– 41-

Bu ayetlerde şu hakikatlerin beyanı vardır:

  • Kâfirlerin akıbeti ve nihai yenilgileri
  • Sünnet ve Bida’t
  • Tarih ve Tarihi eserler
  • Kuran’ın beyan, hidayet ve öğüt olması
  • Müminlerin üstünlüğü ve imtihan edilmesi
  • Günlerin değişmesi
  • Cennete girmenin yolu

Günlerin değişmesinde müminlerin zaferi ne zaman gelir? Sünnet ile bidat arasındaki fark nedir?

 Kuran herkese beyan olurken nasıl yalnız müminlere bir öğüt olur?

Kur’an tarihi araştırmanın metodunu tayin etti mi? Düşmanla karşılaşmak neden nehyedildi?

  قَدۡ خَلَتۡ مِنۡ قَبۡلِكُمۡ سُنَنٌ فَسِيۡرُوۡا فِى الۡاَرۡضِ فَانۡظُرُوۡا كَيۡفَ كَانَ عَاقِبَةُ الۡمُكَذِّبِيۡنَ‏ هٰذَا بَيَانٌ لِّلنَّاسِ وَهُدًى وَّمَوۡعِظَةٌ لِّلۡمُتَّقِيۡنَ‏  وَلَا تَهِنُوۡا وَ لَا تَحۡزَنُوۡا وَاَنۡتُمُ الۡاَعۡلَوۡنَ اِنۡ كُنۡتُمۡ مُّؤۡمِنِيۡنَ‏ اِنۡ يَّمۡسَسۡكُمۡ قَرۡحٌ فَقَدۡ مَسَّ الۡقَوۡمَ قَرۡحٌ مِّثۡلُهٗ ‌ؕ وَتِلۡكَ الۡاَيَّامُ نُدَاوِلُهَا بَيۡنَ النَّاسِۚ وَلِيَـعۡلَمَ اللّٰهُ الَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا وَيَتَّخِذَ مِنۡكُمۡ شُهَدَآءَ‌ؕ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الظّٰلِمِيۡنَۙ‏ وَلِيُمَحِّصَ اللّٰهُ الَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا وَيَمۡحَقَ الۡكٰفِرِيۡنَ‏  اَمۡ حَسِبۡتُمۡ اَنۡ تَدۡخُلُوا الۡجَـنَّةَ وَلَمَّا يَعۡلَمِ اللّٰهُ الَّذِيۡنَ جَاهَدُوۡا مِنۡكُمۡ وَيَعۡلَمَ الصّٰبِرِيۡنَ‏ وَلَقَدۡ كُنۡتُمۡ تَمَنَّوۡنَ الۡمَوۡتَ مِنۡ قَبۡلِ اَنۡ تَلۡقَوۡهُ فَقَدۡ رَاَيۡتُمُوۡهُ وَاَنۡتُمۡ تَنۡظُرُوۡنَ

“ Sizden önce nice (milletlerle ilgili) sünnetler (yol, metod, ilahi kanunlar) gelip geçmiştir. Bu nedenle yeryüzünde yürüyün ve yalanlayanların akıbetini görün (137) Bu (Kur’an) insanlar için bir açıklama ve takvalılar için bir hidayet ve bir öğüttür (138) Eğer gerçek mümin iseniz siz üstün olduğunuz halde gevşeklik göstermeyin ve üzüntüye kapılmayın (139) Eğer size zarar ve musibet dokunursa karşı taraftaki kavme da zarar ve musibet dokunmuştu, işte o günleri insanlar arasında döndürür dururuz. Ta ki Allah iman edenleri ortaya çıkartsın sizden şehitleri seçsin. Allah zalimleri hiç sevmez (140) Bir de Allah müminleri imtihan ederek günahlarından temizlesin ve kâfirleri mahvetsin (141) Yoksa Allah içinizden cihad edenleri ve sabredenleri ortaya çıkartmadan cennete gireceğinizi mi zannettiniz? (142) Ölümle yüz yüze gelmeden önce onu temenni ediyordunuz. İşte onu karşınızda gördünüz (143)

“ sizden önce nice (milletlerle ilgili) sünnetler (yol, metod, ilahi kanunlar) gelip geçmiştir. Bu nedenle yeryüzünde yürüyün ve yalanlayanların akıbetini görün”. Bu ayette geçen sünnet sözcüğünün dilde veya lügatte (Arapçada) manası ise; metod, yol ve kanundur. Kur’an’da birkaç yerde sünnetullah (Allah’ın sünneti) ifadesi geçmektedir; Ahzab suresi 62.ayet, Fatır suresi 43.ayet, Fetih suresi 23.ayette geçtiği gibidir.

