– 29 –

Allah’tan hakkıyla korkmak ve Müslüman olarak ölmek;

“Ancak Müslüman olarak ölün” ifadesinin manası nedir?

 Bir Mü’min nasıl Müslüman olarak ölür?

İman ile İslam, Müslim ile mümin arasındaki fark nedir?

 Neden birçok insan Allahtan korkmuyor?

Mümin şeytanın dostlarından korkar mı?

 İnsanlardan korku meselesi nasıl tedavi edilir?

﴿يٰۤـاَيُّهَا الَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا اتَّقُوا اللّٰهَ حَقَّ تُقٰتِهٖ وَلَا تَمُوۡتُنَّ اِلَّا وَاَنۡـتُمۡ مُّسۡلِمُوۡنَ‏﴾ 

 “Ey iman edenler! Allah’tan tam ve hakkıyla korkun ve ancak Müslüman olarak ölün.(Ali İmran 102)

Allah ehl-i kitabın düştüğü hali izah ettikten sonra Müslümanları o hale düşmekten sakındırdı. Onlar Allah’ın ayetlerinin bir kısmına inandılar, bir kısmını inkar ettiler, kitaplarını değiştirdiler, sözlerle oynayıp asıl manadan uzaklaşıp başka mana koydular, Allah’ın ayetlerini ters tevil ederek maslahtaları için Allah’tan korkmayan âlimlerinden fetva çıkarttılar. Allah Resulü Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem’e indirdiği ayetleri, Kuran’ı inkâr ettiler, Allah’ın yolundan, İslam’dan insanları çevirip eğri yola götürmeye çalıştılar. Allah Müslümanları onlara uymaktan sakındırdı, yoksa kafir olurlar. Oysa kendilerine Allah’ın ayetleri net ve açık olarak indi, Resul’ünü bütün sıfatlarıyla tanıdılar. Öyleyse nasıl ehl-i kitaba uyup kafir olurlar?!

Allah kendisine sığınıp uyanların muhakkak ki doğru yol üzerinde olduklarını gösterdiler. Doğru yol üzerinde sebatlığı devam ettirmek için kendisine iman edenlere bir takım emirler vererek hitap etmektedir. Sanki bir hitâbe vermektedir:

Birinci emir:

Allah’tan tam ve hakkıyla korkmaktır. Hayatta oldukça müminler ölüme kadar Allah’tan korkmalıdır. Böylece Müslüman olarak bu hayata veda edip ahiret hayatına hazır olsun. Bunun manası; Allah’ın azabından sakınmaktır. Normal olarak insan görmediğinden veya herhangi bir şekilde hissetmediği şeyden korkmaz. Ancak hissetmediği bir şey hakkında korkuyla ilgili düşüncesi varsa insan o zaman ondan korkar.

İnsan Allah’ı görmediği veya direk hissetmediğinden dolayı ondan korkmayacaktır. Fakat Allah’ın varlığına inanırsa onun hakkında düşünceye sahip olur. Allah’ın büyüklüğüne, azametine ve gücüne inanırsa ondan korkmaya başlar. Allah’a ne kadar imanı artarsa o kadar da ondan korkar. İmanı artma meselesi ise; Allah’ın varlığını, gücünü ve sair sıfatlarıyla ilgili fikirleri ne kadar kavrarsa ve zihninde canlandırırsa imanı artar ve ondan korkusu artar.

Takvalı veya müttaki kelimeleri; itteka ( إتقى) fiilinden türedi. Sakındı veya kaçındı veyahut korundu manasındadır. İnsan ancak korktuğu şeyden sakınır, kaçınır veya korunmaya çalışır. Böylece takvalı, takva sahibi veya muttaki kimsenin manası; Allah’tan korkan ve onun azabından sakınan kimsedir. Kur’an-ı Kerim’de itteka kelimesi ve ondan türeyen kelimeler çok geçmektedir. Hadis-i şerifte Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem şöyle buyurdu:

«إِنَّمَا الْإِمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ»

“İmam veya halife bir kalkandır; onun arkasında savaşılır ve onunla, korunulur.’’ (Müslim)

Bu hadiste (يُتَّقَى) kelimesi geçti. Bu kelime إتّقَى fiilinden türedi ve bunun manası korunur demektir.

