– 9 –

İsrail oğullarının hükümdarlığı

Onların isyanları

40 seneye kadar cezalandırılmaları

40 ve 70 senenin manası

Kutsal toprakların onlara yazılması

Rahata alışıp savaşa hazır olmamaları

Bu konularla ilgili Müslümanların durumu

وَاِذۡ قَالَ مُوۡسٰى لِقَوۡمِهٖ يٰقَوۡمِ اذۡكُرُوۡا نِعۡمَةَ اللّٰهِ عَلَيۡكُمۡ اِذۡ جَعَلَ فِيۡكُمۡ اَنۡۢـبِيَآءَ وَجَعَلَـكُمۡ مُّلُوۡكًاۖ  وَّاٰتٰٮكُمۡ مَّا لَمۡ يُؤۡتِ اَحَدًا مِّنَ الۡعٰلَمِيۡنَ‏ ﴿۲۰﴾  يٰقَوۡمِ ادۡخُلُوا الۡاَرۡضَ الۡمُقَدَّسَةَ الَّتِىۡ كَتَبَ اللّٰهُ لَـكُمۡ وَلَا تَرۡتَدُّوۡا عَلٰٓى اَدۡبَارِكُمۡ فَتَـنۡقَلِبُوۡا خٰسِرِيۡنَ‏ ﴿۲۱﴾  قَالُوۡا يٰمُوۡسٰٓى اِنَّ فِيۡهَا قَوۡمًا جَبَّارِيۡنَ ‌ۖ  وَاِنَّا لَنۡ نَّدۡخُلَهَا حَتّٰى يَخۡرُجُوۡا مِنۡهَا‌ ۚ فَاِنۡ يَّخۡرُجُوۡا مِنۡهَا فَاِنَّا دَاخِلُوۡنَ‏ ﴿۲۲﴾  قَالَ رَجُلٰنِ مِنَ الَّذِيۡنَ يَخَافُوۡنَ اَنۡعَمَ اللّٰهُ عَلَيۡهِمَا ادۡخُلُوۡا عَلَيۡهِمُ الۡبَابَ‌ۚ فَاِذَا دَخَلۡتُمُوۡهُ فَاِنَّكُمۡ غٰلِبُوۡنَ‌ ‌ۚ وَعَلَى اللّٰهِ فَتَوَكَّلُوۡۤا اِنۡ كُنۡتُمۡ مُّؤۡمِنِيۡنَ‏ ﴿۲۳﴾  قَالُوۡا يٰمُوۡسٰٓى اِنَّا لَنۡ نَّدۡخُلَهَاۤ اَبَدًا مَّا دَامُوۡا فِيۡهَا‌ فَاذۡهَبۡ اَنۡتَ وَرَبُّكَ فَقَاتِلَاۤ اِنَّا هٰهُنَا قَاعِدُوۡنَ‏ ﴿۲۴﴾  قَالَ رَبِّ اِنِّىۡ لَاۤ اَمۡلِكُ اِلَّا نَفۡسِىۡ وَاَخِىۡ‌ فَافۡرُقۡ بَيۡنَـنَا وَبَيۡنَ الۡـقَوۡمِ الۡفٰسِقِيۡنَ‏ ﴿۲۵﴾  ‌قَالَ فَاِنَّهَا مُحَرَّمَةٌ عَلَيۡهِمۡ‌ اَرۡبَعِيۡنَ سَنَةً‌‌ ۚ يَتِيۡهُوۡنَ فِى الۡاَرۡضِ‌ ؕ فَلَا تَاۡسَ عَلَى الۡقَوۡمِ الۡفٰسِقِيۡنَ‏ ﴿۲۶﴾ 

