– 7 –
Allah’ın Unutulan Misakı
Allah’ın Kelamını tahrif etmek
Allah’ın laneti
Kalplerin katılaşması
Hıristiyanların buğuz ve düşmanlığı
Affetmek ve cezalandırmak
Cizye hükmü
وَلَقَدۡ اَخَذَ اللّٰهُ مِيۡثَاقَ بَنِىۡۤ اِسۡرآءِيۡلَۚ وَبَعَثۡنَا مِنۡهُمُ اثۡنَىۡ عَشَرَ نَقِيۡبًا ؕ وَقَالَ اللّٰهُ اِنِّىۡ مَعَكُمۡؕ لَٮِٕنۡ اَقَمۡتُمُ الصَّلٰوةَ وَاٰتَيۡتُمُ الزَّكٰوةَ وَاٰمَنۡتُمۡ بِرُسُلِىۡ وَعَزَّرۡتُمُوۡهُمۡ وَاَقۡرَضۡتُمُ اللّٰهَ قَرۡضًا حَسَنًا لَّاُكَفِّرَنَّ عَنۡكُمۡ سَيِّاٰتِكُمۡ وَلَاُدۡخِلَـنَّكُمۡ جَنّٰتٍ تَجۡرِىۡ مِنۡ تَحۡتِهَا الۡاَنۡهٰرُۚ فَمَنۡ كَفَرَ بَعۡدَ ذٰ لِكَ مِنۡكُمۡ فَقَدۡ ضَلَّ سَوَآءَ السَّبِيۡلِ ﴿۱۲﴾ فَبِمَا نَقۡضِهِمۡ مِّيۡثَاقَهُمۡ لَعَنّٰهُمۡ وَجَعَلۡنَا قُلُوۡبَهُمۡ قٰسِيَةً ۚ يُحَرِّفُوۡنَ الۡـكَلِمَ عَنۡ مَّوَاضِعِهٖۙ وَنَسُوۡا حَظًّا مِّمَّا ذُكِّرُوۡا بِهٖۚ وَلَا تَزَالُ تَطَّلِعُ عَلٰى خَآٮِٕنَةٍ مِّنۡهُمۡ اِلَّا قَلِيۡلًا مِّنۡهُمۡ فَاعۡفُ عَنۡهُمۡ وَاصۡفَحۡ ؕ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الۡمُحۡسِنِيۡنَ ﴿۱۳﴾ وَمِنَ الَّذِيۡنَ قَالُوۡۤا اِنَّا نَصٰرٰٓى اَخَذۡنَا مِيۡثَاقَهُمۡ فَنَسُوۡا حَظًّا مِّمَّا ذُكِّرُوۡا بِهٖ فَاَغۡرَيۡنَا بَيۡنَهُمُ الۡعَدَاوَةَ وَالۡبَغۡضَآءَ اِلٰى يَوۡمِ الۡقِيٰمَةِ ؕ وَسَوۡفَ يُنَبِّئُهُمُ اللّٰهُ بِمَا كَانُوۡا يَصۡنَعُوۡنَ ﴿۱۴﴾
“Şüphesiz ki Allah İsrailoğullarından misak almıştır. İçlerinden on iki nakip gönderdik. Allah şöyle dedi: eğer namazı ikame eder, zekâtı verir, Rasullerine inanır, kendilerine kuvvetle yardım eder ve Allah’a karz-ı hasen ile ikraz ederseniz sizinle beraber olurum, günahlarınızı silerim ve altından ırmaklar akan cennetlere yerleştiririm. Bundan sonra sizden kim kâfir olursa muhakkak doğru yoldan sapmış olur”.(12)
“Misaklarını bozduklarından dolayı onları lanetledik, kalplerini kaskatı yaptık, böylece sözleri yerlerinden saptırmaya başladılar. Kendilerine hatırlatılan hükümlerin bir kısmını unuttular. İçlerinden birazı müstesna olmak üzere sen, onlardan daima hainlik görürsün. Yine de sen onları bağışla ve aldırış etme. Şüphesiz ki Allah muhsin olanları sever” (13)
“Biz Hristiyan’ız diyenlerden misaklarını aldık. Kendilerine hatırlatılan hükümlerin bir kısmını unuttular. Bu nedenle kıyamet gününe kadar birbirlerine karşı düşmanlık ve buğuz saldık. Allah onlara yaptıklarını bildirecektir” (14)
Daha önce Maide suresinde tefsir ettiğimiz ayetlerde Allah müminlere bir takım hükümleri beyan etmiştir. Müminlerin bu hükümlere ve daha gelecek hükümlere bağlanmaları ve uymalarını kesin şekilde talep etmiştir. Bu bir misaktır. Müminlerin imanlarından dolayı Allah’a verdikleri misaktır, bağlayıcı ve sağlam sözdür. Ondan sonra Maide 11. Ayette Allah müminlere verdiği nimetlerini hatırlattı. Bunlardan biride Yahudilerin ve kâfirlerin hile ve şerlerinden korunmaktır. Buna binaen onların takva sahibi olmasını, sadece kendisinden korkmalarını ve kendisine tevekkül etmesini kesin şekilde talep etmiştir.
