– 33 –

İslam ümmetinin hayırlı olması, Ehl-i Kitabın hayırlı olma vasfını kaybetmesi;

İslam ümmeti niçin hayırlı bir ümmet kılındı?

Bu hayırlılık kıyamet gününe kadar devam edecek mi?

 İsrail oğulları hayırlı olma vasfını niçin kaybetti?

 İslam’ı uygulayan güç nedir?

Münkeri işleyenlerle beraber olunabilir mi?

كُنۡتُمۡ خَيۡرَ اُمَّةٍ اُخۡرِجَتۡ لِلنَّاسِ تَاۡمُرُوۡنَ بِالۡمَعۡرُوۡفِ وَتَنۡهَوۡنَ عَنِ الۡمُنۡكَرِ وَتُؤۡمِنُوۡنَ بِاللّٰهِ‌ؕ وَلَوۡ اٰمَنَ اَهۡلُ الۡكِتٰبِ لَڪَانَ خَيۡرًا لَّهُمۡ‌ؕ مِنۡهُمُ الۡمُؤۡمِنُوۡنَ وَاَكۡثَرُهُمُ الۡفٰسِقُوۡنَ‏

Siz insanlar için çıkartılmış en hayırlı ümmetsiniz; marufu emreder, münkeri nehyedersiniz ve Allah’a inanıyorsunuz. Ehl-i kitap (Yahudiler ve Hıristiyanlar) iman etseydiler kendileri için iyi olurdu. Onlardan iman edenler vardır, fakat çoğu fasıktır”. (Ali İmran 110)

En hayırlı ümmet “oldunuz” ifadesi geçmiş zaman ifadesidir. Geçmiş zaman ifadesi konuya kesinlik kazandırır. Kuran’da kesinlik ifadeleri hep geçmiş zaman siygasıyla geçmiştir. Nitekim İslam sözleşmelerin geçmiş zaman ifadesiyle gerçekleşmesini talep etmiştir.

Misal; Sana bu malı sattım, bu icaptır, karşı taraf kabul ettim der, bu kabul olur. Böylece icap ve kabul ile sözleşme yapılır ve satış gerçekleşmiş olur. Kadın kendimi sana evlendirdim veya velisi beni vekil kılan kızım veya filan kadın onu sesinle evlendirdim der, bu icaptır. Erkek kabul ettim der, bu ise kabuldür. Bu şekilde icab ve kabul ile nikâh sözleşmesi gerçekleşmiş olur.

Şimdiki zaman ifadesi konuya kesinlik kazandırmıyor. Eğer biri başka birine “sana bu malı satıyorum” derse satış sözleşmesi kesinlik kazanmış sayılmaz, orada bunun üzerine konuşma devam ediyor, daha tamamlanmamış demektir. Bunun gibi diğer sözleşmeler böyledir.

İşte Allah c.c Müslümanlara siz en hayırlı ümmet oldunuz deyince kesin olarak Müslümanlar en hayırlı ümmetin vasfını kazanmış oldular. Hiç bir zaman şerli ümmet olmazlar. Kıyamet gününe kadar hayırlı ümmet olarak kalacaklar.

Hiç bir zaman bu dini terk etmezler ve değiştirmezler, her zaman marufu emredecek, münkeri nehyedecek ve Allah’a inanarak onun emrine bağlı kalacaklar. Toplu ve tüm olarak bu durumdan ayrılmazlar ve bu vasıf onların üzerinden kalkmaz. Aralarında kötü insan olsa veya mürted bulunsa da ümmeti etkilemez, onlar neşaz, anormal ve sapık sayılır ve ümmetin vücudundan atılır. Ama ümmetin geneli, bir bütün olarak kendi varlığını, birliğini ve hayırlı sıfatını muhafaza eder.  Bu günkü gibi ümmetin durumu ne kadar kötü olsa da içinde hayır kalır, hayırlı kimseler ve gruplar çıkar, onu tekrar canlandırır ve hak üzerinde durdurur.   Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:

“لا تزال طائفة من أمتي يقاتلون على الحق ظاهرين على الحق الى يوم القيامة”.

