– 22 –

Emaneti eda etmek, yemini yerine getirmek ve buna ihanet edenlerin cezası;

Ehl-i kitap niçin ümmilerin malları ve emanetlerini yeme ye çalışıyorlardı?

Ehl-i kitap gibi davranıp gayri Müslimlerin mallarını haksızca yemek caiz midir?

 Başkalarının mallarını haksızca yiyenlerin cezası nedir?

Hilafet kurulunca bunlar hesaba çekilecekler mi?

وَمِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ مَنْ إِن تَأْمَنْهُ بِقِنطَارٍ يُؤَدِّهِ إِلَيْكَ وَمِنْهُم مَّنْ إِن تَأْمَنْهُ بِدِينَارٍ لاَّ يُؤَدِّهِ إِلَيْكَ إِلاَّ مَا دُمْتَ عَلَيْهِ قَآئِمًا ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَالُواْ لَيْسَ عَلَيْنَا فِي الأُمِّيِّينَ سَبِيلٌ وَيَقُولُونَ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ وَهُمْ يَعْلَمُونَ بَلَى مَنْ أَوْفَى بِعَهْدِهِ وَاتَّقَى فَإِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَّقِينَ إِنَّ الَّذِينَ يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللّهِ وَأَيْمَانِهِمْ ثَمَنًا قَلِيلاً أُوْلَئِكَ لاَ خَلاَقَ لَهُمْ فِي الآخِرَةِ وَلاَ يُكَلِّمُهُمُ اللّهُ وَلاَ يَنظُرُ إِلَيْهِمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلاَ يُزَكِّيهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ

“Ehli Kitap’tan öyle kimseler var ki; onlara kantar kantar emanet olarak verirsen sana öderler. Onlardan öyle kimseler de var ki; onlara bir dinar dahi emanet olarak verirsen devamlı olarak başına dikilmeden onu sana ödemezler. “Ümmilere karşı bize bir mesuliyet yoktur” dediklerinden dolayı böyle davranıyorlar ve Allah’a karşı bile bile yalan söylüyorlar. Evet, kendi sözünü yerine getiren ve takva sahibi olan, o doğru olan kimsedir. Şüphesiz ki Allah yalnız takva sahibi olanları sever. Allah’a verdikleri ahdi ve ettikleri yeminleri az bir fiyatla satan kimselere gelince bunların ahirette nasipleri yoktur. Ayrıca Allah kıyamet gününde onlarla konuşmaz, onlara bakmaz ve onları temize çıkartmaz. Daha doğrusu onlar için elim bir azap vardır.” (Ali İmran 75- 77)

Bu ayetlerde Allahu Teala emanetle ilgili Yahudilerin durumunu anlatıyor. Ayette; “Ehli Kitap’tan öyle kimseler var ki;” diyebuyurarak bunların Yahudiler olduğunu bildiriyor. Onlar hakkında uyardığı gibi onların durumuna düşmememiz hususunda da uyarıyor. Zira başkalarında bir şeyi kötülüyorsa bu Müslümanlara da intibak eder. Zira onların bir kısmı emanete ihanet eder. Bir dinar dahi borç veya emanet onlara verirsen onu tekrar, kolay kolay geri iade etmezler. Ancak sürekli olarak istemeye çalışırsan o zaman öderler. Çünkü aldığını geri vermek istemiyor. Bunun nedeni; “Ümmilere karşı bize bir mesuliyet yoktur” demelerindendir.