“Musa kavmine dedi ki; Ey kavmim! Sizin üzerinizdeki Allah’ın nimetini hatırlayın. Şöyledir ki: sizin içinizden nebiler çıkardı, sizi hükümdarlar kıldı, âlemlerde de hiçbir kimseye vermediğini vermiştir (20) Ey kavmim! Allah’ın size yazdığı kutsal toprağa girin, geriye dönüp kaçmayın yoksa hüsrana uğrayanlar olursunuz (21) Dediler ki, ey Musa! Orada pek güçlü zorba bir kavim vardır. Onlar oradan çıkmadıkça biz asla oraya girmeyeceğiz. Eğer oradan çıkarlarsa biz elbette gireriz (22) Allah’ın kendilerine Kendisinden korkusunun nimetini verdiği iki adam dediler ki : (ey kavmimiz!) onlar (düşmanlar) üzerine kapıdan girin. Eğer oradan girerseniz muhakkak siz galipsiniz. Eğer gerçek müminlersiniz Allah’a tevekkül edin. (23) (İsrail oğulları) dediler ki; ey Musa! Onlar orada oldukça asla girmeyeceğiz. Sen ve rabbinle beraber git, ikiniz savaşın. Biz burada oturacağız. (24) Musa dedi ki, Rabbim! Kendimden ve kardeşimden başkasına sahip değilim, (diğerlerine sözümü geçiremiyorum). Bizimle fasık kavmin arasını Sen ayır. (25) Allah buyurdu ki; orası onlara kırk yıl süreyle haram kılınmıştır. Yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşıp dururlar. Sen fasık kavim için üzülme (ya Musa) (26) 

Bakara suresi 49-50. ayetlerde Allah İsrail oğullarını Firavundan ve zulmünden kurtardığını açıkladı. Nitekim o asırda Firavun dünyada en büyük devletin kralı idi. Uzun yıllar boyunca onları eziyordu, erkek çocuklarını öldürüyordu. Allah o zorba müstekbir kral ve askerleri onların gözleri önünde denizin içine batırıp suda boğdurdu. Bu ise pek büyük nimettir, Bakara suresi 57. Ayette geçtiği gibi ondan sonra onlara gökten hoş yemek indirdi, onlar çölde yürürken bulutlarla gölgeledi, emniyetli yere ulaştırdı ve refah içerisinde yaşamayı sağladı.

Bu asırda Amerika zorba ve zalim en büyük devlet sayılır. Dünya ona tabidir, kararlarına uyar ve Müslümanları terörist olarak niteleyerek ezmektedir. İslam dünyasındaki rejimler ona hizmet eder, siyasetini uygular ve İslam’ı isteyenleri ezerler. Firavun gibi bu zorba devlet ve tabileri yıkılınca Müslümanlara Allah’ın verdiği en büyük nimetlerden sayılır. Onun yerine hayra ve hidayet çağıran ve adaleti uygulayan İslam Hilafet devleti kurulunca Müslümanlar ne kadar sevinecektir! Bu da büyük nimettir.

Onlardan çok nebi gönderdi; Musa’dan önce tanınan bir kaç nebi onlardan seçildi. Musa’dan sonra İsa a.s’a kadar onlardan nebilerin gelişi devam etti. Ayetteki sizin içinizden nebiler çıkardı” ifadesi geneldir, Musa’dan önce ve sonraki dönemi kapsar. Bu ifadeden anlaşılıyor ki, Musa onlara kendinden sonra da nebilerin gelişinin devam edeceğini söylemiş olmalıdır.   

 Musa’dan önce onların babası Yakup’un ikinci adı İsrail’dir, yine onun oğlu Yusuf vardı. Kendisiyle beraber kardeşi Harun da bir nebi olarak seçildi.

Onlara otorite verdi, hükümdar oldular, Yusuf a.s Mısır’da değerli bir şahsiyet oldu, babası ve kardeşlerini oraya getirtti. Onlara itibar verildi. Yusuf suresi 55. Ayette ve ondan sonraki ayetlerde geçtiği gibi Yusuf a.s toprak mahsullerini dağıtma işinde görevli olup Allah’ın şeriatını uyguluyordu ve Allah’ın dinini yaymaya çalışıyordu. O hiç küfrü uygulamadı, yaymadı ve buna davet etmedi. Gafir/ Mümin suresi 34. Ayette geçtiği gibi Yusuf onlara beyyineleri (ispatlanmış ve belgeli olan delilleri) ne kadar göstermişse de (Mısır halkı) inanmadı, hep bunlardan şek ve şüphe içerisinde kaldılar. Ölünce artık bir resul ve nebi gelmeyeceğini sandılar. Musa onlara gelince şaşırıp kaldılar. Onu yalanladılar. Ancak tek tük gizli müminler vardı, Firavun, karısı ve Musa’yı savunan Firavun kavminden bir mümin vardı. Bunlardan önemli kişilerden dolayı Allah Tahrim suresi 11. Ayette Firavunun karısı mümin kadınların bir öğreneği olarak gösterdi. Ahireti Firavunun saraylarına tercih etti, Firavun ve onun yönetimdeki zalim yardımcılarından, herkesi kontrol eden ve ezen emniyet güçlerinden ve askerlerinden kurtuluşu için Allah’a dua etti. Musa bebek iken ona sahip çıktı, öldürülmesini engelledi.