Allah’ın kanunu, uygulaması, metodu ve yolu manasında geçmektedir. Şer’i mana ise Allah’ın resulüne Kur’an dışında mana olarak vahyettiği hususlardır; Buna hadis-i şerif denilir. Bu da ya sözlü veya ameli veyahut takriri sünnet olur. Bir insan ya iyi ya da kötü metod veya uygulama yolu edinirse ona da lügat manasında sünnet denilir. Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bununla ilgili şöyle dedi:”

” من سنَّ في الإسلام سنة حسنة فله أجرها وأجر من عمل بها من بعده من غير أن ينقص في أجورهم شيئ، ومن سنَّ في الإسلام سنة سيئة فعليه وزرها ووزر من عمل بها”.

“ kim İslam’da güzel bir sünnet  (sünnet-i hasene) çıkartırsa onun sevabını ve ondan sonra onunla amel eden kimsenin sevabını alır. Kim İslam’da kötü bir sünnet (sünnet-i seyyie) çıkartırsa onun günahını ve ondan sonra kim onunla amel ederse onun günahını da alır”. (Müslim, İbni Hanbel ve Tirmizi)

Misal olarak; Ramazan’da cemaatçe kıyamulleyl yapmak (gece namazını kılmak) veya teravih namazını kılmak güzel sünnettir. Nitekim Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bir zaman onu cemaatçe kıldırdı, sonra onu bıraktı. Ta ki Müslümanlar bunun farz veya vacip olduğunu sanmasınlar. Böylece ilk Raşidi Halife Ebu Bekir (r.a) döneminde ve ikinci Raşidi halife Ömer bin Hattab (r.a) döneminin ilk senelerinde bırakıldı. Ondan sonra Ömer (ra) Müslümanlara bir cemaat halinde teravih namazını kıldırttı ve şöyle dedi:   “نعم البدعة الحسنة” “bu ne güzel bidattir”. Bunun manası ne güzel sünnettir demektir.

 Nitekim dilde bidat yeni bir şey çıkartmaktır. Ama şeri manada Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in metoduna, yaptığı keyfiyete muhalif davranmaktır.

 Eğer şer’i delillere binaen şer’i içtihatla yeni bir şey çıkartılırsa güzel sünnet veya güzel bidat denilir. Misal olarak ta 5. Raşidi Halife olarak sayılan Ömer bin Abdülaziz vilayet meclisini oluşturdu. Bu da güzel sünnet veya güzel bidattır. Bu nedenle Allah’ın izniyle tekrar Hilafet devleti kurulunca her vilayette meclis seçeriz ki oradaki Vali onlarla şura yapsın.

Bu asırda da Hilafeti kurmak için mücadele eden Hizb-ut Tahrir adlı siyasi partinin çıkarttığı İslami anayasada Mezalim Mahkemesini göstermesi güzel sünnettir. Bu mahkeme halifeyi başta olmak üzere her yöneticiyi yargılayabilecek ve azletme salahiyetine sahip olacaktır. Bunu gösterirken bizden ulul emir olan yöneticilerle çekiştiğimiz zaman Allah ve Resulüne dönmemizi emreden Nisa suresi 59.ayete ve geçen sahih rivayete göre İslam devletinin Başkanı Resulullah’ın

” وإني لأرجو أن ألقى ربي وليس أحد منكم يطلبني بمظلمة في دم ولا مال”

“Umarım ki Rabbimle karşılaşırken kanla veya malla ilgili bir kimse kendisine zulmettiğimi iddia ederek ortaya çıkmasın” (Tirmizi ve Ebu Davut) sözüne dayanarak bu güzel sünneti çıkarttı. Orada çıkarttığı İslam’ı anayasada yeni şeylerle ilgili birçok madde vardır, şer’i delillere bunları koydu. Bunlar birer sünnet-i hasenelerdir.