Allah’tan korkmak; o’nun emirlerini yerine getirmek ve nehiylerinden vazgeçmekle tecelli eder. Bir kimse onun emirlerini yerine getirmiyor, yasak ettiği şeylerden kaçınmıyor ve aynı anda “Allah’tan korkuyorum” diye iddia ediyorsa yalan olur. Zira bir ceza ve azaptan korkan kimse emre muhalefet etmez. Korkan kimse her an bir ceza yiyebilirim veya azap görebilirim diye düşünerek hareket eder. Allah’ın azabından korkarsa onun emirlerini yerine getirir ve yasaklarından vazgeçer. Allah’tan korkmayan veya Allah’tan korkmanın manasını idrak etmeyen kimse onun emirlerini yerine getirmez ve nehylerinden vazgeçmez.

Peki, birçok insan niye Allah’tan veya onun azabından korkmuyor?

– Ya Allah’a inanmıyor ki böyle bir durumda kişi inanmadığından korkmaz. Bu nedenle de Allah‘ın emirlerine ve yasaklarına hiç aldırış etmez. Böylesi insanlar önce imana davet edilir. İslam’dan hiç haberi yoksa azaba çekilmez. Zira İsra Suresi 15. ayette Allah Celle Celaluhu “bir Resul göndermeden hiç bir kimseye azap vermeyiz” diye buyurmaktadır. Buna göre inanmayanları önce imana çağırmalıyız. Bunlara Allah’ın varlığını, Kur’an’ın O’nun kelamı ve Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in O’nun Resulü olduğunu aklen ispatlamalıyız.

– Ya da Allah’ın varlığına inanır, fakat şöyle der: Allah bizi yarattı, ama bizim işimize karışmaz. Böyleleri kıyamet gününe, dirilişe, hesaba, kitaba, ahirete, cennet ve cehenneme pek inanmaz. Bunlara Allah’ın niçin bizi yarattığı, Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in O’nun Resulü olduğu ve Kur’an’ın Allah’ın kelamı olduğunu ispatlamak gerekir.

Eskiden müşrik Arapların takındığı inkârcılığı bu asırda birçok insan gerçekleştiriyor. Özellikle laik kimseler böyle davranırlar. Bir kısım laik kimseler şöyle derler: İman etmek isteyen inansın ama dini devlet işine ve siyasete karıştırmasın. Bir kısım laik kimseler ise; Allah’a, peygambere, Kitaba ve ahirete inandıklarını iddia ederek bu asırda şeriatı uygulamak mümkün değildir derler. Bütün bu tür kâfirlerle imani meseleleri derin şekilde bahsedip tartışmak gerekir.

– Veyahut Yahudiler ve Hıristiyanlar gibi; Allaha, ahirete, cennete ve cehenneme inanır, fakat biz Yahudi olduğumuz için Allah bize fazla azap vermez veya ateş bize ancak birkaç gün dokunur der. Bakara suresi 80. ayette ve Al-i İmran suresi 24. ayette Allahu Teala bunların böyle dediklerine değindi. Hıristiyanlar ise İsa bizim yerimize azap gördü ve kim İsa‘ya inanırsa bütün günahları silinir dediler. Bakara suresi 111. ayette geçtiği gibi; biz Yahudi’yiz veya Hristiyan’ız cennete bizden başka kimse girmez, cennete girmemiz garantilidir derler.  Bunları Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem‘in peygamberliğine ve Kur’an‘a inandırmak gerekir.

– Ya da Müslüman olur, fakat imanı tam kavramış değildir. Bu nedenle gevşeklik gösterir. Bunlara imanı derin şekilde kavratmak gerekir.

– Bir kısım Müslümanlar yaşlanınca hacca gideriz, tam tövbe ederiz, o zaman Allah’tan korkmaya başlarız, O‘nun emirlerini yerine getiririz ve nehiylerinden vazgeçeriz derler. Bu tür insanlar da imanı tam kavramış değiller. Ayrıca bu insanlara ölümün her an gelebileceğini hatırlatmak gerekir.