Mümin kadının örneği budur, dünya güzelliklerine ve köşklere düşkün değildir, ahireti tercih eder, zalimlere karşı çıkar, Allah için çalışır.

Gafir/Mümin suresi 28. Ayette Firavunun emniyet güçleri Musa’yı öldürmek isteyince Firavunun kavminden imanını gizleyen bir adam ona sahip çıkıp; Rabbim Allah diyen kimseyi öldürmek mi istiyorsunuz?! Hem de Rabbinden size beyyineler getirdi.

Allah Firavun kavminden iman etmiş önemli iki kişi gösterince, ezilenlerden de başka müminlerin var olduğu anlaşılır. Fakat Yusuf söz sahibi olmadığı ve Mısır halkı Allah’ın dinine girmediği için Mısır yönetimini değiştiremedi, ölünce onun daveti bitmiş sayılır, müminler gizlendiler.

Ahzab suresi 21. Ayette Allah’ın bildirdiği gibi bizim rasulümüz Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem bizim için güzel örnektir. Onun metodu ve çalışması bizim için yegâne metot ve örnek çalışmadır. Bundan cayan hüsrandadır. Yusuf’un peygamberliğine inandığımız halde o bize gelen nebi değildir ve bizim için örnek değildir. Sadece iman hususunda İslam akidesi ve tevhit akidesidir, ayrıca imana sebatlık göstermek ve hiç taviz göstermemek hususunda o ve sair nebiler resuller bizim için örnektir. Ahkaf suresi 35. Ayette Allah “ azim ve sebat sahibi olan Rasullerin sabrettikleri gibi sabret” diye Rasulüne hitap ederken bize hitap etmiş oldu.

 Yusuf suresi 111. ayette geçtiği gibi, Yusuf ve diğer nebilerin kıssalarından ibret ve ders alırız. Oysa her şeyin detayının açıklaması Kuran’dadır. Sünnet ise bu Kuran’ın beyanıdır. Böylece şeriat ve metodu rasulümüz Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den alırız. Nitekim Allah Maide suresi 48. Ayette her rasul için ayrı şeriat ve metot gösterdiğini bildirdi.

Ayette geçen “sizi hükümdarlar kıldı” ifadesinden anlaşılan husus Musa gelecekle ilgili müjde veriyor. Geçmiş zaman ifadesiyle geçmesi onun tahakkukunun kesin olduğunu göstermek içindir. Allah gelecekle ilgili kesinlikle gerçekleşecek hususlar için çoğu zaman geçmiş ifadesi kullanır. Misal olarak birçok ayette “muhakkak ki Allah bilen ve işiten idi” şeklinde geçer. Bunun manası Allah kesin olarak her şeyi biliyor ve işitiyor demektir. Cennetlik ve cehennemliklerle ilgili birçok ifade geçmiş zaman siygasında varit oldu. Nur suresi 55. Ayette “salih amel yapan müminlere vaat etti” şeklinde geçmiş zaman ifadesini kullandı. Bunun manası muhakkak bu vaat gerçekleşecektir.

Musa’dan çok sonra Davut ve Süleyman dönemlerinde İsrail oğulları hükümdar oldular. Ondan sonra birbirleriyle savaştılar ve dağıldılar. Allah’a isyan ettikleri, Allah’ın kitabının kelimeleriyle ve manalarıyla oynadıkları, elleriyle başka şey yazdıkları için kâfir oldular, kendilerine gelen nebilerin bir kısmını yalanladılar bir kısmını da öldürdüler.

Musa a.s kendi kavmine Allah’ın nimetlerini hatırlamasını isterken onlardan bir mükellefiyeti yerine getirmelerini talep etmek üzerindedir. Âdeten bir insandan önemli bir şeyin yapılması istendiği zaman onunla ilgili önemli veya büyük şeyler hatırlatılır.

