– 40 –

Cennetin genişliği, Müslümanların Çeşitleri, Ölçüleri, Cennete Koşmaları, Sinirlerine hâkim olmaları, başkalarını affetmeleri ve tövbe etmeleri;

Cennetin genişliği ne kadar?

Ahirette gökler ve yerin durumu nedir?

Cennete girecek takva sahiplerinin sıfatları nedir?

Müslüman sinirlerine nasıl hakim olur?

Ne zaman ve kimi affeder ve ne zaman ve kimleri affetmez? Tövbenin şartları nedir?

وَسَارِعُوۡۤا اِلٰى مَغۡفِرَةٍ مِّنۡ رَّبِّكُمۡ وَجَنَّةٍ عَرۡضُهَا السَّمٰوٰتُ وَالۡاَرۡضُۙ اُعِدَّتۡ لِلۡمُتَّقِيۡنَۙ‏ الَّذِيۡنَ يُنۡفِقُوۡنَ فِى السَّرَّآءِ وَالضَّرَّآءِ وَالۡكٰظِمِيۡنَ الۡغَيۡظَ وَالۡعَافِيۡنَ عَنِ النَّاسِ‌ؕ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الۡمُحۡسِنِيۡنَ‌ۚ‏ وَالَّذِيۡنَ اِذَا فَعَلُوۡا فَاحِشَةً اَوۡ ظَلَمُوۡۤا اَنۡفُسَهُمۡ ذَكَرُوا اللّٰهَ فَاسۡتَغۡفَرُوۡا لِذُنُوۡبِهِمۡ وَمَنۡ يَّغۡفِرُ الذُّنُوۡبَ اِلَّا اللّٰهُ وَلَمۡ يُصِرُّوۡا عَلٰى مَا فَعَلُوۡا وَهُمۡ يَعۡلَمُوۡنَ‏ اُولٰٓٮِٕكَ جَزَآؤُهُمۡ مَّغۡفِرَةٌ مِّنۡ رَّبِّهِمۡ وَ جَنّٰتٌ تَجۡرِىۡ مِنۡ تَحۡتِهَا الۡاَنۡهٰرُ خٰلِدِيۡنَ فِيۡهَا‌ؕ وَنِعۡمَ اَجۡرُ الۡعٰمِلِيۡنَؕ‏

 “Rabbinizden gelen mağfirete ve genişliği gökler ile yer kadar olan takva sahipleri için hazırlanan cennete koşun. (133) Onlar (takva sahipleri) bollukta ve darlıkta (Allah uğrunda) harcayan, öfkelerine hâkim olan ve insanları af edenlerdir. Allah ihsan sahiplerini sever. (134) Kötülük yaparlarsa veya kendilerine zulmederlerse; Allah’ı hatırlayıp günahları için mağfiret dilerler.  Oysa Allahtan başka kim günahları bağışlar? Onlar da yaptıkları günahlar üzerine bile bile ısrarlı kalmazlar (135) Onların ödülü; Rableri tarafından mağfiret ve altlarından ırmaklar akan cennetlerdir. Orada ebedi olarak kalacaklar. Böyle ameller yapanların ödülü ne güzeldir? (136)

Allah c.c bu ayetlerde hem Müslümanların cennete girmek için koşmalarını emrediyor hem de cennete girecek takvalı kimselerin bazı sıfatlarını gösteriyor.

Önce cennetin büyüklüğünü açıklıyor;  onun eni gökler ile yeryüzünün eni kadardır. Bu mecazi manadır; cennet o kadar geniştir ki gökler ve yeryüzünden daha büyüktür.

 Hiç bir kimse göklerin genişliğini bilmez. Aklın idrak edemediği genişliğe sahiptir. İnsanlar dünya semasında (göğünde) ki yıldızları ve gezegenleri keşfetmeye çalışıyorlar. Sayıları milyonları aşıyor. Astronomi âlimleri değişik rakamlar veriyorlar.