Eğer şer’i delillere aykırı veya Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem in uygulamasına aykırı kim bir iş yaparsa kötü sünnet veya kötü bidat çıkartmış olur, bu reddedilir, bunu yapan ve onun yolunda gidenlerin günahını alır, onlarda günahkâr olurlar. Bu nedenle Resulullah  Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle dedi:

”من أحدث في أمرنا هذا ما ليس منه فهو رد ”

“kim bu emrimiz, dinimizde bulunmayan bir şeyi ortaya çıkartsa bu şey reddedilir”. (Buharı ve Müslim)

ve şöyle dedi:  

“فإن كل محدثة بدعة وكل بدعة ضلالة “

  “Muhakkak ki her ihdas edilen (yeni çıkartılan) her şey bidattir. Her bidat ise dalalet (sapıklıktır) ve dalalet ise cehennemdedir (sahibini cehenneme götürür) ”. (Müslim ve Nisai)

Eğer birisi İslami cumhuriyet derse bu bidat ve dalalettir. Zira cumhuriyet sistemi İslam’daki yönetim olan Hilafet sistemine aykırıdır. İslam’da demokrasi var derse bu bir bidat ve dalalettir. Zira demokrasi halkın hâkimiyetine dayalı bir sistemdir. Oysa İslam’da Şeriatın hâkimiyeti vardır.

İbadette hoplama, zıplama, dönme, müzikle eşliğinde değişik hareketler yapılırsa birer bidat ve dalalet sayılır. Zira İslam’da ayetlerle ve hadislerle ibadeti yapma keyfiyeti veya metodu sınırlandırıldı.  Buna muhalefet etmek bidattır.                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                      

Firavun Musa (as) ve onunla birlikte kardeşi Harun (as)’ın davetiyle savaşırken halkına şöyle dedi:

“وَيَذۡهَبَا بِطَرِيۡقَتِكُمُ الۡمُثۡلٰى”

“ bu iki kişi sizin ideal yolunuzu yok etmek istiyorlar”. (Taha 63)

Firavun kendi kavmi için seçtiği sistem ve hayat tarzını ideal metod olarak saydı. Kasas suresi 28. ayette geçtiği gibi Kendi sistemine kimse dokunmasın veya meşgul olmasın diye kavmini fırkalara bölmüştü, bunları birbirlerine düşürüp musallat kıldı. İsrail oğullarının çocuklarını da kesiyordu, istediği kimseyi köle yapıyordu. Kasas suresi 38.ayette ve Naziat suresi 25.ayette geçtiği gibi kendini ilah ilan etti ve en yüksek rab olarak addetti. İşte Firavun böyle sisteme ve hayat tarzına ideal metottur dedi! Lut kavmi erkek ile erkek en pis cinsel ilişkileri yasallaştırıp güzel gördüler ve peygamber Lut (as) onları bundan nehyedince ve akıbetinden sakındırınca onunla ve müminlerle savaştılar, alay ettiler ve memleketlerinden çıkarmaya çağırdılar. Allah şöyle buyurdu:  

وَلُوۡطًا اِذۡ قَالَ لِقَوۡمِهٖۤ اَتَاۡتُوۡنَ الۡفَاحِشَةَ مَا سَبَقَكُمۡ بِهَا مِنۡ اَحَدٍ مِّنَ الۡعٰلَمِيۡنَ‏ اِنَّكُمۡ لَـتَاۡتُوۡنَ الرِّجَالَ شَهۡوَةً مِّنۡ دُوۡنِ النِّسَآءِ‌ ؕ بَلۡ اَنۡـتُمۡ قَوۡمٌ مُّسۡرِفُوۡنَ‏ وَمَا كَانَ جَوَابَ قَوۡمِهٖۤ اِلَّاۤ اَنۡ قَالُـوۡۤا اَخۡرِجُوۡهُمۡ مِّنۡ قَرۡيَتِكُمۡ‌ ۚ اِنَّهُمۡ اُنَاسٌ يَّتَطَهَّرُوۡنَ‏ فَاَنۡجَيۡنٰهُ وَاَهۡلَهٗۤ اِلَّا امۡرَاَتَهٗ ‌ۖ كَانَتۡ مِنَ الۡغٰبِرِيۡنَ‏ وَاَمۡطَرۡنَا عَلَيۡهِمۡ مَّطَرًا ‌ؕ فَانْظُرۡ كَيۡفَ كَانَ عَاقِبَةُ الۡمُجۡرِمِيۡنَ

(Peygamber olarak gönderdiğimiz) Lut kendi kavmine şöyle dedi: sizden önce alemlerden hiç bir kimsenin yapmadığı çirkin işi mi yapıyorsunuz?! Siz kadınları (onlarla evlenmeyi) bırakıp erkeklerle şehveti bularak ilişki kuruyorsunuz! Şüphesiz ki siz israf eden (haddi aşan) bir toplumsunuz.  Onun kavminin cevabı “Bunları köylerinizden, memleketinizden çıkartın zira bunlar temizlik isteyen insanlardır” demelerinden başka bir şey değildi! Biz Lut’u ve ailesini kurtardık. Ancak ( o çirkin işi destekleyen karısı) müstesnadır, azap içinde kalanlardan oldu. Üzerlerine taş yağmuru yağdırdık. Bak, mücrimlerin akıbetine, nasıl oldu?!” (Araf 80-84)