Duha suresinde Allah kendi RasulüMuhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem ‘in şahsıyla ilgili Allah’ın nimetlerini hatırlattıktan sonra önemli mükellefiyetini hatırlattı: “öyleyse Allah’ın nimeti olan İslam’ı anlat”.  

İşte Musa a.s’a bu nimetleri hatırlattıktan sonra ona mükellefiyeti sundu: Kutsal toprak olan Filistin’e girmeleridir. Firavunun zulmü döneminde zillete alıştıkları ve ondan kurtulunca rahata alıştıkları, hiç savaşa alışmadıkları için oraya gitmeyi reddettiler. Çünkü orada pek güçlü zorba bir halk vardı ve onlarla mücadele etmekten çekindiler. Dünya güzelliklerini ve rahatça yaşamayı Allah uğrunda savaşmaya ve fedakârlık göstermeye tercih ettiler. Her şeyi bilen Allah Bakara suresi 96. Ayette yaşamaya ve dünyaya en fazla hırs gösterenlerin Yahudiler ve müşriklerin olduklarını, onlardan her birisinin bin sene yaşama istediğini açığa çıkardı. Oysa bin senede yaşasalar azaptan kurtulamazlar. Ama onlar için zelil olsalar da önemli olan ölmemek, yaşamak ve dünya nimetlerini elde etmektir. Ahireti hiç düşünmüyorlar. Ahireti düşünmeyen ve hedef edinmeyen kimse hep yaşamak ve dünyayı tatmak ister.

İslam’da cihadı sürdürmek farzdır, insanları cihad atmosferinde yaşatmak gerekirki dünyaya fazla meyletmesinler. Yesinler, içsinler, güzel yaşasınlar, fakat her an savaş çıkabileceğini hatırlatmak elzemdir. Böylece herkes cihada hazır olsun ve şehadet şerbetine âşık olsun. İslam devleti yıkılıp Mustafa kemal gelince Allah için savaşları, cihadı durdurdu ve yasakladı

Musa a.s kendi kavminin halini bildiği için ceza olarak onları hüsrana uğrayacakları noktasında uyardı; Eğer kutsal toprağa girişle ilgili size bildirdiğim Allah’ın emrini yerine getirmeye çalışmazsanız ve O’nun vaadine sırt çevirirseniz hüsrana uğrayacaksınız. Bu hüsran genel ifadeyle geçtiği için dünyada olabileceği gibi ahirette de olur. Gerçekten dünyada böyle oldu ve cezalandırıldılar.

Oysa Allah onlara Filistin’i yazdı. Bu iki mana taşır: oraya gitmeleri farz kılındı. Bakara suresi 183. Ayette geçtiği gibi “ Oruç size yazıldı” yine 216’da “ kıtal, savaşmak size yazlıdır”. Bu iki ayetten onun manasının farz kılınmış olduğu anlaşılır.

Tevbe suresi 51. Ayette “ deki, bize Allah’ın yazdığı şeyden başkası asla dokunmaz. O dostumuz, yardımcımızdır. Müminler O’na tevekkül etsinler”. Bunun manası bizim hakkımızda daha önce, levh-i mahfuzda takdir ettiği şeyden başkası dokunmaz.

 Allah İsrail oğullarına kutsal toprağa girmeyi farz kıldı, bu nedenle gitmeyince cezalandırdı. Aynı anda gireceklerine dair O’nun takdiri de vardır, gerçekleşecektir.

Musa a.s onlara Allah’ın vaadini bildirdi; bu diyar elbet sizin olacaktır. Fakat onlar onu bedava almak istediler, hiç savaşmak, fedakârlık ve mücadele göstermek istemediler. Musa’ya “Onlar oradan çıkmadıkça biz asla oraya girmeyeceğiz. Eğer oradan çıkarlarsa biz elbette gireriz” dediler. Oraya egemen olan zorba kavminin kendiliğinden çıkmasını beklerler! Ama onlar hiç mücadele etmeyecek ve savaşmayacaklar! Bu asırdaki bazı Müslümanlar gibi Filistin’in kendiliğinden ve dua ile kurtuluşunu beklerler! Hilafeti kurmak için çalışmak ta istemezler, kendiliğinden olacağını beklerler! Korkakların, dünyaya, hayata ve yaşamaya düşkün olanların zihniyeti budur.

