– 37 –
Müminlerin kâfirleri sırdaş edinmelerinden nehyedilmesi ve onlara karşı uyanık olması, kâfirlerin müminleri sevmemesi, hep müminlere zarar ve eziyet vermeye çalışmasına rağmen kâfirlere şefkatli olması;
Kâfirleri sırdaş edinmemenin manası nedir?
Neden müminlere eziyet ve zarar vermeye çalışırken müminler onlara karşı aynı şeyi yapmamaya çalışırlar?
Bu durumda müminler nasıl davranmalıdır?
İslam Hilafet devletinde yaşayan kâfirlere karşı nasıl davranılır?
Yönetimde onlara yer verilir mi?
Şura hakkına sahipler midir?
Ümmet meclisine girebilirler m?
يٰۤـاَيُّهَا الَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا لَا تَتَّخِذُوۡا بِطَانَةً مِّنۡ دُوۡنِكُمۡ لَا يَاۡلُوۡنَكُمۡ خَبَالًا ؕ وَدُّوۡا مَا عَنِتُّمۡۚ قَدۡ بَدَتِ الۡبَغۡضَآءُ مِنۡ اَفۡوَاهِهِمۡ وَمَا تُخۡفِىۡ صُدُوۡرُهُمۡ اَكۡبَرُؕ قَدۡ بَيَّنَّا لَـكُمُ الۡاٰيٰتِ اِنۡ كُنۡتُمۡ تَعۡقِلُوۡنَ﴿۱۱۸﴾
هٰۤاَنۡتُمۡ اُولَاۤءِ تُحِبُّوۡنَهُمۡ وَلَا يُحِبُّوۡنَكُمۡ وَتُؤۡمِنُوۡنَ بِالۡكِتٰبِ كُلِّهٖۚ وَاِذَا لَقُوۡكُمۡ قَالُوۡۤا اٰمَنَّاۖ وَاِذَا خَلَوۡا عَضُّوۡا عَلَيۡكُمُ الۡاَنَامِلَ مِنَ الۡغَيۡظِؕ قُلۡ مُوۡتُوۡا بِغَيۡظِكُمۡؕ اِنَّ اللّٰهَ عَلِيۡمٌ ۢ بِذَاتِ الصُّدُوۡرِ﴿۱۱۹﴾
اِنۡ تَمۡسَسۡكُمۡ حَسَنَةٌ تَسُؤۡهُمۡ وَاِنۡ تُصِبۡكُمۡ سَيِّئَةٌ يَّفۡرَحُوۡا بِهَاۚ وَاِنۡ تَصۡبِرُوۡا وَتَتَّقُوۡا لَا يَضُرُّكُمۡ كَيۡدُهُمۡ شَيۡـــًٔاؕ اِنَّ اللّٰهَ بِمَا يَعۡمَلُوۡنَ مُحِيۡطٌ ﴿۱۲۰﴾
“Ey iman edenler! Sizden olmayan kimseleri sırdaş edinmeyin. Sizi bozmaktan geri durmazlar. Hep sizin sıkıntıya düşmenizi isterler. Size karşı besledikleri kin ve buğz dillerinden belli olmaktadır. Göğüslerinde sakladıkları ise bundan daha büyüktür. Eğer düşünüyorsanız bu ayetleri size açıkladık. (118)
İşte siz öyle kimselersiniz ki o insanlar sizi sevmedikleri hâlde siz onları seviyorsunuz ve bütün indirilen kitaplara inanıyorsunuz, (oysa onlar size indirilen Kitab’a inanmazlar). Sizinle karşılaştıkları zaman inandık derler, fakat kendi başlarına kaldıkları zaman size karşı besledikleri kinden dolayı öfkelenerek parmaklarını ısırırlar. Onlara deki; öfkenizden çatlayın! Şüphesiz ki Allah göğüslerin içindekini tam bilir. (119)
Eğer size bir iyilik dokunursa onları üzer, eğer size bir kötülük dokunursa onları sevindirir. Eğer sabredip Allah’tan korkarsanız onların hileleri size zarar vermez. Şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını kuşatmıştır. (120)
Allah bu ayetlerde müminlerin kendilerinin dışında olan kâfir kimseleri sırdaş edinmelerini yasaklıyor. Nitekim onlar İslâm’a inanmazlar, onu yıkmaya çalışırlar, Müslümanları bozmaya ve sıkıntıya sokmaya çalışmaktan geri durmazlar. Bu nedenle güvenilir olmazlar.