Müminlerin Yahudi ve Hristiyanların düştükleri hale düşmemesi için onların verdikleri misakı nasıl bozduklarını hatırlatmak üzere ayetleri indirmiştir. Aynı anda bunlar Allah’a verdikleri sözü bozdular ve hükümleri ayaklar altına aldılar, size böyle hainlik yapmak artık onların âdeti ve huyu hale gelmiştir. Zira siyasette hainlik etmek, aldatmak ve yalan söylemeyi esas kılmışlardır. Dünyaya siyaseti bu şekilde tanıtmaya, öğretmeye ve uygulamaya başladılar.
Oysa İslam’da siyaset bir emanettir, doğruluk ve samimi hizmettir. İslami siyaset insanların işlerini İslam fikirleriyle yürütmektir. İslam’da ilk siyasetçi Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’dir. Kendisinden sonra Halifeler olacağı ve insanları İslam’la siyaset edeceklerini müjdeledi, öyle oldu ve 13 asır boyunca sürdü.
Allah-u teala İsrail oğullarından aldığı misakı bir kaç ayetle beyan etmiştir, şöyledir:
“Vaktiyle biz, İsrail oğullarından: ‘Yalnızca Allah’a kulluk edeceksiniz, ana-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz diye misak almış ve insanlara güzel söz söyleyin, namazı kılın, zekâtı verin’ diye de emretmiştik. Sonunda azınız müstesna, yüz çevirerek dönüp gittiniz. “(Ey İsrail oğulları!) Birbirinizin kanını dökmeyeceğinize, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayacağınıza dair sizden söz almıştık. Her şeyi görerek sonunda bunları kabul etmiştiniz. Bu misakı kabul eden sizler, (verdiğiniz sözün tersine) birbirinizi öldürüyor, aranızdan bir zümreyi yurtlarından çıkarıyor, kötülük ve düşmanlıkta onlara karşı birleşiyorsunuz. Onları yurtlarından çıkarmak size haram olduğu halde (hem çıkarıyor hem de) size esirler olarak geldiklerinde fidye verip onları kurtarıyorsunuz. Yoksa siz Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkar mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezası dünya hayatında ancak rüsvaylık; kıyamet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir. Allah sizin yapmakta olduklarınızdan asla gafil değildir. İşte onlar, ahirete karşılık dünya hayatını satın alan kimselerdir. Bu yüzden ne azapları hafifletilecek ne de kendilerine yardım edilecektir.”(Bakara 83-84-85-86)
“Hatırlayın ki, Tûr dağının altında sizden misak almış: Size verdiklerimizi kuvvetlice tutun, söylenenleri anlayın, demiştik. Onlar: İşittik ve isyan ettik, dediler. İnkârları sebebiyle kalplerine buzağı sevgisi dolduruldu. De ki: Eğer inanıyorsanız, imanınız size ne kötü şeyler emrediyor!” (Bakara 93)
“Allah kendilerine kitap verilen kimselerden şu sözü aldı; muhakkak ki insanlardan kitabı hiç gizlemeden onlara tam açıklayacaksınız. Fakat onlar kitabı arkalarına atıp az fiyatla onu sattılar. Satışları ne kadar kötüdür!” (Al-i İmran187)
“Onlardan misak, kesin söz almak için üzerlerine Tur’u yükselttik. Onlara şehrin kapısına secde ederek girin dedik. Cumartesi günü yasağını ihlal etmeyin de dedik. Onlardan ağır bir misak aldık. Misaklarını bozduklarından, Allah’ın ayetlerini inkar ettiklerinden, haksızca nebileri öldürdüklerinden ve kalplerimiz kapalıdır demelerinden dolayı (cezalandırdık), daha doğrusu kafirliklerinden dolayı Allah kalplerini mühürledi. Az kimseler dışında çoğu imana gelmezler”.(Nisa 154-155)
Allah İsrail oğullarından misak alınca, bunu yerine getirmek için içlerinden on iki nakip seçtirdi.