Bunlar arasında Musa ve Harun dışında Allahtan korkan sadece iki imanlı adam vardı.  “Allah’ın kendilerine Kendisinden korkusunun nimetini verdiği iki adam dediler ki : (ey kavmimiz!) onlar (düşmanlar) üzerine kapıdan girin. Eğer oradan girerseniz muhakkak siz galipsiniz.”

Düşmanlar ne kadar güçlü ve zorba olursa olsun, onlardan korkmayıp yalnız Allahtan korkmak en büyük nimetlerden sayılır, imanın meyvesidir. Bu kişiler Allah’a tam güvenip dayandılar, O’na tevekkül ettiler, o nedenle Ayetin sonunda “Eğer gerçek müminlersiniz Allaha tevekkül edin” diye buyurdu. Allaha güvenmeyip dayanmayan düşmanlardan korkan kimseler mümin olduklarını iddia ederlerse imanlarında sakatlık vardır. Oysa müminler, Allah’ın bu düşmanları yarattığı ve onlara güç ve imkân verdiği gibi her an onları yok edebileceği ve onlardan güç ve imkânları çekebileceğine inanırlar. Bu şekilde onlar mağlup olacaklar ve Allah’a güvenen müminler onlara galip gelirler. Allah bu iki sağlam müminin sözlerini aktarınca bize bunu hatırlatmak istedi.

Al-i İmran suresi 175. Ayette Allah müminlere hitap ederken “Şeytan ancak dostlarını korkutur. Öyleyse onlardan hiç korkmayın. Müminlerseniz sadece benden korkun” diye buyurdu. Zira yaşatan, öldüren, güç veren, gücü çeken, menfaat ve zararın gelmesini sağlayan ve rızk veren sadece Allah’tır. Müminler buna inandıkları zaman hiç kâfirlerden korkmazlar ve şehitliği temenni ederler.  

Bu iki imanlı adam harple ilgili bilgi edinip bunu Musa huzurunda kavimlerine bildirdiler. Düşmanlara birden kalelerinin kapılarına saldırırlarsa kapı açılır ve onların üzerlerine hücum ederler. Bu şekilde galip gelecekler.    

İslam devleti Başkanı ve ordu başkomutanı sıfatıyla Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Yahudi devleti olan Hayber’i kuşatınca kalenin kapısına hücum ettirdi. Kapıyı açmak için Ali’yi görevlendirdi. Ali kapıyı açınca Müslümanlar içeriye girerek hücum ettiler ve Hayber’i fethettiler.

Allah’ın vaadi var olmasına ve güzel plan kendilerine gösterilmesine rağmen Allah uğrunda ölmeyi dilemeyenler, dünyaya ve güzel yaşama düşkün olanlar savaşmak ta istemediler. Her şeyi bedava istiyorlar, zahmet çekmeden, mücadele etmeden ve fedakârlık göstermeden elde etmek istiyorlar. Oysa Allah bunu hiç bir zaman kabul etmedi. Tarih boyunca nebiler ve müminlerin mücadelesini istedi. Oysa Allah hemen zaferi verirdi. Ama bu O’nun sünnetine aykırıdır. İmtihan meselesi kalkar. Oysa Allah müminleri imtihan etmek ve denemek ister ki mücadelenin neticesiyle zafer gerçekleşsin ve cenneti kazansınlar. Bakara 214. Ayette cennete giriş ve zaferin ancak müminlerin başlarına büyük bela ve musibetler geldikten sonra elde edileceğini beyan etti. Al-i İmran suresi de 142. ayette Allah gerçek cihad edenlerin ve sabredenlerin kim olduklarını ortaya çıkarttıktan sonra cenneti ve zaferi vereceğini bildirdi.

Kesin şekilde korkakça kararları ve rezil tutumlarını Onlar orada oldukça asla girmeyeceğiz. Sen ve rabbinle beraber git, ikiniz savaşın. Biz burada oturacağız” diyerekgösterdi.  

