– 9 –

Allaha dua etme şekli, mülkü ve otoriteyi verme ve sökme meselesi, hesapsız rızklanma konusu

Allah kendisine nasıl dua edilmesini istedi?

 “mülkü ve otoriteyi söker” ifadesi niçin kullanıldı?

İzzet neyle gerçekleşir?

“Allah hesapsız rızk verir’in ” manası nedir?

قُلِ اللَّهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَن تَشَاء وَتَنزِعُ الْمُلْكَ مِمَّن تَشَاء وَتُعِزُّ مَن تَشَاء وَتُذِلُّ مَن تَشَاء بِيَدِكَ الْخَيْرُ إِنَّكَ عَلَىَ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ تُولِجُ اللَّيْلَ فِي الْنَّهَارِ وَتُولِجُ النَّهَارَ فِي اللَّيْلِ وَتُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَتُخْرِجُ الَمَيَّتَ مِنَ الْحَيِّ وَتَرْزُقُ مَن تَشَاء بِغَيْرِ حِسَابٍ

Deki; Allah’ım sen mülkün ve otoritenin sahibisin! İstediğin kimseye mülkü ve otoriteyi verirsin, istediğin kimseden mülkü ve otoriteyi sökersin, istediğin kimseye izzet verirsin, istediğin kimseyi zillete uğratırsın, hayrın tümü senin elindedir. Geceyi gündüze ve gündüzü geceye sokarsın, canlıyı ölüden ve ölüyü diriden ortaya çıkarırsın ve istediğin kimseye hesapsız rızık verirsin.” (Al-i İmran 26- 27)

Allah kendini yüceltmemizi istiyor ve bize şöyle hitap ediyor: ‘Allah’ım sen mülk ve otoritenin sahibisin deyin!’ Resulullah’a “deki” ifadesiyle hitap etse de bu hitap bize yöneliktir. Zira şer’i kaide; “Resule hitap onun ümmetine hitaptır”. Dolayısıyla Allah’a dua ettiğimiz zaman böyle söylememiz gerekir. Yüce Allah’a en güzel hitap ise yine Allah tarafından gösterilmelidir. Çünkü biz Allahu Teâlâ’nın ne gibi bir hitabı istediğini veya beğendiğini bilemeyiz. O bize öğretmezse biz bilemeyiz. Bu doğrultuda Kuran’dan Allahu Teâlâ’nın kendisine nasıl hitap ve dua edeceğimizi öğrenmeliyiz. Şu halde mülk, otorite ve izzet istediğimiz zaman bu ayette geçtiği gibi dua etmemiz gerekmektedir.  Yani; “Allah’ım, mülk ve otoritenin sahibi sensin…” diye duada bulunmalıyız.

İbadet sistemi ondan gelmelidir, keyfimize göre veya canımızın istediği gibi ona kulluk etmek üzere bir ibadet şekli çıkaramayız. Buna bidat denilir. İbadet Allahın emrettiği gibi olmalıdır, yoksa Allah razı olmaz, duayı da kabul etmez. Zira dua bir ibadettir, emredildiği gibi dua edilir, bir kişi aracı kılınmaz, bu nedenle bir bedevi gelip Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’e nasıl dua edeceğini sorunca, Rabbimiz yakın mı ona yalvarayım, yoksa uzak mı onu çağırayım? Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem bu soruya karşı sustu. Allah-u Teala şu ayeti indirdi. 

وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌ أُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِي إِذَا دَعَانِي فَلْيَسْتَجِيبُوا لِي وَلْيُؤْمِنُوا بِي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ

“Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde (kullarım da) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulsunlar.”(Bakara 186)

Bakara suresi tefsirimizde bu ayetle ilgili detaylara bakabilirsiniz.

O zaman insanlar İslama girince vahiy ile kayıtlı oldular, bunun kaynağının Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem olduğunu kavradılar, sadece ondan almaya başladılar. Resulullaha Kuran ve Sünnet vahyediliyordu, onun dışına çıkmadılar. Hint ve Pers felsefesiyle yetişen insanlar İslama girince bir kısmı bu felsefeden bazı fikirler sokmaya başladılar. Allaha ulaşmak için belli kişileri vesile kıldılar, bu şekilde İslamdan saptılar ve bir çok insanı saptırdılar. Oysa her kul Allaha direk yönelecek, emrettiği gibi dua edecek ve ibadet yapacaktır. İnsanlardan, hayvanlardan ve taşlardan vesile kılmaz. Ancak müşrikler bunu yaparlar. Hindu, Budist ve benzerleri bunu yaparlar. Tevhit akidesini anlayan bir müslüman asla bunu yapmaz, direk Allahın Resulüne vahyettiği gibi Allaha ibadet yapar ve dua eder.   