Nakip ise şu manalarda kullanılır: bir grup insanlardan sorumlu, kefil, bir şey için garanti eden, işleri yapıp yamadıkları ve sözü yerine getirip getirmediklerini teftiş eden ve kontrol eden kimsedir. Zira Allah emir verince söz verenlerin yapıp yapmadıklarını kontrol ettirmek için nakipleri seçtirir. Halklarının temsilcileri de olabilir.
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem İslam devletini kurmak ve Devlet Başkanı olmak üzere Ensarlardan 2. Akabe biatını aldıktan sonra onlara şöyle dedi:
” أخرجوا إلي اثني عشر نقيبا يكونون على قومهم بما فيهم”
“Kendileri dâhil olmak üzere kavimlerine (kefil olacak) benim için on iki nakip seçin”.
Onlar Hazreç kabilesinden 9 ve Evs kabilesinden 3 kişi seçince onlara şöyle buyurdu:
” أنتم على قومكم كفلاء ككفالة الحواريين لعيسى ابن مريم، وأنا كفيل على قومي”
“ Siz kavimleriniz için birer kefilsiniz. Tamamen Meryem oğlu İsa için havarilerinin kefilliği gibidir. Ben de kavmim için kefilim”. (El bidaye ve Nihaye- İbni Kesir)
İsrail oğullarından tayin edilen 12 nakip kendi kavimleri için kefil olup Allah’ın emirlerini yerine getirip getirmediklerini Kontrol edecekler.
Allah İsrail oğullarına şöyle dedi:
“Eğer namazı ikame eder, zekâtı verir, Rasullerine inanır, kendilerine kuvvetle yardım eder ve Allaha karz-ı hasen ile ikraz ederseniz sizinle beraber olurum, günahlarınızı silerim ve altından ırmaklar akan cennetlere yerleştiririm. Bundan sonra sizden kim kâfir olursa muhakkak doğru yoldan sapmış olur”.(Maide 12)
Bu ayette ve diğer ayetlerde geçen misakın içerdiği, emirleri yerine getirirlerse Allah onlarla beraber olacaktır. Bunun manası onları koruyacak, onlara yardım edecek ve zaferi sağlayacaktır. Aynı anda günahlarını silecek ve cennete yerleştirecektir. Hem dünyayı hem de ahireti kazanacaklar.
Eğer misakın gereğini reddederek yapmazlarsa kâfir olup doğru yoldan sapmış olurlar. Bu durumda Allah onlarla beraber olmaz, onlara yardım etmez ve zafer vermez, Kendisinden yardım kesilir.
Bu da Müslümanlara bir mesajdır. Eğer Allah’ın emirlerini yerine getirmeye çalışmazlarsa Allah onlarla beraber olmaz, onlara yardım etmez ve zafer vermez.
Nitekim İsrail oğullarına farz kılınanlar Müslümanlara da farz kılınmıştır. Namazı ikame etmek, zekât vermek, Rasullere iman etmek ve yardım etmek Müslümanlara farz kılındı. Karz-ı hasen cihad için Allah uğrunda harcamaktır. Aynı anda birbirine faizsiz borç verecekler. Buna mukabil Bakara suresi 261. Ayette beyan edildiği gibi Allah 700 kat daha fazla sevap verir. Fakirlere verilirse Ena’m suresi 160. Ayette geçtiği gibi 10 kat sevap verir.