Böyle hallerde Müslümanların tutumuna bakalım; Bedir’de Müslümanlar Kureyş kafilesini çevirmek ve ganimet edinmek istediler. Fakat kafile başka yoldan geçince onu kaçırdılar. Kureyş bin askerden oluşan güçlü bir ordu hazırlayıp oraya gönderdi. Oysa Müslümanlar savaş için çıkmamışlar, sadece 300 üzerinde ufak bir sayı idiler ve fazla silahları da yoktu.  

İslam devleti Başkanı ve ordu başkomutanı sıfatıyla Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem cemaati savaşmaya gelmediklerinden dolayı istişare etmeye başladı. Özellikle sırf Medine’de onu savunmaya söz veren ensarlarla. İmkânları çok düşük olmasına ve düşmanın gücü onlardan kat kat fazla olmasına rağmen hepsi savaşmaya hazır olduklarını gösterdiler. Hatta Ensarların bir lideri ve sancağını taşıyan Sa’d bin Muaz yukarıdaki ayete işaret ederek: Allaha yemin ederim ki, İsrail oğullarının Musa as.’a Sen ve rabbinle beraber git, ikiniz savaşın. Biz burada oturacağız” demeyiz, fakat sen ve rabbinle beraber git, ikiniz savaşın, biz de sizinle beraber savaşacağız ”dedi. (İbni Hişam siyeri)

Musa a.s kendi kavmine sözünü geçiremediği için şöyle dedi: “Rabbim! Kendimden ve kardeşimden başkasına sahip değilim, (diğerlerine sözümü geçiremiyorum). Bizimle fasık kavmin arasını Sen ayır”. Kendisine ve kardeşine bir azabın gelmemesi için bunu söyledi. Çünkü bu fasıklara, Allah’ın emrine isyan edenlere bir azabın geleceğini öğrendi. Ondan dolayı azap görecek kimselerden kendisi ve kardeşinin ayrı tutulmasını istedi. O iki mümin fasık olmadıkları, Allah’ın emrini yerine getirmeye davet ettikleri ve kendileri savaşa hazır olduklarından dolayı Musa ve Harun’la beraber kurtulmuş olmalıdır.

Musa a.s yönetici olmadığı için onları savaşa zorlamak için güç kullanmadı. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Bedir’e savaşmak için getirmediği için istişare yaptı. Ama diğer savaşlarda savaşa Müslümanları zorlamaya başladı. Gitmeyenler cezalandırılıyordu. Zira kendisi devlet başkanı idi. Bununla ilgili birçok ayet geldi. Ondan sonra Halifeler aynı siyaset izlediler.  

 Allah’ın İsrail oğullarına cezası ise kutsal toprağı onlara 40 sene süreyle haram kılmasıdır. Oradan uzak bir yerde şaşkın şaşkın dolaşıp durdular.

Allah Musa’nın kendi kavmi için üzülmemesini istedi, zira bunlar fasıktırlar, azabı hak etmişlerdir. Ceza görmeseler durum değişmez, hep isyan ederler. Allah başka olaylarda onları affetti, ama bu sefer affetmek istemedi.

Müslüman kendi Müslüman kardeşlerinin azap görmelerini, hatta başlarına bir musibet gelmesini istemez. Yakın zamanda Türkiye’de, Suriye’de ve Fas’ta deprem, Libya’da tayfun olunca ve 10 binlerce kişi ölünce her Müslüman bunun için üzüldü. Filistin’de ve özellikle Gazze’de Amerika ve Batı dünyasının desteğiyle Yahudilerin yaptıkları katliamlar için bütün Müslümanlar galeyana gelip kardeşlerini kurtarmak için oraya gitmek istediler. Fakat Yahudileri direk veya susmakla destekleyip orduları harekete geçirmeye yanaşmayan veya Müslümanların savaşa gitmesini engelleyen İslam dünyasının hain yöneticilerine çok öfkelendiler. 

