– 35 –

Ehl-i Kitap’tan İslam’a girenlerin hali ve geleceği, samimi müminler ile samimi olmayanları bilmek ve bunun ölçüsü, hüsnü zan beslemek ve güvenmek meselesi;

Yahudilerden İslam’a girip samimi mümin olanlar oldu mu? Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem ‘in Yahudi eşi bunlardan mı? Samimi mümin ile samimi olmayanlar birbirinden nasıl ayrt edilir?

Samimiyetin ölçüleri nedir?

Ne zaman kişiye hüsnü zan beslenir?

لَـيۡسُوۡا سَوَآءً ‌ؕ مِنۡ اَهۡلِ الۡكِتٰبِ اُمَّةٌ قَآٮِٕمَةٌ يَّتۡلُوۡنَ اٰيٰتِ اللّٰهِ اٰنَآءَ الَّيۡلِ وَهُمۡ يَسۡجُدُوۡنَ‏  يُؤۡمِنُوۡنَ بِاللّٰهِ وَالۡيَوۡمِ الۡاٰخِرِ وَيَاۡمُرُوۡنَ بِالۡمَعۡرُوۡفِ وَيَنۡهَوۡنَ عَنِ الۡمُنۡكَرِ وَيُسَارِعُوۡنَ فِىۡ الۡخَيۡرٰتِ ؕ وَاُولٰٓٮِٕكَ مِنَ الصّٰلِحِيۡنَ‏ وَمَا يَفۡعَلُوۡا مِنۡ خَيۡرٍ فَلَنۡ يُّكۡفَرُوۡهُ ‌ؕ وَاللّٰهُ عَلِيۡمٌۢ بِالۡمُتَّقِيۡنَ‏

Onlar bir değildir; ehl-i kitaptan bir grup vardır ki gece saatlerinde kıyamdadır (ayaktadır, namaz kılar), Allah’ın ayetlerini okurlar ve secde ederler. Allaha ve ahirete iman ederler, marufu emrederler, münkeri nehyederler ve hayırlı işleri yapmada koşuşuyorlar. Bunlar salih olan kimselerdir. Ne hayırlı iş yaparlarsa karşılıksız bırakılmazlar. Allah takva sahiplerini bilir. (Al-i Imran113- 115)

Allah Kâfir olan Ehl-i kitabın müminlere karşı tutum ve durumunu anlattıktan sonra onlardan imana girenlerin durumunu anlatmaya başladı. Zira onlara güven sarsıldı ve imanlarından şüphelenmeye başlandı.

Bu ayetler; Yahudilerin en büyük âlimlerinden Abdullah bin Selam’la bir takım Yahudiler Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem’e iman edip İslam’a girdikleri zaman indirildi. Zira daha önce açıkladığımız 110. Ayette buna değinerek şöyle geçti: “ehl-i kitap iman etseydi kendileri için hayır olurdu, onlardan iman etmiş olanlar var, fakat çoğu fasıktır/kafirdir”.

İşte iman etmiş olanlar Müslüman oldular. Gece saatlerinde Kur’an ayetlerini okurlar, namaz kılarlar. Zira secde etmek namaz kılmak için bir kinaye olarak kullanılır.  Ayrıca kıyamda (ayakta) bulunur, kuran okur ve secde ederler deyince namazın kılma keyfiyetini anlatır. Çünkü gücü olana kıyam, Fatiha olmak üzere Kuran okumak ve secde etmek namazın rükünlerindendir. Bu nedenle namaz kılmaya namazı ikame etmek denilir. Kıyam ve ikame etmek aynı köktendir. قام  :“Kame”: kalktı.  أقام :  “akame”: ikame etti, yerine getirdi  manalarındadır. Namaz kılan ayağa kalkarak, kuran okur, rükû eder ve secde eder.