Böylece, Allahu Teâlâ’ya acziyetimizi ve ihtiyacımızı göstermiş oluruz. Umulur ki Allah bize iltifat eder ve bize yardım eder. Allahu Teâlâ mülk ve otoritenin sahibi olduğu için mülk ve otoriteyi dilersek ondan isteyeceğiz. Allah kendi azametini gösterirken kendisinin istediği kimseye bunu verirse istediği zamanda ondan sökeceğini gösterdi. Ayetteتَنزِعُ “ sökersin” ifadesini kullanıldı. Çünkü insan kolay kolay otorite ve mülkünden vazgeçmez, bunları bütün gücüyle elinde tutmaya çalışır, Allah o kişinin istemediği halde ondan mülkü veya otoriteyi çeker, sanki kendi elinden zorla çekilmiş olur, sökülür. Ya hayatında göre göre bir şekilde söker ya da onu ölümle kahrederek alır. Bu nedenle kâfir güçler İslam dünyası üzerinde otorite sağladılar, onu hiç bırakmazlar. Müslümanlar onlardan zorla almazlarsa onlara vermezler. Yine küfür rejimleri kendilerine karşı mücadele edenleri, İslam sistemini getirmeye çalışanları ezerler. İddia ettikleri demokrasiyle Müslümanların İslamı getirmelerine kesinlikle müsaade etmezler, İslam’ı isteyenler seçimi kazansalar bile 1991’de Cezayir’de olduğu gibi onların iktidara gelmesini engellerler, bir Müslüman seçimi kazanırsa ya küfür sistemini uygulayacak ya da ezilecek, hapse atılacaktır, siyasetten uzaklaştırılacaktır. İslama dayalı siyasi bir parti kurarsa ona müsaade etmezler, zira demokratik siyasi partileriyle ilgili kanunlarında dine, İslam’a dayalı veya Hilafeti hedef edinen bir siyasi parti kurmak yasaktır.İşte siyasi İslami parti liderliğinde ümmet onlardan otoriteyi almaya bütün gücüyle hareket ederse Allah’ın yardımıyla hedef gerçekleşir, Allah onlardan otoriteyi söker, ellerinden çekip mağlup eder.

 Bir kimse belli zamana kadar mülk sahibi ve otorite sahibi olur, ondan sonra Allah bunu ondan çeker alır. Belki onu zillete düşürür. Çünkü izzeti veren de ve bunu çeken de kendisidir.

İzzet; yükseklik, kuvvet ve galibiyet manasındadır. Nisa suresi 139. ayette Allahu Teala kafirleri dost edinenleri veya münafıkları tehdit ederken onlara şöyle diyor:

اَيَبۡتَغُوۡنَ عِنۡدَهُمُ الۡعِزَّةَ

 “O kafirlerin yanında izzeti mi arıyorlar?!” Bu münafıklar dost edinmeyi istedikleri kâfirler yanında yükseklik veya kuvveti veyahut galip gelmeyi arıyorlar veyahut ta diliyorlar. Allahu Teâlâ onlara şu cevabı verir:

فَاِنَّ الۡعِزَّةَ لِلّٰهِ جَمِيۡعًا ؕ‏

 “Şüphesiz ki izzetin tümü Allaha aittir.” Yine Munafikûn suresi 8. ayette münafık kimseler izzetli olan Resullullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellemi Medine’den zelil olarak çıkartacağız deyince Allah onlara şöyle cevap verdi:

وَلِلّٰهِ الۡعِزَّةُ وَلِرَسُوۡلِهٖ وَلِلۡمُؤۡمِنِيۡنَ وَلٰـكِنَّ الۡمُنٰفِقِيۡنَ لَا يَعۡلَمُوۡنَ

 “İzzet Allah’ın, Resulünün ve müminlerindir. Fakat münafıklar bilmez ve buna inanmazlar.”