Ümmilerden kasıt Araplardır. O günlerde Arapların çoğunun okuma yazmaları yoktu. Daha çok hıfzetmeye, hafızaya dayanıyorlardı. Hafızaları pek kuvvetli idi. Onun için Kur’an nazil olunca hemen onu ezberlediler. Keza Hadisi Şerifleri de aynen ezberliyorlardı. Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem bir söz söylediğinde hemen onu ezberliyorlardı. Sanki Allah’ın iradesi o zamanda Arapların öyle olmasına hüküm verdi ki; Resulünü gönderince ve ona Kitabını indirince Araplar Kur’anı ve Hadisi ezberlemeye hazır olsunlar. Zira bir insan hep hafızasına dayanıp her şeyi hafızasında tutmaya ve hesap yapmaya çalışırsa hafızası kuvvetli kalır. Fakat hep kâğıda, kaleme veya hesap makinasına dayanırsa bu durumda hafızasında fazla bir şey tutamaz. Buna rağmen Allah Bakara suresi 282. ayetinde borçlanma ve sözleşmelerin yazılmasını talep etti. Çünkü anlaşma böylece vesikalı olur ve ihtilafları kaldırır. Zira herkes hafızasında tutsa dahi borçlu olan inkâr edebilir. O zaman alacaklı bunu ispat etmek için bir delil, belge, vesika ve şahitleri sunmalıdır. Sadece hafızaya dayanırsa hakkını ispatlayamaz. Kur’an bir kitap şeklinde yazılmak istenilince beş büyük hafız getirildi ve Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in evinde tahta, kâğıt vs. levhalarda yazılıp toplanan Kur’an ayetleri getirildi. Hafızlar kitapta, mushafta ayetleri böyle yazmaya başladılar. Bu şekilde dikkatlice ve tam titizlikle ayetler bir kitapta yazıldı. Bu nüshadan yedi adet yazıldı.

Hadisleri toplama hususunda da çok titizlik ve dikkatlilik gösterildi. Hadisleri toplayan âlimler hadisleri sadece güvenilir olan kimselerden alıyorlardı. Bir hadis hakkında veya hadisi rivayet eden hakkında herhangi bir şüphe bulunursa o hadisi kayıtlarına almıyorlardı. Rivayet eden için şu ağır şartları koydular:

  1. Udul olması; Fasık veya günah işleyen kimse olmayacak, doğru, dürüst, istikametli akil baliğ olmuş bir Müslüman olmalıdır.
  2. Sözleri zapteden bir kimse olması; gaflete düşmeyen, uyanık bir kimse olmalıdır. Sözleri başından sonuna kadar tam titizlikle ezberlemiş olmalıdır.
  3. İnsanlar arasında takvalılığı ile ünlü olması; insanlar onu övüp tezkiye edecekler. Onunla ilgili bir kötülük görmemiş olmalıdırlar. Yine güvenilir âlimler veya kişiler tarafından tezkiye edilip övülürse zapt eden ve udul sayılır.
  4. Güvenilir kişilerin rivayetlerine ters rivayet etmemesi.
  5. Udul olmasını bozan sebepler şunlardır:
  6. Yalan söylemesi,
  7. Töhmet altında bulunması,
  8. Fasıklığının gözükmesi,
  9. Pek tanınmayan bir kimse olması,
  10. Bidatçılardan olması.
  11. Zabt etme sıfatını bozan şeyler şunlardır:
  12. Fahiş şekilde ve büyük hatalar yapması veya söylemesi,
  13. Fahiş şekilde gaflete düşmesi. Gafletinin büyük olması,
  14. Evham uydurması,
  15. Güvenilir rivayet edenlerin rivayetlerine ters bir rivayet aktarması,
  16. Çok unutkan veya hafızasının pek zayıf olması ve aklında bir şey tutmaması.
  17. Meçhul kimse olmamasıdır. Tanınmayan olursa veya iç ve dış durumu bilmiyorsa meçhul sayılır, rivayeti kabul edilmez.

İşte Arapların hafızları pek kuvvetli idi. Onların arasında okuma yazma bilenler vardı, fakat okur-yazarları fazla yoktu. Çokları okuma-yazma bilmediği için ümmi olarak adlandırılmıştır. Yahudilerin bir kısmı bu durumu istismar edip Araplardan borç veya emanet alınca geri vermiyorlardı. Vermedikleri gibi; “bunlar bizim milletimizden/Yahudilerden değillerdir. Onlara karşı Allah bizi sorumlu tutmaz. Arapların mal ve paralarını haksız yere yemeyi Allah bize helal kıldı” dediler. Böylece Allah’ın söylemediği bir sözü söyleyerek yalan isnadında bulundular.

“Bir dinar dahi ödemez” ifadesinin manası; az bir şey olsa bile onu ödemez, çok olduğu takdirde ise hiç ödemez, demektir. Bab-ı evla çok miktar olunca ödememesi onlar için normal olur.