İşte Lut kavmi en çirkin işi yaparken bununla övünüyorlardı, onları nehyeden Lut ve müminleriyle alay ederek sizler temizliği isteyenlersiniz bizim memleketimizden çıkaracağız dediler. Tıpki bu günlerdeki gibi bu işi yapanlar bu çirkin işle övünüyorlar, Lut karısı gibi kimseler demokratlar ve kapitalistler ortaya çıkıp onları savunuyor, bu çirkin işi meşru kılıp onlara saygı gösteriyorlar!

Nitekim bu asırda, kapitalistler, demokratlar ve laik kimseler kendi zalim ve kötü sistemlerini ve çirkin hayat tarzlarını savunarak en ideal metod ve sistem olarak niteliyorlar ve Allah’ın indirdiği İslam sistemini kötüleyerek bu sistemi ve Hilafeti tekrar kurmak için mücadele edenlerle alay ediyorlar ve savaşıyorlar, onları gerici, aşırı ve terörist olarak niteliyorlar.

Allah c.c yukarıda bu Al-i İmran suresinde geçen ayetlerde müminlere hitap ederek; eski milletler üzerine uyguladığı kanunları görmemiz için yeryüzünde o milletleri araştırmamızı istedi. Yalnız eserleri keşfedip geçmek değil onlardan yalanlayanların ve çirkin işleri yapanların akıbetini görmemiz için o milletlerin durumlarını araştırmamızı istedi. Bundan ders ve ibret almak içindir ki aynı duruma düşmeyelim ve kâfirlerin saydıkları ideal metotlarından aldanmayalım ve onların akıbeti kendilerine benzer eski kavimlerin akıbeti olacağından emin olalım ve böylece Allah’ın vahyettiği sisteme ve hayat tarzına bağlı oluruz.

Zira kâfirler belli bir dönem için güçlü olunca insanlar onların güçleriyle aldanırlar, onlara uyarlar veya onlardan korkarlar, kendilerine güvenleri sarsılabilir. Mağlup veya fikirsiz olanlar galibi taklit ederler. Bu kâfirler büyük ve güçlü devletlere sahiptir, yıkılmaz, onlarla kimse baş edemez diyerek böylece fikren düşük olan Müslümanlar alçaklık gösterip bunlara uyarlar veya işbirliği yaparlar.

Oysa Allah’a, onun sözüne ve dinine güvenen, dinini kavrayan Müslümanlar kâfirlerin geçici üstünlüğüne aldanmazlar, dinlerine sarılırlar ve onun devletini kurmak için kâfirlerin güçlerinden ve eziyetlerinden korkmadan mücadele ederler. Onların önderi ve lideri olan Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem gibi mücadele edip onun: “ Ya Allah bu dini yükseltir, hâkim kılar ya da onun uğrunda ölürüm” sözünü şiar edinirler.

Ayrıca;  bu ayet, tarihin keşfedilen eserlerden alınacağına dair bir delil olarak gösterilir. Ama bu tarih tam zincirleme arz etmez, fakat belli bazı durumları bize gösterir. Nitekim Allah c.c birçok ayette o kavimlerin akıbetini izah ederek yeryüzünde yürüyün onların akıbetini araştırın diye bize emir verdi. Böylece tarihin iki kaynağının var olduğu ortaya çıkar: eski eserler ve doğru rivayetlerdir. Kuran’da ve hadis-i şerif’te eski kavimlerle ilgili rivayetler geçerse bunlar doğrudur. Eğer başka kaynaklarda geçerse doğru rivayeti tespit edebilmek için araştırma yapılmalıdır. Eğer biri doğru rivayet göstermeden veya insafla araştırılmış bir tarihi eser göstermezse onun kitabı kabul edilmez.

