– 50 –
Bu ayetlerle şu hakikatleri beyan ederiz ve sorulara cevap veririz:
Allah’ın ayetlerini inkâr etmek ve alaya almak.
Ayetleri inkâr eden ve alay edenlerle oturmak.
Münafıkların müminleri kandırmaya çalışması.
Onların kâfirlerle işbirliği yapması.
Kâfir, münafık ve fasıkların yönetici olması yasağı.
Kuran ve Sünneti uygulamak.
Allah’ın ayetlerini inkâr edenler ve bu ayetlerle alay edenlerle oturan kimsenin hükmü nedir? Kâfir mi, münafık mı yoksa fasık mıdır? Millet meclisinde kanun çıkartmak için oturanların hükmü nedir? Allah kâfirler hakkında bizi uyardığı kadar, neden münafıklardan da uyardı? Yöneticinin ilk iki şartı nedir?
وَقَدۡ نَزَّلَ عَلَيۡكُمۡ فِى الۡـكِتٰبِ اَنۡ اِذَا سَمِعۡتُمۡ اٰيٰتِ اللّٰهِ يُكۡفَرُ بِهَا وَيُسۡتَهۡزَاُ بِهَا فَلَا تَقۡعُدُوۡا مَعَهُمۡ حَتّٰى يَخُوۡضُوۡا فِىۡ حَدِيۡثٍ غَيۡرِهٖۤ ۖ اِنَّكُمۡ اِذًا مِّثۡلُهُمۡؕ اِنَّ اللّٰهَ جَامِعُ الۡمُنٰفِقِيۡنَ وَالۡكٰفِرِيۡنَ فِىۡ جَهَـنَّمَ جَمِيۡعَاۨ ۙ الَّذِيۡنَ يَتَرَبَّصُوۡنَ بِكُمۡ ۚ فَاِنۡ كَانَ لَـكُمۡ فَتۡحٌ مِّنَ اللّٰهِ قَالُـوۡۤا اَلَمۡ نَـكُنۡ مَّعَكُمۡ ۖوَاِنۡ كَانَ لِلۡكٰفِرِيۡنَ نَصِيۡبٌۙ قَالُـوۡۤا اَلَمۡ نَسۡتَحۡوِذۡ عَلَيۡكُمۡ وَنَمۡنَعۡكُمۡ مِّنَ الۡمُؤۡمِنِيۡنَؕ فَاللّٰهُ يَحۡكُمُ بَيۡنَكُمۡ يَوۡمَ الۡقِيٰمَةِ ؕ وَلَنۡ يَّجۡعَلَ اللّٰهُ لِلۡكٰفِرِيۡنَ عَلَى الۡمُؤۡمِنِيۡنَ سَبِيۡلًا
“Allah size Kitap (Kur’an)’ta şu hükmü indirdi: “Allah’ın ayetlerinin inkâr edildiği ve alay edildiğini işittiğiniz zaman, başka bir konuya geçmedikçe bunu yapanlarla beraber oturmayın. Yoksa siz de onlar gibi olursunuz”. Şüphesiz ki Allah, münafıkların ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır. (140)Sizi gözleyip duranlar (münafıklar), eğer size Allah’tan bir fetih ve zafer nasip (pay) olursa: “Biz sizinle beraber değil miydik?” derler. Eğer kâfirlere bir nasip (pay) olursa “Size üstünlük sağlayarak, sizi müminlerden korumadık mı?” derler. Allah kıyamet günü aranızda hükmünü verecektir. Allah müminler üzerine, kâfirlere asla yol (otorite) kılmaz.(141)
140. ayet:
وَقَدۡ نَزَّلَ عَلَيۡكُمۡ فِى الۡـكِتٰبِ اَنۡ اِذَا سَمِعۡتُمۡ اٰيٰتِ اللّٰهِ يُكۡفَرُ بِهَا وَيُسۡتَهۡزَاُ بِهَا فَلَا تَقۡعُدُوۡا مَعَهُمۡ حَتّٰى يَخُوۡضُوۡا فِىۡ حَدِيۡثٍ غَيۡرِهٖۤ ۖ اِنَّكُمۡ اِذًا مِّثۡلُهُمۡؕ اِنَّ اللّٰهَ جَامِعُ الۡمُنٰفِقِيۡنَ وَالۡكٰفِرِيۡنَ فِىۡ جَهَـنَّمَ جَمِيۡعَاۨ ۙ
“Allah size Kitap (Kur’an)’ta şu hükmü indirdi: “Allah’ın ayetlerinin inkâr edildiği ve alay edildiğini işittiğiniz zaman, başka bir konuya geçmedikçe bunu yapanlarla beraber oturmayın. Yoksa siz de onlar gibi olursunuz”. Şüphesiz ki Allah, münafıkların ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır. (140)