Zira gördüğümüz yıldızlar ve gezegenler birinci sema olan dünya semasındadır. Bunun delili şu ayettir:

ولقد زينا السماء الدنياء بمصابيح” “Dünyanın semasını lambalar gibi yıldızlarla süsledik” (Mülk 5)

 Öyleyse yedi semanın genişliği ne kadar? Yeryüzü o yıldızlar ve gezegenler arasında fazla bir şey sayılmaz. Buna rağmen Allah c.c onu göklerle beraber gösterdi. Zira insanlar yeryüzünün büyüklüğünü idrak ederler ve büyük olduğunu görürler. Zihinlerinde onu tasavvur edebilirler, fakat göklerin büyüklüğünü idrak edemezler ama çok büyük olduğunu bilirler. Yeryüzünü onlarla birlikte göstermeseydi, cennetin büyük olmadığını söyleyebilirlerdi. Nitekim eskiden insanların çoğu yeryüzünü kâinatın merkezi olarak görüyordu. Sanki kâinatta en büyük şey yeryüzüdür. Nitekim dünyanın her tarafını keşfetmemişlerdi. Bu şekilde Allah cennetin enini yerle beraber göklerin ve semaların eni kadar deyince eski insanlar onu idrak edebilirler ve şimdiki insanlar da idrak edebilirler.

 Hâlbuki Müslümanlar Kur’an indiği zaman göklerin çok büyük, dünyanın ise bunlara nazaran çok ufak olduğunu ve kâinatın merkezi olmadığını idrak ettiler. Ama diğer insanlar bunu idrak edemiyorlardı ve inanamıyorlardı. Bu nedenle Avrupa’da ortaçağlarda krallar papazların kararlarına göre bundan söz eden kimseleri yakıyorlardı. Hatta onların atalarından olan Rumların kralı Hereklus Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’e şöyle yazdı: “Beni genişliği gökler ve yeryüzü kadar bir cennete çağırıyorsun, peki cehennem nerede?” Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem ona “sübhanallah! Gündüz gelirse gece nerede”? Diyerek cevap verdi. (İbni Hanbel ve İbni Cerir) Resullah Sallallahu Aleyhi Vesellem o cahil Rumların kralına bir örnek gösterdi. Gece gelirse öbür tarafta gündüz vardır, böylece bu tarafta cennet varsa öbür tarafta cehennem vardır. Allah’ın kudreti pek büyüktür, gökler ve yeryüzü kadar eni olan cenneti bir tarafta yarattı ve öbür tarafta cehennemi yarattı.

Ayrıca Kıyamet gününde gökler ve yer değişecektir. Gökler kalkacaktır. Güneş ve yıldızlar hepsi yok olacaklar. Bambaşka bir âlem olacaktır. Allah Enbiya suresi 104. Ayette, gökleri kitapları büktükleri gibi bükeceğini bildirirken ilk yaratılışı nasıl başlattı ise onu tekrar geri getireceğini, İbrahim suresinde 48. Ayette yerin başka yerle ve göğün başka gökle değişeceğini, Tekvir suresinde güneşin, yıldızların ve göklerin yok olacağını bildirmektedir. Yalnız cennet ve cehennem vardır.

Müslümanlar yeryüzünün güneş etrafına döndüğünü ilk günden anladılar, bu tarafta gece varsa öbür tarafta gündüzün var olduğunu idrak ettiler. Kuran’dan ve Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’den edindikleri fikirlerle kalkındılar ve ilerlediler. Zira kalkınma ancak hayat, kâinat ve insan hakkında, bunların öncesi ve sonrası, bunlar ile öncesi ile sonrası arasındaki alakalar hakkında fikirlerin bulunmasıyla gerçekleşir, böylece fikren yükselirler ve düzgün düşünmeye başlarlar. Hayat nizamını içeren bir akideye ulaşıp inanırlar. Arapçada bir Mebd’ veya Yunancada bir İdeolojiye sahip olurlar.

 Buna binaen ilmi keşifleri gerçekleştirirler ve hayatın her tarafını geliştirmeye başlarlar; sanayi, fen, teknik, teknoloji, imar, ziraat, ticaret, tıp, posta işi, ulaşım, ilaç, silah, askeri eğitim taktikleri,  idare üslupları ve hayatın sair yönlerinde ilerlerler. Bu nedenledir ki Müslümanlar en büyük devlet ve en büyük medeniyeti tesis ettiler. O zaman Avrupalılar ve bütün dünya onlara hayran kaldılar.  