Nitekim İslam tarihini karalamak için bir takım müsteşrik veya oryantalistler birçok kitaplar yazdılar, bunların kitaplarına hiç itibar edilmez. Çünkü doğru rivayete veya insafla araştırılmış eserlere dayalı değildir. Ayrıca kendilerinin Müslüman olmadıklarından ve İslam’a düşmanlıklarını gösterdiklerinden dolayı kitaplarını reddederiz. Hatta kesin olan veya bilinen şeyleri veya hakikat olarak bilinen şeyi kötü şekilde tevil ederler, yazdıklarına zehir katarak kitaplarını aldatıcı üsluplarla pazarlıyorlar. Bu nedenle İslam tarihi İslam’ın düşmanlarından alınmaz. Doğru rivayet veya doğru şekilde araştırılmış eserlere dayanan adaletli ve insaflı Müslümanlardan alınır.

 Doğru şekilde araştırılmış eserlere ve rivayetlere baktığımız zaman Kâfirlerin akıbetinin hep kötü çıktığını görürüz. Firavun ve kavminin akıbetini eserlerden ortaya çıkartabiliriz. Dünyada en büyük devlet idiler, Allah’ın Resulü olan Musa’yı yalanladılar, bu nedenle Allah onları cezalandırdı ve devletlerini yok etti. Keza, Nemrudun devleti, Semud kavmi ve Lut kavmi de yok oldular. Hangi kavim Allah’ın risaletini yalanlamış ise nihayet ceza görmüş ve ortadan kalkmış olarak görürüz. Bu bir hakikattir.

Zira “bu (Kur’an) insanlar için bir açıklama ve takvalılar için bir hidayet ve bir öğüttür”: Burada “insanlar” ifadesini kullanınca Müslim ve gayri Müslim bütün insanları kastetti. Bütün insanlara her şeyi açıklar ve gerçekleri ortaya çıkartır ki doğruyu öğrensinler, izlesinler ve hiç şaşırmasınlar, eski halkların akıbetlerini görüp bundan ibret ve ders alsınlar, aynı hatalara düşmesinler ve aynı günahları işlemesinler, yoksa başlarına aynı şey gelir. Ondan sonra “takvalılar” için bir hidayet ve öğüttür dedi; Kur’an her konuyla ilgili hükmü açıklarken hidayeti göstermiş oldu, dünya ve ahiretle ilgili doğru fikirleri izah etti, ancak iman eden ve Allahtan korkan kimseler öğüdü dinlerler, Allah’ın ve Resulünün dediğine uyarlar, bunlara takvalı kimseler denilir.

Bu nedenle bu Kur’an insanlar için bir açıklamadırın manası; onlara her şeyin hakikatini ortaya çıkartır ve eski kavimlerin akıbetlerini de açıklar, böylece onları düşünmeye ve inanmaya çağırır. Ama hidayet ve öğüt sadece takvalılar içindir. Zira kâfirler hidayeti ve öğüdü kabul etmezler. Ancak takvalılar hidayeti ve öğüdü dinler ve gereğini yaparlar. Böylece bütün insanlara hakikatleri keşfedip göstermemiz gerekir, onları düşünmeye ve İslam’a inanmaya çağırırız. Ama takvalılara hem bunları gösteririz hem de öğüt veririz; Allah’ı, onunla karşılaşmayı, ahireti ve cenneti onlara sevdiririz, cehennem ve azabından onları korkuturuz. Takvalı kimseler bu sözlerden etkilenirler. Kâfirler bunları duyunca takvalılarla alay etmeye başlarlar. Maide suresi 57 ve 58. ayetlerde kâfir ehl-i kitap ve müşriklerin bizim dinimizi alaya aldıklarını ve ezan okuduğumuz zaman da bununla alay ettiklerini Allah bize bildirir ve bu nedenle onları dost edinmemizi yasaklar. Yine Maide suresi 68. ayette kâfirlerin çoğunun Allah’ın indirdiği ayetleri duyunca kâfirliklerinin arttığı ve daha fazla azgın olacakları açıklanır. Bu nedenle kâfirleri ayetlerle uyarma onlara yaramaz. Fakat onlara hakikatler gösterilir, düşünmeye çağırılır ve onlarla akli delillerle tartışılır. Fakat takvalı kimseler için ayeti veya doğru rivayetle aktarılan hadisi göstermek yeter, hemen Allahtan korkar ve onun emrine uyar.