Bu ayet kâfirler veya münafıkların, Kuran ayetlerini inkâr ederken veya ayetlerle alay ederken onlarla oturmayı kesin şekilde yasaklamıştır. Başka konu konuşuluyorsa, onlara İslam’ı anlatmak için oturulur. Yine bir alışveriş meselesi varsa oturulabilir. Zira Müslüman, kâfirleri ve münafıkları dost edinemez veya onlarla arkadaşlık yapamaz. Bunlar Allah’ı pek hatırlamazlar, davranışları ve düşünceleri farklıdır. Müslüman hep: Allah’ı hatırlamaya ve anmaya çalışır, namaz vakti olunca kalkar namazını kılar, Ramazanda orucunu tutar, marufu emreder, münkeri neyheder, İslam’ı ve şer’i hükümleri anlatır, İslam hâkimiyetini ve Hilafet devletini kurmaya çağırır. İslam ve Müslümanlar lehine bir şey olursa sevinir, aleyhte bir şey olursa üzülür. Kâfirler bundan rahatsız olurlar, daha doğrusu doğal olarak Müslümanlardan uzak olurlar.
Kâfirler tahareti bilmezler, içki içerler, domuz yerler, kumar oynarlar, faizi yerler ve yedirirler, zina yaparlar vb. her haramı işlemeye hazır olurlar. Bu şekilde Müslümanlar kâfirlerle beraber, iç içe olamaz. Normal olarak, onlar arasında hep mesafe bulunur. Ancak münafıklar, kâfirleri dost edinebilirler ve onlarla arkadaşlık yapabilirler. Zira onların ikisi aynı cinstir; küfür cinsidir, küfür milletidir.
Müslümanlar asla kâfirlerle; ne siyasi, ne fikri, ne askeri, ne ekonomik ve ne de kültürel aynı ittifakta ve aynı paktta veyahut aynı partide olamazlar. Zira Müslümanların fikri, siyasi, askeri, ekonomik ve kültürel savaşı ve mücadelesi kâfirlere karşı yöneliktir. Onları Müslüman yapmaya veya onlar üzerine İslam hâkimiyeti sağlamaya çalışırlar. Bu en büyük farzdır. Bununla ilgili birçok muhkem ayet geçmiştir. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bunu uygularken şöyle buyurdu:
” أمرت أن أقاتل الناس حتى يشهدوا أن لا إله إلا الله وأن محمدا رسول الله، ويقيموا الصلاة ويؤتوا الزكاة، فإذا فعلوا ذلك عصموا مني دماءهم وأموالهم إلا بحق الإسلام وحسابهم على الله” (البخاري)
“ İnsanlar La ilahe illallah Muhammed Resulullah şehadeti getirinceye, namaz kılıncaya ve zekât verinceye kadar onlarla savaşmakla emredildim. Eğer bunu yaparsa benden (İslam devletinden) kanlarını ve mallarını korumuş olurlar. Ancak İslam hakkıyla alırım. (Ondan sonra) onların hesabı Allah katındadır”. (Buhari)
Millet meclisinde; din ayrı devlet ayrıdır, egemenlik kayıtsız şartsız milletindir diyerek Allah’ın ayetlerini ve bunların beyanı olan Sünneti bırakıp küfür kanunları çıkarmak, kâfirlerden alınan anayasa ve kanunları ikrar etmek, onlarla yapılan anlaşmaları onaylamak için bir oturum yapılırsa; samimi Müslüman oturamaz, o celseye asla katılamaz, daha doğrusu onların yaptıklarını inkâr edip açıkça reddeder. İslam’i fikirleri ve şeri hükümleri açıklamak üzere oraya gider, hakkı ve hakikatleri anlatır, devletin anayasasını Kuran ve Sünnete dayandırmaya çalışır, cumhuriyeti ilga edip, Hilafeti ilan etmek için mücadele eder.