Ayette cennetin eninin gökler ve yeryüzünün eni kadar olduğu geçti, uzunluğunun ise bundan daha büyük olduğuna dair bir işaret göstermiş oldu. Çünkü uzunluk daha büyüktür. Burada Allah c.c’nin göstermek istediği husus ise; cennete girmek için müminlerin koşmalarıdır, çünkü cennet dünyadan daha büyüktür, hatta göklerden daha büyüktür, onlara cenneti sevdiriyor ki; ona girmek için çalışmalarını talep ediyor. Oysa insanların sevdikleri dünya pek küçüktür, cennete nazaran hiç bir şey değildir. Böylece buna inananlar takva sahibi olmak için çalışır ve cennete girmeye yönelik her tür gayreti sarf ederler. Onların sıfatlarını şöyle sıraladı:

Allah’ın emrettiği yerde ve şekilde, bollukta ve darlıkta harcarlar; hiç cimrilik göstermezler. Nitekim cimrilik Allah’ın emrettiği yerde ve şekilde harcamamaktır. Bazı insanlar kendi zevkleri ve safahatları uğrunda çok harcarlar, pek pahalı olsa da en güzel elbiseyi giymek, lüks arabalara binmek, en güzel meskeni edinmek, en lüks lokantaya gidip en lezzetli yemekler için çok para harcarlar. Cahili toplumlarda onlara cömert kimseler denilir. Fakat Allah’ın uğrunda harcamazlar, Allah indinde bunlar cimri insanlardır ve bunlar için acılı bir azap vardır. İlerde tefsirini yapacağımız Al-i İmran suresi 180. Ayette Allah’ın kendi uğrunda harcamayıp cimrilik yapanların azabının ne kadar büyük olduğunu açıklamıştır.

 Böylece İslam ölçülerine göre cömertlik ve cimrilik insanların adetlerine veya kapitalist cahili toplumlardan tamamen farklıdır. Nitekim İslami toplumda İslami ölçüler yaygın olur ve bu toplumda yaşayan herkes bundan etkilenip buna göre hareket etmeye çalışır ve diğerlerinin harcama biçimi ve davranışlarını ölçmeye başlar. Toplumun düzeni İslami olunca insanları buna göre değerlendirip hesaba çeker. Çünkü insanların kabul ettikleri mefhum, ölçü ve kanaatleri uygulayan sisteme devlet denilir. Bu nedenle şu anda kurulu olan düzen veya devlet ve toplumu değiştirip yerine İslam Devleti ve Toplumu kurmak için muhakkak toplumda yaygın olan gayri İslami mefhum, ölçü ve kanaatleri değiştirmek gerekir. İslami ölçüleri yaymak gerekir ve bunlardan birisi de cömertlik ve cimriliktir. Nitekim; Allah-u teala şöyle buyurdu:

” إنَّ اللهَ لا يُغَيِّرُ ما بقومٍ حتَّى يُغَيِّرُوا ما في أنفُسِهِم

Bir kavim kendi içlerindekini değiştirmedikçe Allah o kavmin halini değiştirmez”. (Ra’d 11) İnsanların içlerindeki ise; kendi mefhum, ölçü ve kanaatleridir. Bunlar değişirse toplum değişir. Nitekim düzen veya devlet buna göre olur.

Bu harcama hem bolluk hem de darlık durumlarında olur. Resullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:

 ” إتقوا النار ولو بشق تمرة، فمن لم يجد فبكلمة طيبة” “ bir hurmanın bir parçasıyla bile (sadaka vererek) cehennem ateşinden korunun. Kim bunu bulamazsa güzel söz söylemekle korunsun”. (Buhari ve Müslim) Bu şekilde Resullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Müslüman’ın sıkıntılı olduğu halde bile harcamasını istiyor ve teşvik ediyor, onu cömertliğe sevk edip alıştırıyor ve cimrilikten alıkoyuyor. Bunu pekiştirerek şöyle buyurdu:

 ” ما نقص مال من صدقة” Sadaka vermekten dolayı hiç bir mal eksilmez.(Tirmizi) Bu ise Allahu tealanın şöyle buyurduğuna dair açıklamadır:

وَمَاۤ اَنۡفَقۡتُمۡ مِّنۡ شَىۡءٍ فَهُوَ يُخۡلِفُهٗ ۚ وَهُوَ خَيۡرُالرّٰزِقِيۡنَ‏ ﴿۳۹﴾ 

Neyi harcarsanız Allah onun bedelini verir, en hayırlı rızık veren kendisidir ”. (Seba’ 39) Hem dünyada onun yerine başka rızık verir veya daha güzel şey verir veyahut ondan belayı defeder, hem de ahrette onun yerine kat kat sevap verir veya günahlarını siler.

 Takva sahiplerinin bir başka sıfatı; öfkelerine hâkim olurlar ve insanları affederler.