 Bu nedenle, Allah müminlerin imanlarını tahrik ederek şöyle dedi: “Eğer gerçek mümin iseniz siz üstün olduğunuz halde gevşeklik göstermeyin ve üzüntüye kapılmayın”. Çünkü kâfirlere karşı sebatlılığa onları çağıracaktır. İşte siz üstünsünüz, çünkü müminsiniz, öyleyse kâfirlere karşı gevşeklik göstermeyin ve başınıza bir musibet gelirse üzülmeyin, zaten kâfirlerin başına da buna benzer musibetler geldi, daha doğrusu onların başına gelen musibetler daha fazladır, öyleyse niye üzülüyorsunuz ey müminler! Allah c.c başka bir ayette müminlere hitap ederek şöyle dedi:

وَلَا تَهِنُوۡا فِى ابۡتِغَآءِ الۡقَوۡمِ‌ ؕ اِنۡ تَكُوۡنُوۡا تَاۡلَمُوۡنَ فَاِنَّهُمۡ يَاۡلَمُوۡنَ كَمَا تَاۡلَمُوۡنَ‌ ۚ وَتَرۡجُوۡنَ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا يَرۡجُوۡنَ‌ؕ

“ Kâfir bir kavme saldırırken hiç gevşeklik göstermeyin. Eğer siz acı çekiyorsanız onlarda sizin gibi acı çekiyorlar, fakat sizin Allah’tan umduğunuzu onlar ummuyorlar”. (Nisa 104) Bu nedenle kâfirlerle savaşmaktan geri kalmayın. Şu var ki savaşta ve mücadelede önemli olan; sonuna kadar dayanmak ve sebatlılığı göstermektir, kazanan taraf ise bunu gösterendir. Zira savaşta herkes zarar görüyor ve acı çekiyor, ama kâfirler hemen en kısa yolda ve yakın zamanda ve herhangi bir şekilde savaşı kazanıp son vermek istiyorlar. Zira dünyayı seviyorlar, fazla acı çekmek istemezler ölmek te istemezler. Bu nedenle Müslümanları kandırmaya ve aldatmaya başvururlar. Müslümanları kandırmak için pek sinsi üslupları kullanırlar ve her türlü yalanı söylemekten çekinmezler. Zira onlar Allahtan korkmazlar, ondan dolayı böyle bir şeyi ve en kötü şeyi bile yapmaya hazır olurlar.

“eğer size zarar ve musibet dokunursa karşı taraftaki kavme da zarar ve musibet dokunmuştu” bu ayetin muhatabı Uhud savaşında Müslümanlara dokunan zarar ve musibetlerle ilgilidir. Ayetin nüzul sebebi budur, fakat ifadesi geneldir, her asırda geçerlidir.

  Müslümanlar Uhut’da başta savaşı kazandılar ve kâfirlerden birçok kimseyi öldürdüler. Sonra kâfirler Müslümanlara dağın arkasından gelip saldırdılar ve onlardan bir kısım Müslümanları öldürebildiler. Bu şekilde Allah müminlerden şehitler seçti ve gerçek müminleri ortaya çıkarttı. O savaşta dayananlar ve sebatlılığı gösterenler gerçek mümindirler. Münafıklar oradan kaçtılar. Münafıkların büyüğü Abdullah bin Ubey ordunun üçte birini çekip savaş meydanından ayrıldı. Bu şekilde Allah gerçek müminleri ortaya çıkartarak onlardan münafıkları ayırdı.  Müslümanlar o savaşı kaybetmiş sayılırlar. Bu nedenle Allah günleri değiştiririz dedi;  bir gün sizin aleyhinize olur ki, gerçek müminleri ortaya çıkartsın ve onlardan şehitleri seçsin. Bunda da hayır vardır; gerçek müminler belli olsunlar ve bizden şehitler olsun. Nitekim Müslümanlar daha önce Bedir savaşını kazandılar, bu nedenle Müslümanlar Uhud savaşını kaybetmişlerdir fakat Bedir’de daha büyük zafer kazandılar ve kâfirlerden birçok kimseyi öldürdüler. Çok esir ve ganimet aldılar. Allah c.c Al-i İmran suresinde 165.ayette buna işaret ederek Müslümanlara şöyle hatırlattı:

اَوَلَمَّاۤ اَصَابَتۡكُمۡ مُّصِيۡبَةٌ قَدۡ اَصَبۡتُمۡ مِّثۡلَيۡهَا ۙ قُلۡتُمۡ اَنّٰى هٰذَا‌ؕ قُلۡ هُوَ مِنۡ عِنۡدِ اَنۡفُسِكُمۡ 

 “ size musibet dokunduğu zaman bu nereden geldi dediniz, oysa siz düşmanlarınıza iki kat musibet getirdiniz. Deki bu musibet kendinizden geldi (sebep siziniz, Rasulullaha muhalefet ettiğiniz içindir)”. Böylece Müslümanlar hala kârlıdırlar. Ama dağdaki Müslümanlar Rasulullaha muhalefet etmeselerdi böyle yenilgi olmazdı. Bu nedenle Rasule veya onun yerine geçen Halifeye itaat etmek farzdır.

