• 6 –

İslam’ın yalnız hak din olması, diğer insanlarla tartışmak ve bu dine çağırma meselesi:

Allah indinde İslam’dan başka din kabul edilir mi?

Diğer insanlarla tartışmak ve İslam’a çağırmak farz mıdır?

Bu hususta devletin rolü nedir?

إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ إِلاَّ مِن بَعْدِ مَا جَاءهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ وَمَن يَكْفُرْ بِآيَاتِ اللّهِ فَإِنَّ اللّهِ سَرِيعُ الْحِسَابِ.  فَإنْ حَآجُّوكَ فَقُلْ أَسْلَمْتُ وَجْهِيَ لِلّهِ وَمَنِ اتَّبَعَنِ وَقُل لِّلَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ وَالأُمِّيِّينَ أَأَسْلَمْتُمْ فَإِنْ أَسْلَمُواْ فَقَدِ اهْتَدَواْ وَّإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلاَغُ وَاللّهُ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ

“Şüphesiz ki Allah katında kabul edilen din yalnızca İslam’dır. Ehl-i Kitap kendilerine ilim (kesin delil) geldikten sonra ihtilafa düştüler. Bu nedenle birbirlerine karşı haksızlık yaparak saldırdılar. Kim Allah’ın ayetlerini inkâr ederse Allah hesap hususunda süratlidir. Seninle tartışırlarsa de ki; ben ve bana tabi olanlarla yüzlerimizi Allah’a teslim ettik, Müslüman olduk. Kendilerine kitap verilen ve ümmi olanlara deki; Müslüman oldunuz mu? Eğer Müslüman olurlarsa hidayetli olurlar, eğer yüz çevirirlerse sana düşen mesuliyet sadece tebliğ etmektir. Allah kullarını görür ve bilir.” (Al-i İmran 19-20)

Allah nezdinde kabul edilen din yalnız İslam’dır. Zira bu din Allah’ın dinidir, Resulüne indirdiği dindir. Öyleyse, Allah sadece indirdiği dini kabul eder, indirmediği dini kabul etmez. Yahudiliği ve Hıristiyanlığı, Budizm’i, Hinduizm’i ve insanların çıkarttıkları diğer dinleri kesinlikle kabul etmez. Zaten bir insan Allah’ın indirmediği şekilde İslam’ı ittihaz ederse ondanda kabul edilmez. Allah-u Teâlâ başka bir ayette şöyle buyurdu;

وَمَن يَبْتَغِ غَيْرَ الإِسْلاَمِ دِينًا فَلَن يُقْبَلَ مِنْهُ

 “Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek” (Al-i İmran 85)

Allah’ın Hz. Muhammed’e indirdiği dine İslam adı verildi. Allah bu adı vermiştir. Dinde temel olan akidedir, bu ise; tek ilah olan Allah, Melekler, Resuller, Kitaplar, Ahiret, Kaza ve Kadere iman etmektir. Allah-u Teâlâ birçok ayette bu akideyi belirtmiştir. Kaza ve kader Kur’an’da bir isim olarak geçmedi. Fakat birçok ayette onun gerçeği anlatıldı. Zira Kaza ve Kaderin manası, insanın hâkim olamadığı dairede vuku bulan hususlardır. Şöyle gösterilebilir:

  1. Varlık nizamının iktiza ettiği hususlar: İnsanın doğuşu, eceli, ölümü, boyu, rengi, saç rengi ve insanla ilgili benzeri hususlardır. İnsan, bunları kendisinde var etmedi, kendi yaratılışında mevcuttur. Bunlarda hiçbir iradesi yoktur, iradesi dışındadır. Allah onları yarattı. Kur’an-ı Kerimde bunlar anlatılıyor.

Ayrıca, dünyanın dönüşü, yıldızların sistemi, gece ve gündüzün değişmesi gibi hususlar nizamına dâhildir. İnsan bunları değiştiremez. İnsan bunların düzeni içinde yaşıyor, Allah bu düzeni meydana getirdi.