– Bir kısım Müslümanlar Allah’ın emirlerini yerine getirmek ve nehiylerinden vazgeçmek istiyorlar, fakat ya zalim olan laik devletten korkuyorlar ya da diğer insanlardan değişik nedenlerle korkuyorlar. Bu insanların imanlarını güçlendirmek gerekir. Onlarla imani meseleleri, kaza ve kader meselesi gibi konuları izah etmek gerekir. Allah’ın gücünün devletten ve bütün insanların güçlerinden daha güçlü olduğunu, ancak Allah’ın izniyle kişiye zarar getirebilecekleri, bunun da kişi için imanının bir imtihanı olduğu gibi konuları anlatmak gerekir.

İnsan Allah’ı zihninde devamlı tasavvur eder, sanki Allah’ı görüyor gibi veya Allah bizi görüyor, işitiyor diye düşünmelidir. Neden olmasın bizi bir su damlasından yaratabildi, bu su damlasından böyle müthiş bir varlık ortaya çıkarttı, öyle mükemmel sistem ve cihazlar meydana getirdi; görme, işitme, koklama, tatma ve hissetme kabiliyetleri yerleştirdi, bunu yapabilen bizi göremez mi?! Bizi işitemez mi?! Bizi ve kainatı mükemmel şekilde yaratan ve mükemmel sistemlere yürüten insan için mükemmel bir sistem koyamaz mı? Daha doğrusu Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem’e indirdiği sistemden daha güzel sistem olur mu?

Yaratabilen öldürebilir? Ancak onun izniyle nefis ölür, yoksa bütün insanlar seni öldürmeye kalkışırsa Allah izin vermezse öldüremezler. Her kesin eceli vardır, ecel gelmeden ölmez. Allah izin vermezse kimse sana zarar veya menfaat vermez. Öyleyse nasıl diğer insanlardan korkarız?! Nasıl zalimlerden korkarız?! Onlar bizim gibi birer insandır; eğer Allaha sığınsak ve tam tevekkül etsek Allah’ın takdir ettiği zarardan başka bir zarar veremezler. Ama nihayet Allah’ın vaat ettiği gibi o zalimlere galip geleceğiz ve ellimizle onlara ceza vereceğiz. İşte devamlı bunu düşünmek gerekir, bununla ilgili ayetleri kavrayıp uygulamaya çalışmalıyız.

Zira korku içgüdüsel bir şeydir, imanla ilgili sıraladığımız fikirlerle tedavi edilir. İnsanlardan ve zalimlerden değil, şeytanın dostlarından değil yalnız onları kaybedecek Allah’tan korkmak kalplerimize yerleşir, en cesur ve fedakâr insan oluruz.  

İşte, Allah’tan korkmak imana bağlı bir husustur. Nitekim Allah bir emir verdiği zaman veya bir şeyi yasaklarken imana bağlar, kendisine ve Resulüne, veyahut kendisine ve ahirete imanı hatırlatır. Aynı zamanda azabından sakındırır, cehennemi ve onun azabını hatırlatır, cenneti ve daimi nimetlerini de hatırlatır.

Allah iman edenlere Müslüman olarak ölün diye hitap ediyor. Peki, Allahu Teala neden böyle bir hitapta bulunuyor? Bunun sebebi; insan ben iman ettim diye söylüyor. Fakat insanın imanı nasıl bilinecek? İnsan imanın gerektirdiği hususları yerine getirmezse mümin olarak anlaşılmaz. Bunların anlaşılması ise Allah‘ın emirleri ve nehylerine göre hareket etmektir. Bunlara şer’i ahkâm denilir. Başka bir ifadeyle şeriat denilir. Bunlar amelle ve icraatla ilgilidir. İman sırf aklen ve kalben Allah’a, meleklere, Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem başta olmak üzere Nebi ve Resullere, Kur‘an ve daha önce indirilen kitaplara, ahirete ve onunla ilgili bütün hususlara, kaza ve kadere aklen ve kalben kesin şekilde inanmaktır. Buna akide denilir. Akılla ve kalple ilgilidir. Fakat insanın ameliyle ilgili ahkâma şeriat denilir.