40 sene meselesi düşünülürse bu müddet içerisinde yeni bir nesil doğup yetişir, babalarının işledikleri suçu öğrenirler, babaları gibi olmamak ve onları azaptan kurtarmak için Musa a.s iyi bir nesil yetiştirmek için bir fırsat bulur. Aynı anda insan akıllı olunca 40 yaşına girince tam olgunlaşıp tövbe eder ve günah işlemekten kaçınmaya çalışır, Allah’ın emirlerini yerine getirmeye çalışır. Allah Ahkaf suresi 15. Ayette buna işaret etti:

 “ Biz insana ana ve babasına iyilik yapmayı tavsiye ettik (emrettik). Anası onu zahmetle karnında taşıdı ve zahmetle doğurdu. Onun ana karnında taşınması ile sütten kesilme süresi 30 aydır. Nihayet ergenlik çağına erince ve ondan sonra 40 yaşına varınca: “ Rabbim bana ve anne babama verdiğin nimetlere şükretmemi ve benim hoşnut olacağın salih amel yapmamı sağla, bana verdiğin gibi zürriyetimi salih kıl, doğrusu sana yönelip tövbe ettim, ben artık Müslümanlardanım (tam Müslüman oldum)”.

40 yaşına giren her Müslüman bunu hatırlamalı, dua etmeli ve daha düzgün ve tam tövbeye yönelmelidir. Artık haram işlemekten kaçınmaya ve farzları yerine getirmeye gayret etmelidir. Aklını çalıştırmayan 70 yaşına girer ama daha tövbe etmeyi düşünmez. Bu yaştan sonra Müslüman olması veya tövbe etmesi pek beklenmez. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem “ 70’in başından Allah’a sığının” (İbni Hanbel) diye buyurdu. Bu hadisin değişik açıklaması vardır. Fakat 70 yaşına girip tövbe etmeyenlere bir işaretin var olduğu anlaşılır. Zira vakıada bunu görüyoruz. Birçok kimse ve özellikle yöneticiler 70 yaşına girdi, küfrü uygulamaktan, laiklik ve demokrasiyi uygulamak ve savunmaktan vazgeçmiyorlar ve bu hal üzerinde ölüyorlar!  

İnsan çocuk iken en az 7 yaşına kadar hep oynamak ister. Bu yaşta namaz kılması öğretilir, yatakta kardeşlerinden ayrılır. Meseleleri fark etmeye başlar. Bu yaştan sonra mümeyyiz denilir. Annesiyle veya ablasıyla beraber yabancı kişi varsa halvet kalkar. Bazı imamlar 10 yaşına gelince mümeyyiz olur dediler. Zira 10 yaşına kadar çocukluk dönemi devam etse de oynamakla beraber başka şeyler yapmakta ister. Fakat meseleleri daha fazla ayırmaya başlar ve baliğ olmasa da birçok meseleyi fark eder, idrak eder, namaz kılmaya zorlanır ve kılmazsa babası eğitim maksadıyla hafifçe döver. Ayrıca sözleşmeye ihtiyacı olmayan hazır alışverişi geçerlidir. Zira sağlam İslam eğitimiyle yetişen çocuklar bu yaşlarda adam gibi davranırlar. Şeriatça ancak 15 yaşına girince sorumluluk verilir.

Bu nedenle, Kureyş’in büyükleri ve yaşlıları fıtratı bozan küfür akait ve mefhumlarıyla yetiştikleri için İslam’a yanaşmadıkları halde fıtratı bozulmayan ufak gençler yanaştılar. Ali 8, Zübeyir 8, Talha 11, Erkam 12, Abdullah bin Mesut 14 yaşındaydı. Çocukluğundan temiz olanlar da katıldılar: 7 sahabe 20 yaşından aşağıdır, 4 sahabe 20 yaş civarında,  7 sahabe 20 yaş üzerinde, 10 sahabe 30 yaş civarında, Ebu Bekir 37, Hamza 42, Ammar 43, Ubeyde bin Elharis 50 yaşındayken İslam’a girip Rasulullah’la beraber daveti yüklenmeye başladılar. Ayrıca bir grup kadınlar vardır. Bunlardan ilk Müslüman Hatice ve ilk şehit Sümeyye’dir. Kısaca daveti taşıyanların çoğu gençtir. Bu nedenle gençler üzerinde durmak gerekir.

Buna rağmen ezelden beri Allah İsrail oğullarına bunu yazdığı için, yazdığı değişmeyeceğine göre onları cezalandırdıktan ve Allah’ın emrine itaat etmeye başladıktan sonra gerçekleşecektir. Daha iyi nesil yetişmiş olur. Nitekim böyle oldu; cezalandırıldılar, tövbe ettiler, Allah’ın onlara koyduğu azabı, cezayı çektikten sonra üzerlerinden kaldırdı ve afetti.