Nitekim Allah zalimleri sevmez; Allah müminler arasında zalimlerin bulunmasını istemez, onları müminlerin içlerinden çıkartıp ayırtmak istedi. Kâfirler ve münafıklar zalimlerin ta kendileridir, çünkü Allah’ı inkâr ederler veya onun ayetlerini ve peygamberini inkâr ederler, böylece en büyük haksızlık yapmış olurlar, bu şekilde zalim olurlar.

Üstelik Allah müminleri imtihan ederek günahlarından temizlemek ve kâfirleri mahvetmek ister. Bu çok zaman savaşlarda olur. Kim şehit oluncaya kadar veya başına ne zarar gelirse gelsin savaş meydanında sebatlık ve sabrı gösterirse imtihanı geçmiş olur. Böylece Allah müminleri savaşla imtihan eder, savaştıkları için kat kat sevap verir ve günahlarını siler. Kendilerine dokunan her zarara karşı üzerlerinden günahlar dökülür, ta her günahtan temiz oluncaya kadar onları imtihan eder ve onlardan da şehit seçer, bu şehitler bütün günahlarından arındırılmış olurlar. Bu nedenle musibetlerde müminler için hayır vardır, hem gerçek müminleri ortaya çıkartır hem de kâfir ve münafık olan zalimleri onların arasından uzaklaştırır, hem de müminlerin günahlarını üzerlerinden kaldırır ve onlar arasından şehitler seçilir. Hangi aileden şehit seçilirse, o şehit ailesi için kıyamet gününde şefaatçi olur. Böylece bütün müminler Allah’ın izniyle cennete girerler.

Zira Allah c.c müminleri böyle imtihandan geçmeden ve acı durumlarla karşılaşmadan cennete giremeyeceklerini bildirdi: “Yoksa Allah içinizden cihad edenleri ve sabredenleri ortaya çıkartmadan cennete gireceğinizi mi zannettiniz?” işte Allah müminlere bu bildiriyi gönderiyor. Cennete girmek kolay değildir, bir takım imtihanlardan geçeceksiniz, en önemlisi cihattır. Muhammed suresinde 31. ayette bunun benzerini de getirdi; mücahidleri ve sabırlı olanları ortada gösterinceye kadar müminleri elbette imtihan edeceğiz demektedir. Bakara suresinde 214. ayette müminlere hitap etti: cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Bu ayette Allah müminlere diyor ki: daha önceki müminlerin başlarına gelen musibetler başlarınıza gelmeden cennete giremeyeceksiniz. Onlar savaşla ve değişik sıkıntılarla imtihan edildiler, kendilerine çok zarar dokundu, hatta zelzele edildiler, sarsıldılar. O kadar vahim durum olacak ki Resul ve onunla birlikte olan müminler Allah’ın zaferi ne zaman gelecektir? Diyecekler. Bu durumlardan sonra Allah’ın zaferi yakın olur.

İşte; müminler; şu anda İslam hâkimiyeti ve Hilafeti tesis etmeye çalışırken çektikleri sıkıntıları ve gördükleri musibetleri normal görmeliler. Zira bunların hepsi birer imtihandır, müminler sabrederlerse ve mücadeleye dayanırlarsa ve sebatlılığı gösterirlerse Allah’ın zaferi yakın olur. Nitekim kâfirler de müminlerin mücadelesinden ve direnişlerinden çok rahatsız ve acı çekiyorlar. Onların isteği Müslümanların mücadelelerinden ve cihadlarından vazgeçmeleridir ve pes etmeleridir. Bu nedenle mücadele eden Müslümanlara gelin anlaşalım, barışalım, demokratik seçime katılın ve demokratik yönetime de katılın, demokrasi vasıtasıyla İslam’ı getirebilirsiniz ve buna benzer aldatmaları yapmaya çalışırlar. Onlara uyan Müslümanları harcarlar ve tamamen İslam yönetimini tesis etmekten vazgeçerler, onları gevşetirler ve koltukta oturmayı sevdirirler. Böylece bunlar için koltuk, makam ve mal tatlı olur ki diğer Müslümanları kandırmaya başlarlar. Bu nedenle müminler kâfirlerin böyle hilelerinden sakınmalıdırlar ve Resululah Sallallahu Aleyhi Vesellem’ın metodu üzerinde ölüme kadar sebatlılığı göstermelidirler.