Kıyamet gününe kadar hak üzerinde sebatlık gösterip savaşacak ümmetimden bir grup hep kalacaktır . (Muslim)

لا تزال طائفة من امتي ظاهرين على الحق لا يضرهم من خذلهم حتى يأتي امر الله وهم كذلك”

Ümmetimden (bir grup) hak üzerinde devam edip kalacaktır. Kendilerini kim rezil ederse etsin ona aldırış etmeyecekler, Allahın emri gerçekleşinceye kadar bu durum üzerinde kalacaklar. (Buharı ve Müslim)

İslam ümmeti küfür veya sapıklık üzerinde birleşmez. Dini terk etmez, sapık, kötü ve şerli ümmet olmaz. Bu günlerde hastalığa maruz kaldıysa bu durum geçicidir ve hemen tekrar aslına döner. Tamamen eskide hâsıl olduğu gibidir; Haçlıların saldırısı ve işgaline uğradı, onları yenip tekrar aslına döndü ve izzetine kavuştu. Ondan sonra Moğolların istilasına uğradı, onları yenip tekrar aslına döndü ve izzetine kavuştu. Şimdi bir asırdır batının ve doğunun işgal ve saldırılarına uğramaktadır. Fakat ümmet teslim olmadı, kendini hayırlı ümmet olarak ispatlamaya çalışıyor, devrimleri başlattı, bu hayırlı ümmetin olduğuna açık bir delildir. Zulme, zillete, kötülüğe ve küfre susmadı, başkaldırıyor ve mücadele ediyor, ta kurtuluşa kavuşuncaya kadar mücadelesini sürdürecektir. Kâfirlerin hâkimiyetinin altında ezilmesine ve onların vahşi eziyetlerine uğramasına rağmen içinde hayra davet eden, marufu emreden ve münkeri nehyeden samimi hizb ve hareketler hiç kesilmedi. İşte tekrar Hilafeti kurmak, İslam hâkimiyetini tesis etmek, Müslümanların kalkınmasını ve birleşmesini sağlamak için kendisinden bir parça olup ortaya çıkan Hizb ut Tahrir gibi bir hizb, bir teşkilat kuruldu.   Rejimlerin küfrü uygulamasına ve Müslümanları saptırmaya çalışmasına rağmen ümmetin İslam’a dayalı hizb, toplulukları ve fertleri dinlerine bağlılıklarını gösteriyorlar, birbirlerini münkerden nehyediyorlar ve marufu birbirlerine göstermeye çalışıyorlar.

Allah c.c İslam ümmetinin hayırlı olmasının nedenlerini beyan etti: Marufu emreder, münkeri nehyeder ve Allaha inanır. Maruf ise; Şeriatın tanıdığı hükümlerdir, Allahın emirleridir. Münker ise şeriatın inkâr ettiği işler, Allah’ın yasakladığı veya haram kıldığı amellerdir. Her kötülük münkerdir, inkâr edilen ve şeriatın reddettiği her şeydir. Şeriat bütün kötü amelleri nehyetti, yasakladı ve işleyenlere ceza gösterdi.  Devlette bunu uyguladı.

Nitekim İslam’ı uygulayan üç güç vardır:

  1. Müslümanlar takvadan, Allah’ın korusundan dolayı kendiliklerinden kendileri üzerine İslam’ı uygulamaya çalışırlar.
  2. Günahı işleyen veya işlemeye çalışan veyahut şeriat dışına çıkan yönetici ve sair insanları münkerden nehyeder ve onları marufa uydurmak için mücadele ederler.
  3. İslam Hilafet devleti tarafından herkese ve her hususta İslam ahkâmı uygulanır, herkesi şeriata uydurmak için kendi otoritesini kullanır, muhalif olanları cezalandırır.