Bazen namaz kılanlar yerine rükû edenler olarak geçer. Rükû etmek secde etmek gibi namaz kılmaya bir kinayedir. Zira namazda en bariz şey, kıyam, rükû ve secde etmektir. Namaz ya kıyamla ya rüku yada secdeyle açıklanır veya adlandırılır. Nitekim her şey en bariz tarafıyla adlandırılır. Mümin kimse Allah’a ve ahirete iman ettiği için namazı kılar, yoksa kılmazdı. Bu ayette önce onlar namaz kılar dedi, sonra Allaha ve ahirete iman ederler dedi; Oysa önce Allaha ve ahirete iman ederler ve ondan sonra namaz kılarlar demeliydi. Fakat bunun sebebi, Allaha ve ahirete iman ettikleri için namaz kıldıklarını göstermek ve vurgulamak istedi.

Aynı anda, kıyam-ul leyl, gecede kalkıp namaz kılmak ve Kuran okumanın değerine bir işaret vardır. Müminlerin böyle yapmalarını teşvik etmektedir. Ayrıca marufu emretmenin ve münkeri nehyetmenin ehemiyetini pekiştirmektedir. Bu işi yapmak imanın gereğidir. Yoksa münker yayılır, münkeri işleyenleri nehyeden çıkmazsa cesaret edip her pisliği alenen yaymaya başlarlar. Tıpkı bu günlerdeki gibidir.

 Bunlar gerçek mümindir ve onların namazları gerçektir, münafıklar gibi değildir. Zira münafıklar Allaha ve ahirete inandıkları için namaz kılmazlar, ancak gösteriş için kılarlar. Allah bunu birçok ayette bildirip onlara sert çatıp lanetledi.

 Misal olarak; Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Safiyye bintü Huyey adlı bir Yahudi kadınla evlenince Müslüman oldu; sair Müslüman hanımlar gibi namaz kılmaya ve sair şeri ahkâmı yerine getirmeye başladı, buna rağmen Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in diğer hanımları bu kadının Müslümanlığından şüpheleniyorlardı. Resulullah bunu fark edince onlara dedi ki; bu kadın gerçek mümindir. Allahu teala kitabında bunu pekiştirdi. Bu ayette buna işaret vardır.

 Zira Müslümanlar eskiden de bu günkü gibi bir Yahudi İslam’a girerse ondan şüphelenirler; acaba nifakça ve İslam’a zarar vermek için mi Müslüman oldu?! Demeye başlarlar. Çünkü Yahudiler bu siyaseti izlediler ve daha önce bu surede, Al-i İmran suresinde 72. Ayette açıkladığımız gibi Allahu teala onların bu sinsi üsluplarını açığa vurarak şöyle dedi:

وَقَالَتۡ طَّآٮِٕفَةٌ مِّنۡ اَهۡلِ الۡكِتٰبِ اٰمِنُوۡا بِالَّذِىۡۤ اُنۡزِلَ عَلَى الَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا وَجۡهَ النَّهَارِ وَاكۡفُرُوۡۤا اٰخِرَهٗ لَعَلَّهُمۡ يَرۡجِعُوۡنَ‌‌ۚ‌ۖ‏

“Ehl-i kitaptan bir grup şöyle dedi: müminlere indirilene (Kur’an’a) sabahleyin inanın ve akşamleyin kâfir olun, onu inkâr edin. Belki onlar dinlerinden dönerler”. (Al-i İmran 72)

Müslümanları şüpheye düşürerek İslam’dan vazgeçirmeye çalıştılar. Şöyle dediler; biz kitap ehliyiz, ilim ve fikir sahibiyiz, İslam’a girdik,  baktık; doğru değil, boştur, doğru olsaydı o dinde kalırdık. Böylece kitabı bilmeyen, ilim ve fikir sahibi olmayan ve cahil kimseleri İslam’dan çevirmeye çalıştılar. Hemde Kuran-ı kerim İsrail oğullarının eski peygamberlere karşı kötü tutumları ve dönekliklerini anlattı.

Ayrıca Araplar, Yahudilerin sinsi hareketlerini biliyorlardı ve onlar hakkında tecrübeleri vardı. Bu nedenle Yahudilerin İslam’a girip mümin olduklarından şüpheleri vardı. Allah c.c bunu çürütmedi, fakat onlardan İslam’a girip mümin olan kimseler vardır, bunlar azdır, ama çoğu kafirdir, size zarar getirmeye çalışırlar. (Al-i imran 111. Ayete ve yaptığımız tefsire bakın.)