İşte İslam hem akide hem de ondan fışkıran şeriattır. Birinci raşidi halife Hz. Ebu Bekir Radıyallahu Anh zekâtı vermek istemeyenlere karşı savaş ilan edince onun yardımcısı Hz. Ömer Radıyallahu Anh ona itiraz ederek şöyle dedi: Ama bunlar; la ilahe illallah Muhammed Resulullah diyerek şehadeti getiriyorlar! Nasıl onlarla savaşacaksın? Halife Ebu Bekir ona şöyle cevap verdi: Ama bu şehadetin hakkını yerine getirmiyorlar! Şehadetin hakkı namazı kılmak ve Zekatı vermek…

İşte la ilahe illallah Muhammed Resulullah’ın hakkı şer’i hükümleri uygulamaktır. Şer’i hükümleri reddeden kesinlikle Müslüman değildir. Eğer bir şer’i hüküm kesin delille ve kesin delaletle sabit olursa, bir kimse de gelip ben Müslüman’ım diye iddia ederek bunu inkâr ederse bu kimse kesinlikle Müslüman sayılmaz, kâfir sayılır.

Müslüman olarak ölün emrinin manası ölüme kadar İslam üzerinde sebatlık gösterin, dinin bütün hükümlerini uygulayın ve zalimlerden korkarak veya maslahatı düşünerek hiç taviz göstermeyin demektir.

İslam veya Müslümanlık imandan daha kapsamlıdır; hem imanı hem de şeriatı kapsar. Bu nedenle Allah iman edenlere Müslüman olarak ölün emiri vermiştir. Bunun manası; hem mümin olun hem şeriatı uygulayın demektir. Zira Al-i İmran suresi 19. ayette;

إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ

Allah indinde kabul edilen din yalnız İslam’dır.

 ve Maide suresi 3. Ayette;

اَلۡيَوۡمَ اَكۡمَلۡتُ لَـكُمۡ دِيۡنَكُمۡ وَاَ تۡمَمۡتُ عَلَيۡكُمۡ نِعۡمَتِىۡ وَرَضِيۡتُ لَـكُمُ الۡاِسۡلَامَ دِيۡنًا‌ؕ

 “Bu gün dininizi (İslam’ı) tam ve kâmil olarak kıldım, sizin üzerinizde nimetimi tamamladım. Size İslam’ı bir din olarak kabul ettim” diye buyurmaktadır.

Bunun manası; İslam şeriatı tam ve kamil olarak kılınmıştır. Kıyamet gününe kadar geçerlidir, rahatça uygulanır. Allah’ın indirdiği tüm dinlerde iman veya akide bir idi, eksik değildi ve hiç değişmedi, fakat eski şeriatlar eksik idi ve değiştirildi, ondan sonra Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem’e indirilen şeriatla neshedildi.

Allahu Teala şöyle buyurdu:

وَاَنۡزَلۡنَاۤ اِلَيۡكَ الۡكِتٰبَ بِالۡحَـقِّ مُصَدِّقًا لِّمَا بَيۡنَ يَدَيۡهِ مِنَ الۡكِتٰبِ وَمُهَيۡمِنًا عَلَيۡهِ‌ فَاحۡكُمۡ بَيۡنَهُمۡ بِمَاۤ اَنۡزَلَ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِعۡ اَهۡوَآءَهُمۡ عَمَّا جَآءَكَ مِنَ الۡحَـقِّ‌ؕ لِكُلٍّ جَعَلۡنَا مِنۡكُمۡ شِرۡعَةً وَّمِنۡهَاجًا ‌ؕ وَلَوۡ شَآءَ اللّٰهُ لَجَـعَلَـكُمۡ اُمَّةً وَّاحِدَةً وَّلٰـكِنۡ لِّيَبۡلُوَكُمۡ فِىۡ مَاۤ اٰتٰٮكُمۡ فَاسۡتَبِقُوا الۡخَـيۡـرٰتِ‌ؕ اِلَى اللّٰهِ مَرۡجِعُكُمۡ جَمِيۡعًا فَيُنَبِّئُكُمۡ بِمَا كُنۡتُمۡ فِيۡهِ تَخۡتَلِفُوۡنَۙ‏