Karz-ı hasen güzel kredidir. Karşılıksız Allah için borç vermektir. Başkalarına yardım etmek üzere faizsiz borç verilince Karz-ı hasen olur. Zira İsrail oğullarına faiz yasaklandığı gibi Müslümanlara da yasaklanmıştır. Müslümanlar birbirine yardım etmek üzere Karz-ı hasen, (faizsiz borç) verirlerse Allah onlara sevap verir.
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
” ما من مسلم يقرض مسلما قرضا مرتين إلا كان كصدقتها مرة واحدة”
“ Herhangi bir Müslüman başka Müslümana iki defa borç verirse, sanki bir defa sadaka vermiş olur” (İbni Mace, İbni Hibban, İbni Adey)
Bu şekilde Müslümanlar birbirlerine yardım ederler, işlerini yaparlar ve herkes anaparasını alır. Bunun karşılığı büyük sevaptır.
Fakat kapitalist sistemi insanları maddiyatçı, materyalist hale getirdi, faizsiz borç vermezler. Zira ahiret sevabını düşünmezler, sırf dünyayı düşünürler. Türkiye ve diğer İslam memleketlerinde rejimler İslam’ı uygulamayıp kapitalist sistemi uyguladığı için ticarette ve borçlanmada faizi esas kıldılar. Bu lanetli rejimler Müslümanları bozdu. Nitekim Bakara suresi 279. Ayette geçtiği gibi faizi serbest kılan, yiyen, yediren, kâtipleri ve şahitleri Allah ve Rasulüyle savaşmaya başlamışlardır. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem onları lanetledi. Bunlara fetva verenler de lanetlidir. Bu münkeri tanıyıp sesini yükseltmeyen ve karşı çıkmayanlar büyük haram işlerler. Zira münkeri nehyetmek en büyük farzlardandır.
Tefsirini yaptığımız Maide 13. Ayet ve yukarıda gösterdiğimiz diğer ayetlerde İsrailoğulları misaklarını bozdular, Allah’ın emirlerini yerine getirmediler. Bu nedenle Allah onları lanetledi. Bunun manası onlara azap verdi, rahmetini ve yardımını yasakladı demektir. Artık Allah onlarla beraber değildir, onlara yardım etmez.
Al-i İmran suresi 112. Ayette geçtiği gibi Allah’ın ipi ve insanların ipiyle yardım görürler, onları zillet ve miskinlikle damgaladı, Allah onlara gazap etti, böylece O’nun yardım ipi onlardan kesildi. Ancak insanlardan çıkarları için ve geçici olarak yardım onlara gelebilir.
İngilizler ve Avrupalılar Yahudileri zilletleştirip, katlederken Müslümanlar Endülüs’te ve Osmanlı devletinde onlara zimmi muamelesi uygulayıp bütün hakları veriyordu ve onları koruyordu.
Fakat İngilizler Müslümanlara karşı Yahudileri kullanmak isteyince onlarla temas etmeye başladılar. Hilafet devletini yıkmak için onları kullandılar. Böylece Dönme Yahudileri kullanmaya başladılar, bunların başında gelen kişi Mustafa Kemal’dir. Ona Hilafeti yıktırdılar ve onun vasıtasıyla küfür olan demokratik laik sistemi kurdurdular.
Nitekim 1917 senesinin sonuna doğru Mustafa Kemal Filistin’de Osmanlı ordu komutanı iken İngilizlere Filistin’i teslim etti. Aynı zamanda İngilizler Belfour Deklarasyonu adı altında Yahudilere Filistin’de vatan kurma va’di verdiler. Onları oraya her yerden getirmeye ve silahlandırmaya başladılar. 1948’de Amerika’yla beraber onların devletini kurdular. Her tür yardım ve desteği sağladılar. Bu insanların ipidir. Fakat bu insanlar sömürgecidir, sırf kendi çıkarlarını düşünürler. Bu yardım ve destekten onların amacı Yahudileri Müslümanlara karşı kullanmaktır. Böylece Müslümanlara egemen olurlar, onların kurtuluşunu ve kalkınmasını engellerler, tekrar Hilafeti kurma teşebbüslerini suya düşürürler. Müslümanlar direnince öldürülecek kimse Yahudilerdir, Allah’ın izniyle yakında Hilafet kurulunca ve Filistin’i kurtarmaya çalışırken öldürülecek kimseler de Yahudiler. Bu şekilde sömürgeci insanların ipi aldatıcıdır ve geçicidir.