Mademki Allah istediği kimseye izzet verir öyleyse müminler sadece Allahu Teâlâ’dan bunu istesinler, kâfirler yanında onu aramasınlar, bunun için kâfirleri dost edinmesinler ve onlarla işbirliği yapmasınlar. Sadece Allahtan izzeti istemeye başlarlarsa Allah muhakkaki verecektir. Bu ayette izzet müminlerindir deyince müminler gerçek mümin olarak hareket ederlerse, sadece Allah’a ve dinine bağlanırsa izzet, yükseklik ve kuvvet onların olur. Ama hem müminiz derler hemde kâfirleri dost edinlerse, Allaha ve dinine bağlı olmazlarsa kesinlikle izzet sahibi olamazlar. Allah’a tevekkül edip dininin hükümlerine uyarlarsa sayıları ve güçleri az olsa bile izzetli olurlar. Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem ve müminler sayıları ve güçleri az olduğuhalde Medine’de devleti kurabildiler, hemen hemen her savaşı kazandılar, müminler 13 asır boyunca büyük devlet oldular, bunun 9 asırını en büyük devlet olarak geçirdiler.

Mekke fethi için Resullullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem orduları düzenleyip yola çıkarttığında Hatib bin Bette adlı Müslüman Kureyş’e bu konuyla ilgili bir mektup yazdı. Cebrail Aleyhisselam Resullullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’e bu durumu haber verince o kişi yakalandı. Bu kişiye; ‘neden böyle yaptın’ diye sorulunca Mekke’de kendisi için bir şeref veya izzet aradığını söyledi. Münafıklar kâfirleri dost edinirken onlardan kuvvet, yardım ve yüksekliği arıyorlardı. Şimdiki gibi Hilafet yıkıldıktan sonra İslam dünyasında kurulan bütün rejim ve yöneticiler kâfir güçleri dost edindi ve onlar yanında izzeti arıyorlarlar, bu şekilde zelil oluyorlar.

Müminler Allahu Teâlâ’ya bağlandıkça ve O’nun dinini uyguladıkça Allah onlara izzeti verir. Allahu Teâlâ’ya değil de kâfir güçlere bağlanıp dinlerini ihmal ederlerse zelil olurlar.  Aynen bu günlerdeki gibi… İkinci raşidi halife Hz. Ömer Radiyallahu Anha Müslümanlara şöyle bir hitapta bulundu:

«إِنَّا كُنَّا أَذَلَّ قَوْمٍ فَأَعَزَّنَا اللَّهُ بِالْإِسْلَامِ فَمَهْمَا نَطْلُبُ الْعِزَّةَ بِغَيْرِ مَا أَعَزَّنَا اللَّهُ بِهِ أَذَلَّنَا اللَّهُ»

 “Cahiliye döneminde en zelil insanlar idik. Allah bize İslam’la izzet verdi. Eğer bu dini terk edersek (dini uygulamaktan vazgeçersek) Allah bizi zillete uğratır.” Müslümanlar İstanbul’da Hilafetin yıkılışından beri zillet içerisinde yaşıyorlar.

Milliyetçilikle izzet arıyorlar oysa bu cahiliyedir, haramdır, müminler asla milleyetçilikle izzetlenmezler ve milliyetçilikte izzet aramazlar.

Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem şöyle de buyurdu:

“إذا تعزى بعزاء الجاهلية فأعضوه بهن أبيه ولا تكنوا” (ابن حبان)

“ Kim cahiliye (milliyetçilik) ile izzetlenmeye çalışırsa bu kmiseye kinaye kullanmadan direk olarak babanın zekerini ısır deyin” (İbni Hibban)

Müslümanlar kendileri için hayır diliyorsa hayrın tümü Allahu Teâlâ’nın elindedir. Öyleyse Allahu Teâlâ’ya bağlansınlar ve dinini uygulasınlar ki kendilerine bu hayrı ve izzeti versin.

Allah “şerrin tümü senin elindedir” demedi. Zira zillet bir şerdir ve ayette Allah; “İstediği gibi bir kimseyi zillete uğratır.” dedi. Öyleyse neden “şerrin tümü elinde” demedi? Bunun sebebi Allah’a yalnız güzellik nispet edilir. Böyle bir ifadeyi Allah için kullanmak güzel değildir. Ayrıca, hayır Allahu Teâlâ’nın lütfundan ve bağışından gelir. Allah istediği kimseye bunu verir ve de karşılıksız verir. Fakat zillet Allahu Teâlâ’nın bir cezası olur. Eğer insanlar azgın ve zalim olurlarsa Allah onları bir gün zillete düşürür. Yine Müslümanlar Allahu Teâlâ’ya ve O’nun dinine bağlılığı ihmal ederlerse, terk ederlerse ceza olarak Allah onları zillete uğratır. Nitekim Allah her şeye kadirdir, istediğini izzetlendirir istediğini de zillete uğratır. İşte Allah buna kadirdir. Buna inanan kimseler Allahu Teâlâ’nın cezasından korkarlar ve onun dinini terk etmezler.