Müslüman öfkelenince öfkesine hâkim olup ortaya patlatmaz, kendini tutup zapt eder ve sinirini bastırır, kendisine kötülük yapanları affeder. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:

” ليس الشديد بالصرعة، إنما الشديد الذي يملك نفسه عند الغضب” (البخاري ومسلم)

 şiddetli (kuvvetli) olan sinirli olan değildir, kuvvetli olan kızdığında kendini tutan kimsedir“. ( Buhari ve Müslim) Nitekim insan sinirli olursa pek doğru şekilde düşünmez, fevri hareketlerde bulunur ve yanlış kararlar alır, duygusallık ona galip gelir ve böylece zayıf kimse olur. İnsanları idare edemez ve sorunları çözemez, belki onları daha fazla kompleksleştirir. Liderlerin sıfatlarından en önemlisi öfkesine hâkim olmak, kızdığında kendini tutmaktır ve kendi şahsına dokunanları affetmektir. Bu sıfat hilmdir.

El ehnef bin Kayıs adlı bir zat Irak valisi idi, bu adam hilm sahibi idi, yani; öfkesine hâkim oluyordu, kızdığında kendini tutabiliyordu, amcası olan Harise bin Kudame Essedi’nin Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem ‘e şöyle dediğini rivayet etti: Bana kısa bir söz söyle ki onu hep aklımda tutayım? Resulullah ona şunu dedi:” لا تغضب”kızma (öfkelenme)” ve bunu defalarca tekrarladı. (İbni Hanbel) Bu nedenle Elehnef bin Kayıs pek akıllı bir vali idi, Irak halkını güzel şekilde idare edebildi ve kalplerini kazanabildi. Sonra oraya Haccac adlı bir vali tayin edildi, orayı vurmakla, kırmakla ve kan dökerek yönetti.

 Yine El ehnef bin Kays’ın amcası olan Essedi Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in şu dediğini rivayet etti:

” إن الغضب من الشيطان، وإن الشيطان خلق من نار، وإنما تطفأ النار بالماء، فإذا غضب أحدكم فليتوضا”.

 “Kızgınlık şeytandandır, şeytan ateşten yaratıldı, ateşi söndüren ancak sudur, öyleyse sizden kim kızarsa vudu’ (abdest) alsın”. (Ebu davut, İbni Hanbel, İbni Asaker, Buhari ise bunu tarihte tahriç etti) Burada Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem hem kızgınlığı kötüledi hem şeytandan olduğunu gösterdi, hem de onu söndürenin namazın şartı olan abdest olduğunu gösterdi, sanki ondan sonra Müslüman’ı namaz kılmaya teşvik etti, böylece tamamen öfke gider.

Nitekim üçüncü raşidi halife Hz. Osman (r.a) Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in şunu dediğini rivayet etti:

” من توضأ نحو وضوئي هذا، ثم صلى ركعتين، لا يحدث فيهما نفسه، غفر له ما تقدم من ذنبه”

 “Benim abdest aldığım gibi kim abdest alırsa ve kendi nefsinde başka şeyi düşünmeden iki rekât namaz kılarsa Allah geçmiş günahlarını siler”. (Buharı ve Müslim)

Ama Müslüman başkalarından korkarak değil sadece Allah için kızgınlığını bastırır. İbni Ömer Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in şunu dediğini rivayet etti:

” ما من جرعة أعظم أجرا عند الله، من جرعة غيظ كظمها عبد ابتغاء وجه الله”

Bir kul Allah’ın rızası için kızgınlığını yutarsa ondan daha sevaplı hiç bir yutma yoktur“. ( İbni Cerir ve İbni Mace) bunun manası şahsi hususlarda bir kimse seni kızdırırsa kızgınlığını yutarsan ve tepki göstermeden içine sindirirsen en lezzetli ve sevaplı yemekten daha üstündür.

Ayrıca insan bir şey yapamadığı halde veya işinde aksilik olunca sinirlenir, bazen çocukları yaramazlık yaparsa çok sinirlenir, bazen akrabalarına veya arkadaşlarına çok kızar, bazen erkek karısına veya kadın kocasına sinirlenir, bu hallerde insan kendini zapt etmezse kötü netice olur. Hemen Allah’a şeytandan sığınmalıdır. Abdest alıp namaz kılarsa ve dua ederse kızgınlığı gider.

