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ve Sahabeleri çağırdılar. Allah, rasulü ve müminleri korudu.
Allah müminlerin bu nimeti hep hatırlamasını talep etti. İçerik olarak bir mümin, kâfirlerin düşmanlığını, entrikalarını, komplo ve sinsi amellerini hatırlamalı ve bunlardan sakınmalıdır. Çünkü kâfirler kendilerine ne kadar iyilik yapılırsa yapılsın hiç bir zaman müminlerden razı olmazlar.
Hatta Maide suresi 82. Ayette geçtiği gibi müminlere karşı en şiddetli düşmanlığa sahip olanların Yahudiler ve müşriklerin oldukları ifşa edilmiştir. Bunlar durmadan İslam’la ve Müslümanlarla savaşırlar.
Bakara suresi 120. Ayette geçtiği gibi İslam’ı terk edip kendi dinlerine tabi olmadıkça Yahudiler ve Hristiyanlar Rasulullah’tan ve müminlerden hiç razı olmayacaklarına dair hakikat gösterildi.
Bakara suresi 217. Ayette kâfirler müminleri dinlerinden döndürünceye kadar savaşacaklarına dair hakikat beyan edildi.
Nisa suresi 89. Ayette geçtiği gibi münafıklar kendileri kâfir oldukları gibi Müslümanların kâfir olmasını diliyorlar.
İşte Yahudiler Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e, İslam’a ve Müslümanlara besledikleri kinden dolayı hep aleyhte çalıştılar. Bugüne kadar da bunu sürdürmekteler. Oysa Müslümanlar Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem döneminde onlara emniyet sağladı, kabileleriyle iyi komşuluk yaptı, fakat hep gaddarlık yaptılar. Müslümanlar Endülüs’te 800 sene onlara güzel yaşam ve emniyet sağladılar. Kindar Hristiyanlar oradaki Müslümanlara katliamlar düzenledikleri gibi Yahudilere de düzenlediler. Bu Yahudiler Osmanlı devletine sığındılar, orada onlara 400 sene güzel yaşam ve emniyet sağlandı. Fakat kinlerinden ve nankörlükten dolayı bu devlet aleyhine çalışmaya başladılar. Dönme Yahudiler sinsice çalışmaya başladı. Onlardan Mustafa Kemal adıyla bir kişi çıkıp İngilizlerle işbirliği yapıp Hilafeti yıktı ve şeriatı kaldırdı, laik Cumhuriyeti kurup küfrü uyguladı ve onun tabileri hâlâ aynı şeyi yapıyorlar. İslam’a kin besleyen İngilizler ve Amerikanlar Filistin’de Yahudilere bir devletin kurulmasına imkân tanıdılar. Bunların desteğiyle hep oradaki Müslümanları ezerler ve yok etmeye çalışırlar.
Hindistan’ı işgal eden İngilizler hayvanlara tapan Hinduları Müslümanlar aleyhine kışkırtıp yardım ettiler ve onlara Hindu devleti kurdurdular. Buna benzer her yerde İngilizler, Amerikanlar ve Fransızlar ve sair kâfirler her yerde İslam’a ve Müslümanlara ellerini ve dillerini uzatmaya çalışırlar.
Nitekim Allah şöyle buyurdu:
اِنَّ الۡـكٰفِرِيۡنَ كَانُوۡا لَـكُمۡ عَدُوًّا مُّبِيۡنًا
“Muhakkak ki kâfirler size apaçık düşmandırlar.” (Nisa Suresi 101)
Mademki Allah sizi kâfirlerden korudu, öyleyse onlardan korkmayın yalnız Allahtan korkun ve O’na tevekkül edin. “Müminler Allaha tevekkül etsinler”. Eğer ona dayanıp güvenirseniz her zaman sizi onlardan koruyacak ve onların aleyhine yardım edecektir.
Tevekkül etme akidesi İslam’ın en önemli akidelerindendir. İnsanın ne kadar Allah’a güvendiğini gösterir. Müslümanım, müminim diyen kimse insanlardan korkmadan ve çekinmeden O’nun ermine uyar ve nehyinden vazgeçer, davasını yüklenir ve hakkı haykırır. Daha doğrusu insanları O’nun emrine uymaya ve nehyinden vazgeçmeye kuvvetli duruşla çağırır. Maide suresinde 54. Ayette geçtiği gibi hiçbir kimsenin kınamasından çekinmeden Allah için hakkı söyler. Zira ecel, rızk ve zararın Allah’ın elinde olduğuna inanır. Allah takdir etmedikçe hiç bir kimse onun ecelini kısaltamaz, rızkını kesemez ve kendilerine zarar veremez. Tevbe suresi 51. Ayette geçtiği gibi “Ancak Allah’ın bize takdir ettiği şey dokunur. O dostumuz, yardımcımız, öyleyse müminler O’na tevekkül etsinler” derler.
Ancak şeytan ve dostları müminleri korkutmaya çalışırlar, gerçek mümin bunlardan korkmaz ve dinini hâkim kılmak için mücadele verir. Allah şöyle buyurdu:
اِنَّمَا ذٰلِكُمُ الشَّيۡطٰنُ يُخَوِّفُ اَوۡلِيَآءَهٗ فَلَا تَخَافُوۡهُمۡ وَخَافُوۡنِ اِنۡ كُنۡتُمۡ مُّؤۡمِنِيۡنَ
İşte; Şeytan ancak kendi dostlarını korkutur, eğer mümin iseniz onlardan korkmayın ve yalnız benden korkun. ( Al-i İmran 175)
Nahl suresi 98-100. Ayetlerde; “İman edip Rablerine tevekkül edenler üzerine şeytanın hiç otoritesinin olmadığı, onun otoritesinin ancak kendisini dost edinenler ve onu ortak kılanlar üzerinde olduğu beyan edilmiştir.
Allah’a tevekkül etmenin farz olduğuna dair birçok muhkem ayetler geçmiştir.
Tedbir almak ve esbaba tevessül etmek ayrı bir vaciptir; Müslüman yapacağı işi tespit eder, hedefi tayin eder, hedefe ulaştıracak planı çizer, üslup ve vesileyi seçer, önlem ve tedbir alırken Allah’a tevekkül eder. Müslüman işi başlatmadan önce ve sonra, iş esnasında ve bitirirken de hep Allah’a dayanır ve güvenir. Helali ve haramı gözetir, haram ise ne kadar menfaat getirecek oluşa olsun ondan çok uzak durur. Zira rızkın Allah’tan olduğuna inanır. İslam davetini yüklenirken asla taviz gösteremez, Enfal suresi 10. Ayette geçtiği gibi zaferin sadece Allah’tan geldiğine inanır. Al-i İmran suresi 160. Ayette geçtiği gibi yardım edenin ve zafer sağlayanın yalnız Allah olduğuna, yardım etmezse hiç zaferi görmeyeceğine inanır, bu nedenle O’na tevekkül eder.