Gafil, münafık veyahut zalimler ise bunu unuturlar, buna pek inanmazlar. Bundan dolayı da azgın veya tağut olurlar. Fakat Allah onları cezalandırıp zillete uğratır. Resullullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem şöyle dedi:

” إِنَّ اللهَ لَيُمْلِي لِلظَّالِمِ حَتّى إذَا أخَذَهُ لمْ يُفْلِتْهُ” ثم قرأ قوله تعالى:” وَكَذٰلِكَ اَخۡذُ رَبِّكَ اِذَاۤ اَخَذَ الۡقُرٰى وَهِىَ ظَالِمَةٌ‌ ؕ اِنَّ اَخۡذَهٗۤ اَلِيۡمٌ شَدِيۡدٌ‏ ﴿ هود۱۰۲﴾” (متفق عليه)

 “Allah zalime ipi uzatır, ona mühlet verir, fakat bir gün onu bir yerde yakalar ve onu cezasız bırakmaz (zillete uğratır). Ondan sonra Allahın şu dediğini okudu: Rabbin zulme sapan memleketleri (ahalisi ve yöneticileri) yakaldığında işte öyle yakalar! Şüphesizki onun cezalandırması pek elem vericidir, pek çetindir” (Buhârî, Tefsir sre 11, 5; Müslim, Birr, 62; İbn Mâce, Fiten, 22)

Allah kendi gücünü ve kadirliğini şöyle göstermeye devam ediyor: “Geceyi gündüze ve gündüzü geceye sokar.” İnsanlar bunu görürler; yazın gece kısa olur, bu şekilde gündüz uzun olur, gecenin birkaç saati gündüze katılmış olur. Kışın gündüz kısa olur ve gece uzun olur, bu şekilde gece gündüze sokulmuş olur. Bu ise Allahu Teala’nın kudretine ve azametine bir delildir.

Canlıyı ölüden, ölüyü de canlıdan meydana çıkartır; bitkileri, maruzatları ve ağaçları kuru tohumlardan ortaya çıkartır, kuru tohumlar ölü şeyler sayılır, hayat fonksiyonları gözükmez. Bu bitki, maruzat ve ağaçlar canlı şeyler sayılır, hayata ve insana canlılık verir. Bunlar olmasaydı hayat olmazdı, yeryüzünde insan ve hayvan kalmazdı.

Yine mecazi manada mümin canlı sayılır ve kafir kimseler ölü sayılırlar. Canlı olan mümin ölü olan kâfir babalardan doğabilir. Birçok kâfirin çocuğu mümin olur. Allah bir kimseye hidayet verirse, dini öğretirse, onu dava adamı yaparsa ona hayat vermiş olur. Şöyle buyurdu:

اَوَمَنۡ كَانَ مَيۡتًا فَاَحۡيَيۡنٰهُ وَجَعَلۡنَا لَهٗ نُوۡرًا يَّمۡشِىۡ بِهٖ فِى النَّاسِ كَمَنۡ مَّثَلُهٗ فِى الظُّلُمٰتِ لَـيۡسَ بِخَارِجٍ مِّنۡهَا‌ ؕ كَذٰلِكَ زُيِّنَ لِلۡكٰفِرِيۡنَ مَا كَانُوۡا يَعۡمَلُوۡنَ‏

“ Ölü iken kendisine hayat verdiğimiz, diriltiğimiz ve kendisine insanlar arasında onunla yürüreyebileceği bir nur, ışık verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde kalıp ondan hiç çıkamıyacak durumdaki kimse gibi olur mu? İşte kafirklere yaptıkları böyle süslü, güzel gösterilmiştir” (Enam 122)

İslam da insanlara hayat verir, doğru yolda olur, gerçekleri görürler, huzurlu ve mutlu olurlar. Allah şöyle buyurdu:

يٰۤـاَيُّهَا الَّذِيۡنَ اٰمَنُوا اسۡتَجِيۡبُوۡا لِلّٰهِ وَلِلرَّسُوۡلِ اِذَا دَعَاكُمۡ لِمَا يُحۡيِيۡكُمۡ‌ۚ وَاعۡلَمُوۡۤا اَنَّ اللّٰهَ يَحُوۡلُ بَيۡنَ الۡمَرۡءِ وَقَلۡبِهٖ وَاَنَّهٗۤ اِلَيۡهِ تُحۡشَرُوۡنَ‏

“Ey İman edenler! Allah ve Resulü sizi hayat verecek şeye çağırırlarsa onlara icabet edin. Bilinki Allah insan ile kalbinin arasına girer. Unutmayınki onun huzuruna götürüleceksiniz” (Enfal 24)

Allah ve Resulü bir şey hakkında onun hükmüne uymamızı isterse hemen uymamız gerekir. İşte Allah’ın ve Reslünün verdiği hükümler müminlere hayat verir. Allah insanın kalbinden ne geçiyorsa onu bilir. Kıyamet günü şeriatına uyup uymadığımızı sorgulayacak ve buna göre ceza ve ödül verecektir. 

Ölü sayılan tohumlar ve çekirdekler canlı olan meyvelerden ortaya çıkar. Bazı kâfirlerin babaları mümindir. Böylece ölü olan canlıdan ortaya çıkmış olur. Dinlerini terk edenler ölü, canlarına kıymış, canlarını ateşe atmış olurlar.

Ayrıca Allahu Teâlâ hesapsız istediği kimseye rızkı verir. Zira rızkı veren sadece Allahu Teâlâ’dır. Rızkı yaratan kendisidir. İstediği kimseye bol verir ve istediği kimseye az rızık verir. Nitekim bol vermesiyle veya az vermesiyle insanları imtihan eder. Rızkı bol olan kimse Allah’a teşekkür edip hakkı veriyor mu vermiyor mu? Rızkı az olan kimse sabreder mi etmez mi? Allah bu iki tarafı imtihan eder. Rızkı bol olan Allahu Teâlâ’ya şükranda bulunursa, hakkı verirse hem dünyayı hem ahreti kazanmış olur. Öyle yapmazsa hem dünyada mutsuz olur hem de ahirette cezası vardır. Belki dünyada da ceza görebilir. Rızkı az olan kimse sabrederse hem dünyada hem de ahirette mutlu olur. Öyle değilse dünya ve ahreti kaybeder.

Hesapsız; hem çokça manasında kullanılır, hem hiç çalışmadan rızık elde eder, hem de ummadığı yapmadığı veya hesaba katmadığı yerden rızık gelebilir manasındadır. Bu durumların hepsine itibar edilebilir.

Meryem a.s Mihrapta ibadet ederken Zekriye a.s onun yanına geldikçe rızk görüyordu, ey Meryem! Bu rızk sana nereden geldi diye sorduğunda şöyle cevap veriyordu:

قَالَتْ هُوَ مِنْ عِندِ اللّهِ إنَّ اللّهَ يَرْزُقُ مَن يَشَاء بِغَيْرِ حِسَابٍ

“Meryem dedi ki; bu Allah katından bana geldi. Şüphesiz ki Allah istediği kimseye hesapsız rızık verir.” (Al-i İmran 37)

İşte Meryem a.s çalışmadan ona rızk geliyordu. Ama demek değilki çalışmayıp oturalım, rızk Allahtan diyelim! Öyle değildir. Çalışmak ayrı bir mesele, rızklanma ayrı bir mesledir. Çalışmak gerekir, onunla ilgili şeri hükümler çoktur. Fakat çalışmanın neticesi rızk bol mu, az mı gelir veyhut zarar mı olur?! Bu gayptir, Allahın ilmindedir, takdirindedir.

Allah teala şöyle buyurdu: 

اِنَّ رَبَّكَ يَبۡسُطُ الرِّزۡقَ لِمَنۡ يَّشَآءُ وَيَقۡدِرُ‌ؕ اِنَّهٗ كَانَ بِعِبَادِهٖ خَبِيۡرًۢا بَصِيۡرًا

“ Şüphesiz ki Rabbin istediği kimseye bol rızk verir, istediği kimseye az verir, muhakkak ki O kullarını iyi biliyor ve görüyor” (İsra 30)

Çok veya az rızk verirse onun hikmeti vardır, ikisini imtihan ediyor, herkesin nasıl davranacağına dair ilmini ortaya çıkaracak ve kıyemette bunları buna göre hesaba çekecektir.