Fakat Musa’dan çok zaman geçtikten sonra İsrail oğulları çok azdılar, Allah onları cezalandırdı, artık kutsal topraklarda hakları kalmadı. Şöyle buyurdu:

ضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ أَيْنَ مَا ثُقِفُواْ إِلاَّ بِحَبْلٍ مِّنْ اللّهِ وَحَبْلٍ مِّنَ النَّاسِ وَبَآؤُوا بِغَضَبٍ مِّنَ اللّهِ وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الْمَسْكَنَةُ ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ كَانُواْ يَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللّهِ وَيَقْتُلُونَ الأَنبِيَاء بِغَيْرِ حَقٍّ ذَلِكَ بِمَا عَصَوا وَّكَانُواْ يَعْتَدُونَ

(Yahudiler) nerede olurlarsa olsunlar kendilerine zillet damgası vurulmuştur. Ancak Allah’ın ipi ve insanların ipi onlara uzandıkça korunurlar. Allah’ın azabına uğradılar ve üzerlerine miskinlik damgası da vuruldu. Çünkü Allah’ın ayetlerini inkâr ediyorlar ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlar. Yine de Allah’a isyan ediyor ve onun sınırlarını aşıyorlardı.” (Al-i İmran 112)

Bu ayetin tefsirinde şöyle açıkladık: “Artık Nebilerinin döneminde Allah’ın onlara (Yahudilere) uzattığı ipi kalmadı, onlara yardımı kesti, onları himaye etmez. İnsanların ipi kaldı, insanlar onları himaye edebilirler. İnsanların ipi kaldı, yardım edilebilir. Bu da geçicidir, Allah’ın müsaade ettiği kadar devam eder, ondan sonra kesilir”.

Şimdi Amerika ve Batı devletleri hep onlara yardım ediyor. Filistin otoritesi, Türkiye, Mısır, Ürdün, Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Fas onları tanıyıp normal ilişki kuruyor ve ticaretle yardım ediyor.

Onların kutsal topraklarda hakları kalmadı, cezalandırıldılar, Rumlar onları yeryüzünde dağıttılar. 2000 seneye kadar zelil olarak yaşadılar. Müslümanlar Hicri 16 senesinde, yaklaşık 1330 sene önce Halife Ömer vasıtasıyla fethetti ve böylece Müslümanlara ait oldu. Ancak sömürgecilik amacıyla, kendileri için İslam dünyasının kalbinde bir üs olsun diye Britanya ve ondan sonra Amerika Filistin’de Yahudilere bir devlet kurdular ve bu güne kadar yardımı devam ettirdiler. Müslümanlara karşı kullanıyorlar.

Allah’ın müminlere Hilafetle ve bütün dünyaya İslam’ın yayılmasıyla imkân ve otorite sahibi olacaklarına dair yazısı vardır. Nur suresi 55. Ayette salih amel yapanlar, yani; Allah’ın emrine uyan ve nehiylerinden uzak durup iman edenleri yeryüzünde halife kılacağı, kendilerinden razı olduğu İslam dinini egemen kılacağını ve emniyet ve huzur sağlayacağına dair vaadi vardır. Rabbinden bir vahiy olarak Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in nübüvvet metodu üzerinde Hilafetin kurulmasıyla ilgili müjdesi vardır. Bunlar elbet gerçekleşecektir. Fakat bunun için çalışmak müminlere yazıldı; farz kılındı. Bunu gerçekleştirmeye çalışmayıp demokrasi ve laiklik gibi küfür sistemlerini yıkmaya ve milliyetçilik ve vatancılık gibi cahiliye naralarını ortadan kaldırmaya gayret sarf etmiyenler vebal içerisindedir. Bu nedenle ümmet belli zamana kadar ceza çeker.

 Ama Musa, Harun ve o iki Mümin gibi bu asırda Allah’ın vaadini ve Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesini gerçekleştirmeye çalışanlar Allah’ın izniyle azaptan kurtulurlar. Bundan sonra ümmetin geneli bu çalışanlara destek verip tabi olunca Allah’ın affı ve zaferi gerçekleşir.