Din ayrı, hayat, devlet, siyaset ve sair dünyevi işler ayrıdır diyen laiklik İslam’a zıttır. Herkes hür istediğini yapsın, bir kimse başka kimseye karışmasın diyen genel hürriyet ve demokrasi de İslam’a zıttır. Müslüman münkeri görünce karışı çıkıp onu reddeder, marufu gösterir, hiç susmaz, yoksa dilsiz şeytan olur, günahı işleyenle beraber olur. Hilafet devleti olunca münkeri işleyeni cezalandırır. Nitekim İslam’a zıt her icraat ve iş münkerdir.

Şu anda ümmetin kendi devletinin bulunmamasına rağmen İslami cemaatler, topluluklar ve O’nun fertleri genel olarak marufu emretme ve münkeri nehyetme farzını yerine getirmeye çalışırlar. Oysa ümmetin devleti olunca bu görevi o üstlenir, içeride İslam’ı uygular ve dışarıda bütün insanları buna davet eder.

Kıyamet gününde bütün insanlara bu daveti götürdüğü ve tebliğ ettiğine dair şahit olarak getirilecektir. Allah c.c şöyle buyurdu:

وَكَذٰلِكَ جَعَلۡنٰكُمۡ اُمَّةً وَّسَطًا لِّتَکُوۡنُوۡا شُهَدَآءَ عَلَى النَّاسِ

 “Böylece sizi vasat bir ümmet haline getirdik ki; insanlara şahit olasınız’’.

Bakara suresinin 143. Ayetinde açıkladığımız gibi vasat ümmetin manası hayırlı ve udul (doğru ve dürüsttür, fasıkların tersi)  olmasıdır. Bu nedenle diğer insanlara şahit olacaktır. Zira şahidin şartları bunlardır. Böyle değilse onun şahitliği kabul edilmez. Burada “haline getirdik” geçmiş zaman ifadesini kullandı; bu kesinlik ifadesidir. Bunun manası İslam ümmeti hayırlı, doğru, dürüst, udul ve adalet sıfatlarına sahiptir, fasık değildir. Bu vasıflar bünyesinde kılındı, varlığını oluşturdu, ondan sökülmez. Allah bu ümmet kendisine gerçek şekilde inandığı için onu bu hale getirdi, kıyamet gününe kadar bu hal üzerine onu devam ettirecek ve o gün diğer insanlara şahit olarak getirilecektir. Onun hali ve sıfatı değişecek olsaydı onu kıyamet gününde diğer insanlara şahit olarak getireceğiz demezdi.

Müslümanlara bir ümmet olarak hitap edince onlar tek bir halk gibi veya tek bir varlık gibi demektir. Böyle olunca bunun tek bir sistemi ve tek bir liderinin var olması gerekir, yoksa birlik ve beraberliğini koruyamaz. Nitekim onun dağılıp ayrı ayrı devletler olması büyük bir münker olarak sayıldı. Al-i İmran suresinin 103. Ayetinde Allah(cc) Müslümanların bölünmelerini nehyetti ve birleşmelerine davet etti. Bu nedenle ümmetin birleşmesine davet etmek; marufu emretmektir, buna binaen ayrı ayrı devletlere bölünmesi ise münkerdir, bu bölünmüşlüğü inkâr etmek ve nehyetmek gerekir. Yöneticilerinin uyguladıkları küfür hükümleri büyük münkerdir, bunları nehyetmek gerekir ve onlara marufu göstermek farzdır. Zira Allah’ın indirdiği ile hükmetmek farzdır; Maide suresi 48, 49 ve 50. Ayetlerinde bunu beyan etmiştir. Yine Allah’ın indirdikleri ile hükmetmeyenler ya kâfir ya zalim yâda fasık olurlar. (Maide 44,45,47) Küfür sistemine ve hükmüne karşı susmak veya onu uygulamak büyük haramdır. Resulullah  Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:

«وَاللَّه لَتَأْمُرُنَّ بالْمعْرُوفِ، وَلَتَنْهوُنَّ عَنِ الْمُنْكَرِ، ولَتَأْخُذُنَّ عَلَى يَدِ الظَّالِمِ، ولَتَأْطِرُنَّهُ عَلَى الْحَقِّ أَطْراً، ولَتقْصُرُنَّهُ عَلَى الْحَقِّ قَصْراً، أَوْ لَيَضْرِبَنَّ اللَّه بقُلُوبِ بَعْضِكُمْ عَلَى بَعْضٍ، ثُمَّ لَيَلْعَنكُمْ كَمَا لَعَنَهُمْ»

Canımı elinde tutan Allah’a yemin ederim ki; muhakkak marufu emredeceksiniz ve münkeri nehyedeceksiniz, yoksa Allah sizin üzerinize kendi tarafından bir azap indirir de ondan sonra ona dua edersiniz, fakat sizin dualarınızı kabul etmeyecektir  “. (Ahmed bin Hanbel, Ebu Davut, İbin Maceh ve Tirmizi)

Ümmetin bir varlık olarak marufu emretmesi ve münkeri nehyetmesi ancak bir devlet şeklinde olur. Böylece ümmet marufu emreder ve münkeri nehyeder. Bu durum Hilafetin kurulmasını gerektirir. Bunun için çalışmak büyük farz olur. Şu ayette buna işaret eder:

وَلَيَنۡصُرَنَّ اللّٰهُ مَنۡ يَّنۡصُرُهٗ ؕ اِنَّ اللّٰهَ لَقَوِىٌّ عَزِيۡزٌ‏  اَلَّذِيۡنَ اِنۡ مَّكَّنّٰهُمۡ فِى الۡاَرۡضِ اَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتَوُا الزَّكٰوةَ وَاَمَرُوۡا بِالۡمَعۡرُوۡفِ وَنَهَوۡا عَنِ الۡمُنۡكَرِ‌ ؕ وَلِلّٰهِ عَاقِبَةُ الۡاُمُوۡرِ‏

 “Muhakkak ki Allah kendisine (dinine) yardım edene yardım edecektir, onu muzaffer kılacaktır. Şüphesiz ki Allah pek kuvvetli ve izzetlidir. Onlar ki yeryüzünde kendilerine imkân ve yönetim verdiğimiz zaman namazı (dinin ahkâmını) ikame ederler, zekâtı verirler, marufu emreder ve münkeri nehyederler. İşlerin sonucu Allaha aittir. (Hac 40-41 )

Bunun manası Allah müminleri bir devlet sahibi kılınca dini uygularlar demektir. Zira salât yani; namaz bazen şer’i ıstılahta olduğu gibi kıldığımız namaz manasına da gelir, bazen kinaye olarak dinin hükümlerini uygulamak manasına da gelir. Aynı anda imkân ve yönetim sahibi olunca marufu emreder ve münkeri nehyederler. Müslümanlar devlet olarak okullarda, camilerde, meydanlarda, medya, enformasyon araçları, kitap, âlim ve memurları vasıtasıyla diliyle marufu emreder ve münkeri nehyeder. Bunun yanı sıra Şeriatın ceza kanunlarını uygulayarak elle münkeri nehyeder ve önler.

Bununla beraber İslami hizb ve cemaatler bunu yapacaktır; geçen 104. Ayette bahsettiğimiz gibi İslam’a davet etmek, marufu emretmek ve münkeri nehyetmek için Müslümanlardan grupların oluşması, Allah’ın emriyle kesin ifadeyle geçmiştir.