Bu ayete göre İslâm’a inanmayan kimsenin İslâm’ı uygulamakla ilgili makamlara tayin edilmesi caiz değildir. Halife’nin Tenfiz Yardımcısı olamazlar. Nitekim bu yardımcı Halife’nin sırdaşı olacaktır. Başta Halife veya Tefviz yardımcısı olamazlar. Ayrıca Vali, Amil ve Hâkim gibi makamlara da tayin edilmezler, Emir-ul Cihad ve Ordu ve Kolordularının komutanları, genel müdür de tayin edilemezler. Bu makamlarda bulunacak kimsenin ilk şartı Müslüman olmasıdır. Ama normal memur olabilirler, çünkü memur karar almaz, kanunu uygular. Nitekim Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bazı işleri yapmak için kâfirleri ücretle tuttu, kendi emri altında er olarak savaşmalarını kabul etti, buna karşı onlara ücret verdi. Ayrıca ücretle ilgili ayetler ve hadisler menfaat karşısında ceht sarf eden herkesi kapsar. Yöneticiler ise ücretli değiller, geçimlerini temin etmek üzere marufa göre belli miktar alırlar.
Kâfirler İslâm’a inanmadıkları için İslâm’ı uygulayacaklarına güvenilmez. Onların yaratıcısı Allah onları daha iyi bilir, bu nedenle bizi onlara karşı uyarmak üzere bu ayetleri indirdi. Bu ayette Allah, Müslümanların saf olmamalarını, kâfirlere karşı teyakkuz hâlinde olmalarını istiyor. Zira kâfirler Allah’tan korkmadıkları için her türlü hileye başvurabilir ve her yalanı uydurabilir.
Müslümanlara karşı besledikleri kin ve buğuz ağızlarından belli olduğu gibi İslâm’ın hükmünü reddetmeleri ve Müslümanlardan nefret etmeleri de ağızlarından da belli oluyor. Başta Müslümanların Nebisi Hz. Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem ile sonra Kur’an ve şeriatla ve yine Müslümanların kılık kıyafetleri, başörtü ve cilbablarıyla alay edip savaştıklarına herkes şahittir. İslâm’a ve Müslümanlara karşı göğüslerinde sakladıkları kin ve buğz daha da fazladır. Fırsat buldukça Müslümanları tuzağa düşürmekten geri durmazlar. Ahitlerini de bozarlar ve Müslümanlar aleyhine çalışırlar.
Bunu bu asırda görüyoruz; bütün kâfir Hıristiyan, Yahudi, laik demokrat, Budist, Hindu ve İslâm’a zıt diğer fikir sahiplerinin İslâm’ın hâkim olmasına karşı nasıl savaştıklarını ve nasıl Müslümanları ezmeye çalıştıklarını görüyoruz. Öyleyse İslâm Devleti’nde nasıl devletin kademelerinde bulunabilirler.
Allah CelleCelâlehû bize şöyle diyor: “Eğer düşünüyorsanız bu ayetleri size açıkladık.” Eğer düşünmeyip; “Akılsızlık yaparız, Allah’ın emrine muhalefet edip kâfirleri yalnız sırdaş değil başımıza da tayin ederiz” derseniz! Asrımızda olduğu gibi olur. Bunun manasını Allah’ın emrine göre düşünmek gerekir. Bir Müslüman eğer Allah’ın beyan ettiği ayetlere göre düşünürse İslâmî şahsiyete sahip olur. Zira Allah sırf okumak ve sevap almak için değil, ayetleri düşünmemiz ve uygulamamız için indiriyor.