Süleyman bin Sırd r.a şöyle dedi: Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem yanında otururken iki adam birbirine sövüyorlardı. Birinin yüzü kıpkırmızı oldu ve şah damarları çok şişti. O anda Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle dedi:

” إني لأعلم كلمة لو قالها لذهب عنه ما يجد، لو قال: أعوذ بالله من الشيطان الرجيم، ذهب عنه ما يجد” (البخاري ومسلم)

“ Muhakkak ki öyle bir kelime biliyorum ki onu söylerse içine düştüğü kızgınlığı üzerinden giderir: Kovulmuş şeytanın şerrinden Allaha sığınırım. Bunu söylerse kızgınlığı gider” (Buharı ve Müslim)

Müslüman ancak İslam’a ve İslam’ın hemen savunulmasını gerektirdiği hususlara saldırılırsa, şeriata ve ümmete ihanet yapılırsa veyahut Allah’ın hududu geçilirse veyahut Müslümanlara veya ırzlarına tecavüz edilirse kızar ve kızmalıdır. Ama Allah’ın emrettiği şekilde davranacaktır.

 Allahu teala şura suresi 37. Ayette müminlerin sıfatlarını sayarken şöyle buyurdu:

 وَاِذَا مَا غَضِبُوۡاهُمۡ يَغۡفِرُوۡنَ‌ۚ‏

Kızarlarsa af ederler“.

 Fakat aynı Şura suresi 39. Ayette şöyle buyurdu:

وَالَّذِيۡنَ اِذَاۤ اَصَابَهُمُ الۡبَغۡىُ هُمۡ يَنۡتَصِرُوۡنَ‏  

Kendilerine bir zulüm veya haksızca saldırıya uğradıkları zaman birbirine yardım ederek sahip çıkarlar“.

Ondan sonra 40. Ayette, kötülük yapana ona onun gibi kötülük yapılacağı, ceza verileceği bildirdi. Ama meseleyi tedavi ederse, karşı taraf yola gelirse affedilir. Şöyle buyurdu:

وَجَزٰٓؤُا سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِّثۡلُهَا‌ۚ فَمَنۡ عَفَا وَاَصۡلَحَ فَاَجۡرُهٗ عَلَى اللّٰهِ‌ؕ اِنَّهٗ لَا يُحِبُّ الظّٰلِمِيۡنَ‏

“ Bir kötülüğe karşı onun gibi bir kötülüktür. Kim affederse ve düzeltirse onun sevabı Allah yanındadır. Şüphesiz ki Allah zalimleri sevmez”.

41. ayette zulme uğrayan kimse sonra galip gelirse, hakkını alırsa ona karşı bir şey yapılmaz. Şöyle buyurdu:

وَلَمَنِ انْتَصَرَ بَعۡدَ ظُلۡمِهٖ فَاُولٰٓٮِٕكَ مَا عَلَيۡهِمۡ مِّنۡ سَبِيۡلٍؕ‏

“ zulme uğradıktan sonra kim galip gelip hakkını alırsa üzerine bir yol yoktur” (ona karşı yapılacak bir şey yoktur, cezalandırılmaz).

42. ayette zalimlere, insanlara zulmedenler, taşkınlık edenler ve bozgunculuk yapanlara karşı çıkılması ve ceza verilmesi gerekliliğini bildirdi. Şöyle buyurdu:

اِنَّمَا السَّبِيۡلُ عَلَى الَّذِيۡنَ يَظۡلِمُوۡنَ النَّاسَ وَ يَبۡغُوۡنَ فِى الۡاَرۡضِ بِغَيۡرِ الۡحَقِّ‌ؕ اُولٰٓٮِٕكَ لَهُمۡ عَذَابٌ اَلِيۡمٌ‏

“ Yol ancak insanlara zulmedenler ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenler aleyhindedir. Onlar için elim azap vardır”.

Nisa suresin 148. Ayette şöyle buyurdu:

لَا يُحِبُّ اللّٰهُ الۡجَــهۡرَ بِالسُّوۡٓءِ مِنَ الۡقَوۡلِ اِلَّا مَنۡ ظُلِمَ‌ؕ وَكَانَ اللّٰهُ سَمِيۡعًا عَلِيۡمًا‏

 “Allah kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez, ancak zulmedilen hariç. Allah işiten ve bilendir”.