“Bu kitabı (Kuran’ı) sana hakla indirdik, eski kitapları tasdik eder ve onlara egemendir (nesheder). Öyleyse onların arasında sırf Allah’ın indirdikleriyle hükmet, onların heva ve heveslerine uyma. Sizden her biriniz (her resul) için bir şeriat ve metot kıldık. Allah isteseydi hepinizi tek ümmet yapardı. Fakat size verdikleriyle sizi imtihan etmek istedi. Öyleyse hayır işleri yapmada yarışın. Hepiniz Allaha döneceksiniz, o zaman ihtilaf ettiğiniz şeyler hakkında size bildirecektir” (Maide 48)

Buna göre biz sadece İslam şeriatıyla muhatap, mükellef olduk. Yalnız bu şeriatın ahkâmına uyarız ve onunla amel ederiz. Sadece bunun metodunu izleriz ve uygularız. Daha önceki Resullerin şeriatları ve metotları farklı idi, neshedildi. Fakat bütün Resul ve Nebiler aynı akideye sahip idiler ve küfre karşı tutumları birdir.

Nitekim birçok ayette sair peygamberlere indirdiği akidenin bir olduğunu göstermektedir. O İslam akidesidir.  

Böylece insan bu akide veya bu iman üzerine kaldıkça, şeriata bağlı oldukça, işlerini şer’i hükümlere bağlı olarak yürüttükçe Müslüman olur. Zaten mümin sayılır. Hayatının sonuna kadar bunu devam ettirmelidir ki İslam üzerine ölsün ve Allah indinde kabul edilsin.

Bazı insanlar imanı İslam’dan veya Mümin olmayı Müslüman olmaktan daha üstün sayarlar. Hucurat suresi 14. ayetini yanlış anladıkları için böyle söylerler. Oysa orada bir grup bedevi ölüm korkusuyla dilleriyle mümin olduk dediler. Oysa iman daha kalplerine girmedi. Allah onlara ölüm korkusundan dolayı teslim olduk deyin diye buyurdu. Bunlar gerçek iman etmedikleri ve daha kalplerine iman girmediği için mümin sayılmazlar, göstermelik olarak ve ölüm korkusundan veya minnet göstererek iman ederler. Ayetlerin devamında bunu göstermektedir. Hucurat suresi 17.ayette;

يَمُنُّونَ عَلَيْكَ أَنْ أَسْلَمُوا قُل لَّا تَمُنُّوا عَلَيَّ إِسْلَامَكُم بَلِ اللَّهُ يَمُنُّ عَلَيْكُمْ أَنْ هَدَاكُمْ لِلْإِيمَانِ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ

 “Onlar İslam’a girdikleri için seni minnet altına sokmaya çalışıyorlar. De ki; Müslümanlığınızı benim başıma kakmayın, eğer Müslümanlığınızda doğru iseniz sizi imana erdiren Allah sizi minnet altına sokuyor”. Allah’ın lütfuyla mümin veya Müslüman oldunuz demektir.

Bu ayette İslam’a girmek imana ermek olarak gösterilir. İslam’a giren kimse mümin olur. Bizi Müslüman olarak ilk adlandıran Hz. İbrahim’dir. İbrahim, İsmail, İshak, Yakup, Yusuf, Musa, İsa ve sair nebiler Müslüman’ız dediler. Bakara suresinde 128 ve 140. ayetlerde bunu izah ettik.

Müslüman Allah’ın farz kıldıklarını eda etmek ve haram kıldıklarından kaçınmak için imkânı dâhilinde çalışmalıdır. Nitekim Allahu Teala Teğabun suresi 16. ayette şöyle buyurdu:

فَاتَّقُوا اللَّهَ مَا اسْتَطَعْتُمْ

“Gücünüz yettiği kadar Allah’tan sakının…”

Müslüman gücü yettiği kadar Allah’ın emirlerini yerine getirmeye ve nehiylerinden vazgeçmeye çalışırsa Allah’tan tam ve hakkıyla korkmuş ve azabından sakınmış olur. Gücü dışında ise bir şey olursa sorumlu değildir. Nitekim Bakara suresinde 286. ayette Allah Celle Celaluhu;

 لاَ يُكَلِّفُ اللّهُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا  

“Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar.” buyurmaktadır.