Kur’an’ı açıklayan ve detaylarını gösteren Rasullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
” لا تستضيؤوا بنار المشركين”
“Müşriklerin ateşiyle aydınlanmayın.” (Nesai ve İbni Hanbel)
Bu hadisin manası kâfirlerin sancağı altında bulunmamız veya savaşmamızın veyahut aynı paktta, müttefik olmamızın haram olduğudur. Aynı zamanda onların fikirleriyle aydınlanamayız, onlara meselelerimizi sorarak görüşlerini alamayız, böylece onları sırdaş edinemeyiz. Biz olayları bağımsızca düşünürüz ve ondan sonra ayetler ve hadisler açısından değerlendiririz ve öyle hareket ederiz.
Hilafet devletinde zımmi olarak yaşayan kâfir gruplar kendi isteklerini ve şikâyetlerini duyurmak üzere kendilerini temsil edecek kimseleri Ümmet Meclisine gönderebilirler. Meclis seçimi olunca kendilerini temsil edecek veya vekil olacak kimseleri seçebilirler. Fakat bu gayri Müslim vekillerin mecliste işi kendi gruplarının İslam’ın kendilerine verdiği haklarını elde etmek ve zulme uğradıkları zaman şikâyetlerini dile getirmektir. Ama Halife seçimine ve biatına katılamazlar, Halife benimseyip kanun haline getireceği şeri hükümleri ve fikirleri mecliste tartışmaya sununca buna katılamazlar. Çünkü bunların şartı imandır, mümin olmayan kimse iman veya İslam akidesi açısından konuşamaz. Zira İslam akidesine inanmıyor. Fakat bakış açısıyla alakalı olmayan ilmi ve fenni meseleler hakkında görüşlerini sunabilir. Ama Halife Müslüman ümmet vekillerinin görüşlerini dinlemeye zorunlu olduğu gibi gayri Müslim vekillerinin görüşlerini dinlemeye zorunlu değildir. Çünkü onlar şura hakkına sahip değiller. Müslümanlar ise Şura hakkına sahiptir. Allah c.c şöyle buyurdu:
وَشَاوِرۡهُمۡ فِى الۡاَمۡرِۚ فَاِذَا عَزَمۡتَ فَتَوَكَّلۡ عَلَى اللّٰهِؕ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الۡمُتَوَكِّلِيۡنَ ﴿۱۵۹﴾
İşler hususunda onlarla şura yap. Eğer karar alırsan Allah’a tevekkül et. Muhakkak ki Allah tevekkül edenleri sever (Al-i İmran159)
Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in devlet reisi sıfatıyla işler hususunda Müslümanlarla danışması emredildi. Bu şekilde şura konusu Halife üzerinde müminlerin hakkı oldu. Ümmet Halifeden bu hakkı ister. Müslümanlar Halifenin kendileriyle danışmasını isterler. Bu durumda Halife onlara bu hakkı vermelidir.
Bunu şu ayetle pekiştirdi:
وَالَّذِيۡنَ اسۡتَجَابُوا لِرَبِّهِمۡ وَاَقَامُوۡاالصَّلٰوةَ وَاَمۡرُهُمۡ شُوۡرٰى بَيۡنَهُمۡ وَمِمَّا رَزَقۡنٰهُمۡ يُنۡفِقُوۡنَۚ
“ Onlar ki Rablerine icabet ettiler, namazı ikame ettiler, onların işleri aralarında şurayla yürütülür, kendilerine verdiğimiz rızktan harcarlar”. (Şura 38)
Bunun manası Halife üzerine şura hakkı yalnız müminlere aittir. İslam Hilafet devletinde yaşayan gayrı Müslimlerin hakkı değildir.
İslâm sayesinde Müslümanlar şefkatli ve merhametli oldular. Bu nedenle kâfirler için bile hayrı dilerler, onların düştükleri kötü durumdan kurtarmaya çalışırlar, haklarını verirler, onları ezmemeye çalışırlar. Ama kâfirler böyle değil, tam tersinedir. Eğer Müslümanlara egemen olurlarsa gaddar ve katil olurlar. Bu nedenle Müslümanları kolayca aldatabilirler.