Zulme uğrayan kimse feryat edip zalimin kötülüğünü açıkça söyler, ona karşı çıkar, ona beddua da edebilir, Allah onun duasını işitir ve ona icabet eder. Nitekim Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:

” إتقِ دعوةَ المظلوم، فإنها ليس بينها وبين اللهِ حجاب”

Mazlum (zulme uğrayan) kimsenin duası (bedduası)‘ndan sakın, bunun ile Allah arasında perde yoktur”. (Buhari ve Müslim)

Bunun manası Allah c.c mazlum kimsenin duasını hemen kabul eder ve zalimden intikam alır demektir.

Bu nedenle Müslümanlar kendilerinden herhangi birisi zulme uğrarsa ona sahip çıkıp yardım eder ve zalime karşı çıkarlar. Burada kızgınlık haktır. Müslümanları zulümden kurtarmak için cihad farz kılındı (Nisa suresi 75. Ayet) En büyük zulüm ise şirktir. (Lokman suresi 13) kâfirler zalimlerin ta kendileridir. (Bakara 254) bu nedenle Allah müşriklere ve kâfirlere karşı Müslümanların savaşmalarını emretti. Ayrıca;

وَمَنۡ لَّمۡ يَحۡكُمۡ بِمَاۤ اَنۡزَلَ اللّٰهُ فَاُولٰٓٮِٕكَ هُمُ الظّٰلِمُوۡنَ

“Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir” (maide 45) Bu nedenle Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem zalimlere karşı mücadele etmeyi ve hak sözü söylemeyi en üstün cihad olarak saydı. (Buhari) bunu yaparken zalim tarafından kim öldürülürse şehitlerin efendisi olarak zikretti (El Hakim).

Hz Ayşe (r.a) şöyle dedi : “Resululah nefsi için hiç intikam almadı, fakat Allah’ın haram kıldığı şeylere tecavüz edilince Allah için intikam alır”.  (Malik)

Buna göre öfkeye hâkim olmayı, yeri ve zamanına göre öfkelenmek ve kızmanın hak ve gerekli olduğunu bilmek gerekir. Yukarıda açıkladığımız gibi hareket edilmelidir. Nitekim Allah’ın dinine saldırı varsa veya şeriat uygulanmadığı halde ve küfür uygulanırken susup kızmamak haramdır. Münker işlenirken ve kanunlar herkese hürriyet verirken kızmamak haramdır. Müslümanlara veya ırzlarına veyahut topraklarına düşmanlar saldırırken kızmamak ve Müslümanlara yardım etmemek haramdır.

İnsanları affetme meselesi ise; insan kendi şahsıyla veya hakkıyla ilgili affeder. Bir kimse seni incitirse, seninle alay ederse, söverse, malını veya hakkını çiğnerse affedebilirsin. Fakat Allah’ın hakkıyla ilgili affedilmez. Allah’ın veya dinin hakları hususunda affedilmez ve müsamaha gösterilmez. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:

«إنَّ النَّاسَ إَذا رَأوُا الظَّالِمَ فَلمْ يَأْخُذُوا عَلى يَدَيْهِ أوْشَكَ أن يَعُمَّهُمُ اللَّهُ بعِقَاب» الترمذي وابن ماجه.

“ İnsanlar zalimi görürde onu engellemezlerse Allah’ın onları katından bir azap ile kuşatması yakındır” (Tirmizi, İbni Maceh)

Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:

«وَاللَّه لَتَأْمُرُنَّ بالْمعْرُوفِ، وَلَتَنْهوُنَّ عَنِ الْمُنْكَرِ، ولَتَأْخُذُنَّ عَلَى يَدِ الظَّالِمِ، ولَتَأْطِرُنَّهُ عَلَى الْحَقِّ أَطْراً، ولَتقْصُرُنَّهُ عَلَى الْحَقِّ قَصْراً، أَوْ لَيَضْرِبَنَّ اللَّه بقُلُوبِ بَعْضِكُمْ عَلَى بَعْضٍ، ثُمَّ لَيَلْعَنكُمْ كَمَا لَعَنَهُمْ» (أبو داود والترمذي وابن ماجه).