Allah c.c müminlerin kendi uğrunda ölümü temenni ettiklerini hatırlatıyor: “ölümle yüz yüze gelmeden önce onu temenni ediyordunuz. İşte onu karşınızda gördünüz” zira bazı Müslümanlar Uhud meydanında savaştan kaçtılar, Allah bunlara bu hitabı yöneltti. Oysa bunlar daha önce Medine’de kalmayı istemeyip Resulullaha bizi dışarıya götür kâfirlerle dışarıda savaşmak istiyoruz diyenlerdir, Allah uğrunda savaşıp ölümü temenni ettiler. Ayrıca Bedir’e katılmadıklarından dolayı pişmanlık duyup bir savaşa katılıp Allah uğrunda ölümü dilediler.  Ama Uhut’ta arkadan düşman gelince ölümü görüp savaştan kaçtılar. Allah bunları azarlıyor. Yine de bu tip müminler böyle azarlanır. Bununla ilgili Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:”

“لا تمنوا لقاء العدو، وسلوا الله العاقبة، فإذا لقيتموهم فاصبروا، واعلموا أن الجنة تحت ظلال السيوف”. (بخاري ومسلم) 

“ Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin, Allahtan iyi neticeyi isteyin. Eğer düşmanla karşılaşırsanız sabredin. Bilin ki cennet kılıçların gölgesinde bulunuyor”. (Buharı ve Müslim)

Bu ayet ve bu hadisten çıkan mefhumlar: müminler cihada ve mücadeleye hazır olmalılar, fakat düşmanla karşılaşmayı temenni etmesinler, belki dayanmayıp zor duruma düşerler. Birçok kimse büyük konuşur, iş ciddi olunca kaçar! Daha doğrusu gelecek olan Al-i İmran suresi 147. Ayette geçtiği gibi sebat göstermek ve sabırlı olmak için dua ederler. Allahtan zaferini isterler, umulur ki fazla zahmet ve sıkıntı olmadan Allah düşmanı yenilgiye uğratır. Nitekim Allah kafirleri yok etmeye kadirdir, fakat Allah onları belli zamana kadar geciktiriyor, değişik yollarla yenilgiye uğratabilir, ama onlarla müminleri de imtihan etmek istiyor, böylece savaşı farz kıldı. Daveti yüklenen kimseler de daveti yüklenirken zalim rejimle karşılaşmayı temenni etmesinler, ama onunla karşılaşırlarsa sebatlılığı göstersinler. İnsanlar arasında mücadelelerini ciddi şekilde sürdürsünler ve Allahtan zaferi istesinler. Cennete girmek çok pahalıdır, ucuz değildir. Nitekim orada Müslüman ebediyen yaşayacak ve her tür nimeti elde edecektir. Bu nedenle onu elde etmek için Allah uğrunda her tür fedakârlığı göstermek gerekir.

 Son olarak şu noktaya dikkati çekmek istiyorum: Biz yüzlerce sene üstün olduk ve üstün kaldık, Abbasîlerin döneminde 100 sene kadar Haçlıların 20 sene kadar Moğolların saldırılarına ve işgallerine uğradık ve ondan sonra kurtulduk tekrar en güçlü devlet olduk. Endülüs ve İspanya’yı kaybetsek de aynı senelerde İstanbul’u fethettik ve Viyana’ya kadar fetihleri gerçekleştirdik ve tekrar en güçlü devlet olduk. Osmanlıların son döneminde yeni haçlı olan Batılıların saldırılarına ve işgallerine uğradık ve 100 seneden önce İslam sistemi olan Hilafeti yıktılar ve bu güne kadar bu durum devam etmektedir, bu aleyhimize bir gün sayılır. Bundan sonra Allah’ın izniyle ve vaadiyle lehimize olan bir gün gelir, galibiyet bizim olur, Hilafeti tekrar kurarız ve onu dünyada en büyük devlet haline getiririz ve böylece en güçlü devlete sahip oluruz. Nitekim ümmetin evlatlarının bir kısmı tarafından buna yönelik ciddi çalışmaları vardır, diğer Müslümanlar bunlara icabet edip bu davetle kaynaşmaya başladılar, bu daveti taşıyanlara destek vermeye başladılar. Çok sıkıntılar ve eziyetlerle karşılaşıyorlar. Bundan sonra elbette Allah’ın zaferi yakın olur, az kaldı biraz sabır ve biraz sebatlılıkla inşallah bakarsınız ki Allah’ın zaferi şimşek gibi hemen belirir.