 Buna göre ey müminler dikkatli olun, onlardan gerçek İslam’a girip mümin olanlardan emin olun. Bunlar namaz kıldıktan sonra eğer marufu emreder ve münkeri nehyederlerse ve hayırlı işleri yapmada diğer müminlerle yarışırlarsa gerçek mümin olduklarından emin olun. Bunun manası İslam’a çağırmaya ve daveti yüklenmeye başladı demektir. Bir insan İslam’a çağırmaya başlarsa; İslam uğrunda canıyla ve malıyla fedakarlık göstermeye başladı demektir. Bunu ancak samimi mümin yapar. Hayırlı işlerde koşuşmak budur.

Bu nedenle Abdullah bin Selam İslam davetini yüklendi, Yahudilerin bütün hahamlarını İslam’a çağırdı. Resullah Sallallahu Aleyhi Vesellem ‘e dedi ki; ya Resulullah bütün hahamları çağır ve beni onlara sor. Resulullah onları çağırdı ve onlara eski haham olan Abdullah bin Selam’ı sordu? Daha onun İslam’a girdiğini bilmiyorlardı, bu nedenle onlar gerçeği göstererek şöyle dediler: Abdullah bin Selam bizim en büyük ve en iyi âlimimizdir. Abdullah bin Selam bir perde arkasında saklanmıştı, onlar böyle deyince onların karşısında dikilip iki şehadeti getirdi ve onları Resullaha iman etmeye çağırdı. Bunun üzerine onlar “ Abdullah bin Selam en şerli kimsedir, en şerli adamın oğludur” diyerek onun hakkında yalan ve iftira atmaya başladılar” (Buhari).

Abdullah bin Selam kendi kavmi hakkında şöyle de söyledi: “Yahudiler yalancı ve facir insanlardır, diğerleri suçsuz oldukları halde onlara iftira atarlar ve sahip olmadıkları sıfatlara kötü sıfat yapıştırırlar”.

 Nitekim Abdullah bin Selam ve onun grubu cihada katıldılar, İslam’a da davet ettiler. Böylece hayırlı işlerde koşuşuyorlardı.

Bunlar yalnız namaz kılmakla ve iman ettik demekle yetinip kalsalardı, marufu emrederek ve münkeri nehyederek İslam’ı uygulamaya çağırmasalardı, mallarıyla ve canlarıyla İslam uğrunda fedakârlık göstermeselerdi onlardan insan şüphelenirdi. İşte Müslüman böylece davranıp böyle işler yapınca, yaptığı hayırlı işlerin karşılığını görür, sevabını alır ve cennete Allah’ın rahmetiyle girer. Salih (iyi) kimse ve takva sahibi sayılır. Nitekim gerçek takva sahiplerini bilen Allah’tır. Allahtan korkarak ve ahireti düşünerek hayırlı işleri yapan kimselerin gerçeklerini ancak Allah bilir. Biz zahiren insanın bu durumda olduğunu görürsek ondan şüphelenmeyiz ve Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem in bize emrettiği gibi hüsnü zan besleyerek ona mümin salih ve takvalı kimse deriz.

Zira Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Kâbe etrafında tavaf yaparken şöyle buyurdu:

” ما أطيبك وأطيب ريحك، ما أعظمك وأعظم حرمتك، والذي نفسي محمد بيده لحرمة المؤمن أعظم عند الله حرمة منك، ماله ودمه، وأن نظن به إلا خيرا” (ابن ماجه)

“ Kâbe’ye hitap ederek ; sen ne kadar hoşsun ve senin kokun ne kadar hoştur, sen ve senin hürmetin (değerin) ne kadar büyüktür! Fakat müminin hürmeti (değeri) daha büyüktür. Muhammedin canını elinde tutana yemin ederim ki; Allah indinde müminin hürmeti senin hürmetinden daha büyüktür. Şöyledir; onun malı, kanı ve onun hakkında ancak hayırla zannedilir. (ona karşı hüsnü zannı beslemektir)  (İbni Maceh).