Müslümanlar İslam sayesinde kazandıkları tabiat ve meziyetlerden dolayı kâfirlere karşı şefkatli olacaklarından dolayı bunu anlamayan kâfirlerin tuzaklarına düşebilirler. Bu nedenle Allahu Teâlâ Müslümanların düşünmelerini ve sadece duygusal insanlar olmamalarını istedi. Aksi hâlde kâfirler onları yok ederler.
Müslümanların kâfirleri sevdiklerini ve kâfirlerin Müslümanları hiç sevmediklerini beyan ederek şöyle buyurdu: “İşte siz öyle kimselersiniz ki o insanlar sizi sevmedikleri hâlde siz onları seviyorsunuz.” Buradaki kâfirleri sevmekten maksat İslam’ın emrettiği şekilde onlara şefkat ve merhamet göstermemizdir. Ayrıca onları himaye eder, barındırır, zulümden kurtarır ve onlara yardım etmeye koşarız. Bu da sevgiden meydana gelir. Müslümanlar İslam sayesinde insan oldukları için bunu yapar ama kâfirler İslam nimetinden kendi kendilerini mahrum ettikleri için yapmaz, hatta birbirlerine karşı katı ve gaddar olurlar, zira onlar bencildir, sırf kendi çıkarlarını düşünürler, başkalarına hayrı dilemezler. Müslümanlara hiç hayrı dilemezler ve sürekli onlara eziyet vermeye çalışırlar. Allah bu hakikati şu ayetle özetledi:
مَا يَوَدُّ الَّذِيۡنَ كَفَرُوۡا مِنۡ اَهۡلِ الۡكِتٰبِ وَلَا الۡمُشۡرِكِيۡنَ اَنۡ يُّنَزَّلَ عَلَيۡڪُمۡ مِّنۡ خَيۡرٍ مِّنۡ رَّبِّکُمۡؕ وَاللّٰهُ يَخۡتَصُّ بِرَحۡمَتِهٖ مَنۡ يَّشَآءُ ؕ وَاللّٰهُ ذُو الۡفَضۡلِ الۡعَظِيۡمِ ﴿۱۰۵﴾
“(Ey müminler!) Kâfir olan Ehl-i Kitap ve putperestler de Rabbinizden size bir hayır indirilmesini istemezler. Hâlbuki Allah rahmetini dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.” (Bakara 105)
Burma’da müşrik olan Budistler Müslümanları katletmeye devam ediyorlar. Oysa Müslümanlar ta Abbasi Halifesi Harun er-Reşit döneminde Burma’yı İslâm’la yönetmeye başlayınca hiç bir Budist’in canına, malına ve ırzına dokunmadı. İslâm’a sokmak için hiç bir kimseyi zorlamadı. Fakat Budistler İngilizlerin yardımıyla oraya egemen olunca Müslümanların canlarına kıymaya, mallarını gasp etmeye, ırzlarına tecavüz etmeye ve onları diyarlarından kovmaya başladılar. Keza Hindistan’da müşrik olan Hindular ve diğer müşrikler Müslümanlara karşı aynı şeyi yapıyorlar. Oysa İslam Hilafeti döneminde bu kâfirler güzel muamele görüyorlardı.
Yahudiler İspanyolların katliamlarından kaçıp Osmanlıların döneminde İslâm Devleti’ne sığındılar ve yüzlerce sene barındırıldılar. Onlara emniyet ve her imkân sağlandı ama İslâm Devleti’nde zafiyet başlayınca İngilizlerle işbirliği yapıp bu devleti yıkmaya çalıştılar. Onlardan birinin vasıtasıyla bu devlet yıkıldı ve Hilâfet kaldırıldı. İngilizler Filistin’i işgal edince oraya Yahudileri yerleştirmeye başladılar. Ondan sonra onlara “devlet” kurdurdular. Amerika ve sair küfür batı ve doğu devletleri bunu desteklediler. Yahudiler kendilerine iyilik yapan Müslümanları katletmeye, mallarını ve topraklarını gasp etmeye ve oradan kovmaya başladılar. Hâlâ bu siyaseti sürdürüyorlar. İngilizlerin ve Rumların Kıbrıs’ta, Sırpların Bosna’da ve Kosova’da, Rusların Kafkaslarda ve Orta Asya’da ve Çinlilerin Doğu Türkistan’daki Müslümanlara yaptıkları zulüm ve katliamları anlatmak için bir sürü kitap yazmak gerekir. Oysa Müslümanlar bu memleketleri İslâm’la yönetirken bu tür kâfirlerden hiç birisinin canına, malına, toprağına veya ırzına dokunmadılar.