Din ayrı devlet ayrıdır, egemenlik kayıtsız şartsız milletindir diyerek, Allah’ın ayetlerini ve bunların beyanı olan Sünnetini reddedip; bunlar asra uymaz, çağdışıdır ve aynı anda ben Müslümanım derse, kesinlikle bu kişi münafıktır veya açık kâfirdir.
Bu nedenle ayetin sonunda Allah; “münafıkların ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır.” diyerek bildirdi.
Eğer bir Müslüman, Allah’ın ayetlerine ve bunların beyanı olan Sünnete inandığı, bunların her asırda ve mekânda geçerli olduğuna da inandığı halde, laikliğe ve demokrasiye inanmadığı halde onlarla beraber oturursa fasıktır, günahkâr olur. Allah’ın ayetleriyle alay edenlerle oturan, ama kendisi onların yaptıklarını kalben reddederse fakat onlarla oturursa, bu kişi kafir olmaz, ama büyük günah işler, fasıktır. Zira münker işleyenlerle beraber oturup kalkan fısıktır, Allah’ın lanetine uğrar.
İsrailoğulları birbirlerini münkerden nehyetmediklerinden dolayı, lanetlendiğini açıklayan şu ayet indirilince:
Bunun üzerinde Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu: “İsrailoğullarında noksanlık (Allah’ın dinin hükümlerinden taviz) başlayınca, onlardan bir adam kardeşini kötülük işlerken nehyediyordu. Fakat ertesi gün (o kişi münkerden vazgeçmediği halde) onunla beraber oturup, yemek yiyen, içen bir kişi olmaktan beis görmez olunca, Allah kalplerini birbirine çarptırıp lanetledi ve Allah şu ayeti indirdi:
لُعِنَ الَّذِيۡنَ كَفَرُوۡا مِنۡۢ بَنِىۡۤ اِسۡرَآءِيۡلَ عَلٰى لِسَانِ دَاوٗدَ وَعِيۡسَى ابۡنِ مَرۡيَمَ ؕ ذٰ لِكَ بِمَا عَصَوْا وَّكَانُوۡا يَعۡتَدُوۡنَ كَانُوۡا لَا يَتَـنَاهَوۡنَ عَنۡ مُّنۡكَرٍ فَعَلُوۡهُ ؕ لَبِئۡسَ مَا كَانُوۡا يَفۡعَلُوۡنَ
“ İsrailoğullarından kâfir olanlar Davut ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle lanetlenmiştir. İsyan ettiklerinden ve Allah’ın sınırlarını aştıklarından dolayı lanetlenmiştir. Yine de birbirlerini münkerden neyhetmiyorlardı. Yaptıkları ne kadar kötüdür”(Maide 78-79)
“وَلٰـكِنَّ كَثِيۡرًا مِّنۡهُمۡ فٰسِقُوۡنَ”
“Fakat onların çoğu fasıktır” Maide 81. Ayete kadar okudu ve şöyle buyurdu:
كَلَّا وَاللَّهِ لَتَأْمُرُنَّ بِالْمَعْرُوفِ وَلَتَنْهَوُنَّ عَنْ الْمُنْكَرِ وَلَتَأْخُذُنَّ عَلَى يَدَيْ الظَّالِمِ وَلَتَأْطُرُنَّهُ عَلَى الْحَقِّ أَطْرًا وَلَتَقْصُرُنَّهُ عَلَى الْحَقِّ قَصْراً أَوْ لَيَضْرِبَنَّ اللَّهُ بِقُلُوبِ بَعْضِكُمْ عَلَى بَعْضٍ ثُمَّ لَيَلْعَنَنَّكُمْ كَمَا لَعَنَهُمْ
“Hayır. Allah’a yemin olsun ki elbette marufu emredip münkerden nehyedeceksiniz. Zalimin elinden tutup onu hakka döndürürsünüz ve onu hak üzere tutarsınız ya da sizin de kalplerinizi birbirine çarptırır. Sonra da onları lanetlediği gibi sizleri de lanetler.”(Tirmizi, Ebu Davut, İbni Mace)
141. ayet:
الَّذِيۡنَ يَتَرَبَّصُوۡنَ بِكُمۡ ۚ فَاِنۡ كَانَ لَـكُمۡ فَتۡحٌ مِّنَ اللّٰهِ قَالُـوۡۤا اَلَمۡ نَـكُنۡ مَّعَكُمۡ ۖوَاِنۡ كَانَ لِلۡكٰفِرِيۡنَ نَصِيۡبٌۙ قَالُـوۡۤا اَلَمۡ نَسۡتَحۡوِذۡ عَلَيۡكُمۡ وَنَمۡنَعۡكُمۡ مِّنَ الۡمُؤۡمِنِيۡنَؕ وَلَنۡ يَّجۡعَلَ اللّٰهُ لِلۡكٰفِرِيۡنَ عَلَى الۡمُؤۡمِنِيۡنَ سَبِيۡلًا
Sizi gözleyip duranlar (münafıklar), eğer size Allah’tan bir fetih ve zafer nasip (pay) olursa: “ Biz sizinle beraber değil miydik?” derler. Eğer kâfirlere bir nasip (pay) olursa “Size üstünlük sağlayarak, sizi müminlerden korumadık mı?” derler. Allah kıyamet günü aranızda hükmünü verecektir. Allah müminler üzerine, kâfirlere asla yol (otorite) kılmaz”.
Münafıklar ikiyüzlü olur. Müminlere gelince biz sizdeniz derler, kâfirlere gelince de sizdeniz deyip, müminlerle alay ediyoruz derler. Allah onları şöyle vasıflandırdı:
وإذا لَقَوا الذِينَ آمَنُوا قَالُوا آمَنَّا، وإذا خَلوا إلى شَيَاطِيْنِهِم قَالُوا إنَّا مَعَكُم، إنَّمَا نَحْنُ مُسْتَهْزِئُون
“(Bu münafıklar) müminlerle karşılaştıkları vakit “(Biz de) iman ettik” derler. (Kendilerini saptıran) şeytanları ile baş başa kaldıklarında ise: “Biz sizinle beraberiz, biz onlarla (müminlerle) sadece alay ediyoruz.” derler.” (Bakara 14)
Onların kâfir arkadaşları, birer şeytan olarak nitelendi. Şeytan sözcüğü Arapçada “شَطَّ”“Şetta” fiilinden türedi. Haktan ve doğruluktan uzaklaşınca veya azgın olunca “Şetta” denir. Şeytan bu fiili çok yapan ve insanları haktan, doğruluktan uzaklaştıran kimseye denilir. Sapan ve saptırıcı olan şeytan olur.