  • İnsanın iradesi dışında kendisinden ve kendisi üzerine meydana gelen hususlar: İnsanın yaptığı kazalar ve hatalar gibidir. Bu da Kuran’da anlatılıyor ve insanın bundan sorumlu olmadığı gösteriliyor. Bu iki hususa kaza denilir.  

Kader ise; İnsandaki içgüdüler, uzvi ihtiyaçlar ve eşyalardaki özellikler, bunlar Allah tarafından yaratıldı ve insan iradesi dışında vardır. Ancak, insan bunları hayırda ve şerde kullanabilir. Bunları kullanma insanın iradesindedir ve insan bunları hayırda mı şerde mi kullanacağından sorumludur. Allah’ın emir ve nehiylerine riayet ederek kullanırsa hayır işlemiş olur, muhalif şekilde kullanırsa şer işlemiş olur. Hesap, ikap, cennet ve cehenneme giriş buna göre olur.

İşte, Kaza ve Kader, bu nedenle akideye dâhil edilmiştir. Dinin temellerinden olmuştur.

Kitaplar ise, Allah’ın indirdiği kitaplardır, bunlardan Kuran’da söz edilmiştir. Aklen Allah’tan ispatlayabileceğimiz tek kitap Kuran’dır, buna inanıyoruz. Ancak, Kur’an da Tevrat, İncil ve Zebur gibi kitaplardan söz edildiği için Musa’ya indirilen Tevrat’a, İsa’ya indirilen İncil’e ve Davut’a indirilen Zebur’a inanırız. Şu anda Yahudiler ve Hıristiyanlarda var olan Tevrat, İncil ve Zebur’a inanmayız, çünkü gerçek değildir. Kuran Yahudiler ve Hristiyanların Tevrat’ı, Zebur’u, İncil’i değiştirdiklerini bildirmektedir. Bu nedenle tefsirini işlediğimiz bu ayette, Allah-u Teâlâ kendilerine kitap verilenlerin ( ehl-i kitabıın ) kendilerine ilim (kesin delil) geldikten sonra ihtilafa düştüklerini bildiriyor. Ehl-i kitap İslam’a inanmadıkları ve kendileri için onu bir din olarak edinmedikleri için kâfir oldular. Allah’ın ayetlerini inkâr ettiler, Kur’an’ı inkâr edip reddediyorlar ve Hz. Muhammed’e inanmıyorlar. Bu nedenle kâfir oldular. Oysa Allah’ın dinindeki temellerden bütün nebiler, resuller ve indirilen kitaplara inanmaktır.

Âdem’den son Nebi ve Resul’e kadar gelen dinlerin temelleri İslam dininin temellerinin aynısıdır. Bu sebeple, birçok ayette İbrahim, İsmail, İshak, Yakup, Musa, İsa ve diğer nebi ve resuller, biz Müslümanız dediler. Onların Müslümanlığı akide hususundandır. Bu nedenle Allah indinde onlar kabul edilirler, fark olan metotlar ve şeriatlardır. Maide süresi 48. Ayette, Allah-u Teâlâ her nebi ve resuller için ayrı şeriat ve ayrı metodu gösterdiğini beyan etmektedir:

لِكُلٍّ جَعَلْنَا مِنكُمْ شِرْعَةً وَمِنْهَاجًا

“…Sizden her birinize (Resule) bir şeriat, bir yol tâyin ettik…”  (Maide 48)

Ayrıca eski şeriatlar kısıtlı idi, İslam şeriatı ise kapsamlıdır, hayatın ve insanın her konusunu ele aldı. İbadet gibi kul ile rabbi arasındaki ilişkiyi kapsadığı gibi ahlak, giyim, yiyecek ve içecek gibi fert ile zatı arasında ilişkiyi de kapsadı, yönetim, iktisat, içtimaı ve ailevi nizamları kapsadığı gibi, eğitim, harbi, iç ve dış siyasetleri ve ukubatları (cezaları) de kapsadı. Bu nedenle Allah Müslümanlara bu müjdeyi ve minneti göstererek şöyle buyurdu:

اَلۡيَوۡمَ اَكۡمَلۡتُ لَـكُمۡ دِيۡنَكُمۡ وَاَ تۡمَمۡتُ عَلَيۡكُمۡ نِعۡمَتِىۡ وَرَضِيۡتُ لَـكُمُ الۡاِسۡلَامَ دِيۡنًا‌ؕ      

“Bu gün size dininizi kâmil mükemmel kıldım, sizin üzerinize nimetimi (dinimi) tamamladım ve sizin için yalnız İslam’ı bir din olarak razı ettim” (Maide 3).

Bir Yahudi bu ayeti duyunca 2. Raşidi Halife Ömer r.a’a şöyle dedi: “bu ayet Yahudi olarak bize indirilseydi, bunun iniş gününü bayram ilan ederdik”. (İbni Hanbel)

Ama dinin temellerinde Kur’an, Tevrat ve İncil’i tasdik ediyor. Kur’an bunlara egemendir. Bunun manası; Tevrat’taki ve İncil’deki ve bütün eski şeriatları ve metotları neshetmiştir/kaldırmıştır. Yahudiler, Hıristiyanlar ve bütün insanlar İslam’a tabi olmalı yoksa onlar kâfir sayılır ve dinleri kabul edilmez. Allah hesap hususunda hızlıdır, onları hesaba çekip ağır ceza verecektir. Diğer ayetlerde bunların cehennemlik olduklarını açıklamıştır:

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ وَالْمُشْرِكِينَ فِي نَارِ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا

“Kâfir olan Kitap ehli ve müşrikler, içinde ebedi kalacakları cehennem ateşindedirler…” (Beyyine 6)

Bu Ehl-i Kitap, Yahudiler ve Hıristiyanlar kendilerine kesin delil geldikten sonra hasetlerinden ve çekememezlikten dolayı hakka tabi olmak istemediler. Bakara süresi 109. ayette kıskandıkları için hasetten inanmak istemediklerini ve müminleri saptırmak istediklerini açıklamıştır:

 وَدَّ كَثِيرٌ مِّنْ أَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يَرُدُّونَكُم مِّن بَعْدِ إِيمَانِكُمْ كُفَّاراً حَسَدًا مِّنْ عِندِ أَنفُسِهِم مِّن بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الْحَقُّ  

“Kitap ehlinden olanların birçoğu, hak (Muhammed’in peygamberliği) kendilerine apaçık belli olduktan sonra, içlerindeki kıskançlık yüzünden, sizi inanmanızdan sonra tekrar küfre döndürmeyi arzu ederler…” (Bakara 109)

Bundan sonra Allah Resulüne şöyle hitap etti: Ya Muhammed eğer seninle tartışmak istiyorlarsa, deki ben ve bana tabi olanlar Allah’a teslim olduk, bu şekilde Müslüman olduk.

Ehl-i Kitap’a ve ümmilere deki siz Allah’a teslim olup Müslüman oldunuz mu? Eğer Müslüman olurlarsa hidayeti bulmuş olurlar.

 Ümmiler, okuma yazma bilmeyen kimselerdir, fakat burada kendilerine kitap verilmeyen kimseler kast ediliyor. Bunlar Müşrik Araplardır. Çoğu okuma yazma bilmediklerinden ümmi olarak adlandırıldı. Bundan dolayı Allah-u Teâlâ, Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in bunlara seslenmesini ve İslam’a çağırmasını istemiştir. Resulullah onları İslam’a çağırdı, bir kısmı İslam’a girdi, bunlar hidayetli oldular. Bir kısmı girmedi, sapıklık içerisinde kaldılar. Resule düşen görev tebliğ etmek, onlara duyurmak ve anlatmaktır. Eğer yüz çevirirlerse Resul kendi görevini yapmış olur. Bu da bütün Müslümanların yapacağı şeydir.