“kalplerini kaskatı yaptık, böylece sözleri yerlerinden saptırmaya başladılar. Kendilerine hatırlatılan hükümlerin bir kısmını unuttular”.
“Kalplerini kaskatı yaptık” ifadesinin manası Allah zorla kalpleri katı yapmadı, kendi iradeleriyle katı oldu demektir. Allah’ın rahmetli hükümlerinden vazgeçince kendi çıkarlarına, heva ve heveslerine göre hareket etmeye başlarlar. Bu şekilde maddiyatçı ve çıkarcı olurlar. Nitekim maddiyatçı ve çıkarcıların kalpleri kaskatı olur.
Onlar ve sair insanlar ne yaparsa yapsınlar Allah’ın iradesiyle olur. Bunun manası Allah’a rağmen yapamazlar, O’nun otoritesi ve egemenliği altında olunca O’nun iradesiyle olmuş olur. Bu nedenle Allah “kalplerini kaskatı yaptık” demiştir.
Allah onları lanetledikten sonra onlara yardımı ve rahmeti kesti. Bu durumda kendi hallerine bırakıldı, böylece kalpleri katı oldu. Allah’ın rızasını düşünmez oldular, O’ndan korkuları silindi. Böylece Tevrat’ı tahrif etmeye başladılar. Ayetlerin manasını saptırdılar. Nebiler vasıtasıyla hükümler hatırlatılıyor, fakat dinlemek istemiyorlar. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem gönderilince onlara Allah’ın hükümlerini hatırlattı, dinlemediler, eski nebileri öldürdükleri gibi onu öldürmeye teşebbüs ettiler.
İnsan kendisine Allah’ın hükümleri hatırlatılınca ve dinlemeyince bu hükümleri zamanla unutur; Allah’ın yasakladığı şeyler sanki dine aykırı değildir veya dinden bir parça olarak sayılmaya başlanır. Farz kıldığı hususlar onlara hatırlatınca bu farzları hiç duymamış gibi davranırlar.
Yahudilere faiz yasaklanınca bu manayı tahrif edip helal kıldılar. Artık onlarda faizi yemek ve yedirmek normal oldu, haram değildir. Tevrat’ta evlenmiş olanların zina cezası İslam’daki gibidir, fakat bu cezayı değiştirdiler. Zina olayında, kendilerinden zina edenler olunca İslam devleti Başkanı itibarıyla Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e muhakeme olunmak istediler. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem bu hükmün Tevrat’ta var olduğunu Allahtan öğrendi. Onlara Tevrat’ı açın bu hüküm vardır deyince bu hükmü parmaklarıyla örtmeye çalıştılar. Buna benzer sair hükümlerdir, ya tamamen unuttular, Tevrat’ta var olduğu halde ondan söz etmezler, ya da kendi insanlarına manayı saptırarak değiştirirler veya elleriyle sahte bir şey yazıp Tevrat’a dayandırırlar.
Bu asırda Müslüman olduğunu iddia edip Allahtan korkmayan âlim veya hoca lakabı taşıyanlar, onlar gibi olup Kuran ayetlerinin manasını tahrif ederek birçok haramı mubah kıldılar, çıkar ve zaruret için faiz helaldir deyip iftira attılar, küfür sistemine katılmak caizdir, küfür hükümlerini uygulamak caizdir diye iftira attılar. Çünkü küfür sistemine girip yavaş yavaş İslam’ı getireceğiz diye iddia ettiler! Küfrü uygulayacaklar, ondan sonra İslam’ı yavaş yavaş getireceklermiş! Ne kadar iftiracı bunlar?! İslam ukubatlarını tahrif edip değiştirdiler. Hırsızın elini kesmeyi kabul etmez oldular, kesmek engellemek manasındadır, öyleyse hapis cezası olur dediler. Zina edeni kırbaçlama ve taşlamayı reddettiler. Sahih hadisleri inkâr etmeye başladılar. Yahudiler gibi çıkar, zaruret ve zalim yöneticilerin isteğine binaen her haramı helal kılmaya hazır oldular. Cihat ve Hilafet farzını unuttular, başkalarına da unutturdular. Hatta Hilafete çağıranlarla alay etmeye başladılar. Bunların kalpleri Yahudilerin kalpleri gibi katı oldu. Allah onları zorlamadı, fakat kendiliklerinden böyle oldular.