“Hayır. Allah’a yemin olsun ki elbette marufu emredip münkerden nehyedeceksiniz. Zalimin elinden tutup onu hakka döndüreceksiniz ve onu hak üzere tutacaksınız, ya da sizin de kalplerinizi birbirine çarptırır. Sonra da onları lanetlediği gibi sizleri de lanetler.” (Tirmizi, Ebu Davut, İbni Maceh)

İnsanlar Allah’a ve dinine inanmazlarsa zalim olurlar. Allah şöyle buyurdu:

وَالۡكٰفِرُوۡنَ هُمُ الظّٰلِمُوۡنَ

“ Kâfirler zalimlerin ta kendileridir” (Bakara 254)

Bu nedenle kâfirlere karşı savaşmak, onları Allah’ın dinine boyun eğdirmek haktır. Allah’ın haklarındandır. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:

” أمرت أن أقاتل الناس حتى يشهدوا أن لا إله إلا الله وأن محمدا رسول الله، ويقيموا الصلاة ويؤتوا الزكاة، فإذا فعلوا ذلك عصموا مني دماءهم وأموالهم إلا بحق الإسلام وحسابهم على الله” (البخاري)

“İnsanlar La ilahe illallah Muhammed Resulullah şehadeti getirinceye, namaz kılıncaya ve zekât verinceye kadar onlarla savaşmayla emredildim. Eğer bunu yaparsa benden (İslami devletten)  kanlarını ve mallarını korumuş olurlar. Ancak İslam hakkıyla alırım. (Ondan sonra) onların hesabı Allah katındadır”. (Buhari) 

İşte İslam’ın haklarını savunmak ve korumak için mücadele etmek farzdır, bu hususta afta yok susmak ta yoktur.

Şu var ki bir kimsenin gizlice bir kötülük yaptığını görürsen veya duyarsan onu örteceksin ve bu kişiye nasihat edeceksin. Resulullah  Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:

“ومن ستر مسلما ستره الله في الدنيا والآخرة”

  “kim dünyada bir Müslüman’ın ayıbını örterse Allah hem dünyada hem de ahirette onun ayıbını örter”. (Müslim)

 Ama açıkça hiç bir kimseden çekinmeden günah işlerse veya günahı işlediğinde hiç bir şeye aldırış etmezse veyahut ta günahı işlediğinden dolayı övünürse o kişiye fasık ve facir denilir, onun gıybeti haram değildir, ona kızmak gerekir, ona karşı da çıkmak gerekir. Eğer insanları hep aldatıyorsa ve kandırıyorsa onu diğer insanlara bildirmek gerekir ki; onun şerrinden korunsunlar. Yöneticiler küfür kanunlarını uygulamaya devam ettikçe büyük zalim olurlar, teşhir edilip, onlara karşı büyük mücadele verilmelidir. Zaten yaptıklarıyla kendi kendilerini teşhir etmişler. Bu tip insanlar affedilmez, zira onlar hiç utanmıyorlar. Nasıl onlara kızılmayacak karşı çıkılmayacak?!

Ayetin sonunda takvalı kimselerin ihsan sahipleri olduklarına işaret edildi. Çünkü Allah kendisinin ihsan sahiplerini sevdiğini açıkladı. İhsan sahibinin manası güzellik yapan kimselerdir. Eğer Müslüman bollukta ve darlıkta (Allah uğrunda) harcarsa, gerekli yerlerde öfkelerine hâkim olursa ve insanları affederse bu Müslüman güzellik yapmış olur. Allah için kızarsa ve mücadele ederse ihsan sahibi de olur.

Takvalı veya ihsan sahibi olanlar kötülük yaparlarsa veya kendilerine zulmederlerse Allah’ı hatırlayıp günahları için mağfiret dilerler, yaptıkları günahlar üzerinde bile bile ısrarlı kalmazlarsa Allah onları affeder ve bağışlar. Daha doğrusu; onların ödülü; Rableri tarafından mağfiret ve altlarından ırmaklar akan cennetlerdir. Orada ebedi olarak kalacaklar. Bu nedenle Müslüman bir günah işlerse hem Allahtan mağfiret dileyecek ve hemen tövbe etmeye yönelecektir. Zira Allah’ın affedeceğine inanmalı ve güvenmelidir, hiç Allah’ın rahmetinden ümitsiz olmaz. Hep mağfiret dilemeli ve salih amel yapmalıdır.

Buna göre tövbenin şartları şöyledir; Allahtan mağfiret dilemek, o günahtan vazgeçmek, günah işlemek üzerine ısrarlı kalmamak, pişmanlık duymak, diğerlerinin haklarını yemişse onlara geri vermek veya onların helal etmelerini temin etmektir. Ek olarak bol salih amel yapmaktır. Böyle hareket edenlerin ödülü cennettir, ondan daha güzel ödül var mıdır?!