Müslümanlar Allah’ın indirdiği bütün kitaplara inanıyorlar. Fakat Yahudiler ve Hıristiyanlar Allah’ın indirdiği son kitaba inanmazlar. Kur’an’ı ve Hz. Muhammed’i inkâr ederler. Onların bir kısmı nifakça müminlerle karşılaştıkları zaman Rasul’e ve Kur’an’a inanıyoruz derler. Oysa onlar inanmıyor ve müminlere karşı kin ve buğuzla dolu oldukları için yalnız kaldıklarında kızgınlıklarını göstererek parmaklarını ısırmaya başlarlar. Bir insan başka insanlara kızgın olup da bir şey yapamıyorsa yalnız veya arkadaşlarıyla oturup içindeki kızgınlıklarını ortaya çıkartarak parmaklarını ısırmaya başlar. Mücahit adlı müfessir; “Bazı müminler münafıklarla arkadaşlık yaptılar. Onlara sırlarını söylemeye ve dertlerini dökmeye başladılar. Allah bu ayetlerle müminlerin o kişilerle arkadaşlık yapmalarını sakındırarak yasakladı” diyor.
Allahu Teâlâ kâfirlere; “müminlere karşı göğüslerinizde sakladığınız kin ve buğuzlarınızla patlayın ve ölün” diyor. Bu şekilde onlara sert çatıyor. Zira Allah göğüslerinde ne sakladıklarını biliyor ama müminler bilmeyebilirler. Allah bu şekilde müminlere öğretiyor ve onları sakındırıyor. Yoksa kâfirlerin tuzağına düşerler ve böylece zarara uğrarlar.
Allah CelleCelâlehû kâfirlerin müminlere karşı tutumlarını anlatmaya devam ediyor ve şöyle diyor: “Size iyilik dokunursa üzülürler, kötülük dokunursa sevinirler.” İslâm’ı reddettiklerinden dolayı bu dine iman edenleri sevmez ve onlara kin besler, onlar için hayrı hiç dilemezler. Tersine eziyet ve zararın gelmesini diler ve bunun için çalışırlar. Allah CelleCelâlehû Bakara Suresi 105. ayette kâfirlerin ister ehli kitap olsun isterse onların dışında olan müşrikler olsun Müslümanlara hayrın gelmesini istemediklerini beyan etmiştir. Bu ayetlerde onları sırdaş edinmelerini yasaklarken tekrar onların tutumlarını ve durumlarını anlatıyor.
Ama Müslümanlar eğer sabırlı ve takvalı olurlarsa başarılı olur, kâfirlerin hilesini bozar ve böylece onların zararlarından korunurlar. Takvalı olmanın manası; Allah’tan korkup onun emirlerine uymak ve nehiylerinden uzak durmaktır. Misal olarak bu ayette Allah müminleri kâfirleri sırdaş edinmekten nehyediyor. Eğer Müslümanlar buna uyarlarsa kâfirlerin hilelerinden kurtulurlar ve kendilerine zarar getirmezler.
Sabırlı olmanın manası Allah’ın emrini uygulamaya ve O’nun nehyinden uzak durmaya çalışırken sabretmektir. Ayrıca kâfirler müminlere karşı sürekli eziyet ve zarar vermeye çalışırlar. Müminler buna karşı da sabrederek Allah’ın emrini uygulamaya çalışmalıdırlar. Nitekim müminler meyveyi hemen elde edemeyebilirler ve bu esnada zarar görebilirler. Bu nedenle sabırlı olmalı ve Allah’ın emrinden kıl payı kadar dahi ayrılmamalıdırlar.