Tevbe suresi 98. ayette geçtiği gibi, münafıklar müminlerin yenilgisini beklerler. Müminler zafer elde edince ve fetih gerçekleşince, ganimetten pay almak için müminlere “Biz sizinle beraber değil miydik?” derler. Ölüm ve zarar varsa savaşa gitmek istemezler. Fetih suresi 15. ayette geçtiği gibi, eğer bir savaşta zafer ve ganimet elde edilecekse “Biz sizinle beraber gitmek istiyoruz.” derler. Müminler onlara “hayır” deyince “Bizden kıskanıyorsunuz, ondan dolayı gitmemizi istemiyorsunuz.” derler. Zira onlar, sadece dünyayı kazanmayı düşünüyorlar.
Kafirler savaşı kazanırsa, onlardan da pay almak istiyorlar. Onlara “Size üstünlük sağlayarak, sizi müminlerden korumadık mı?” derler. Zira gizlice kâfirler hesabına, müminler aleyhine çalışıyorlar. Bu asırdaki gibi, kâfirlerin paktı olan NATO’ya katılıp, Irak’ta, Afganistan’da, Libya’da ve diğer memleketlerde savaşırlar. Kâfirlerden yardım beklerler. İslam Hilafet devletinin tekrar kurulmasını engellemek için kâfirler hesabına çalışırlar, işbirliği yaparlar, müminleri kandırırlar. Aynen laik, katil ve zalim Suriye rejimine karşı gelip, İslam yönetimini kurmak isteyen Suriye’deki Müslümanların silahlı gruplarını kandırdıkları gibidir. Biz sizinle beraberiz dediler, aynı anda onları kandırıp yenilgiye uğratmak için Amerika, Rusya, İran ve mutaassıp Şii gruplarıyla beraber oldular, böylece tağut olan Suriye rejimini ve başkanını korudular.
Allah bizi, kâfirlerin tuzaklarından ne kadar ikaz etmişse o kadar gizli kâfir olan münafıklardan ve Müslümanım deyip iddia eden sahte kişilerden uyardı. Küfür sistemini ve kanunlarını uygularlar, küfür olan laikliği ve demokrasiyi savunurlar, kâfirleri dost edinirler, onlarla müttefik olurlar, aynı anda biz Müslümanız derler, namaza giderler, Kuran’ı okurlar! Ne kadar sahte kişilerdir bunlar! Kuran’ı savunduklarını gösterirler, ama Kuran’ı hiç uygulamazlar, Kuran’ı uygulamaya çağıranları hapse atıp, terörist veya aşırı olarak nitelerler.
Allah, bunlara ağır ceza hazırladı. Kıyamet günü hepsini yargılayıp cezalandıracaktır. Onların yaptıklarını ve düşündüklerini ortaya çıkarıp, onlar hakkında hüküm verecektir. İnsan herhangi bir mahkemede yargılanıp cezalandırılmaktan ve teşhir edilmekten çekinir, avukat tutar, para harcar hatta hâkime rüşvet vermeye çalışır. Fakat kıyamet günü mahkemesinde, birçok ayette gösterildiği gibi hiç bir kimse başka kimseyi savunamayacak ve dünya dolusu altın vermek istese ondan kabul edilmeyeceğine, yardımcı bulamayacaklarına dair, kesin muhkem ayetler vardır. Bakara 48, 123, Al-i İmran 22, 56, 91, Casiye 34. ayetlerine bakın.
Allah gizli ve açık olan kâfirleri ve sahte Müslümanları, otoritede ve devlette, onları tayin etmeyi yasakladı. “Allah müminler üzerine, kâfirlere asla yol (otorite) kılmaz”.