Allah; ticaret ve alışverişin Allah’ın zikrinden, onun hükümlerini hatırlayıp uygulamaktan, namazı ikame etmekten, zekâtı vermekten alıkoymayan Allahla karşılaştıkları günden korkanları överken onların ödülünü şöyle göstermektdir:

لِيَجۡزِيَهُمُ اللّٰهُ اَحۡسَنَ مَا عَمِلُوۡا وَيَزِيۡدَهُمۡ مِّنۡ فَضۡلِهٖ‌ؕ وَاللّٰهُ يَرۡزُقُ مَنۡ يَّشَآءُ بِغَيۡرِ حِسَابٍ‏

“Allah yaptıklarının en güzeliyle karşılık verecektir. Onlara lütfundan (rızkından) artıracaktır. Allah istediği kimseye hesapsız rızık verir.” (Nur 38)

Bu müminler ticaret ve alışveriş yapıyorlar, fakat ticaret ve alışveriş onları Allah’ı her amelde zikretmekten, namaz kılmaktan, zekât vermekten alıkoymadı. Bu nedenle Allah onların rızıklarını arttırdı, bereketlendirdi. Böylece hesapsız rızk elde ettiler.

Şöyle de buyurddu:

وَمَنۡ يَّـتَّـقِ اللّٰهَ يَجۡعَلْ لَّهٗ مَخۡرَجًا ۙ‏ وَّيَرۡزُقۡهُ مِنۡ حَيۡثُ لَا يَحۡتَسِبُ‌ ؕ وَمَنۡ يَّتَوَكَّلۡ عَلَى اللّٰهِ فَهُوَ حَسۡبُهٗ ؕ اِنَّ اللّٰهَ بَالِغُ اَمۡرِهٖ‌ ؕ قَدۡ جَعَلَ اللّٰهُ لِكُلِّ شَىۡءٍقَدۡرًا‏

“ Kim Allahtan korkarsa Allah ona çıkış yolu gösterir, sıkıntıdan çıakarır, umadığı yerden, beklemediği yerden ona rızk verir. Kim Allaha tevekkül ederse, dayanıp güvenirse Allah ona yeter. Şüphesiz ki Allah kendi emrini, kararını yerine getirecektir. Muhakkak ki Allah herşeyin gerçekleşmesi için bir kader, zaman tayin etmiştir” (Talak 2-3)

Bu ayetlerde Allahu tealanın söylemek istediği şey; derdiniz rızkı kazanmak olmasın, size rızkı vereceğim. Bana kulluk edin, benim için çalışın, mücadele edin. Aynı anda rızkınızı elde etmek için çalışın fakat bu çalışma sizi bana kulluk etmekten alı koymasın.

يٰۤاَيُّهَا الَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا لَا تُلۡهِكُمۡ اَمۡوَالُكُمۡ وَلَاۤ اَوۡلَادُكُمۡ عَنۡ ذِكۡرِاللّٰهِ‌ۚ وَمَنۡ يَّفۡعَل ذٰلِك فَاُولٰٓٮِٕكَ هُمُ الۡخٰسِرُوۡنَ

“Ey İman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ın zikrinden alıkoymasın. Kim bunu yaparsa hüsrandadır” (Münafıkun 9)

Allahın zikrinin manası her yerde ve her amelde Allahı anıp hükmünü uygulamaktır.

Mümin Allaha dayanıp güvenecektir, rızık sadece ondan gelir diye inanarak çalışmalıdır. Ama bu çalışma onu Allah’ın diğer emirlerini, kıldığı farzları yerine getirmekten alıkoymasın. Allahın emri ile ve rızıkla ilgili iş çakışırsa Allahın emrini, farzın edasını tercih etmelidir. Dava adamları hem davayı yüklenirler hem rızıklarını elde etmeye çalışırlar. Bu iki husus arasında uyum sağlarlar. Ama daima dava işini tercih ederler. Bu şekilde Allah onlara yardım eder, mallarını bereketlendirir, onları huzurlu kılar, taktir ettiği zaman gelince onlara zafer verecektir.