Fakat onlardan bir kısım kişiler emin kişilerdir. Bir kantar, büyük meblağ, kendisine emanet veya borç verilirse hiç aldatmadan, ihanet etmeden geri öder.

Katade, Süddi Said b. Cübeyr ve Abdullah b. Abbas’tan nakledilen bir gö­rüşe göre bu ifadeden maksat şudur: “Yahudiler dediler ki; Okuryazarlığı olma­yan ve müşrik olan Arapların mallarını almanızda bir sakınca yoktur. Zira Allah, onların mallarını bize helal kılmıştır. Bu hususta Said b. Cübeyr diyor ki: “Bu âyet-i kerime inince Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem şöyle buyurmuştur: “Allah düşmanları yalan söylediler. Cahiliye döneminde olan her şey ayaklarımın altındadır. Ancak verilen emanetler müstesnadır. Zira emanet, sahibine verilmelidir. Sahibi ister takva sahibi olsun ister facir.” Ve arkasından Allah’ın şu ayetini okudu:

بَلَى مَنْ أَوْفَى بِعَهْدِهِ وَاتَّقَىَ

“Evet, kendi sözünü yerine getiren ve takva sahibi olan, o doğru olan kimsedir…” (Ali İmran 76)

Bunun manası; emaneti sahibine iade etmek, borcu da sahibine ödemek takvalılıktandır. Bunlar Allah tarafından sevilen kimselerdir. Hak sahibi kâfir dahi olsa hakkını vermek gerekir. Hak sahibinin kâfir veya fasık olması fark etmez, haklı ise veya alacağı varsa vermek gerekir.

Yine bir Müslüman Yahudiler gibi başkalarına karşı şöyle diyerek yapamaz: “Bunlar kâfirdir, mallarını yemek helaldir, Allah bizi cezalandırmaz”. Oysa emaneti ehline vermek veya iade etmek geneldir. Sahibi kim olursa olsun ona iade etmek gerekir.

Allah c.c felaha kavuşan; cennete girenlerin sıfatlarını sayarken şöyle buyurdu:

وَالَّذِيۡنَ هُمۡ لِاَمٰنٰتِهِمۡ وَعَهۡدِهِمۡ رَاعُوۡنَ

“ Onlar emanetlerine ve ahitlerine (verdikleri söz ve yaptıkları sözleşmeye)  riayet ederler (muhafaza edip hakkını eda ederler, sahiplerine iade ederler).(Müminun 8)

Bu asırda bazı Müslümanlar ya cahillikten dolayı veya takvasızlıktan dolayı; “kâfirlerin malını veya parasını çalabiliriz, onları aldatabiliriz veya faiz yiyebiliriz” gibi sözler sarf ediyorlar. Bunlar cahillerden veya takvasız olanlardan fetva alıp böyle hareket ederek diğer insanların mallarını, paralarını haksızca yiyorlar. Bunların yaptıkları haramdır. Aynen o hain Yahudilerin yaptıkları gibi yapıyorlar. Allahu Teala bu hain Yahudilerin misalini göstermekle bizlerin bu duruma düşmemesi için uyarmaktadır. Bu nedenle Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem o ayetleri okurken; “Allah düşmanları yalan söylediler. Cahiliye döneminde olan her şey ayaklarımın altındadır. Ancak verilen emanetler müstesnadır. Zira emanet, sahibine verilmelidir. Sahibi ister takva sahibi olsun ister facir.”  buyurmuştur. Nitekim Allah şöyle buyurmuştur:

إِنَّ الَّذِينَ يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللّهِ وَأَيْمَانِهِمْ ثَمَنًا قَلِيلاً أُوْلَئِكَ لاَ خَلاَقَ لَهُمْ فِي الآخِرَةِ وَلاَ يُكَلِّمُهُمُ اللّهُ وَلاَ يَنظُرُ إِلَيْهِمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلاَ يُزَكِّيهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ

Allah’a verdikleri ahdi ve ettikleri yeminleri az bir fiyatla satan kimselere gelince bunların ahirette nasipleri yoktur. Ayrıca Allah kıyamet gününde onlarla konuşmaz, onlara bakmaz ve onları temize çıkartmaz. Daha doğrusu onlar için elim bir azap vardır.” (Ali İmran 77)