Bu ayetlerden Müminlerin üç çeşit oldukları da anlaşılabilir;

 Birinci çeşit: takvalı ve ihsan sahibi olanlardır, Allah onları sever. Bunlar pek günah işlemezler veya büyük günah işlemekten kaçınırlar, onlar cennete girmek için koşarlar.

İkinci çeşit ise; günah veya zulüm yaptıkları zaman tövbe eden Müslümanlar. Hemen pişmanlık duyarlar, işledikleri günah üzerine ısrarlı kalmazlar, Allah’a dönüp ondan mağfiret dilerler. Bunlarda cenneti kazanırlar.

Üçüncü çeşit; İslam’a inandıklarını söyleyerek ve iki şahadeti getirerek veyahut Müslümanım diyerek hep günah işlemeye ve zulüm yapmaya devam eder ve bu hal üzerinde ölürse cehennemlik olur, fakat ebediyen orada kalmazlar. Ama onlara şunu hatırlatıyoruz, hiç Allah’ın rahmetinden ümitsiz olmasınlar, ölüm kendilerine gelmeden önce tövbe etmeye çalışsınlar. Zira Allah c.c şöyle buyurdu:

قُلۡ يٰعِبَادِىَ الَّذِيۡنَ اَسۡرَفُوۡا عَلٰٓى اَنۡفُسِهِمۡ لَا تَقۡنَطُوۡا مِنۡ رَّحۡمَةِ اللّٰهِ‌ ؕ اِنَّ اللّٰهَ يَغۡفِرُ الذُّنُوۡبَ جَمِيۡعًا‌ ؕ اِنَّهٗ هُوَ الۡغَفُوۡرُالرَّحِيۡمُ‏  وَاَنِيۡبُوۡۤا اِلٰى رَبِّكُمۡ وَاَسۡلِمُوۡا لَهٗ مِنۡ قَبۡلِ اَنۡ يَّاۡتِيَكُمُ الۡعَذَابُ ثُمَّ لَا تُنۡصَرُوۡنَ‏ وَاتَّبِعُوۡۤا اَحۡسَنَ مَاۤ اُنۡزِلَ اِلَيۡكُمۡ مِّنۡ رَّبِّكُمۡ مِّنۡ قَبۡلِ اَنۡ يَّاۡتِيَكُمُ الۡعَذَابُ بَغۡتَةً وَّاَنۡتُمۡ لَا تَشۡعُرُوۡنَۙ‏

“Deki; ey kendilerine israf edenler (günah işlemede aşırı gidenler) Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları affedendir. O mağfiret ve rahmet sahibidir. Azap size gelmeden önce rabbinize yönelin ve ona teslim olun. Yoksa hiç yardım göremezsiniz. Azap size farkında olmadığınız bir anda ansızın gelmeden önce rabbinizden indirilenin en güzeline uyun”.(Zümer 53-55)

Özellikle yöneticilere bunu hatırlatıyoruz, Allah’ın indirdiği kitaba dönün ve onu uygulayın ve cahiliye hükmünden vazgeçin. Zira en güzel hüküm oradadır. (Maide 50)  bu cahiliye hükmü çirkindir. Bu ise beşeri kanun koyucu haline getirir; buna demokrasi, laiklik ve medeni kanun denilir. Bundan vazgeçsinler ve tövbe edip Allah’ın hükmüne dönsünler. Zira ahirette hiç bir yardımcı bulamayacaklar, ne Amerika ne Avrupa ne de Rusya. Vazgeçmezseniz Allah samimi Müslümanların elleriyle cezalandırıp düşürecek hem de ahirette size acılı azap verecektir.

Biz bunu kendilerine söylerken bizimle alay etmesinler, yoksa kıyamet gününde bu ayet-i kerimenin devamında geçtiği gibi şöyle diyecekler:

اَنۡ تَقُوۡلَ نَفۡسٌ يّٰحَسۡرَتٰى عَلٰى مَا فَرَّطْتُّ فِىۡ جَنۡۢبِ اللّٰهِ وَاِنۡ كُنۡتُ لَمِنَ السّٰخِرِيۡنَۙ‏

 “Bu kimse diyecek ki, Allah hakkında ifrat yaptığım, çok günah işlediğimden dolayı bana yazıklar olsun, hem de (müminlerle ve Allah’ın ayetleriyle) alay edenlerden idim“. (Zümer 56 )