Bu nedenle, Müslümanların yöneticisinin ilk şartı Müslüman olmasıdır. Kâfir, münafık ve fasık kimseler asla yönetici olarak tayin edilemez ve seçilemez. Aynı anda, sadece Kuran ve Sünneti uygulayacaklar. Bunları uygulamazsa itaat edilmez. Allah bu hususla ilgili kesin emir vererek şöyle buyurdu:
يٰۤـاَيُّهَا الَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡۤا اَطِيۡـعُوا اللّٰهَ وَاَطِيۡـعُوا الرَّسُوۡلَ وَاُولِى الۡاَمۡرِ مِنۡكُمۡۚ فَاِنۡ تَنَازَعۡتُمۡ فِىۡ شَىۡءٍ فَرُدُّوۡهُ اِلَى اللّٰهِ وَالرَّسُوۡلِ اِنۡ كُنۡـتُمۡ تُؤۡمِنُوۡنَ بِاللّٰهِ وَالۡيَـوۡمِ الۡاٰخِرِ ؕ ذٰ لِكَ خَيۡرٌ وَّاَحۡسَنُ تَاۡوِيۡلًا
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Resul’e ve sizden olan ulu’l-emr’e itaat edin. Eğer bir şey hakkında çekişirseniz onu Allah’a ve Resulü’ne götürün. İşte Allah’a ve Ahirete inanıyorsanız böyle davranın. En hayırlısı ve tevilin en güzeli budur.” (Nisa 59).
Allah’a itaat ise; O’nun Kitabına uymaktır. Yani Kuran-ı Kerim’i uygulamaktır.
Rasul’e itaat ise; Sünnetine uymaktır. Yani Hadisi şerifte geçen hükümleri uygulamaktır.
Allah (c.c), iman edenlere hitap ederek “Sizden olan ulu’l-emr’e (iman eden emir sahibine) itaat edin” buyurdu. Bu şekilde ulu’l-emir, yöneticilerin ilk şartı Müslüman olmasıdır. İkinci şartı herhangi bir sorun ve çekişme olursa, Allah’a ve Rasule götürmektir. Bunun manası Kuran ve Sünnete muhakeme olunmaktır. Anayasanın kaynakları sadece ve sadece Kuran ve Sünnettir. Bütün kanunlar Kuran ve Sünnetten alınır.
Fasık bir kişinin şahitliği kabul edilmediğinden dolayı yönetici olamaz. Zira Allah (c.c) şöyle buyurdu:
وَّاَشۡهِدُوۡا ذَوَىۡ عَدۡلٍ مِّنۡكُمۡ
“Sizden udul (fasık olmayan) olan iki kişiyi şahit olarak tutun.” (Talak: 2)
Bir kimse Müslüman olsa bile fasık olduğu takdirde asla yönetici olamaz. Nitekim bir kimse farzları yerine getirmiyorsa veya günahları işliyorsa fasık olur. Faiz işleriyle uğraşan, namaz kılmayan, içki içen, zina eden, herkes serbesttir, istediğini yapsın, karışamasın diyen, kâfirleri dost edinen ve benzerleri birer fasıktır. İşte, böyle bir kimse yönetici olamaz. Olursa onu azletmek gerekir. Yönetici olduktan sonra fasıklığı ortaya çıkarsa, onu düşürmek/azletmek gerekir.
Kuran’a ve Sünnete inanıyorum, fakat iç veya dış kâfir güçler bize saldırırlar derse yönetici olamaz. Zira yöneticinin şartlarından biride kadir olmasıdır. Kendi iradesiyle şeriatı uygulayabilen Müslüman olmalıdır. Aciz olamaz, köle olamaz, kâfir güçlerden korkarak köle gibi hareket edemez. Böyle kişiler, acziyeti gösterenler, muktedir olmayanlar hiç bir işe yaramaz. Zira “Allah müminler üzerine, kâfirlere asla yol (otorite) kılmaz” deyince müminler üzerine herhangi bir şekilde kâfirlerin otoritesinin bulunmasını yasaklar. Ne kâfir kişiler ne kâfirlerin kanunları otoriter olur.
Hilafet devleti kurulunca Mezalim mahkemesi de kurulacak halifenin ve sair yöneticilerin şartlarını ve icraatlarını inceleyecektir. Bir kâfir veya fasık veyahut aciz onu azleder. Küfür kanunları uygularsa ve haram işlerin işlenmesine serbestlik verirse de onu azleder.