Bu ayetin ifadesi geneldir, Müslümanı ve Müslüman olmayanı kapsar. Bu ayette Allahu Teala şu iki önemli şeyden nehyetmiştir: Allah’ın dinini bozmak ve yalan yere yemin etmektir. Nitekim bu iki hususla insanların hakları yenir ve kaybolur. Bu nedenle böyle kimselerin cezası ağır olur, ahirette nasipleri yoktur, cennete kolay kolay giremezler, daha doğrusu onlar için elim bir azap vardır. Ayrıca Allah onlarla konuşmaz, onlara bakmaz ve onları tezkiye etmez. Bu ifadelerden anlaşılan husus; bu kişiler kâfirlerden olduğu gibi Müslümanlardan da olur. Fakat iki ağır suç işlemişlerdir. Kâfirlerden olunca hem kâfirliğinden dolayı cehennemlik olur, hem de cehennemde cezası ağırlaşır.  İşte kâfirler küfür suçundan dolayı hem cehenneme girerler ve orada ebediyen kalırlar hem de emanete ve ahde ihanet ettikleri için azapları artar.  Müslümanlardan ise onlar için elim azap hazırlandı. Allah onlara kızdığı için onlarla konuşmaz, onlara bakmaz ve onları tezkiye etmez, cezalandırır.

Kâfirler zaten Allah’a olan ahitlerini bozdular. Ayrıca Allah’ı şahit tutup insanlara bir söz verirlerse azapları artar. Tamamen yalan yere yemin ettiklerinde günahlarının arttığı gibidir.

Buna göre Müslümanlar dikkatli olmalıdırlar. Biz Müslümanız, Allah bizi affeder diyerek başkalarının hakkını yememelidirler. Yalan yere yemin etmekten ve Allah’a verdikleri ahdi bozmaktan uzak durmalıdırlar. Yoksa cezası pek ağır olup acı bir azaba uğrarlar. Ayrıca Allah’ın kendileri ile konuşması, onlara bakması ve tezkiyesinden mahrum kalırlar. Nitekim ahdi bozanlar dünyevi bir kazanç için yalan söylerler, yeminlerini bozarlar veya verdikleri sözü yerine getirmezler.

Allah’ın ahdi deyince; Müslüman başka bir kimseye söz verirse Allah’ı şahit tutar, yemin ettiği takdirde Allah’a yemin eder. Böylece söz vermiş olur.

Başka bir şeye yemin etmek haramdır. Hatta Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem şöyle buyurarak bu şekilde davranmayı küfre benzeterek büyük haram olduğunu gösterdi:

” من حلف بغير الله فقد كفر أو أشرك”

“Kim Allah’tan başkası adına yemin ederse kâfir olur.” (Ebu Davut, Tirmizi, Müslim ve el-hakim) Hadise sahih ve hasen dediler. Ve yine şöyle buyurdu:

” من كان حالفا فليحلف بالله أو ليصمت”

“Kim yemin etmek isterse Allah adına yemin etsin veya sussun (yemin etmesin).” (Buhari ve Müslim)

Bu hadislerde Allah dışında başka bir şeye yemin etmenin büyük haram olduğunu göstermek üzere Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem bu ağır ifadeler kullandı, mübalağa babındandır. Tamamen Kuran-ı kerimde Maide suresinde 51. Ayette Allah’ın kâfirleri dost edinenlerin onlardan olduklarını göstermesi gibidir.

Kim Allah’a yemin ederse, Allah’a ahit ve söz vermiş olur, sözünü, yeminin gereğini yerine getirmelidir. İki Müslüman bir arsa üzerinde ihtilafa düşünce Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’e muhakeme olunmak için geldiler. Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem iddia eden Müslümandan beyyine istedi. Ama bu kişinin beyyinesi/delili yoktu. Ne şahidi ne de belgesi vardı. Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem diğer davalı olan kimseden yemin etmesini istedi. İddia eden kimse şöyle dedi: “Öyle ise benim malım gidecektir.” Bu kimse karşıdaki şahsın yalan yere yemin söyleyeceğinden çekindiği için böyle dedi. Fakat Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem yukarıdaki (إِنَّ الَّذِينَ يَشْتَرُونَ )(yeminleri az bir fiyatla satan kimseler)  ayetini okuyunca davalı kişi Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’e şöyle dedi: “Eğer bu arsayı ona bırakırsam ona mukabil ne alırım?” Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem: Cennet” dedi. Davalı kimse şöyle dedi: “Onu tamamen bırakıyorum şahid ol.” Nitekim Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem onlara şöyle söyledi:

” من حلف يمين صبر يقتطع بها مال امرئ مسلم لقي الله وهو غضبان”

“Müslüman bir kimsenin malını elinden almak için yalan yere yemin eden kimse, Cenâb-ı Hakk’ın gazabına uğramış olarak O’nun karşısına çıkar.” (Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce)

Borç ve rehin bir emanet olarak sayıldı. Sahiplerine verilmelidir. Allah c.c şöyle buyurdu:

وَاِنۡ كُنۡتُمۡ عَلٰى سَفَرٍ وَّلَمۡ تَجِدُوۡا كَاتِبًا فَرِهٰنٌ مَّقۡبُوۡضَةٌ ‌ ؕ فَاِنۡ اَمِنَ بَعۡضُكُمۡ بَعۡضًا فَلۡيُؤَدِّ الَّذِى اؤۡتُمِنَ اَمَانَـتَهٗ وَلۡيَتَّقِ اللّٰهَ رَبَّهٗ‌ؕ وَلَا تَكۡتُمُوا الشَّهَادَةَ ‌ ؕ وَمَنۡ يَّكۡتُمۡهَا فَاِنَّهٗۤ اٰثِمٌ قَلۡبُهٗ‌ؕ وَ اللّٰهُ بِمَا تَعۡمَلُوۡنَ عَلِيۡمٌ‏ ﴿۲۸۳﴾

“ Eğer yolculukta iseniz ve borcu yazacak kâtibi bulamasınız, borca karşı bir rehin teslim etmeniz kâfi gelir. Eğer birbirinize güvenirseniz, kendisine güvenilen kimse emanetini ödesin. Şahitliği gizlemeyin. Kim bunu gizlerse o mutlaka günah işlemiş olur. Allah yaptıklarınızı tam biliyor”. (Bakara 283)

Zira Allah şöyle buyurdu:

اِنَّ اللّٰهَ يَاۡمُرُكُمۡ اَنۡ تُؤَدُّوا الۡاَمٰنٰتِ اِلٰٓى اَهۡلِهَا ۙ وَاِذَا حَكَمۡتُمۡ بَيۡنَ النَّاسِ اَنۡ تَحۡكُمُوۡا بِالۡعَدۡلِ‌ ؕ اِنَّ اللّٰهَ نِعِمَّا يَعِظُكُمۡ بِهٖ‌ ؕ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ سَمِيۡعًۢا بَصِيۡرًا‏ ﴿۵۸﴾

“ Şüphesiz ki Allah size emanetleri sahiplerine iade etmenizi emrediyor. İnsanlar asında hükmederseniz adaletle hükmetmenizi de emrediyor. İşte Allah’ın size tavsiyesi ne kadar güzeldir. Muhakkak Allah işiten ve görendir.” (Nisa 58)

Nitekim “İslam’da Ukubat Nizamı” kitabında geçtiği gibi malları haksızca yiyenlerin cezaları açıklandı. Emanete ihanet eden kimse hem halk önünde kırbaçlanır hem de 5 yıla kadar ceza verilir.

Şu anda küfür sisteminde zulüm hâkimdir, küfür kanunları uygulandığı için bu zulüm hâkim olur, çok kimsenin malı haksızca yeniyor. Özellikle küfür sistemini uygulayan zalim yöneticiler ve etrafındaki kişiler milletin servetlerini ve mallarını çalıyorlar. Ama İslam Hilafet devleti kurulunca, daha önce insanların mallarını ve haklarını yiyenler ve ümmetin servetlerini çalanlar hesaba çekilecekler. Gasp ettikleri, çaldıkları, haksızca yedikleri mallar onlardan söküp asıl sahiplerine iade edecektir. Hiç bir kimsenin hakkı heder edilmeyecektir.