Ayrıca her Müslüman’ın marufu emretmesi ve münkeri nehyetmesi farz kılındı. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:

“من رأى منكم منكرا فليغيره بيده، فان لم يستطع فبلسانه، فان لم يستطع فبقلبه وذلك أضعف الايمان”. (مسلم)

“Sizden kim bir münker görürse onu eliyle değiştirsin, yapamazsa diliyle değiştirsin, yapamazsa kalbiyle değiştirsin. İmanın en zayıf derecesi budur’’. (Muslim)

Fakat fert devletin görevini üstlenmez, eliyle değiştirme işi ise bir kişi münkeri işlerken görünce gücüyle engellemeye çalışır. Misal olarak biri içki içecekse eğer onun elinden şişeyi alıp boşaltma gücü varsa yapar, yapamazsa konuşur, Allah’ın azabını ona hatırlatır. Eğer bu kişi dinlemiyorsa ona nefreti gösterir ve ondan uzak kalır. Fakat kaba kuvvete, kırbaçlamaya ve içki dükkânlarını tahrip etmeye başvurmaz. Bu tür cezalandırmaları ancak devlet yapar. Ancak devlet bu görevi yapmazsa onu hesaba çeker ve İslam hükümlerini uygulamaya çağırır. Devlet en büyük münker olan küfür kanunları uyguluyorsa onu değiştirmek için güç kazanmaya çalışmalıdır. Başkalarını da örgütleyerek ümmeti ve orduyu kazanmaya çalışır. Yoksa bu büyük münkeri kaldıramaz; Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem gibi yapar; 104. Ayette açıklandığı gibi İslam’a dayalı bir fikri – siyasi grup veya hizb oluşturur, öyle bir hizb varsa ona mensup olur ve böylece ümmetin ve ordunun gücüyle o münkeri kaldırmaya çalışır. Bu esnada; hem dilini kullanır hem de kalbini kullanır; yöneticilere marufu anlatır, onları münkerden nehyeder, İslam’ı uygulamaya çağırır, hakkı onlardan korkmadan söyler, onlara olan nefretini gösterir, onlara oy vermez, desteklemez, onlardan bir görev kabul etmez, onların partilerine ve hükümetlerine katılmaz, onu ölümle tehdit etseler bile böyle tutum edinmeye devam ederler. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:

” أفضل الجهاد كلمة حق عند سلطان جائر” (ابن حنبل، ابن ماجه)

Cihadın en üstün derecesi zalim bir yönetici karşısında hak sözü söylemektir”. (İbn-i Hanbel, İbn-i Maceh)

Şöyle de buyurdu:

«سَيِّدُ الشُّهَدَاءِ حَمْزَةُ بْنُ عَبْدِ الْمُطَّلِبِ، وَرَجُلٌ قَالَ إِلَى إِمَامٍ جَائِرٍ فَأَمَرَهُ وَنَهَاهُ فَقَتَلَهُ»

Şehitlerin efendisi Hamza bin Abdulmuttalib ve zalim yönetici karşısına çıkıp marufu emreden ve onu mükerden nehyeden ve bu yönetici tarafından öldürülen kişidir’’. ( El-Hakem)

Münafıklar ise; marufu emretmez, tersine nehyederler, münkeri nehyetmez, tersine emrederler. Allah c.c şöyle buyurdu:

اَلۡمُنٰفِقُوۡنَ وَالۡمُنٰفِقٰتُ بَعۡضُهُمۡ مِّنۡۢ بَعۡضٍ‌ۘ يَاۡمُرُوۡنَ بِالۡمُنۡكَرِ وَيَنۡهَوۡنَ عَنِ الۡمَعۡرُوۡفِ وَيَقۡبِضُوۡنَ اَيۡدِيَهُمۡ‌ؕ نَسُوا اللّٰهَ فَنَسِيَهُمۡ‌ؕ اِنَّ الۡمُنٰفِقِيۡنَ هُمُ الۡفٰسِقُوۡنَ

 (التوبة 67)