“İçlerinde birazı müstesna olmak üzere sen, onlardan daima hainlik görürsün”.
Onlar daima hainlik yaparlar, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem onlara ne kadar iyilik yaptı ama hiç memnun kalmadılar, onu kıskandılar, neden o nebi oldu?! Neden nebi bizden çıkmadı da Araplardan çıktı, hasetleri onları Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i öldürme teşebbüsüne sevk etti. Aynen ecdatları Yusuf’un babası olan Yakup’u kıskanarak öldürmeye teşebbüs ettikleri gibi.
İçlerinden birazı müstesna, olanlar ise İslam’a giren Abdullah bin Selam ve grubu gibidir. Bunlar az bir gruptu, gerçeği kabul edip İslam’a girdiler. Bunlar hainlik yapmazlar. Daha doğrusu sağlam Müslüman olup cihada katıldılar.
“Yine de sen onları bağışla ve aldırış etme. Şüphesiz ki Allah muhsin olanları sever”.
Bu bağışlama geçicidir. Nitekim Bakara suresi 109. Ayette
“Allah’ın emri gelinceye kadar onları bağışlayın ve aldırış etmeyin” emri geldi.
Onlarla savaşmaya Allah’ın emri gelinceye kadar onlara karşı sabredin ve yaptıklarına aldırış etmeyin.
Tevbe suresi 29. Ayette onlarla direk savaşmaya yönelik Allah’ın emri geldi.
“Boyun eğerek güçlerine göre cizye verinceye kadar Allah’a ve ahirete inanmayanlar, Allah ve Rasulünün haram kıldıklarını haram kılmayanlar ve hak dinini din olarak edinmeyen ehl-i Kitap’la savaşın”
İslam devletinin ilk senelerinde kâfirlerden cizye alınmıyordu. Bu ayet nazil olunca cizye alınmaya başlandı. Cizye kadınlardan ve çocuklardan alınmaz, sadece çalışabilecek akil baliğ kafir erkeklerden senede bir defa için alınır, onların güçlerine göre Halife miktarını tayin eder, Beyt-ul mala konulup devlet mülkiyetine dâhil olur.
İşte savaşılacak bu 3 grup kâfirlerden biri “ehl-i kitap ”tır. Bunlar Yahudiler ve Hristiyanlardır. Ya Müslüman olurlar ya da İslam hükmüne boyun eğerek cizye verirler. Onlarla savaşma emri gelince onların yaptıkları hıyanetlere karşı susmak yoktur.
Artık iyilik yapanlar bağışlayanlar değil, onlarla savaşanlardır. Zira iyilik yapmak Allah’ın emrini uygulamaktır.
Hristiyanlarda Yahudiler gibidir. Maide suresi 14. Ayette;
“Biz Hristiyan’ız diyenlerden misaklarını aldık. Kendilerine hatırlatılan hükümlerin bir kısmını unuttular”.
“Bu nedenle kıyamet gününe kadar birbirlerine karşı düşmanlık ve buğuz saldık. Allah onlara yaptıklarını bildirecektir”.
Bu Hıristiyanlara dünyada Allah’ın bir cezasıdır; hep aralarında düşmanlık ve birbirlerine karşı kin besleyecekler ve savaşacaklar. Bu nedenle tarih boyunca Hristiyanlar mezhepçilik veya milliyetçilik veyahut çıkar yüzünden birbirlerine düşmanlık beslerler ve savaşırlar. Avrupa tarihi kanlıdır. En son aralarında çıkan 2. Dünya savaşıdır. Onlardan 50 milyon insandan fazla öldürüldü. Hatta bir pakt içinde olsa da birbirlerini sevmezler birbirlerine düşmanlıkları devam eder.
Allah kıyamet günü onları hesaba çekip yaptıkları bütün kötülükleri kendilerine bildirecektir ve cezalandıracaktır. Zira bütün kâfirler hesaba çekilip ebediyen cehennemlik olacaklar.