İnsan farzları yerine getirmeye ve haramdan kaçınmaya gücünün yettiği kadar çalışmazsa Allah’tan hakkıyla ve tam şekilde korkmuş olmaz, takvalı veya muttaki sayılmaz. Resulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem şöyle burdu:

مَا نَهَيْتُكُم عَنْهُ فَاجْتَنِبُوهُ، إذَا أَمَرْتُكُمْ بِأَمْرٍ فَأْتُوا مِنْهُ مَا اسْتَطَعْتُمْ  “Eğer bir şeyden sizi nehyedersem ondan kaçının, eğer size bir emir verirsem gücünüz yettiği kadar onu yerine getirmeye çalışın.” (Buhar ve Müslim)      

Bundan dolayı, Allahtan tam ve hakkıyla korkan Müslüman takvalı olur.

Şu var ki, Allah’tan korkmak O’nun dışında hiç bir kimseden veya güçten korkmamayı gerektirir. Nitekim müminler ileride tefsirini aktaracağımız Ali İmran suresi 175. ayette;

اِنَّمَا ذٰلِكُمُ الشَّيۡطٰنُ يُخَوِّفُ اَوۡلِيَآءَهٗ فَلَا تَخَافُوۡهُمۡ وَخَافُوۡنِ اِنۡ كُنۡتُمۡ مُّؤۡمِنِيۡنَ

Şeytan ancak dostlarını, kendisine tabi olanları korkutur. Eğer mümin iseniz sadece Allahtan korkun ve şeytanın dostlarından hiç korkmayın.” Diye emredilmektedir.

Bu ayetten önce 173. ayette münafıklar Müslümanlara şöyle dediler:

الَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ إِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُواْ لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ إِيمَاناً وَقَالُواْ حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ

 “Bütün insanlar size karşı birleştiler onlardan korkun! Müminler korkmadılar ve imanları daha fazla arttı – bunun manası Allaha bağlılıklarını daha fazla artırdılar, Allah’ın bu kafir güçlerden daha güçlü olduğunu  idrak ederek – O bizim için yeter, bize yardım eder, O bizim vekilimiz, işlerimizi ve durumumuzu O’na havale ettik diyerek te sebatlık gösterdiler.

Gerçek Mümin diğer güçlerden korkmaz, imanına bağlı olur ve Allah‘ın emirlerini yerine getirir ve nehiylerinden vazgeçer. Kadın başörtüsü ve cilbabı giymekten çekinmez ve bunun üzerinde ısrarlı olur. Okulu, işi ve rızkı için korkmaz. Keza Müslüman Hilafeti kurmak için daveti yüklenir ve zalim yöneticilerden ve güçlerinden korkmaz. Zira rızık veren, can veren ve alanın da yalnız Allah olduğuna inanır. O zaman zalim güçlerden korkmaz. Oysa Müminin ilk hedefi ahireti kazanmaktır. Böyle olunca zalim güçlerden korkmaz ve iman üzerine sebatlık göstererek Müslümanlık üzerine de yaşamaya ve ölmeye çalışır. Nitekim Allah bizden şunu dememizi istiyor:

لاَ شَرِيكَ لَهُ وَبِذَلِكَ أُمِرْتُ وَأَنَاْ أَوَّلُ الْمُسْلِمِينَ, قُلْ إِنَّ صَلاَتِي وَنُسُكِي وَمَحْيَايَ وَمَمَاتِي لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

“Deki benim namazım, sair ibadetlerim, hayatım ve ölümüm Allah içindir, böyle emredildim, ve ilk Müslüman benimdir.” (En’am 162 – 163)

İşte; Allah için yaşıyoruz ve onun için ölüyoruz, onun uğrunda ölmeye hazır oluruz; Müslümanlık budur. Böyle diyene, böyle yaşayana ve bu gerçek üzerinde ölene ne mutlu.