Birçok ayette, Allah, müminler kendisine ve dinine sahip çıkarlarsa ve nusret verirlerse zaferi vaat etti. Eğer emrinden ayrılırlarsa veya nehyine muhalefet ederlerse Allah’ın zaferini göremezler. Eğer İslâm’ı yönetime getirmeye çalışırken Allah’ın emrine uymazlar ve sabretmezlerse ve hemen zaferi gerçekleştirelim diyerek demokrasinin oyunlarına gelirlerse İslâm’ı iktidara hiçbir zaman getiremeyecekler ve zaferi göremeyeceklerdir. Nitekim Allah ve Rasulü İslâm’ı getirme yolunu veya onun devletini kurma metodunu gösterdiler ve demokratik çalışmayı yasakladılar. Kureyşliler Hz. Muhammed’i küfür sisteminin gölgesinde yönetimin başına getirip kral olarak tayin etmeyi istediler. Fakat Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem bunu reddederek Kureyş’in önce Müslüman olmasını talep etti. Medine’de Musab bin Umeyr RadiyAllahuAnh adlı sahabe vasıtasıyla İslâm’ı yaydı, kamuoyunu oluşturdu ve kuvvet ehlini kazanarak orada yönetimin başına geçti. Ardından İslâm’ı hemen uygulamaya başladı. Bu yolu izlemeyenler takvalı ve sabırlı olmayan kimselerdir. Bu yola muhalefet ederek demokratik çalışmaya başlarlar, iyi iş yaptıklarını ve kendilerinin çok zeki olduklarını zannederler. Oysa kâfirler onlar için tuzak kuruyorlar. Eğer iktidara gelip İslâm’ı uygulamaya yanaşırlarsa hemen kâfir güçler hareket eder ve onları aşağıya düşürürler.
Allah-u teala Resulüne ve hizbine böyle emir verdi ve uyardı. Bu ise davet metodundan bir parçadır. Şöyle buyurdu:
فَاسۡتَقِمۡ كَمَاۤ اُمِرۡتَ وَمَنۡ تَابَ مَعَكَ وَلَا تَطۡغَوۡا ؕ اِنَّهٗ بِمَا تَعۡمَلُوۡنَ بَصِيۡرٌ وَلَا تَرۡكَنُوۡۤا اِلَى الَّذِيۡنَ ظَلَمُوۡا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُۙ وَمَا لَـكُمۡ مِّنۡ دُوۡنِ اللّٰهِ مِنۡ اَوۡلِيَآءَ ثُمَّ لَا تُنۡصَرُوۡنَ
“ Sen ve seninle beraber tövbe edenler emrolunduğun şey üzerinde sebatlık gösterip dosdoğru olun, hiç bundan sapmayın, bunun dışına çıkmayın. (dikkatliolun) Şüphesiz ki Allah yaptığınızı görüyor. Zalimlere dayanmayın (onlarla işbirliği yapmayın), yoksa size ateş dokunur, Allah dışında dostunuz yoktur, ondan sonra zaferi ve yardımı görmesiniz’’. (Hud 112-13)
Allah; kendi Resulüne ve hizbine hiç taviz göstermemekle dair emir verince İslam’a dayalı her partiye bir emir sayılır. Ufak taviz gösterirlerse büyük azap görürler ve Allah’ın yardımını göremezler.
Allah kâfirlerin işlerini kuşatmaktadır ve her an onların hilelerini düşürebilir. Nitekim onları ve güçlerini yaratan kendisidir. Allah her şeye kadirdir; kâfirleri ve güçlerini her an yok edebilir. Müslümanlar bunu idrak etmeli, kavramalı ve buna göre de hareket etmelidirler.
Şüphesiz Allah kâfirlerin yaptıklarını kuşatmaktadır ve onların hilelerini her an düşürebilir. Fakat müminler Allah’a tevekkül edip O’nun emrine uymalı ve nehyinden uzak durmalılar. O zaman Allah kendilerine yardım eder, kâfirlerin hilelerini boşa çıkartır ve muzaffer kılar.