Kendilerine kitap verilen Yahudiler, Hıristiyanlar ve müşrik Araplar gibi kendilerine kitap verilmeyen insanlara tebliğ etmediler. Bunun manası; bütün insanlara İslam’ı duyuracaklar ve onları onu kabul etmeye çağırmalılar. Zira Resulden sonra daveti yüklenecek kimseler Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’e tabi olan Müslümanlardır. Tüm Müslüman’lar Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’e tabi oldu öyleyse her Müslüman Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem gibi yapacaktır.

 “Resule hitap ümmete hitaptır” şeri kaidesine binaen Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’e tabi olan Müslümanlar ehli kitap ve müşriklerle tartışırken onları İslam’a çağıracaklar. Daha dorusu birçok ayete binaen onları İslam’a davet etmek farzdır.

Bu asırda İslam metodunu idrak etmeyenler, bilmeyenler veyahut bundan sapanlar dinler arası diyalog kurmaya çalışırlar. Bu metot Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in metodu değildir. İşte, bu ayete Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in metodu anlatıldı. O metot kâfirleri İslam’a çağırmaktır. Allah’ın yalnız kabul ettiği İslam dinine inanmaya çağıracaklar. Allah’ın ayetlerini olduğu gibi kâfirlere anlatmak ve kabul ettirmeye çalışmaktır. Onlar yüz çevirirse de biz görevimizi yerine getirmiş oluruz. Onlardan artık mesul değiliz, Allah karşısında sorumlu tutulmayız. Fakat onları İslam’a çağırmazsak sorumlu oluruz. Biz mücadele etmeliyiz ki sorumluluktan kurtulalım. Nitekim Allah kullarını görüyor ve işitiyor. Kimin inanıp kimin inanmayacağını bilir. Fakat biz bilmiyoruz, bilmediğimiz için sonuna kadar mücadele edip İslam’a çağıracağız. İslam Hilafet Devleti kurulmadan önce ve sonra bu mücadeleyi sürdürmeliyiz. Ama kimseyi İslam’a girmesi için zorlayamayız. Çünkü İslam’da başkalarını İslam dinine sokmak için zorlama yoktur.

Allah şöyle buyurdu:

لَا إِكْرَاهَ فِي الدِّينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنْ الغَيِّ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِنْ بِاللَّهِ فَقَدْ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَى لَا انفِصَامَ لَهَا وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ

“Dinde İkrah yoktur, doğruluk ile sapıklık birbirinden belli oldu. Kim Tağutu inkâr edip reddederse ve Allaha inanırsa sağlam bir kulpa yapışmış olur. Allah işiten ve bilendir.” (Bakara 256)

Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem devlet reisi olarak daveti taşıdı, tartışmaya çağırdı, tartıştı. Her tarafa davet adamı da gönderdi. Buna göre İslam devletinin görevi içeride İslam’ı uygulamak ve dışarıya İslam davetini taşımaktır. İslam Hilafet devleti kurulduktan sonra bu devlet dünyaya, bütün insanlara İslam’ı taşıyacaktır, her yerde, her platformda kâfirleri tartışmaya çağıracak, konferanslar tertip edecek, bütün filozof, fikir ve ilim adamlarını tartışmaya davet edecektir. Müslüman âlim ve düşünürler iş başına geçip diğerleriyle tartışacaklar, küfür akide ve fikirlerini çürütecekler. Bu şekilde doğruluk ile sapıklık ayrılıp belli olacaktır. Tüm halklar hakikati görecekler. Ayrıca bu devletin İslam’ı güzelce uygulaması insanların İslam’a girişlerine pek önemli bir vesile olacaktır. Bu şekilde insanlar topluca İslam’a girerler.