  “Münafık erkek ve kadınlar birbirlerindendir. Münkeri emreder ve marufu nehyederler. Allah’ın uğrunda harcamaktan ellerini çekip sıkı tutarlar. Allah’ı unuttular, O da onları unuttu (onlara bakmaz ve değer vermez) şüphesiz ki münafıklar fasıkların ta kendileridir.’’. (Tövbe 67)

  İşte; bu asırda demokratik ve laik rejimler ve onlarla beraber demokratlar ve laik kimseler münkeri işler ve emrederler, Allah’ın emirlerini nehyederler, Allah’ın Şeriatıyla savaşırlar ve bunun devletine davet edenlere ağır cezalar vererek onları ortadan kaldırmaya çalışırlar. Bir takım münafıklar şöyle derler: meyhaneler, genel evler, plajlar ve benzeri yerler açıktır, ona gitmek isteyen gitsin. Aynı anda camiler de açıktır oraya gitmek isteyen gitsin serbesttir, hiç bir kimse başka kimseye karışmasın, niye oraya veya niye buraya gidiyorsun demesin. İşte bunlar münafık ve fasıkların ta kendileridir.

Bunların tersi müminlerdir, Allah(cc) onları şöyle övdü:

وَالۡمُؤۡمِنُوۡنَ وَالۡمُؤۡمِنٰتُ بَعۡضُهُمۡ اَوۡلِيَآءُ بَعۡضٍ‌ۘ يَاۡمُرُوۡنَ بِالۡمَعۡرُوۡفِ وَيَنۡهَوۡنَ عَنِ الۡمُنۡكَرِ وَيُقِيۡمُوۡنَ الصَّلٰوةَ وَيُؤۡتُوۡنَ الزَّكٰوةَ وَيُطِيۡعُوۡنَ اللّٰهَ وَرَسُوۡلَهٗ‌ؕ اُولٰۤٮِٕكَ سَيَرۡحَمُهُمُ اللّٰهُؕ اِنَّ اللّٰهَ عَزِيۡزٌ حَكِيۡمٌ‏

 “Mümin erkek ve kadınlar birbirlerinin velisidir (dostu ve yardımcısıdır); marufu emrederler ve mümkeri nehyederler, namazı ikame eder ve zekâtı verirler, Allah’a ve Resulüne itaat ederler. İşte Allah’ın rahmetine kavuşacak kimseler bunlardır. İzzet ve hikmet sahibi Allah’ın ta kendisidir’’.(Tövbe 71)

Müminlerin birbirlerinin dostu ve yardımcısı olmasıyla beraber, marufu emreder ve münkeri nehyederler. Bu haber cümlesi olup bir talep ifade eder. Bu talep kesin emirdir, çünkü ayetin sonunda onlar namazı ikame etmek, zekâtı vermek, Allah ve Resulüne itaat etmekle beraber Allah’ın rahmetine kavuşurlar, azaptan kurtulup cennete girerler.

Ehl-i kitap olan Yahudi ve Hıristiyanlar marufu emretmez ve münkeri nehyetmezler. Ve bu nedenle Allah onları lanetledi, onlara kızdı ve azabı indirdi. Bunu bize şöyle bildirdi:

لُعِنَ الَّذِيۡنَ كَفَرُوۡا مِنۡۢ بَنِىۡۤ اِسۡرَآءِيۡلَ عَلٰى لِسَانِ دَاوٗدَ وَعِيۡسَى ابۡنِ مَرۡيَمَ‌ ؕ ذٰ لِكَ بِمَا عَصَوْا وَّكَانُوۡا يَعۡتَدُوۡنَ‏  كَانُوۡا لَا يَتَـنَاهَوۡنَ عَنۡ مُّنۡكَرٍ فَعَلُوۡهُ ‌ؕ لَبِئۡسَ مَا كَانُوۡا يَفۡعَلُوۡنَ‏