Ters hareketi görmedikçe zann-ı galip bu kimse mümindir, takvalıdır deriz. İslam’a, hâkimiyetine ve devletine çağırmazsa, onun uğrunda malıyla ve canıyla fedakârlık göstermezse onun takvalılığından emin olamayız. Eğer İslam’a ters fikirlere de kabul gösterirse veya çağırırsa ondan şüpheleniriz. Zira Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem döneminde münafıklar Yahudileri ve diğer kâfirleri savunuyorlardı, bir kısmı gizlice onları dost ediniyorlardı. İslam’a çağırmıyorlardı, İslam uğrunda mallarıyla ve canlarıyla fedakârlık göstermiyorlardı. Bazen nifakça tek tük şeyler yaptılar, ama mallarıyla ve canlarıyla İslam uğrunda fedakârlık yapanlarla alay ediyorlardı, onların niyetleri hakkında şüpheler getiriyorlardı. İşte, Allah bize böyle hakikatleri göstererek ölçüleri ortaya koyar ki samimi mümin ile sahte mümini birbirinden ayıralım, kanmayalım, kafirlerin veya münafıkların  veyahut sahte kişilerin tuzağına düşmeyelim. Bu şekilde mümin uyanık olur. Bu ölçüleri bilmiyorsa uyanık olamaz, saf olur, kolayca kandırılır ve tuzağa düşürülür.

İşte, ehl-i Kitap’tan ve özellikle Yahudilerden İslam’a girenler hakkında şüpheler duyulunca Allah onların samimi olanlarını nasıl ölçeceğimizi bu ayetlerde gösterdi. Bu ölçüler herkes için de geçerlidir. Müslümanım diye iddia edenler için bab-ı evladır.           

Bu asırda, bu ölçüleri kaybeden Müslümanlar kalkıp küfür olan laik, demokratik sistemi savunup uygulayan, küfür kanunlarını tatbik eden, kâfirleri açıkça dost edinen, Amerika dostumuz, müttefiğimizdir diyen, haçlı ittifakı olan Nato’ya üyeliği savunan, yanlarında Müslümanlarla savaşan ve Yahudi varlığıyla iyi ilişkiler kuran yöneticileri savunmaya başlarlar, bunların niyetleri iyidir derler! Sanki kalplerini açıp baktılar ve niyetlerini öğrendiler! Oysa sadece ve sadece niyetleri bilen Allah’tır.

Oysa Allah ve Resulü herkesin ameline göre hüküm vermemizi bize emir verdiler, yoksa herkes haram işleyecek ve niyetim iyi diyecek ve bu şekilde cezadan kurtulacak! O zaman niçin Allah cezalarla hükümler indirdi?!

Yönetici olsun olmasın kim İslam’a ters hareket yaparsa, şeri hükümlere muhalefet ederse, haram işlerse cezalandırılır, onun niyetine bakılmaz. Bu hususta ayetler ve hadisler çoktur. Hem de bu yöneticiler bile bile küfrü uygular ve kâfirleri dost edinirler, hatta İslam’a çağıranları cezalandırırlar. Bunlara karşı kesinlikle hüsnü zan beslemek bile haramdır!

Marufu emretmek ve münkeri nehyetmek büyük farzdır, Müslüman bunu yapmazsa günahkâr olur. Peki nasıl bir kişi hem bunu yapmıyor, hem de kendisi münkeri işliyor ve maruftan yüz çeviriyor?! Nasıl buna güvenilir ve tabi olunur?! Asla en ufak takva yoktur. Nitekim en büyük münker küfrü uygulamaktır, kâfirleri dost edinmek, herkese hürriyet vermektir, İslam hükümlerini ve ceza kanunlarını uygulamamaktır.

Müminin samimiyeti nereden öğrenilir? Eğer bir haram işlediğinde veya İslam’a aykırı bir iş yaptığında hemen pişmanlık duyup tövbe ederse ona karşı hüsnü zan besleriz. Fakat günahı ve İslam’a muhalefeti üzerinde ısrarlı kalırsa buna en az fasık ve facir denilir. Eğer uyguladığı küfür ahkâmına inanıyorsa kesinlikle kâfir olur.

Write A Comment