İsrail oğullarından kâfir olanlar Davut ve İsa bin Meryem’in dilleriyle lanetlendi. Çünkü Allah’ın emirlerine isyan ettiler ve bu emirlere karşı geliyorlardı. Yaptıkları münkerden birbirlerini neyhetmiyorlardı. Yaptıkları ne kadar kötüdür. (Maide 78- 79)

 Bu ayet üzerine Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:

«وَاللَّه لَتَأْمُرُنَّ بالْمعْرُوفِ، وَلَتَنْهوُنَّ عَنِ الْمُنْكَرِ، ولَتَأْخُذُنَّ عَلَى يَدِ الظَّالِمِ، ولَتَأْطِرُنَّهُ عَلَى الْحَقِّ أَطْراً، ولَتقْصُرُنَّهُ عَلَى الْحَقِّ قَصْراً، أَوْ لَيَضْرِبَنَّ اللَّه بقُلُوبِ بَعْضِكُمْ عَلَى بَعْضٍ، ثُمَّ لَيَلْعَنكُمْ كَمَا لَعَنَهُمْ» (أبو داود والترمذي وابن ماجه).

“Canımı elimde tutan Allah’a yemin ederim ki marufu emredeceksiniz ve münkeri nehyedeceksiniz, kötülük işleyen kimsenin elini bundan kaldıracaksınız ve onu hak üzerinde tam bir şekilde durduracaksınız. Yoksa kalplerinizi birbirine çarptırır ve onları lanetlediği gibi sizi de lanetler‘‘. (Ebu Davut, Tirmizi, İbni Maceh)

 Şöyle de buyurdu: “İsrail oğullarına ilk giren eksiklik; biri diğerini (münker işlerken) görünce ona bu münkeri bırak, bu haramdır der. Ertesi gün (bu kötülük işleyen kimse vazgeçmediği halde) onunla oturur, yer ve içerdi, onlar böyle yapınca; Allah kalplerini bir birlerine çarptırdı ve lanetledi”. (Ebu Davud)

Hatta Âlimleri ve hahamları bile onları kötülükten nehyetmez oldular. Allah c.c şöyle buyurdu:

لَوۡلَا يَنۡهٰٮهُمُ الرَّبَّانِيُّوۡنَ وَالۡاَحۡبَارُ عَنۡ قَوۡلِهِمُ الۡاِثۡمَ وَاَكۡلِهِمُ السُّحۡتَ‌ؕ لَبِئۡسَ مَا كَانُوۡا يَصۡنَعُوۡنَ‏

           “ Keşke onların hahamları ve âlimleri kendilerini günah söz söylemek ve haksızca insanların mallarını yemekten nehyetseler! Şüphesiz ki yaptıkları pek kötüdür’’. (Maide 63)

Bu nedenle İsrail oğullarının üstünlüğü ve hayırlılığı gitti; Allah onları lanetledi ve alçalttı. Bakara suresinde 47. Ayette geçtiği gibi İsrail oğulları bütün âlemlere üstün kılınmıştır. Fakat yukarıda gösterdiğimiz ayetler ve diğer ayetler de lanetli, alçalmış ve cehennemlik oldular. Allah onlara gazap etmiştir.

Nitekim işledikleri en büyük ve en korkunç münker şirktir. Üzeyir ve İsa gibi Allah’a bir çocuk mensup ettiler. Allah’a gerçek manada inanmazlar, değişik şekillerle mücessem kılmaya çalışırlar. Allah ehli kitabın kâfir olduklarını birçok ayette pekiştirdi. Bu nedenle Allah c.c ehl-i kitap inansaydılar kendileri için iyilik yapmış olacaklardı. Ayrıca Allah’ın ayetlerini ve Hz. Muhammed’in peygamberliğini inkâr ederler. Oysa Resulullah onları imana çağırdı, fakat çoğu imana gelmedi ve kâfirliği üzerinde devam etti. Bundan ziyade Müslümanlara zarar vermeye çalışırlar ve onlarla savaşırlar. Bu husus bunun arkasında gelen ayette açıklandı.